TEVHÎD KİTABI (4)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Hâricîler Yeryüzündeki En Şerli Topluluktur
Alî b. Ebî Tâlib radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Âhir zamanda yaşları genç, akılları ermez bir kavim meydana çıkacak. Bunlar mahlûkatın en hayırlı sözlerini söyleyecek, Kur'ân okuyacaklar fakat okudukları Kur'ân gırtlaklarından aşağı geçmeyecek. Dînden, okun avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. Böylelerine rastladınız mı hemen öldürün. Çünkü onları öldürenlere kıyamet gününde Allah indinde büyük ecir vardır.”2285
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetimde iki fırka meydana gelecek, bunların arasından biri dinden çıkacak. Bunların katlini hakka en yakın olan fırka üzerine alacaktır.”2286
Abdullah b. Ömer Radıyallahu anhumâ'dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu,:
“Öyle genç bir cemâat türeyecek ki Kur'an okuyacaklar. Fakat okudukları Kur'an onların boğazlarının çemberlerinden öteye geçmeyecektir. Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır.” İbn Ömer dedi ki:
Ben Rasûlulah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den:
“Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazınmalıdır” fıkrasını yirmi defadan fazla işittim. İbn Ömer radıyallahu anhuma bundan sonra Rasûlullah'ın buyurduğu hadisin son parçasını şöyle nakletti:
“Nihayet bu cemâatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında veya onların askerleri arasında Deccal çıkıverecektir.”2287
Huzeyfe radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, Kur’ân okuyan, sonra da parlaklığı yüzünde belirince İslam’a da yardımcı iken İslam’dan sıyrılıp çıkan ve onu arkasına atan, komşusuna kılıçla yürüyen, onu müşriklikle itham eden kimsedir.” Ben:
“Ey Allah’ın rasulü! Müşriklikle itham eden mi, yoksa edilen mi şirke daha yakındır?” dedim. Buyurdu ki:
“Şirkle itham eden kişi şirke daha yakındır.”2288
Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetim için en çok şu üçünden korkarım; birincisi; Kur’an’ı, onun ihtişamını görünceye kadar okuyan kimsedir. Allah onun üzerindeki İslam gömleğini soyar ve o da kılıcını kaldırıp komşusuna vurarak onu şirk ile itham eder.” Dediler ki;
“Ey Allah’ın Rasulü! Bu şirk ithamına hangisi layıktır?” buyurdu ki;
“İtham eden layıktır. İkincisi; Allah’ın kendisine yetki nasip ettiği kimsedir. Bu kimse der ki;
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.” Hâlbuki yalan söylemektedir. Halifenin yaratıcıya karşı kalkan olması mümkün değildir. Üçüncüsü ise söylentilere dalan kimsedir. Bir söylenti bittiğinde ondan daha uzun sürenine dalar. Şayet Deccal’e yetişirse hemen ona tabi oluverir.”2289
Hikmet sahibi şeriat koyucu, müslümanı tekfir etmekten yasaklamış ve bundan şiddetle sakındırmıştır.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kişi kardeşine “ey kafir” derse bu söz iksinden birine döner. Eğer o, dediği gibi ise ona aittir. Aksi halde bu söz kendisine döner.”2290
Ebu Zerr radıyallahu anh’den rivayete göre, o Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Kim bir kimseyi küfür ithamıyla çağırırsa veya ona Allah’ın düşmanı der de, şayet o kimse dediği gibi değilse, bu söz kendisine döner.”2291
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişi kardeşine “ey kafir” derse, bu söz ikisinden birine döner.”2292
Ebu Kılabe, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ağaç altında biat edenlerden olduğunu haber verdiği Sabit b. ed-Dahhak’tan rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kim İslâmdan başka bir din adına yalan yere kasten yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Her kim kendini bir şeyle öldürürse Allah kıyamet gününde o şeyle azâb eder. Kişinin sahip olmadığı bir şeyi adama hakkı yoktur. Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Kim de bir mümini kafirlikle suçlarsa, onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini bir şeyle keserse, kıyamet günü onunla azap olunur.”2293
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse birisini tekfir ederse, bu söz mutlaka ikisinden birine döner. Eğer o kimse kafirse ona, değilse, tekfiri kendisine döner.”2294
İbn Hacer şöyle demiştir: “Hadisin akışı, müslüman bir kimsenin, müslüman kardeşi hakkında bunu söylemekten sakındırmak içindir. Bu da hariciler fırkasının ve diğerlerinin varlığından önce olmuştur.”2295
Sonra şöyle dedi: “Bir müslümanı tekfir edenin durumuna bakılır, şayet bunu herhangi bir tevile dayanmaksızın söylüyorsa kınamayı hak eder. Hatta belki de kendisi kafir olur. Şayet bir tevile dayanarak söylüyorsa bakılır, yaptığı tevil geçerli ise kınamayı hak etmez. Bilakis doğruya dönünceye kadar ona hüccet ikame edilir.”2296
Helak edici belalardandır ki, bazı insanlar, alimlerin yaşantısı hakkında bilgi sahibi olmuşlar veya kitaplarını okumuşlar veyahut ses kayıtlarını dinlemişler, ama kendilerine nispet edilen kusurları araştırıyorlar veya hatalarına tabi oluyorlar. Allah’ın onlara lutfettiği, insanlara bir hak veya hayır olarak sundukları ilimlere ise iltifat etmiyor ve anlatmıyorlar. Onlar tıpkı iyilik gördüğü zaman gizleyen, kötülük gördüğü zaman da yayan ve eziyet eden kötü komşu gibidirler. Hataları araştırıp sözleri yerinden saptırmaktan, meşhur olmak için nasları tevil etmekten ve eksiltmekten Allah’a sığınırız. Zira bu ancak hevayı önder edinen toplulukların işidir. Onları harekete geçiren şey, suçsuz kimselerin kusurlarını ve isabet eden kimselerin hatalarını araştırma hususunda taassublarıdır. Herhangi bir müslümanın elinde kesin ve sabit bir ilim olmaksızın şüphe, kuruntular ve zan ile tekfir meydanına girmesi caiz değildir. Aksi halde yeryüzünde çok az kimsedışında müslümankalmaz.
Yine işlenen günahlar imanı ve şehadet kelimelerini ikrar etmeyi büyük tehlikeye soksa da, bu sebeple tekfir etmek caiz değildir.
Vehb (b. Munebbih) şöyle demiştir: “Câbir radıyallahu anh'e:
“Musalliler (namaz kılanlar) arasında tağutlar var mıdır?” diye sordum.
“Hayır” dedi.
“Onlardan müşrik olanı var mıdır?” diye sordum. Yine:
“Hayır” dedi.2297
Ebû Sufyan Talha b. Nafi şöyle demiştir: “Mekke'yi ziyaret edip Fihr oğullarına konuk olan Câbir radıyallahu anh'e sordum. Sonra bir adam kendisine:
“Sizler ehl-i kıbleden hiç kimseyi müşrik olarak itham eder miydiniz?” diye sordu. Dedi ki:
“Allah’a sığınırım.” Adam bu cevaptan ürktü, sonra
“Onlardan hiç kimseye “kafir” diye hitap eder miydiniz?” diye sordu.
“Hayır” dedi.”2298
Aynısını Süleyman b. Kays el-Yeşkuri, Cabir radıyallahu anh’den rivayet etmiştir.2299
Cundub b. Abdillah radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o Müslümandır. Allahın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun üzerindedir.”2300
Buhari aynısını Enes b. Malik radıyallahu anh’den, Ebu Yusuf; Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfu olarak rivayet etmişlerdir.2301
Nafi dedi ki: “Bir adam İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya:
“Benim bir komşum var, benim aleyhimde şirk ile şahitlik ediyor” dedi. İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:
“La ilahe illallah diyerek onu yalanlamadın mı?”2302
İbn Sa’d, Tabakat’ta, İkrime’den, o da İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor: Ali b. Ebî Tâlib radıyallahu anh, İbn Abbâs radıyallahu anhuma’yı haricilere gönderdiği zaman şöyle dedi:
“Onlara git ve onlarla tartış. Onlara Kur’ân’dan delil getirme. Çünkü Kur’ân pek çok anlamlar taşır. Sen onlarla sadece sünnet ile tartış.”
Başka bir rivayet yoluyla İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan şöyle dediğini nakleder:
“Ey müminlerin emiri! Ben Allah’ın kitabını onlardan iyi bilirim. Zira Kur’ân bizim evlerimize nazil oluyordu.” Ali radıyallahu anh de şöyle dedi:
“Doğru söylüyorsun. Fakat Kur’ân pek çok anlamlar taşıyıcı özelliktedir. Biz bir şey deriz, onlar da Kur’ân’dan bir delil bulup başka şey söylerler. Lakin sen onlara karşı sünnetlerle tartış. Çünkü hadisleri onlara arz ettiğinde kaçacak yer bulamazlar.” İbn Abbâs radıyallahu anhuma onlara gitti, sünnetleri delil getirerek tartıştı. Haricîlerin onun karşısında ellerinde bir delil kalmadı.”2303
Şeddad b. Abdillah b. Ebi Ammar’dan: “Ebu Umame el-Bahili radıyallahu anh’ın Dımaşk kapısı yanında Haricilerin başında durduğuna ve şöyle dediğine şahit oldum:
“Cehennem köpekleri! (Bunu üç defa söyledi) Onların öldürdüğü kimseler öldürülenlerin en hayırlılarıdır.” Gözleri yaşardı. Birisi ona:
“Ey Ebu Umame! Onların cehennem köpekleri olduğunu söylemen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğin bir şey mi yoksa kendi görüşün mü?” dedi. Ebu Umame radıyallahu anh dedi ki:
“Şayet size söylediğimi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir, iki, üç sefer (böylece yediye kadar saydı) işitmeseydim büyük bir cürette bulunmuş olurdum.” Adam:
“Gözlerinin de yaşardığını gördüm” dedi. Dedi ki:
“Onlar müminler iken imanlarından sonra küfre girdiler. Sonra
“Fırkalara ayrılan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra ihtilaf edenler gibi olmayın.” (Al-i İmran 105) ayetini okudu.“2304
Abdullah b. el-Kevva, Ali radıyallahu anh’e: “Amelleri bakımından en çok hüsrana uğrayanların kimler olduğumu bildireyim mi?” ayetini sordu. Ali radıyallahu anh dedi ki:
“Harura halkı (hariciler) onlardandır.”2305
2285 Sahih. Buhârî (3611, 6930) Muslim (1066)
2286 Sahih. Muslim (1065, 151)
2287 Sahih. İbn Mace (174) Elbani de sahih olduğunu belirtmiştir. Sahihu Camii’s-Sağir (6/362. Hadis no:8027) Zevâidu İbn Mace’de Hafız Busayri şöyle demiştir: Bunun senedi sahihtir. Buhari bunun bütün râvilerini hüccet saymıştır.
2288 Sahih. İbn Hibban (1/281) Buhari Tarihu’l-Kebir (4/301) Bezzar (7/220) Herevi Zemmu’l-Kelam (1/394) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (864) Ebu Nuaym Marife (1859) İbnu’l-Enbari el-Munteka (el yazma no:33) el-Elbani es-Sahiha (3201)
2289 Hasen. Taberani (20/88) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (2/254) Fesevi Ma’rife (2/358) Herevî Zemmu’l-Kelam (1/393) Mecmau’z-Zevaid (5/228) İbni Kesir Camiu’l-Mesanid (11/480) İbni Ebi Asım Diyat (s.22) İbni Ebi Asım es-Sunne (1/24) isnadında Şehr b. Havşeb vardır. Bu yüzden hadis hasendir.
2290 Sahih. Buhari (6104) Müslim (60)
2291 Sahih. Buhari (6045) Muslim (61)
2292 Sahih. Buhari (6103)
2293 Sahih. Buhari (1363) Muslim (110) Bkz.: el-Elbani Sahihu’t-Tergib (2775) Sahihu’l-Cami (5545)
2294 Sahih. İbn Hibban(1/483) Sahihu’t-Tergib (2775) Sahihu’l-Cami (5545)
2295 Fethu’l-Bari (10/166)
2296 Fethu’l-Bari (12/304)
2297 Hasen mevkuf. Haris b. Ebi Usame Musned (35) Mervezi Ta’zimu Kadri’s- Salat (889) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (2997)
2298 Sahih mevkuf. Ebu Ya’la (4/207) Taberani el-Evsat (Mecmau’l-Bahreyn 162) İbnu’l-Buhteri Musannefat (678) Şeceri Emali (60) el-Esbehani el-Hucce (439) İbn Tahir el-Makdisi el-Hucce (2/596) İbn Hacer el-Metalibu’l-Aliye (2998)
2299 Sahih mevkuf. El-Lalekai İtikad (2008)
2300 Sahih. Taberani (1669) Ru’yani (954) el-Muhlisiyyat (1393) İbn Adiy (2/454) El-Esbehani el-Hucce (442)
2301 Sahih. Buhari (391) el-Muhlisiyyat (1825) Ebu Yusuf el-Harac (270)
2302 Hasen mevkuf. El-Esbehani el-Hucce (443) Buhari Tarihu’l-Kebir (7/99) İbnu’l-Mukri Mu’cem (729)
2303 Suyutî, Miftâhu’l-Cenne (s.41) İbn Sa’d’ın Tabakât’ının matbu nüshalarında bunu bulamadım. Hatîb el-Fakîh’te (609) yakın bir lafızla zikretmiştir. İsnadında Yahyâ b. Abdillah el-Bâbilitî zayıftır. El-Merzukî (v.453h.) el-Ezmine ve’l-Emkine adlı eserinde (s.45) isnadsız olarak zikretmiştir. İbn Sa’d’ın Tabakât’ının matbu nüshasında mevcut değildir. Suyutî Durru’l-Mensur’da (1/40) ikinci lafzı İmrân b. Menah yoluyla İbn Abbas’tan diyerek zikretmiştir. İmrân b. Menâh’ın hal tercemesini bulamadım.
2304 Hasen. Hakim (2/163) Taberani (8/267)
2305 Hasen. Taberi Tefsiri (18/127) Hakim (2/383) Tahavî Şerhu Muşkili’l-Asar (10/241) İbn Asakir Tarih (17/334, 335, 27/101) eş -Şaşî, Musned (620) el-Muhlisiyyat (1646) İbn Mende Tevhid (s.314) Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (1516)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Haricî’lerin İddialarına Reddiye
Birinci İddia: Maide 44. Ayeti
Allah Tebarek ve Teâla şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’ın indirdikleri hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Şayet:
“Yöneticiler Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmettikleri için ayetin belirttiği gibi kâfir olmuşlardır” denilirse,
Cevap: Burada zikredilen küfür, büyük küfür değil, küçük küfürdür. Bunun delili şu üç meseledir:
1- Ehl-i Sünnet bu ayette zahirindeki anlamın kastedilmediğinde icma etmiştir. Sadece Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi terk etmek sebebiyle tekfir edilmesi gerektiğini Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinden hiçbiri söylememiştir. Bilakis Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı (Allah onlardan razı olsun) Abdullah b. Şakik rahimehullah’ın dediği gibi bunun zıddına dair icma etmişlerdir. O şöyle demiştir: “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleri namaz dışında amellerden herhangi birinin terkini küfür olarak görmezlerdi.”2306
Bu icma Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi üzerine gerçekleşmiştir: Bera b. Azib radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Maide 44, 45 ve 47. Ayetlerini okuduktan sonra şöyle dediğini haber vermiştir:
“Bu ayetlerin tamamı inkar edenler hakkındadır.”2307
Yine İbn Abbas radıyallahu anhuma da: “Vallahi bu ayetlerde Allah Teâlâ Yahudileri kastetmektedir” demiştir.2308
2- İbn Abbas radıyallahu anhuma bu ayette zikredilen küfrün küçük küfür olduğunu açıklamıştır.
İbn Ebi Hatim Tefsirinde; Muhammed b. Abdillah b. Yezid el-Mukri – Sufyan – Hişam b. Huceyr – Tavus – İbn Abbas isnadıyla; İbn Abbas radıyallahu anhuma
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayeti hakkında dedi ki: “İddia ettikleri küfür kastedilmemiştir.”2309
Bazıları bunun en sağlam isnadının sadece Hişam b. Huceyr el- Mekki yoluyla geldiğini zannediyorlar. Bunun sebebi Ebu Katade el-Filistini adlı yazarın saptırmalarıdır. Bu zata hüsnü zan edenler yanılgıya düşmektedir. Lakin İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen bu rivayette Hişam b. Huceyr tek kalmamıştır. Birçok tariklerden diğer iki tanesi şu şekildedir:
İbn Ebi Hatim Tefsir’inde; el-Hasen b. er-Rabî’ – Abdurrazzak – Ma’mer – İbn Tavus – babası isnadıyla rivayet ediyor:
“İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya: “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kafirlerdir” (Maide 44) ayeti soruldu. Dedi ki:
“O kebiredir (büyük günah kastedilmiştir)”2310
Sufyan es-Sevri - Ma'mer - İbn Tavus - babası (Tavus el-Yemani) tarikiyle rivayet ediyor:
“Bir adam İbn Abbas radıyallahu anhuma'ya "Kim Allahın indirdiği ile hükmetmezse..) ayetlerini söyledi ve:
"Kim böyle yaparsa kafir mi olur?" diye sordu. İbn Abbas dedi ki:
"Bunu yaparsa küfretmiş olur lakin Allah’ı, ahiret gününü, şunu ve şunu inkar eden kafir gibi değil!"2311
Bu isnad sahihtir. Süfyan es-Sevri'den gelen bu rivayette son cümlenin tamamı İbn Abbas'a isnad edilmektedir. Başka tarikinde Tavus'un da bu açıklamayı yapmış olmasında bir işkâl yoktur. Burada ihtimal söz konusu ise istidlal batıl olur kaidesini işletmeye çalışanlar komik bir duruma düşmektedirler. Tavus, İbn Abbas radıyallahu anhuma'dan işittiğini de söylemiştir. Ayrıca, ravinin rivayet hakkında yaptığı açıklama usul ilminde kararlaştırılan kaideye göre, başkalarının yorumundan daha önceliklidir. Nitekim Tavus bu açıklamayı, İbn Abbas’tan işittiğini de açıkça ifade etmiştir.
Görüldüğü gibi rivayetin İbn Abbasa nisbeti sahihtir. Sahabeden hiç kimse bu tefsire aykırı bir söz etmediğinden, bir ayetin tefsiri hakkında sahabe sözü merfu hükmünde olur.
Son günlerde bazıları İbn Mesud’un: “Hükümde rüşvete gelince bu küfürdür” demesini, ibn Abbas’ın tefsirine aykırı olarak ele almaktadırlar. Halbuki, İbn Mesud radıyallahu anh, rüşvetin büyük bir günah olduğunu, ama hükümde rüşvetin daha ağır bir suç olduğunu dile getirmiştir. Zira İbn Mesud radıyallahu anh’e sorulan soru ve onun verdiği cevap, hüküm hakkında değil, rüşvet hakkındadır. İbn Mesud radıyallahu anh rüşvetin hüküm konusunda olduğu zaman daha çirkin olacağını, tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı büyük günahları “küfür” sözüyle ifade etmesi gibi bir ifade ile belirtmiştir. Ehl-i sünnete göre rüşvetin küfür olmayıp büyük günahlardan olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur.
Nitekim gerek bunu nakleden Taberi, gerekse Ehli Sünnet akidesine dair eserler yazan İbn Batta, Ebu Bekir el-Hallal gibi alimler ve hatta bu sözü kendi aleyhlerine delil kabul eden hariciler dahi bu sözü başka bir anlama yorumlamamışlardır. Evet, Taberi bu sözü, Maide 44. Ayetinde geçen küfrün küçük küfür olduğunu ifade edenler bölümünde zikretmiş, İbn Batta ve el-Hallal da, bu sözü haricilerin maide 44. Ayetini kendi lehlerine kullanmalarına reddiye sadedinde, aslı itibarıyla küfür olmayan bazı ameller hakkında da “küfür” ifadesinin kullanıldığını ispatlamak için nakletmişlerdir.
3- Tabiinden bazıları (İbn Abbas’ın öğrencileri) bu ayette zikredilen küfrün dinden çıkaran küfür olmadığını açıklamışlardır. Onların asrında bu açıklamaya muhalefet eden kimse olmamıştır.
Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma bu ayetin tefsiri hakkında hiçbir şey söylememiş olsaydı bile, Tavus ve Ata’dan – rahmetullahi aleyhima - sabit olan açıklamalar, onlara muhalefet eden kimse olmaması sebebiyle yine hüccet olurdu.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh, Tabiin’in tefsiri hakkında şöyle söylemiştir: “Onlar bir konuda birleşirlerse, bunun hüccet olduğunda şüphe yoktur. Eğer ihtilaf ederlerse bazılarının görüşü, diğer bazılarının ve kendilerinden sonra gelenlerin görüşü aleyhine delil olmaz. Böyle bir durumda Kur’an ve Sünnet lügatine veya genel Arap lügatine yahut sahabe görüşlerine müracaat edilir.”2312
Yine şöyle demiştir: “Sahabe ile Tabiin’in mezhebinden ve tefsirlerinden ayrılıp onlara muhalif olanı tercih eden bu konuda hata etmiştir. Hatta bidatçidir. Ama eğer müçtehid ise hatası bağışlanır.”2313
Şayet; “Küfür kelimesi mutlak olarak kullanıldığında bundan büyük küfrün kastedilmesi esastır. Zira bir şey mutlak olarak zikredilince onun tam hali kastedilir” denilirse,
Cevap: Bunu söylemenin bir faydası yoktur. Zira bu ayette küçük küfrün kastedildiğini İbn Abbas radıyallahu anhuma ve arkadaşları açıklamıştır. Asırlarında onlara muhalefet eden olmamıştır.
Şayet, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah “el-Kufr” şeklinde belirlilik takısı olan elif-lam ile gelen küfür kelimesi ile ancak büyük küfrün kastedilmiş olduğunu belirterek şöyle demiştir: “Belirlilik takısı ile gelen el- Kufr kelimesi, bilinen küfür yani dinden çıkaran küfür hakkında kullanılır”2314 denilirse,
Cevap: İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh’in burada zikrettiği mastar olan “el-kufr” kelimesi ile ayette ism-i fail olarak gelen “el-kafir” arasında fark vardır. Zira mastar sadece fiile delalet eder. İsm-i fail ise hem fiile hem de o fiili işleyene delalet eder.
Bundan dolayı, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh’in bizzat kendisi Maide 44. Ayetinde kastedilen küfrün küçük küfür olduğunu bazı sünnet imamlarının, hatta selefin genelinin görüşü olarak saymıştır.
İbn Useymin, el-Elbani’nin – rahmetullahi aleyhima – cevabına not olarak şöyle demiştir: “Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin;
“Küfür kelimesi belirlilik takısı ile gelirse büyük küfür kastedilir” şeklindeki sözünü, “işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayetinden dolayı tekfire delil getirmek, kötü anlayıştandır. Halbuki ayette “el-kufr” kelimesi geçmiyor. Doğrusu Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh nekra (belirsiz) gelen “küfr” kelimesi ile marife (belirlilik takısı olan el- takısı) ile gelen “el-küfr” kelimelerinin arasındaki farkı açıklamıştır. Ama vasıflamaya gelince, dinden çıkarmayan küfrü anlatmak için “ha ulâi kafirun” (işte onlar kafirlerdir) de deriz, “ha ulâi’l-kafirun” da deriz. Fiili anlatmak ile faili anlatmak arasında da fark vardır.”2315
Eğer: “Terk sebebiyle tekfir, Allah Azze ve Celle’nin: “Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” (Maide 44) ayetinin zahiri değil midir?” denilirse şöyle cevap verilir:
Evet, ayetin zahiri budur. Lakin ehl-i sünnet ve’l-cemaat bu ayetin zahirine göre alınmaması hususunda icma etmiştir. Hatta bu ayeti zahirine göre alanları haricilik ve mutezile’ye nispet etmişlerdir. Bunun delili, İmam el-Âcurrî’nin şu sözleridir:
Said b. Cubeyr rahimehullah şöyle demiştir:
“Haruriyye’nin (Haricilerin) tabi oldukları müteşabih ayetlerden biri de şudur:
“Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Onlar bu ayeti
“...Sonra kafir olanlar putları rableri ile denk tutuyorlar” (En’am 1) ayeti ile birlikte değerlendiriyor ve yöneticinin haktan başkasıyla hükmettiklerini görünce şöyle diyorlar: “O küfretmiştir. Küfreden de rabbine denk tutmuş ve şirk koşmuştur. Bu ümmet müşriktir.” Böylece gördüğün gibi huruc ediyor ve savaşıyorlar. Çünkü onlar müteşabih olan bu ayeti tevil etmektedirler.”2316
Hafız İbn Abdilberr rahimehullah şöyle demiştir: “Bidat ehlinden Hariciler ve Mutezile gibi bir topluluk, bu konuda sapıtarak bu ve benzer rivayetleri, günah işleyenleri tekfire delil getirmişlerdir. Allah’ın kitabından, zahirdeki anlamı kastedilmeyen ayetleri delil getirmişlerdir. Bunlardan birisi de:
“Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” (Maide 44) ayetidir.”2317
Allame el-Kurtubi rahimehullah şöyle demiştir: “Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” (Maide 44) ayetini, günah sebebiyle tekfir eden hariciler delil getirmişlerdir. Hâlbuki bu ayette onlara delil yoktur.”2318
Allame Ebu Hayyan el-Endülüsî rahimehullah şöyle demiştir: “Hariciler bu ayeti, Allah’a isyan eden herkesin kâfir olduğuna delil getirmişler ve şöyle demişlerdir: “Bu ayet, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden herkesin kâfir olduğunu ifade etmektedir. Her günah işleyen de Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmiştir. Bundan dolayı kâfir olur.”2319
Şeyh Muhammed Reşid Rıza rahimehullah şöyle demiştir: “Meşhur fıkıh imamlarından hiçbiri bu ayetin zahirini söylememiştir.”2320
Ehl-i Sünnet, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin bazı şekillerinin büyük küfür olmayacağında ittifak etmişlerdir. Hafız İbn Abdilberr şöyle demiştir:
“Âlimler, bilerek ve kasten hükümde zulmetmenin büyük günah olduğunda icma etmişlerdir.”2321
Allame İbn Hazm rahimehullah şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” (Maide 44)
“Zira kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte asıl zâlim olanlar onlardır.” (Maide 45)
“Her kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl fâsık olanlar onlardır.” (Maide 47) Mu’tezile her günah işleyenin, zalimin ve fasığın kâfir olacağını açıkça söylemişlerdir. Zira günah işleyen herkes Allah’ın indirdiği ile hükmetmemiş olur.”2322
2306 Sahih. Tirmizi (2622) Hakim (1/7/12) Mervezi Ta’zimu Kadri’s-Salat (948) Bu rivayet hakkında Hâkim: “Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir” demiş, Zehebi de onaylamıştır. Şeyh Elbani de sahih olduğunu söylemiştir. Bkz.: Sahihu’t- Tergib (564)
2307 Sahih. Muslim (1700) Ahmed (4/286) Ebu Davud (4448) İbn Mace (2327)
2308 Sahih. Ahmed (2212) Ebû Dâvûd (3576) Taberî (8/461) Taberânî (10732)
2309 Sahih ligayrihi. İbn Ebi Hatim, Tefsir (4/485 no: 6467) İsnadında Hişam b. Huceyr el-Mekki hakkında olumlu ve olumsuz sözler vardır. Cerh ve tadil konusunda ihtilaf bulunan raviler hakkında son söz için İbn Hacer'in Takrib'i, ve Hafız Zehebi'nin Kaşif'ine bakılır. Hafız İbn Hacer Takrib'de: "Saduktur, yanılmaları vardır" demiştir. Zehebi Kaşif'te: sika (güvenilir) demiştir. Ayrıca Zehebi onun ismini, güvenilir oldukları halde eleştirilen ravilere dair “Men Tukellime Fih” adlı kitabında zikretmiştir. Hişam b. Huceyr; Buhari ve Muslim ricalinden olup, hakkında yapılan cerh mücmel olduğundan bu konuda muhaddisler, tevsik edilen bir ravinin mücmel cerhine itibar etmezler. Ebu Katade gibi bu ilmin inceliklerinden habersiz olanların iddialarına da itibar edilmez. Bu isnad hasendir. Diğer rivayet yollarıyla sahih ligayrihidir. Allah en iyi bilendir.
2310 Sahih. İbn Ebi Hatim, Tefsir (4/484 no:6468)
2311 Sahih. İbn Nasr Tazimu Kadri's-Salat (2/571-572) Taberi Tefsir (6/256) Tahavi Müşkilu'l-Asar (2/318) Sufyan es-Sevri Tefsir (1/101)
2312 İbn Teymiyye, el-Fetava (13/370)
2313 el-Fetava (13/361)
2314 Şerhu’l-Umde (namaz bölümü s.82)
2315 Fitnetu’t-Tekfir (s.25, dipnot 1)
2316 Hasen maktu. Acurri eş-Şeria (44) İbnu’l-Munzir, Tefsir (228) Suyuti, Durru’l-Mensur (2/146) Şatıbi el-İtisam (1/465)
2317 Et-Temhid (16/312)
2318 El-Mufhim (5/117)
2319 Bahru’l-Muhit (3/493)
2320 Tefsiru’l-Menar (6/336)
2321 Et-Temhid (16/358)
2322 El-Fasl (3/278)
İkinci İddia: Nisa 65. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekişlikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
Şayet: “Allah, şeriate muhakeme olmayanlardan iman vasfını kaldırmıştır. Bu da küfrü gerektirir” denilirse,
Cevap: Burada kaldırılan vasıf imanın aslı (tümü) değil, kemalidir. Ayet imanın ortadan kalkacağına değil, eksileceğine hükmetmektedir.
Bunun açıklaması; şeriatta iman vasfının kaldırılması ile onun aslı (tamamı)değil, kemali kastedilmiştir.
Bunun örnekleri; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;
“Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz”2323 sözüdür. Yine şöyle buyurmuştur:
“Vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir” denildi ki;
“Kim ey Allah’ın rasulü?” bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Komşusunu kötülüklerinden güvende kılmayan kimse”2324
Şunu iyi bil ki, ayette kaldırılan iman vasfını, imanın aslı ile kemali arasında değiştiren sebepler vardır. Bu konudada iki hususa dikkat edilir;
Birinci sebep: Ayette iman vasfının kaldırılması üç kişi hakkında söz konusu olmuştur:
1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhakeme olmayan
2- Gönlünde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmüne karşı sıkıntı hisseden
3- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmüne teslim olmayan
Ayette iman vasfının kaldırılmasını imanın aslına yorumlayanların (imanın tamamen kaldırıldığına hükmedenlerin) bu üç sınıfı da tekfir etmeleri gerekir. Halbuki ikinci ve üçüncü maddede zikredilenlerin kafir olmayacaklarına deliller vardır. Bunun apaçık delillerinden iki tanesi şu şekilde:
Birincisi; Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle demiştir: “Mekke fethedildiğinde Kureyş arasında ganimetler taksim edildi. Ensar dedi ki:
“Bu gerçekten hayret vericidir! Onların kanlarını bizim kılıçlarımız döktü, ganimetler ise şunlara veriliyor!” Bu söz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca onları topladı ve şöyle dedi:
“Sizden bana ulaşan şu sözler neyin nesidir?” onlar da yalanlamayarak:
“Neyse odur” dediler. Buyurdu ki:
“Sizler, onların evlerine dünya ile dönmesinden, sizlerin ise evlerinize Allah’ın rasulü ile birlikte dönüyor olmanızdan razı değil misiniz? Şayet insanlar bir vadiye veya bir mahalleye, Ensar da başka bir vadiye veya başka bir mahalleye gidecek olsa, muhakkak ki ben Ensar’ın vadisine veya Ensar’ın mahallesine giderdim.”2325 Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü, artık razı olduk”2326
İkincisi: Aişe radıyallahu anha hadisidir; “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e Ebu Kuhafe’nin kızı (Aişe radıyallahu anha) konusunda adaletli olmasını söylemeye gelmişlerdi.2327
Ayette geçen üç sınıftan ikinci ve üçüncüsünden imanın kemal vasfı kaldırıldığına göre, ilk sınıf hakkında da bu geçerlidir. İkinci ve üçüncü sınıflar tekfir edilemeyeceğine göre, ilk sınıf da (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhakeme olmayanlar da) tekfir edilemez. Zira hepsi hakkındaki tehdit tektir.
Bu hususu Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh’in şu sözleriyle bağlayalım: “Bu ayet, haricilerin Allah’ın indirdiği ile yönetmedikleri gerekçesiyle yöneticileri tekfir etmekte getirdikleri delillerdendir.”2328 Böylece mesele aydınlığa kavuşmuştur.
İkinci sebep: - bu dikkat gerektiren bir konudur – Ayet, Bedir ashabından olan bir Ensari hakkında nazil olmuştur. Bedir ashabı, büyük küfre düşmekten korunmuşlardır. Bu olay, Zübeyr radıyallahu anh ile bu adam (radıyallahu anh) arasında geçen bir dava idi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Ensari’yi öfkelendiren bir hüküm verince; “O amcanın oğlu olduğu için mi böyle hükmettin?” demişti.2329
Bedir ashabından olan bu Ensari’nin – radıyallahu anh – öfkesine bakınız! Ondan Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bu konudaki hükmüne tam bir teslimiyet gerçekleşmemişti.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah ve rasulünün iman, islam, din, namaz, oruç, taharet, hac ve benzer ismler gibi, isimlerin gereklerinden olan meseleleri nefyettiği her müsemma, ancak bu müseammanın gereklerinden olan bir vacibin terk edilmesi sebebiyle nefyedilmiştir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle:
“Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) buyurmuştur. Bu gaye gerçekleşmediği sürece iman vasfı nefyedildiğinden, bu gayenin insanlara farz olduğunu gösterir. Kim bunu terk ederse tehdite muhatap olur ve cennete azaba uğramadan girmekle vaad edilen vacip iman sahiplerinden olamaz.”2330
Yine şöyle demiştir: “Kitap ve sünnette nefyedilen ameller ancak o amelin bazı gereklerinin yerine gelmemesi sebebiyledir. Allah Teala’nın şu ayetinde olduğu gibi:
“Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)”2331
Şayet; “Bedir ashabının küfre düşmekten korunmasının delili nedir?” denilirse,
Cevap: Muhakkak ki Allah Teala onlara cenneti vacip kılmıştır. Nitekim Hatıb radıyallahu anh kıssasında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Bedir ashabı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah onların durumlarından haberdar olduğundan olsa gerek, şöyle buyurmuştur; Dilediğiniz ameli işleyin, Sizlere cenneti vacip kıldım”2332
İslam’dan çıkaran konularda onların özelliklerini ve korunmuşluklarını söylemeyen kimse, hem zikredilen hadise hem de Allah Azze ve Celle’nin şu ayetine çelişir:
“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun altındakilerde ise dilediğini bağışlar.” (Nisa 48, 116)
Şayet; “Bedir ashabından birinin küfre düşüp de sonra bundan tevbe etmesi, sonra da bu tevbe üzerine ölerek cennete girmesi mümkün değil midir? Böylece çelişki sözkonusu olmaz” denilirse,
Cevap: Buna iki açıdan cevap verilecektir:
1- Allah Azze ve Celle Bedir ashabını mutlak bir bağışlama ile bağışlamıştır. Bu bağışı, tevbeye bağlamamıştır. Bedir ashabı hakkındaki bu nassın mutlak olarak değerlendirilmesi, Allah Teala’nın şart koşmadığı şeylerin şart koşulmaması gerekir.
2- Şayet bu söylenilirse, onlar hakkındaki bu üstünlüğü iptal etmiş oluruz. Zira onlar bedir savaşına katılmış olmakla bu özelliği kazandılar. İlim ehli küfür de dahil bütün günahların tevbe ile affedileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Şayet Bedir ashabının günahının bağışlanması, tevbe şartına bağlanırsa, onları Bedir’e katılmayan başkalarından ayıran bir özellikleri kalmaz.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Bedir ashabı ve benzerleri hakkında: “İstediğiniz ameli işleyiniz, sizleri bağışladım” buyrulması, küçük günahlara veya tevbeyle birlikte bağışlanmasına yorumlanırsa, onlarla başkaları arasında bir fark kalmaz. Yine hadisin küfre yorumlanması da caiz değildir. Zira küfrün ancak tevbe ile bağışlandığı bilinmektedir. Yine bunun sadece büyük günahlardan sakınmak suretiyle bağışlanan küçük günahlara yorumlanması da caiz değildir.”2333
Şayet: “Ayette şeriata muhakeme olmayanlardan iman vasfı kaldırılıyor, bu hükmün bu sahabi hakkında sabit olması gerekmez, zira belirli bir şahsın tekfirinde şartlar ve engeller sözkonusudur” denilirse,
Cevap: Bu belirli sahabeyi diğerlerinden ayıran özelliği, hakkında ayet indirilmiş olmasıdır. Ayetin kim hakkında indirildiğine bakmadan tefsir etmenin imkanı yoktur. Bununla beraber ayetin sebebinin özel oluşuna değil, lafzının genel oluşuna itibar edilir. Ancak ayetin kapsamına, hakkında indirildiği kimsenin girmesinin öncelikli oluşunda ihtilaf yoktur.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Ayetin belirli bir sebebi vardır. Eğer emir veya yasak sözkonusu ise, bu hakkında nazil olduğu o şahıs ile onun durumunda olan başkaları arasındadır. Eğer övgü veya kınama türünden bir haber sözkonusu ise, yine o şahıs ile onun durumunda olan başkaları arasındadır.”2334
Allame İbn Kayyım rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Hükme sebep olan, hükmün kapsamı dışında bırakılıp başkalarına uygulanamaz.”2335
Hatta Allame Zerkeşi rahmetullahi aleyh bu konuda bazılarından icma nakletmiş ve şöyle demiştir: “Sebep olanın içtihat ve icma ile kapsamdan çıkarılması caiz değildir. Nitekim Kadı Ebu Bekr Muhtasaru’t-Takrib’de bunu nakletmiştir. Zira sebebin hüküm kapsamına girmesi kesindir.”2336
2323 Sahih. Buhari (13) Müslim (168)
2324 Sahih. Buhari (6016)
2325 Sahih. Buhari (3778) Müslim (2437)
2326 Sahih. Buhari (4331) Müslim (2438)
2327 Sahih. Buhari (2581) Müslim (6240)
2328 Minhacu’s-Sunne (5/131)
2329 Buhari (2309, 2362, 2708, 4585) Müslim (6065) Ebu Davud (3637) Tirmizi (1363) Nesai (5431)
2330 El-Fetava (7/37)
2331 El-Fetava (22/530)
2332 Sahih. Buhari (6939)
2333 El-Fetava (7/490)
2334 El-Fetava (13/339)
2335 Zadu’l-Mead (5/317)
2336 El-Burhan (1/117)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Üçüncü İddia: Nisa 60. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Sana indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden kimseleri görmüyor musun? Aslında tâğûtu inkar etmekle emrolundukları halde, yine de onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan da onları, (dönüşü olmayan) uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa 60) Şayet: “Şeriattan başkasına muhakeme olmak küfürdür. Zira Allah onun imanının iddiadan ibaret olduğunu, yani onun munafık olduğunu bildiriyor” denilirse, buna iki açıdan cevap verilecektir:
Birinci Cevap: Ayetin münafıklar hakkında nazil olduğu doğrudur. Lakin bunun anlamının iki şeye ihtimali vardır;
1- Onların imanı, tagutun hükmünü istemelerinden ötürü iddiaya dönüşmüştür. (Yani onlar münafık olmuşlardır). Muhaliflerin tutunduğu ihtimal budur.
2- Bu, iman iddiasında bulunan (münafıklar)ın sıfatlarındandır. Zira onlar taguta muhakeme olmak istemişlerdir. Müminlerin münafıklara ait sıfatlardan birisine onlara benzemesi küfrü gerektirmez. Bundan dolayı kim Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla muhakeme olursa, münafıkların bir sıfatında onlara benzemiş olur. Başka bir delil olmadıkça bu küfrü gerektirmez. Nitekim münafıkların sıfatlarından bir diğeri olan yalan hususunda onlara benzeyen de kafir olmaz.
Eğer bir meselede tekfiri gerektimesi ihtimali ile gerektirmemesi ihtimali bir araya gelirse, bu sebepten tekfir edimez. Zira tekfir, ihtimal üzerine kurulamaz. Bilakis ancak kesin bilgi üzere kurulur. Özellikle de, kendilerine, ancak Allah’tan başkasına muhakeme olmaları sebebiyle verilen nifak hükmü hakkında gelen delil, bunu göstermiyorsa, bu konuda ihtiyatlı olmak gerekir.
İkinci Cevap: Bu kimseler tagutun hükmünü istiyorlardı. Lakin onların bu istekleri mutlak bir istek değildi. Hatta küfrü ortadan kaldırmayan özel bir istekti. Tagutu inkar etmek gerektiğine inanmayanın büyük küfürle kafir olduğunda şüphe yoktur. Allah Teala şöyle buyurmuştur.
“Kim tâğûtu inkar eder, Allah'a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur.” (Bakara 256)
İmam İbn Cerir et-Taberi rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Davalarında “Taguta” yani saygı gösterdikleri, sözünü delil kabul ettikleri ve hükmüne razı oldukları, Allah dışında kimselere “muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkar etmekle emrolunmuşlardı.” (Nisa 60)
Yani onlara Allah’ın emrini bırakarak şeytana tabi olmak suretiyle hükmüne başvurdukları tagutun getirdiği şeyleri yalanlamaları emredilmişti.”2337
2337 Taberi Tefsiri (5/96)
Dördüncü İddia: En’am 121. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmelerini telkîn edeceklerdir. Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am 121) Şayet; “Allah’ın emrine aykırı hususlarda Allah’tan başkasına itaat eden şirk koşmuş olur” denilirse,
Cevap: Buna iki açıdan cevap verilecektir:
1- Ayetin zahiri, her taatin şirk olduğunu düşündürmektedir. Kastedilen ise kesinlikle bu değildir. Hatta bunu kimse söylememiştir.
2- Burada kastedilen itaat, helal ve haram saymak suretiyle itaattir. Yani onlara uyup haramı helal ve helali haram olarak inanmaktır.
Allame Abdullatif b. Abdirrahman b. Hasen rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah Teala’nın:
“Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmelerini telkîn edeceklerdir. Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am 121) ayetini düşün! Allah’ın haram kıldığını helal saymada şeytanın dostlarına itaat edenlerin müşrik olduğuna nasıl hükmediyor!”2338
2338 Uyunu’r-Resail (1/251)
Beşinci İddia: Şura 21. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var?” (Şura 21) Şayet; “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden, hükmünde Allah’a ortak koşmuş bir kafir olur” denilirse,
Cevap: Ayet sadece dinde değişiklik yapanın küfrüne delildir. Çünkü o, iki sıfatı bir araya getirmekle kafir olur;
1- Teşri (şeriat/din koymak). Zira “onlarabir şeriat koyan/meşrû kılan” buyrulmuştur.
2- Bunun dinden olduğunu iddia etmek. Çünkü “dinden..” buyrulmuştur.
Bu, dinde değişiklik anlamındadır. Bunun ise küfür olduğunda icma vardır.
Altıncı İddia: Kehf 26. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “O, hükmünde hiç kimseyi ortak etmez” (Kehf 26)
Şayet; “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden, Allah’ın hükmünde kendisini O’na ortak tutan bir kafirdir” denilirse,
Cevap: Buna üç açıdan cevap verilecektir:
1- Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden, kendi hükmünü dine nispet etmedikçe veya Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin caiz olduğuna inanmadıkça Allah’ın hükmünde ortak olmaz. Bunun dışındakilerin Allah’a hükmünde ortak koşanlar olduğunu kabul edemeyiz.
2- Ayette Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenin Allaha hükmünde ortak koştuğuna delil yoktur. Bilakis bundan ileri derecede yasaklama söz konusudur. Bu konuda ihtilaf yoktur. İhtilaf tekfir hususundadır.
3- Bu, zulmedenin de, Allah’a hükmünde ortuk koşmuş sayılarak tekfirini gerektirir. Halbuki Ehl-i Sünnet zulmeden yöneticinin kafir olmayacağında icma etmişlerdir.
Yedinci İddia: En’am 57 ve Yusuf 40. Ayetleri
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Hüküm ancak Allah’ındır.” (En’am 57, Yusuf 40, 67) Şayet; “Kendisinden hükümler koyan, sadece Allah’a ait olan hüküm konusunda Allah ile çekişmiştir. Bu yüzden kafir olur” denilirse,
Cevap: Buna üç açıdan cevap verilecektir:
1- Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenin, kendisinin buna hak sahibi olduğunu iddia etmeksizin sadece fiiliyle Allah ile çekiştiğini kabul etmek mümkün değildir.
2- Buna muhalefet edenin, Ehl-i Sünnetin, kafir olmayacağı hususunda icma ettikleri zalim yöneticiyi de tekfir etmesi gerekir.
3- Yine buna muhalefet edenin, Ehl-i Sünnetin, kafir olmayacağı hususunda icma ettikleri suret yapan kimseyi de tekfir etmesi gerekir.
Sekizinci İddia: Tevbe 31. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem'in oğlu Mesîh'i kendilerine Rab edinmişler.” (Tevbe 31) Şayet; “Kitap ehli, alimlerine ve rahiplerine Allah’ın indirdiği dışındaki hükümlerinde itaat ettiklerinden Allah onları, Allah dışında rabler edinmekle vasıfladı. Zira bu şirktir. Yöneticiler de Allah ile beraber mabud ednilmektedir” denilirse,
Cevap: Hahamlara ve rahiplere itaat etmek iki durumun dışına çıkmaz:
1- Onlara Allah’ın haram kıldıklarını helal, Allah’ın helal kıldığını da haram sayarak itaat etmek. Bunun dinden çıkaran küfür olduğunda ihtilaf yoktur.
2- Onlara Allah’a isyan hususunda, Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymadan itaat etmek. Bu ise kesin olarak küfür değildir. Zira aksi halde hevalarına veya günah işlemeye davet eden günahkarlara itaat eden tüm günahkarları tekfir etmek gerekir. Yine Ehl-i Sünnetin kafir olmadıkları hususunda icma ettikleri; Allah’a isyan hususunda kocasına itaat eden kadın veya babasına itaat eden çocuğu da tekfir etmek gerekir.
Bu aynı zamanda Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh’in söylediğidir:
“Alimlerini ve rahiplerini rabler edinen bu kimseler, Allah’ın haram kıldığını helal, Allah’ın helal kıldığını da haram sayma hususunda itaat etmişlerdir. Bunlar iki durumdadırlar; birincisi; Onların Allah’ın dinini değiştirdiklerini bildikleri halde bu hususta onlara tabi olurlar. Böylece Allah’ın haram kıldığının helal olduğuna, Allah’ın helal kıldığının da haram olduğuna inanarak, önderlerinin rasulün getirdiği dine muhalefet ettiklerini bildikleri halde tabi olurlar. İşte bu küfürdür... ikincisi; helali haram, haramı helal olarak inanmak imanlarında sabittir.2339 Lakin onlar günahkarların yaptığı gibi Allah’a isyan hususunda, bunun günah olduğuna inanarak itaat ederler. İşte bunlar, diğer günahkarlarla aynı hükümdedirler.”2340
2339 Burada ki ifade de muhtemelen hata vardır. Doğrusu: “Haramı haram, helali helal olarak inanmak imanlarında sabittir” şeklinde olmalı.
2340 El-Fetava (7/70)
Dokuzuncu İddia: Şura 10. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Üzerinde ihtilâf ettiğiniz şeyin hükmü Allah'a aittir” (Şura 10)
Şayet: “Allah’tan başkasına muhakeme olmak, Allah Azze ve Celle’nin emrine muhalefettir” denilirse,
Cevap: Bu ayet, şeriata muhakeme olmanın vacip olduğuna delalet ediyor. Bu konuda bir ihtilaf yoktur. Yine Allah’ın indirdiğinden başkasıyla muhakeme olan bu kimselerin de günahkar olduklarında ve büyük bir günaha düştüklerinde ihtilaf yoktur. Lakin ayette tekfire delalet yoktur.
Onuncu İddia: Maide 50. Ayeti
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Onlar, yine de câhiliyye devrinin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar? Oysa yakînen bilen insanlar için, Allah'tan daha güzel hüküm sahibi olan kim vardır?” (Maide 50)
Şayet; “Allah Azze ve Celle şeriattan başkasıyla hükmetmeyi cahiliye hükmü olarak nitelemiştir. Buda onun küfür olduğunu gösterir”denilirse,
Cevap: Bir şeyin cahiliye’ye nispet edilmesi veya cahiliye ehlinin amellerinden olmakla nitelenmesi küfrü gerektirmez. Bunun delili şu iki meseledir:
1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, birisini kınadığı zaman Ebu Zer radıyallahu anh’e,: “Sen kendisinde cahiliye bulunan bir kimsesin” demiştir.2341
2- Nebi sallallahu aleyhi ve sellem küfür olmadığında ittifak bulunan bazı şeyleri cahiliye amelleri olarak nitelemiştir. Soya sövmek ve ölü üzerine ağıt yakmak bunlardandır.2342
Cahiliyeye nispetten dolayı küfürle alaka kuran, Ehl-i Sünnet’in tekfir edilmemesi hususunda ittifak ettikleri; müslümanı kınamak, soya sövmek ve ölü üzerine ağıt yakmak gibi işlerden dolayı da tekfir etmesi gerekir.
İmam Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle’nin şu ayetini işitmedin mi?:
“Cahiliye hükmünü mü arıyorlar?” (Maide 50) Tefsir ehline göre bu ayetin açıklaması; Allah’ın indirdiği dışında hükmeden, İslam üzere olup, bu hükmü cahiliye ehlinin hükmü gibidir. Ancak cahiliye halkı böyle hükmederler demektir. Bu tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözü gibidir: “Üç şey cahiliye işlerindendir; soya sövmek, ölü üzerine ağıt yakmak ve yıldızlardan yağmur beklemek”... Bu rivayetlerin tamamında zikredilenler – günahlar – işleyenini kafir ya da münafık değil cahil yapar... lakin bunun anlamı; bunların kafirlerin amellerinden olduğunu, Kitap ve sünnette yasaklanmış bir haram olduğunu açıklamaktır.”2343
İmam Buhari rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Günahların cahiliye işlerinden olduğuna, şirk olmadıkça bunları işleyenin tekfir edilmeyeceğine dair bir bölüm. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz sen, kendisinde cahiliye bulunan bir kimsesin.” Allah Teala da şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bunun altındakileri dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 48, 116)”2344
2341 Sahih. Buhari (30) Müslim (4289)
2342 Sahih. Müslim (2157)
2343 El-İman (s.90)
2344 Sahihu Buhari (30 nolu hadisin başlığı)
Onbirinci İddia: Nisa 60. Ayetinin Sebebi Nüzulü
Allah Azze ve Celle’nin şu ayetinin nüzul sebebi: “Sana indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden kimseleri görmüyor musun? Aslında tâğûtu inkar etmekle emrolundukları halde, yine de onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan da onları, (dönüşü olmayan) uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa 60)
Eş-Şa’bî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Münfıklardan biri ile bir yahudi arasında bir dava vardı. Yahudi rüşvet almayacağını bildiğinden; “Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e muhakeme olalım” dedi. Munafık ise rüşvet alacaklarını bildiğinden; “Yahudilere muhakeme olalım” dedi. Böylece anlaşarak Cüheyne’deki bir kahine gittiler ve ona muhakeme oldular. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.”2345
Şayet; “Allah, kahine muhakeme oldukları için onların münafık olduklarına hükmetmiştir” denilirse,
Cevap: Buna üç açıdan cevap verilecektir:
1- Bu rivayet zayıftır. Zira eş-Şa’bî rahmetullahi aleyh tabiinden olup, bu rivayet mürseldir.
2- Şayet hadis sahih olsa dahi, ayet bir münafık hakkında indirilmiştir. Bir müslümanda münafıkların sıfatlarından bir sıfat meydana gelirse, bunun büyük nifak olmasını gerektirmez. Ancak delil, nifakla nitelemenin sadece bu sıfattan (yani muhakemeden) dolayı olduğunu gösterirse o başka.
3- Burada delil, nifak vasfının bu adamda muhakeme sebebiyle gerçekleştiğini göstermemektedir. Şayet rivayet sahih kabul edilirse, kahine muhakeme olmadan önce de bu adamın münafık olduğu açıkça belirtilmektedir.
2345 Vahidi, Esbabu’n-Nuzul (s.119)
On İkinci İddia: Nisa 60. Ayetinin Diğer Bir Nüzul Sebebi
Ayetin nüzul sebebine dair diğer bir rivayet şu şekildedir: “İki kişi davalaştılar. Biri; “Meseleyi Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e götürelim” derken, diğeri; “Ka’b b. Eşref’e gidelim” dedi. Sonra anlaşıp Ömer radıyallahu anh’e gittiler ve içlerinden biri kıssayı anlattı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hakemliğine razı olmayan adama: “Böyle mi oldu?” diye sordu. O da; “Evet” deyince, onu kılıçla öldürdü.”2346
Cevap: Bu rivayet el-Kelbî yoluyla, Ebu Salih Bazam’dan rivayet edilmiş, o da İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir. Bu rivayette dört illet vardır:
1- Muhammed b. Saib el-Kelbî; terk edilmiş bir ravidir. Yahya b. Said ve İbn Mehdi onun rivayetlerini terk etmişlerdir. Hatta Ebu Hatim onun hakkında: “İnsanlar onun rivayetlerini terk etme hususunda icma etmişlerdir” demiştir.2347
2- Bazam zayıf bir ravidir. Buhari ve İbn Hacer onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Hatta İbn Adiy, onun hakkında şöyle demiştir: “Öncekiler arasında ondan razı olan hiçkimse bilmiyorum.”2348
3- Bazam ile İbn Abbas radıyallahu anhuma arasında kesinti vardır. İbn Hibban şöyle demiştir: “Bazam, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan işitmediği halde ondan rivayette bulunur.”2349
4- el-Kelbî’nin Bazam’dan rivayetlerinin hiçbir değeri yoktur. Yahya b. Main, Bazam hakkında şöyle demiştir: “Şayet ondan rivayet eden el-Kelbî ise hiçbir kıymeti yoktur.”2350
2346 Vahidi, Esbabu’n-Nuzul (s.119)
2347 Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (6/318-319/5825)
2348 Bkz.: Mizanu’l-İtidal (2/3/1123) Takribu’t-Tehzib (s.163) el-Kamil (2/258/300)
2349 Bkz.: Tehzibu’t-Tehzib (1/211)
2350 Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (1/326/265)
On Üçüncü İddia: Nisa 60. Ayetinin Diğer Nüzul Sebebi
Ayetin nüzul sebebiyle ilgili üçüncü rivayet, İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözüdür: “Ebu Berze el-Eslemî, Yahudiler arasında, zıtlaşmalar hususunda kadılık yapan bir kahin idi. Müslümanlardan zıtlaşan bazı kimseler de ona başvurdular. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, “Sana indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden kimseleri görmüyor musun?..” (Nisa 60) ayetini indirdi.”2351
Hafız el-Heysemi rahmetullahi aleyh; “Ravileri, Sahih’in ricalidir” demiştir.2352
Hafız İbn Hacer rahmetullahi aleyh: “İsnadı ceyyid (iyi)dir” demiştir.2353
Şayet; “Allah Teala, müslümanlardan olan bu kimseleri kahine muhakeme oldukları için münafıklıkla nitelemiştir” denilirse,
Cevap: buna iki açıdan cevap verilecektir:
1- Ayetin akışı, onların münafık olduklarını gösteriyor ve münafıkların sıfatlarından birinden bahsediyor. Ne ayette, ne de nüzul sebebinde, onlar hakkında nifak nitelemesinin sebebinin kahine muhakeme olmaları olduğuna delil yoktur. Her kim onlar gibi davranırsa, onlara benzemiş olur. Münafıklara ait bir sıfatta onlara benzeyenin münafık olması gerekmez.
2- Bu kimselerin tekfiri gerektiren bir istek içindeydiler. Bu istekleri ise tagutu inkar şartına aykırıdır. Nitekim daha önce bu husus açıklanmıştır.
2351 Vahidi, Esbabu’n-Nuzul (s.118) Taberani (12045)
2352 Mecmau’z-Zevaid (7/6/10934)
2353 El-İsabe (7/32) Ebu Burde el-Eslemi radıyallahu anh’ın hal tercemesi.
On Dördüncü İddia: Cengiz’in Yâsık Kanunnamesi
Hafız İbn Kesir rahmetullahi aleyh, Tatarların “Yasa” veya “Yasık” adlı kitabındaki bazı hükümlerle ilgili olarak şöyle demiştir:
“Bu tamamıyla Allah’ın peygamber olan kullarına indirdiği şeriatlere aykırıdır. Her kim peygamberlerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen muhkem şeriatı bırakır da, nesh edilmiş başka şeriatlarla hükmetmeye kalkarsa kafir olur. O halde “Yasa”ya muhakeme olup onu öne geçirenin hali nasıl olur? Kim bunu yaparsa müslümanların icmaı ile kafir olur.”2354
Şayet; “Burada şeriatı terk edip başka şeylere muhakeme olanların küfrüne icma bulunduğu zikrediliyor” denilirse,
Cevap: Burada zikredilen icma sadece şu iki kişiden biri hakkındadır:
1- Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayan
2- Allah’tan başkasının hükmünü, Allah’ın hükmünden üstün tutan.
Diyorum ki, durumu böyle olanın küfründe tartışma yoktur. Nitekim Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetymeyi helal sayan ve başkasının hükmünü Allah’ın hükmünden üstün tutanın küfrü daha önce açıklanmıştı.
Bunun delili: İbn Kesir rahmetullahi aleyh, sadece Tatarların ve onlar gibi davrananların küfrüne dair icma nakletmiştir. Onların durumunun ise tekfiri gerektirdiğinde ihtilaf yoktur. Bunun açıklaması iki açıdan olacaktır:
Birincisi: Onlar Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal saymışlardı.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh onlar hakkında şöyle demiştir: “İslam dinini, Yahudilik ve Hıristiyanlık ile aynı konuma getirdiler. Bunların hepsinin de Allah’a ulaştıran birer yol olduğunu, müslümanlardaki dört mezhep gibi olduğunu söylediler. Sonra onlardan bazıları yahudiliği, bazıları hıristiyanlığı, bazıları da müslümanların dinini tercih etti.”2355
İkincisi: Onlar başkasının hükmü Allah’ın hükmünden üstün tutmuşlardır.
İbn Kesir rahmetullahi aleyh onların, Cengiz Han tarafından konulan hükümleri içeren kitabı olan “Yasık” hakkında şöyle demiştir: “Yahudilik Hıristiyanlık ve İslam dini gibi farklı şeriatlardan derlenmiş hükümlerden ibarettir. Yine bir çok hükmü de kendi görüş ve hevasından almış, bunları tabi olunan bir din kılmış, Allah’ın kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetindeki hükmün önüne geçirmişlerdir. Onlardan her kim böyle yapmışsa, onlar Allah’ın ve rasulünün hükmüne dönünceye ve az ya da çok başka bir şeyle hükmetmemelerine kadar savaşılmaları gereken kafirlerden olmuşlardır.”2356
Kim bunu iyi düşünürse, Hafız İbn Kesir rahmetullahi aleyh’in sözlerinin diğer sünnet imamlarının Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayanlar ve başkasının hükmünü Allah’ın hükmünden üstün tutanlar hakkında naklettikleri icma ile birleştiğini anlar.
Şayet – bazılarının dediği gibi - helal saymaksızın veya üstün tutmaksızın şeriatı terk edip başkasında muhakeme olmada icma bulunsaydı, mutlaka alimlerin bunu naklettiklerini ve benimsediklerini görürdün. Bunların İbn Kesir rahmetullahi aleyh’in asrında veya daha önce olmaları yahut ondan sonra gelmiş olmaları fark etmez. Zulmeden yöneticinin kafir olmayacağı hakkında icma mevcutken bunun tam aksi bir icma nasıl mümkün olabilir?2357
2354 El-Bidaye ve’n-Nihaye (13/128) hicri 624. Yıl hadiseleri bölümü.
2355 El-Fetava (28/523)
2356 Tefsiru İbn Kesir (2/88, Maide 50. Ayetin tefsiri)
2357 Bunder b. Nayif el-Uteybî’nin; el-Hukmu Bigayri Ma Enzelellah adlı risalesinden biraz tasarrufla nakledilmiştir.
Sûfîler Haktan Sapmıştır
Şüphesiz sahabe ve Tabiin dönemlerinde zühd, vera ve ibadet ile meşhur olan kimseler vardı. Bunlardan sonra zühd, vera, ibadet gibi hasletleri devam ettiren, yün (Suf) giyinmeye verdikleri önemden dolayı “Sûfîler” denilen kimseler çıktı. Zühd ve ibadet yolunu tutan kimseler de artık, onlara nisbet ile “Sufiler” diye anılır oldular. Fakat bu ismin bir ekol haline gelmesi, “Tasavvuf” adı altında, İslam dışı unsurların da din’denmiş gibi görünmesine sebep olmuştur.
Tasavvufun ilk dönemlerinde ilimden yüz çevirme, Hulul, ittihat, vahdet-i vucud, Rafızîlik, Batınîlik, birden fazla anlama çekilebilen ıstılahların kullanımı gibi unsurlar bazı sufilerde görülmeye başlandı. Sonraları çeşitli anlayış ihtilaflarından dolayı tarikatler zuhur etti. Bu dönemlerde önceki sufilerde rastlanılmayan şu tehlikeli bidatler çıktı;
Şeyhlere ölü gibi teslim olma şartı, Şeyhleri masum görme, Musiki ve raks ederek zikretmeyi caiz sayma, Müridleri kendilerine bağlamak için tılsımlar ile keramet elde etmeyi caiz sayma2358, Yalnız Allah’tan istenebilecek manevi yardımı velilerden isteyerek istiğase yapma, Kabirlerin türbeleştirilip ziyaretgâh edinilmesi, Mürşidin her an kendisini gördüğünü düşünerek onu rabıta etmek2359, Allah Rasulünün ve sahabelerin yapmadığı bir takım zikir usulleriyle halkalar kurarak toplu halde yüksek sesle zikir yapmak, Bidatlerin güzelinin de olduğunu iddia etmek, Uyanık iken Rasulullah ile görüşme iddiaları, Kur’an ve Sünnetin nefis tezkiyesinde yetersiz olduğunu iddia etme v.b.2360
Her ne kadar Ebu Talib el-Mekkî, Kuşeyrî, Gazalî, Serrac, Sühreverdî gibi ilimle meşgul olan ve tasavvuf esasları hakkında eser yazan sufiler, birçok bidatlerden sakındırıp, selef yolundan sapılmaması ve keşifler ile ilhamlara Kitap ve Sünnet’e uygunluk oranında itibar etmek gerektiğine dikkat çekseler de, kendileri de bazı bidatlere kapı açmaktan kurtulamamışlar, ne Rasulullah’ın, ne de sahabe ve tabiin’in bahsetmediği şeylerden bahsetmişler, Batınî yorumlara girişmişlerdir.
Mesela Ebu Talib el-Mekkî şöyle diyor; “Şatahat ehlinden bir sufiye gidersiniz, böyle bir sufi, yolunu kaybetmiş, hatalar içinde biri olduğu için sizi Kitap ve sünnetin ötesine taşır. O bu iki kaynağı önemsemez ve söylediği sözlerle imamların görüşlerine muhalefet eder. Sadece zanna, vesveseye dayanarak konuşmakta, hakkı batıl göstermektedir. Kevni vemekânı ortadan kaldırarak ilmi ve ahkâmı tamamen devreden çıkarır. Kaideleri çiğneyip atar. Bunlar ucu bucağı olmayan bir çölde yollarını kaybetmiş ve hiçbir delile dayanmayan kimselerdir. Bu zavallılar rehber olamayacağı gibi delilden yoksun görüşleri de geçersizdir.”2361
İmam Şatıbî el-İtisam’da sufilerin hatalarını sayarak der ki;
a. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yalan ihtiva eden ve zayıf hadislere güvenmeleri... Zayıf hadislerin ise Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından söylendiğine dair zan galip değildir. Dolayısıyla bunlara bir hüküm isnad etmeye imkân yoktur. Durum böyle olunca ya yalan oldukları bilinen hadisler hakkında ne denilir?2362
b. Maksatlarına uymayan sahih hadisleri reddederek bunların akla muhalif olduğunu ileri sürerler. Kabir azabını, sıratı, mizanı, ahirette Allah’ın görülmesini ve benzeri hususları inkâr edenler gibi bunların akla aykırı olduğunu ileri sürerler.2363
c. Allah’tan ve Rasûlünden gelenlerin kendisi vasıtasıyla anlaşılabildiği arapça ilmini bilmemekle birlikte, arapça olan Kur’an ve sünnet hakkında söz söyleme cesaretini göstererek, şeriatı geride bırakıp, ilimde derinleşmiş olan kimselere muhalefet etmeleri.
d. Apaçık usulü bırakıp saparak, akılların çeşitli tavırlar takındığı müteşabihata tabi olmaya yönelmeleri.2364
e. Mutlaklara kayıt getiren hükümleri tetkik etmeden, mutlak ifadeleri alıp kabul etmek. Tahsis edici buyrukları var mıdır, yok mudur düşünmeden umumi buyrukları anmak. Aynı şekilde bunun aksini de yaptıkları olur. Mesela nass mukayyed ise mutlak alınır yahut has ise başka herhangi bir delil olmadan mücerred görüş ile umumi kabul edilir.2365
f. Delilleri kullanılacakları yerlerden uzaklaştırarak tahrif etmek. Mesela delil herhangi bir menata dair varid olmuş iken bir başka menata yönlendirilerek her iki menatın aynı olduğu vehmini vermekle delilleri tahrife kalkışmak. Bu ise sözleri yerlerinden kaydırmak suretiyle yapılan gizli tahriflerdendir. Bundan Allah’a sığınırız. Büyük bir ihtimalle İslamı kabul ettiğini ifade etmekle birlikte, sözlerin yerlerinden tahrif edilmesini kötüleyen bir kimse, bu işe ancak karşı karşıya kaldığı bir şüphe ya da kendisini haktan alıkoyacak bir cehaletten dolayı girişmiştir. Bununla birlikte o kimseiçin, delilin gerçek yerinde kullanılmasını engelleyecek bir hevâsının bulunması da sözkonusu olur. Bu sebeple böyle bir kimse bid’atçi olur.2366
g. Şeyhlerini tazimde çok ileri derecede giderek sonunda onları haketmedikleri seviyeye ulaştırmaları. Onların aşırıya gitmeyip, orta hallileri; “Allah’ın filan kimseden daha büyük hiçbir velisinin olmadığı”nı iddia eder. Bazen velayet kapısını bu sözü eden kişi dışında diğer ümmetin yüzüne kapatırlar. Bu ise katıksız bir batıldır...2367 Orta halli mutedil olanları ise şeyhinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e eşit olduğunu ileri sürer, ancak ona vahiy gelmediğini ifade eder.”2368
Zühd ve ibadet ile meşhur olmuş pek çok kimsenin hadis rivayeti konusunda dikkatsiz oldukları bilinmektedir. İmam Suyuti şunları nakleder;
“Zahid olarak tanınan Meysere b. Abdirabbih vefat ettiği gün, cenazesine katılabilmek için Bağdat çarşıları tamamen kapanmıştır. Böyle bir zahid olmasına rağmen Meysere, hadis uydurmakla itham edilmiştir. Vefat edeceği sırada; “Rabbinden ümitvar ol” dedikleri zaman “Nasıl olmam ki, Ali radıyallahu anh’ın fazileti hakkında yetmiş hadis uydurdum” diye cevap vermiştir.2369
Suyuti’nin verdiği daha başka bilgilere göre Ebu Davud en-Nehai geceleri ibadet etmesi, gündüzleri oruç tutmasıyla şöhret bulan bir zattı. Buna rağmen hadis uydururdu.
Ebu Bişr Ahmed b. Muhammed el-Fakih el-Mervezi, zamanında sünneti en çok müdafaa eden, muhaliflere karşı amansız mücadele veren biriydi. Böyleyken hadis uydurmaktan çekinmezdi. Yine Vehb b. Hafs Salihlerden bir zat idi. Yirmi sene hiç kimseyle konuşmadan durmasına rağmen, hadis uydurmaktan da geri durmazdı.2370
Sufilerin münker hadisler nakletmelerinin sebebi, ibadetle meşguliyetlerinin, onları rivayet ilimlerinden alıkoymasıdır. Şeyhulislam İbn Teymiye rahimehullah der ki; “Abidlerin çoğu hadisleri ve isnadlarını ezberleyememiş, hadislerin isnadında ve metinlerinde çokça hatalar yapmışlardır. Bunun için Yahya b. Said; “Hadis konusunda salihlerden yalancısını görmedik” der. Yani çok hata ettiklerini anlatmak ister. Eyyub es-Sahtiyani rahimehullah der ki; “Kendisinden bereket umduğum ve seher vaktinde bana dua etmesini istediğim bir komşum var. Bununla beraber o, bir bakla tanesi hakkında şahitlik etse, onun şahitliğini kabul etmem.”
Ebu Said İbnul-A’rabî, kendi asrındaki tasavvuf ehlinin bid’atlere meylettiğini gördüğünden, sonrakilerin çıkardığı; fena, mahv, sahv, sekr gibi terimlere tepki göstererek şöyle demiştir: “Bunlar hayal ve vesveseden başka bir şey değildir. Bu ibareleri Tabiîn’den ne bir sadık, ne bir zahid ne de bir imam ağızlarına almamış, onların talebeleri de bunları kullanmamışlardır... La havle ve la kuvvete illa billah... Tasavvuf, sülûk, seyr ve muhabbet ancak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından gelen; Allah’tan razı olmak, takva, Allah yolunda cihad, Şeriatın edepleriyle edeplenmek, Kur’an'ı tertîl ile ve manasını düşünerek okumak, namazı huşu ile kılmak, yerine göre oruç tutmak ve bazen tutmamak, iyilik yapmak için gayret sarf etmek, başkasını kendine tercih etmek, bilmeyene öğretmek ve müminlere alçak gönüllü olup, kâfirlere karşı izzetli olmak gibi şeylerdir. Allah dilediğini sıratı mustakîme iletir.”2371
Aslında Ebu Said İbnu’l-A’rabi’nin bu izahında anlatılan şeyler, İslam’ın ta kendisidir ve ona “Tasavvuf” ismini vermek bile gereksizdir. Delilsiz olarak herhangi bir ıstılahın kullanılmasına şiddetle karşı çıkarken kendisinin, “Tasavvuf” kelimesinin kullanımına da karşı çıkması gerekirdi. Zira bu kelime de Tabiin asrından sonra ortaya çıkmış ve maalesef bu isim, İslam dışı unsurların İslam’a sokulmasında bir maske olmuştur.
Saîd b. Amr el-Berzaî şöyle demiştir: “Ebû Zur’a’ya Hâris el- Muhâsibî ve kitaplarının sorulduğuna ve onun şöyle cevap verdiğine şahit oldum: “Bu kitaplardan sakının. Bu kitaplar bid’at ve sapıklık kitaplarıdır. Sana rivayetleri tavsiye ederim. Zira onlarda seni o kitaplara muhtaç bırakmayacak şeyler bulacaksın.” Ona: “Bu kitaplarda da ibret vardır” denilince şöyle dedi: “Allah Azze ve Celle’nin kitabında kendisine ibret bulunmayan kimse için bu kitaplarda ibret bulunması söz konusu değildir. Malik b. Enes, Sufyân es-Sevrî, el-Evzâî ve önceki imamların; kalbe gelen düşünceler, vesveseler ve bu gibi şeyler hakkında kitaplar tasnif ettikleri size ulaştı mı? Onlar, ilim ehline muhalefet eden bir topluluktur. Bazen bize el-Hâris el-Muhâsibî ile bazen Abdurrahim ed-Dubeylî ile bazen Hâtim b. El-Asam ile bazen de Şakîk ile gelirler.” Sonra şöyle dedi: “İnsanlar bid’atler konusunda ne kadar da hızlılar!”2372
Suveyd şöyle dedi: Abdurrahman b. Mehdî’nin, Sufiler’den bahsedilince şöyle dediğini işittim: “Onlarla oturmayın. Kelamcılarla da oturmayın.”2373
İshak b. Davud b. Subayh şöyle demiştir: Abdurrahman b. Mehdî’ye dedim ki “Ey Ebu Said! Beldemizde şu sufilerden bir topluluk var.” Dedi ki: “Onlara yaklaşma. Zira onlardan bir topluluk gördük, bazılarını deli ettiler, bazılarını da zındık yaptılar.”2374
Said b. Nasr’dan: “Sufyan b. Uyeyne’ye dedim ki: “Ey Ebu Muhammed! Yanımızda kıldan elbiseler giyen bir topluluk var. Azık almadan hac yapıyorlar ve azık taşıyanın mümin olmadığını iddia ediyorlar.” Dedi ki: “Yalan söylüyorlar. Onlar sünnetin düşmanlarıdır. Onlarla oturmayın ve konuşmayın.”2375
İmam Şafii şöyle demiştir: “Akıllı bir kimse tasavvufa girse, öğlen olmadan ahmak olur çıkar”2376 Yine İmam Şafii şöyle der: “Tasavvuf tembellik üzerine kuruludur.”2377
İbnu’l-Mubarek şöyle demiştir: “Sufilerden akıl sahibi hiç kimse görmedik.”2378
Sufiler, veliler konusunda aşırılık yapar, onların fayda ve zarar verdiklerini, kâinatta tasarrufta bulunduklarını iddia ederler. Vahdeti vücuda (varlığın birliğine) ve böylece her şeyin rab olduğuna inanırlar.
Muhammed el-Bulkini, Ahmed eş-Şernubî’nin dilinden yazdığını belirttiği Kitabu’l-Guyubî Fî Tabakati’ş-Şernubî (Dört Kutubun Gizemli Dünyaları adıyla tercüme edilmiştir) adlı kitabında şöyle diyor: “Bir gün Ahmed eş-Şernubi’ye şöyle sordum:... Ey efendim! Bana güç sahibi dört seyyidin (Ahmed er-Rifai, Ahmed el-Bedevi, Abdulkadir el-Geylani veİbrahim ed-Dusuki’yi kastediyor) kerametlerini bildir. Başkaları değil de, neden yeryüzünü sırf bunlar paylaştılar? Dedi ki: “Onların kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak ben sana birkaç tanesini anlatayım...2379
“Biz Kabe-i müşerrefenin üzerinde iken İbrahim ed-Dusuki bana şöyle anlattı:... “Bizim kerametlerimizden biri; biz ecelini bilmeden bir müminin eceli gelmez. Ne gece, ne gündüz hiç kimse ölmez ki, onun ruhu bana gelmesin. Geldiğinde dilersem onun ruhunu tekrar bedenine gönderirim. Ama eceli gelmişse ruhunu eceliyle birleştiririm, o zaman ölür. Bizim kerametlerimizden bir diğeri: Rabbim benim konuşmama ve “Ben Allah’ım” dememe izin verdi. Bana: “Sen aldırma, “ben Allah’ım” de” hitabında bulundu. Bir diğer kerametimiz: “Dünyanın günü dolup da İsrafil Sur’a üfleyeceği zaman, ben izin vermeden ona üfleyemeyecek. Bir diğer kerametimiz: Annemi bakire olduğu kızlık döneminde ben himaye ettim...”2380
Adı geçen eserde buna benzer küfür içeren birçok saçmalık zikrettikten sonra diğer peygamberlerin çözemediği sırları çözdüğüne dair küfür dolu iddialar ed-Dusuki’ye nispet edilmektedir. Tasavvuf ve menkıbe kitapları bunun gibi Rububiyet, ulûhiyet ve isim-sıfat tevhidine aykırı birçok ifadeler içermektedir. Burada maksadımız, sufilerin rububiyet konusunda nasıl bir şirk itikadı içinde olduklarına dair örnek vermektir.
Âlimler tasavvufu red konusunda çok çabalar göstermişler, bu yüzden eziyetlere uğramışlardır. Bunlardan birisi de bizzat tasavvuf kültürü içerisinde yetişen İmam Suyutîdir. O, sufilerin şeyhliğine tayin edildikten sonra, zamanında Sufilerin birçok yanlışlarına uyarıda bulunmuştur. Onların dergâhlarda çalışmadan yaşadıklarını, farz ibadetleri yerine getirmediklerini ve tasavvuf ahlakı diye bilinen esaslara uymadıklarını görmüştür. Bu yüzden onlara nasihatlerde bulunmuştur.2381 Lakin sufiler intikam almak için Suyuti’ye saldırmışlar, neredeyse öldürecek hale gelmişler, onu fasıklıkla suçlamışlardır.2382 Bu olay hicri 903 yılı Cemadiyelahira ayında olmuştur. Sufiler bununla da yetinmemiş, onu sultan Tomanbay’a şikâyet etmişler, öldürtmeye teşvik etmişler ve sürgün ettirmişlerdir.
2358 Bkz. Molla Cami; Nefahatu’l-Uns, Lamii Çelebi tercümesi (s.119)
2359 Bkz.: Abdulhakim Arvasi; Rabıta-i Şerife
2360 Bu konuların ilmî tenkidi için Sufiye Nasihat adlı kitabıma bakınız.
2361 Kutu’l-Kulub; (terc.:Muharrem Tan, İz yay., 2/60)
2362 El-İ’tisam (s.299-300)
2363 El-İ’tisam (s.309)
2364 El-İ’tisam (s.320)
2365 El-İ’tisam (s.329)
2366 El-İ’tisam (s.334)
2367 El-İ’tisam (s.348)
2368 El-İ’tisam (s.349)
2369 Tedribu’r-Ravi (1/283)
2370 Tedribu’r-Ravi (1/283)
2371 Zehebi Siyeru A’lamin-Nubela (15/410)
2372 Sahih maktu. Ed-Duâfâ ve Ecvibeti Ebî Zur’atu’r-Râzî Alâ Suâlâti’l-Berzaî (2/561) Hatib el-Bagdadi, Tarih (8/215); Tehzibu’t-Tehzib (2/117); Mîzânu’l-İtidal (2/165); İbn Cevzî, Telbîsu İblis (s.150).
2373 Sahih maktu. İbn Batta el-İbane (483)
2374 Sahih maktu. Ebu Bekr el-Hallal, el-Has Ale’t-Ticare (93)
2375 İbn Hibban es-Sikat (8/269)
2376 Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (9/142) Beyhaki Menakıbu’ş-Şafii (2/207)
2377 Ebu Nuaym Hilye (9/137)
2378 Sahih maktu. Ebu Bekr el-Hallal, el-Has Ale’t-Ticare (94)
2379 Dört Kutubun Gizemli Dünyası, Ocak Yayınları (s.12)
2380 A.g.e (s.15)
2381 Şa’rani Zeylu’t-Tabakati’l-Kubra (el yazma v.24)
2382 İbn Iyas Bedaiu’z-Zuhur (2/339)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Şeyhleri Rabıta Yapanlar Müşriklere Benzer
Ömer b. el-Hattâb radıyallahu anh’den: Cibril aleyhi's-selâm, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“Bana ihsandan haber ver” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Allah’a, O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.”2383
Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetinde:
Allah’ı görüyormuşsun gibi O’ndan korkmandır. Zira sen O’nu görmesen de muhakkak O seni görmektedir.”2384
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vücudumun bir kısmından tuttu ve şöyle buyurdu:
“Alllah’a sanki O’nu görüyormuşsun gibi ibadet et.”2385
Şeyhleri rabıta yapmak, kulun her an Allah’ın kendisini gördüğünü düşünerek ibadet etmesi olan ihsan’dan alıkoyan bir şirktir.
2383 Sahih. Muslim (8)
2384 Sahih. Buhârî (50, 4777) Muslim (9)
2385 Sahih. Ahmed (6156)
Rabıta Hakkında Şüphelere Cevaplar
Bir tasavvuf taraftarının bana yazdığı, rabıta hakkında şüphelerini içeren mektup şu şekilde: “Selamun Aleykum Ebu Muaz. Aliyyu’l-Kari’nin Mişkatu’l-Mesabih şerhi Mirkatu’l-Mefatih isimli eserinde (15/129) şu malumat zikredilmiş: “Hakikatte hikmet, ilmin itkanı (yakini olması), amelin şeriat ve tarikat üzere olmasıdır. Hikmet sahibi, şu hadisi şerif hükmünce; “Kim kırk sabah Allah için halis/ihlaslı olursa, Allahu Teâla kalbinden, lisanına hikmet pınarlarını fışkırtır.” İlmi ile amil olan, muhlis ve kâmil olandır. Bu zat kemale erdiren mürşid olur. Herkes üzerine bu gibi bir zatla birlikte olmayı talep etmek lazımdır ki onunla sohbete nail olsun. Allahu Teâlâ buyurdu: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe:119) Yani kavlen/sözünüzle ve halen/halinizle. Bazı arifler derki: “Allah ile birlikte olun, şayet buna gücünüz yetmezse, Allah ile beraber olanla beraber olun.” Bu zatın hallerinin sıhhatinin alameti, sözleri ve fiillerinin tashihinden sonradır.
Şimdi iyi düşünmek lazım, böyle yakini iman sahibi olan sadık kimselerle birlikte olmak, Allahu Teâla ile birlikte olmak değil midir? Bu zatlar görülünce Allahu Teâla hatırlanır. O halde bu zatları mana itibarıyla hatırda bulundurmak neden yasak olsun! Asla bu gibi bir düşünce doğru olamaz. Çünkü ayeti kerime açıkça beyan etmiştir ki her hal ve zamanda, söz ve fiillerinizle benim dostlarımla birlikte olun, haliniz sözünüz ve işleriniz onlara uysun, asla muhalif olmasın.
Şu hadisi şerif bu konuyu izah eder: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Ayrıca ashabtan Sevban radıyallahu anhın kıssası da bizlere rabıtanın, sevginin ne kadar ileri derecede olmasını göstermektedir. Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilen kıssada, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarından birinin yanına gidince kendisine ayna veriyorlar, aynaya bakınca aynada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in suretini görmüştür. Bu durum rüyasında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i gördükten sonra vaki olmuştur. Huzeyme radıyallahu anh hadisinde bahsedilen ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in alnına secde etmesi meselesi de, mürşid olan zatın müridlerine teveccühüne delildir. O halde iyice incelediğimiz zaman tarikatta hiçbir şey delilsiz değilmiş, ama delil arayan ve kabul eden için bu böyledir. İnkâr için, muhalefet için ararsanız hiçbir şey delil olmaz hatta aksine delil zannedilir.
Ancak biz açıkça söylüyoruz ki, hangi ayeti v e hadisi şerifi getirirseler getirsinler, mutlaka onu kendileri aleyhine delil yapmak mümkündür, bunu acizâne iddia etmekte hiçbir mahzur görmüyorum, aksini iddia eden varsa buyursun...
Muhaliflerin getireceği en büyük ve kendilerine göre en sağlam delil ne olabilir? Mesela “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz” (Fatiha: 5) ayeti kerimesi... Bu ayeti kerimeyi bir talebenin hocası karşısında tekrar ederek okuduğunu düşünelim, o durumda talebe hocaya mı hitab eder yoksa Allahu Teâla’ya mı? Elbette Allahu Teâlaya.. Hoca vesiledir, maksud Allah’tır.
O halde mürid mürşidin veçhine bakarak ve onu tasavvur ederek “Allah, Allah” derse, ne yapmış oluyor? Aracı ve vesile ile maksud olan Rabbisini zikrediyor... Aynı talebenin hocası yardımıyla ayetleri öğrenmeye çalışması gibi. Bu hususu anlamayan kalın kafalılara ne diyelim. O zaman bunlar Kabe’ye dönerek namaz kılmasınlar da direk Allaha dönsünler bakalım??? Mecburen bir vesile gerekir; hatta emir böyledir. Dinlemeyen, yani Kâbe’ye dönmeden kılan kâfir olur. Vesileye başvurmadan Allah’a ulaşacağını zanneden de mahrum olur.
Muhaliflerin başka bir delili, “İstediğin zaman sadece Allah’tan iste...” şeklinde gelen hadisi şeriflerdir. Bunlara karşı birçok hadisi şerifler getirerek bu iddialarını nakzedebiliriz. Bir tanesi a’ma/kör olan bir zatın gelip Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den dua istemesidir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona dua etmedi de “Git abdest al, iki rekât namaz kıl ve şöyle dua et” buyurdu ve duanın sonunda “Ya Muhammed! Hacetimi yerine getirmesi için seninle rabbime yöneliyorum/tevessül ediyorum” demesini emretti.
Şayet bu emri, Allah’tan başkasından istemek manasında olsaydı, o a’ma olan kişiye böyle emreder miydi? Demek ki, Allahu Teâlanın razı olduklarını vesile etmekle sanki Allah’tan istemiş gibi oluyor, arada fark yok, hatta böylesi Allah için daha hoştur. Evet, yağmur duası için yapılan uygulamalar da bunu teyid eder.
Muhalifler bazen de putçuların putlarını vesile ederek Allah’a yakınlaşacaklarını iddia ettikleri ayetlerle delil getirirler. Evvela şunu bilsinler ki o ayetler putçu müşrikler hakkındadır ve onlar putlara ibadet ederler. Yani Allah ile beraber putları da ilah olarak kabul ederler ve onların emir ve yasaklarına tabi olurlar.
Ebu Muaz bir derviş, ehli sünnet itikadında olunca, Allah’tan başka ilah kabul edebilir mi??? Asla!!! Mürşidi onun için bir vesiledir ve Allah’ın rızasına ulaştıran yolu kendisine öğretir. Eğer mürşid Allah ve resulüne muhalif bir şey emretse zaten mürşid olamaz ve ona kimse tabi olamaz. O halde mürşidler müridleri kendilerine davet etmezler, bilakis Allah ve Resulüne davet ederler ve Allah ve Resulünun emirlerini yasaklarını müridlerine tebliğ ederler. Bu ikisinin arasını ayıramayan kalın kafalılar da mürşidleri putlara benzeterek çok büyük bir iftiraya düçar olurlar...
Netice olarak deriz ki, bütün Kur’an ve hadisi şerifler, her müslümanın bir alime tabi olmasını, takva ve Salih kimselelrle birlikte olmasını ya direk olarak veya dolaylı olarak emreder, ama kim anlayacak???”
Cevaplar
Aleykum selam. Öncelikle Aliyyu’l-Kari’nin adı geçen kitaptaki sözleri “Bu zatın hallerinin sıhhatinin alameti, sözleri ve fiillerinin tashihinden sonradır” cümlesiyle bitmektedir. Sanki devam eden kısımlar da Aliyyu’l-Kârî’ye aitmiş gibi anlaşıldığından bu uyarıyı yapmak gerekti.
“Kim kırk sabah Allah için ihlaslı olursa...” sözünün Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e nispeti sahih değildir. Nitekim Aliyyu’l-Kari’nin bizzat kendisi el-Esraru’l-Merfua (no:454) ve uydurma hadislere dair telifte bulunan muhaddisler bunun sahih olm adığını zikretmişlerdir. Aliyyu’l- Karî’nin sözlerinde rabıtayla doğrudan alakalı bir şey de yoktur.
İstikamet sahibi bir hoca anlamında bir mürşidden ilim öğrenmeye, ondan istifade etmeye kimse karşı çıkmaz. Âlim olmayan kimsenin ilim tâlibi olması veya en azından ilim ehline sorması gerekir. Nitekim Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den gelen rivayete göre O şöyle demiştir: “Ya âlim ol, ya ilim öğrenen ol, ya da dinleyen ol. Sakın dördüncüsü olma, yoksa helak olursun.”
Yani, ilmi dinleyen ve sormayan bir kimse isen, o zaman bir cahil olarak yaşarsın. Allah Tebârek ve Teâlâ’ya nasıl ibadet edeceğini bilemezsin. İlim ehline mesele sormaya gelince, bu konuda bir ihtilaf yoktur.
Ama tarikat şeyhi edinmeye gelince, sizler bilmektesiniz ki Allah Tebârek ve Teâlâ’ya ulaştıracak olan yol; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bizi üzerinde bıraktığı dosdoğru yoldur. Âlimler bu yolun rehberleridirler. Kendilerine sorulması gerekenler onlardır.
Müslümanın kendisine tabi olmak ve kendisinden ilim öğrenmek için, başka âlimlerden ayrı olarak özellikle bir şeyh/hoca edinmesi caiz değildir. Çünkü burada çirkin bir hataya düşer. O da şudur: Bizim ibadette Allah Azze ve Celle’yi birlememiz gerektiği gibi, ittibâ/uyma hususunda da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i birlememiz gerekmektedir. İlim ve fazilet hususunda ne kadar üstün olursa olsun, tâbî olmak için âlimlerden sadece birini seçmemiz caiz değildir. Böyle bir makam sadece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e aittir.
“Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve rasulüdür” diyerek şehadet eden kimsenin sözünün manası budur. İnsanlar içinde onun tâbî olacağı kişi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Müslüman, tek bir şeyh veya kendisinden ilim öğrenmek için tek bir hoca edinirse, diğer şeyhlerden ve diğer âlimlerin ilminden faydalanamaz. Bu durum, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittibâ’nın ihlal edilmesi olur. Muhakkak ki bizim, rasulümüz sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu yolu göstermeleri için bütün âlimleri rehber edinmemiz gerekir.
Tek bir âlim, ilimden ne getirirse getirsin, onun durumu ve bütün âlimler hakkında geçerli olan durum, Allah Azze ve Celle’nin şu ayetinde geçtiği gibidir: “Size çok az bilgi verilmiştir.” (İsra 85)
Her müslümanın bir şeyh edinmesi gerektiği sözü, eski bir Sufî hurafesidir. Her müslümanın ya âlim, ya ilim talebesi ya da ilmin dinleyicisi olması gerekir. Aksi halde helâk olur. Yalnızca bir şeyh edinmeye gelince, bu şeytanların amelindendir.
Tasavvuf ekolleri mürşid anlayışında sapmalar göstermiş, gassal (ölü yıkayıcının) elinde meyyit (ölü) gibi mürşide teslim olmayı şart koşmuşlardır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir beşere böyle bir teslimiyet göstermek ittibâda şirktir. Zira Allah Azze ve Celle yalnızca vahyin gözetimi altında olan peygamberi için böyle bir yetki vermiş, onun dışındaki yetki sahiplerine ancak Allah ve rasulüne itaate uygun konularda itaat izni vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biz, gönderdiğimiz herbir peygamberi, ancak Allah'ın izniyle itaat olunması için gönderdik” (Nisa 64)
Ali radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye gönderdi ve başlarına Ensâr’dan birini emir tayin ederek ona itaat etmelerini emretti. Bu emir öfkelendi ve şöyle dedi: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem size bana itaat etmenizi emretmedi mi?” Onlar da: “Evet” dediler. Emir: “Benim için odun toplayın” dedi. Onlar da topladılar. “Bir ateş yakın” dedi, onlar da yaktılar. “İçine girin” dedi. Onlar düşündüler ve birbirlerini engellediler. Dediler ki: “Ateşten Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kaçtık” Onlar bu halde devam ederken ateş söndü ve emirin de öfkesi dindi. Bu hâdise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca şöyle buyurdu: “Şayet o ateşe girselerdi kıyamet gününe kadar oradan çıkamazlardı. İtaat ancak meşrû olan konudadır.”2386
Bu hadisten şu faideleri anlıyoruz:
1- Bu emir tayin edilen şahıs sahabeden birisidir ve bizzat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından görevlendirilip, ona itaat edilmesi emredilmiştir. Tasavvuf ehlinin teslim olmayı öngördükleri şeyhler ise sahabenin en alt mertebede olanından dahi daha alt konumdadır. Üstelik Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tasavvuf şeyhlerine itaat etmeyi emrettiğine dair hiçbir belge yoktur.
2- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem itaat edilmesini emretmiş olduğu halde, seriyyede bulunan sahabeler, gassal elinde meyyit gibi teslim olmamışlar, kitap ve sünnete aykırı gördükleri bir durumla karşılaşınca, “Allaha itaat edin, rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Herhangi bir şeyde çekişirseniz onu Allah’a ve rasulüne döndürün..” (Nisa 59) ayetinin gereğiyle amel etmişler, kendilerinden olan emir sahibinden Allah’a ve rasule itaate aykırı bir durum görünce onu rasule arz etmişlerdir.
3- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kim olursa olsun, itaatin ancak meşru konularda caiz olabileceğini beyan etmiştir. Şayet bu kayda itibar etmezlerse müşrik olacaklarını da bildirmiştir. Çünkü “bir daha ateşten çıkamazdınız” sözü ancak şirk ve küfür ehli için söylenebilecek bir sözdür.
Şimdi insafla düşünün, Minhâcu’l-Fukarâ adlı kitabında; “Şeyhinin içki içtiğini dahi görsen, “Allah onu şerbete çevirmiştir” diye yorumla” diyen Şeyh İsmail Ankaravî, Şems’in karısını kaybettiğini, bu sebeble Celaleddin Rumi’nin dervişleriyle beraber onu aramaya çıktıklarını, sonra Celaleddin eve geldiğinde Şems’i karısıyla sarmaş dolaş görüp derhal dışarı çıktığını, tekrar girdiğinde kadını göremediğini, bunun hikmetini sorduğunda ise “Beni kendisiyle beraber gördüğün o kadın Allah idi” demesi üzerine teslimiyetgöstermesini, bu hikâyelerin tarikat mensuplarına teslimiyet numunesi olarak sunulmasını, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu açık uyarısının yanında nereye koyabiliriz?
Diyorsunuz ki: “Şimdi iyi düşünmek lazım, böyle yakini iman sahibi olan sadık kimselerle birlikte olmak, Allahu Teâla ile birlikte olmak değil midir?”
Bu sözleriniz de Kitap ve Sünnete aykırıdır. Zira bizler insanların yakinî iman bir tarafa, imanlarına dahi şahitlik edemeyiz. Zira iman; kalp hasletleridir. Biz sadece İslâmlarına, yani azalarıyla yerine getirdikleri hasletlerden dolayı müslümanlıklarına ya da küfürlerine şahitlik edebiliriz. Kendimizin dahi müslüman olduğunu söyleriz, lakin “mümin” olduğumuzu iddia etmeyiz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bedevîler “İman ettik” demektedirler. De ki: “Siz iman etmediniz. Fakat “İslâm olduk” deyin. Çünkü iman, henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.” (Hucurat 14)
Sa’d b. Ebî Vakkâs radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir taksim yaptı. Ben: “Ey Allah’ın rasulü! Falan kimseye de ver, zira o bir mü’mindir” dedim. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Yahut bir müslüman de” buyurdu...”2387
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kalplerini bilemeyeceğimiz için belirli bir şahıs için mü’min denilmesine karşı çıkmış, ancak İslâm’ı kabul etmişse, müslüman denilebileceğini belirtmiştir.
Diğer bir incelik de şudur: Cennetle müjdelenmiş bir sahabe olan Sad b. Ebi Vakkas radıyallahu anh dahi bu kimsenin kalbini bilemezken, tasavvuf ehli, şeyhlerinin kalpleri okuduğunu iddia etmektedirler! Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem herhangi bir şahıs hakkında “mümin” ifadesinin dahi kullanılmasına karşı çıkmışken, tasavvuf ehli, kalplerine vakıf olmadıkları kimseleri “Allah dostu” olarak nitelemektedir.
İfadenizdeki diğer bir sakınca da, yakin derecesinde iman sahibi olduğu iddia edilen sadık kimseyle beraber olmak Allah Teâla ile birlikte olmak demek sözündeki şirktir. Zira Allah Teâlâ hiçbir sıfatında mahlûkuna benzemez. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın maiyyeti (beraberliği) kulların beraberliği gibi değildir. Sizin böyle bir anlam kastetmediğinizi ummakla beraber, sözün vardığı bu tehlikeli anlama da dikkat çekmek gerekir.
“Allah dostları görüldüklerinde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir” sözüne gelince, “Allah’ın dostları” ifadesi umumi bir sıfattır, muayyen şahısları Allah dostu olarak ilan etmek, yukarıda zikrettiğim sebeplerden dolayı bizler için mümkün değildir. Allah’ın dostları, iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan, insanları Allah’tan sakındıran kimseler olduklarından, günah işlemeye meyletmiş birisi, iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevini yerine getiren birini gördüğü zaman Allah’ı hatırlar ve ondan vazgeçer. Bunun rabıtayla bir ilgisi yoktur.
Şöyle demişsiniz: “O halde bu zatları mana itibarıyla hatırda bulundurmak neden yasak olsun! Asla bu gibi bir düşünce doğru olamaz. Çünkü ayeti kerime açıkça beyan etmiştir ki her hal ve zamanda, söz ve fiillerinizle benim dostlarımla birlikte olun, haliniz sözünüz ve işleriniz onlara uysun, asla muhalif olmasın. Şu hadisi şerif bu konuyu izah eder: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Ayrıca ashabtan Sevban radıyallahu anh’ın kıssası da bizlere rabıtanın ve sevginin ne kadar ileri derecede olmasını göstermektedir.”
O zatları hatırda bulundurmanıza kimse karşı çıkmaz. Ama dikkat edin!’ Bu masum sözü, şirk ibadetlerden biri olan rabıta hakkında kullanıyorsunuz! O rabıta ki, tam bir ibadet şuurunda, abdestli olarak, kıbleye yönelerek, huşû içerisinde, karşında şeyhi düşünerek yapılır. Allah Azze ve Celle’ye, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in meşrû kıldığından başka bir şeyle ibadet etmek caiz değildir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur” buyrulmuştur. Kaldı ki rabıtada Allah’a bir başkasının ortak koşulması, Allah ile beraber Allah’tan başkası için de huşû göstermek söz konusudur. Bırakın şeyhi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i dahi bu şekilde rabıta etmek şirktir.
En son nazil olan ayet, Maide suresi 3. âyetidir ki bu ayette dinin tamamlandığı bildirilmiştir. Din tamamlandığı sırada hiç kimse insanların en hayırlısı olan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i rabıta etmedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra da bu yapılmadı.
Nitekim “Hanzala munafık oldu” diye sokağa fırlayan Hanzala radıyallahu anh kıssasını bilirsiniz. Hanzala radıyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sohbetinde iken başka, onun yanından ayrıldığında başka hisler içinde olduğundan dert yanmıştı. Ebu Bekir radıyallahu anh de bu endişeye katılarak Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiklerinde, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerini nifak üzere hissettirecek kadar rahatsız eden bu durum karşısında onlara: “Benim yanımdan ayrıldığınızda beni rabıta edin” dememiş, “Şayet her anınız benim huzurumda bulunduğunuz gibi olsaydı, sokaklarda rahat yürüyemez, melekler sizinle musafaha etmek için sıraya girerdi, lakin ey Hanzala, Bazen öyle, bazen böyle” demiştir.
Yani her durumlarında kendisinin huzurunda bulundukları hal içerisinde bulunmalarını sağlamak için onlara rabıta gibi bir yol meşru kılmamış, beşerin fıtratına uygun olan normal durumun bu olduğunu ifade etmiştir. Allah’ın nebisi diliyle meşru kılmadığı bir şeyi kim meşru kılabilir? Öyle yaparsak şu ayetin tehdidine girmez miyiz: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinde meşrû kılan bir ortakları mı var?” (Şura 21)
Hem tarikat ehlinin uygulayageldikleri rabıta fiili asr-ı saadetten asırlarca sonra çıkmıştır. “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi gibi mütevatir bir hadisi rabıta yapmaya hiçkimse delil getirmemiştir. Allah’ın ayetlerini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra insanların en üstünleri olan sahabeler, sonra tabiin, müçtehit imamlar böyle anlamamışlar, hiçbirinden rabıta ameli yaptıkları nakledilmemiştir.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra, rasule muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115) Bu ayetin ilk muhatabı olan mü’minler sahabelerdir ve onlar rabıta yapmamışlardır. Rabıta yapan kimse, müminlerin yoluna da muhalefet ederek bu ayetin tehdidi kapsamına girmektedir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem herhangi bir beşerin rabıta edilmesini meşrû kılmamış, ihsân’ı emretmiştir ki, yukarıda zikrettiğim hadislerde geçtiği gibi ihsân; kulun her durumda Allah’ın kendisini gördüğünün farkında olarak ibadet etmesidir. Rabıta ise Allah’ı bırakıp şeyhi onun yerine koymaktır.
Şöyle demişsiniz: “Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edilen kıssada, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarından birinin yanına gidince kendisine ayna veriyorlar, aynaya bakınca aynada Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in suretini görmüştür. Bu durum rüyasında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i gördükten sonra vaki olmuştur.”
Bu rivayeti İbn Hacer Fethu’l-Bari’de meçhul sigasıyla zikretmiştir. Nitekim hiçbir hadis kitabında bunun isnadı mevcut değildir. İsnadı olmayan bir rivayetin delil olması mümkün değildir. Ayrıca sufilerin yaptıkları rabıta ile de bir ilgisi yoktur.
Diyorsunuz ki: “O halde iyice incelediğimiz zaman tarikatta hiçbir şey delilsiz değilmiş, ama delil arayan ve kabul eden için bu böyledir. İnkâr için, muhalefet için ararsanız hiçbir şey delil olmaz hatta aksine delil zannedilir.”
Bilakis iyice incelemediğiniz zaman tarikatta herşeyi delil üzere zannedersiniz. Şahsım adına söyleyeyim ki, eski bir tasavvuf mensubu olarak, tasavvufun karşı çıkılan yönlerine delil bulup muhaliflere ispat etmek için çok çaba sarf etmiş birisiyim. Yani araştırmalarımda asla muhalefet veya inkâr maksadım yoktu. Lakin iman edenler için hakka teslim olmaktan başka bir yol yoktur. İyice incelediğim zaman tasavvuf yolunun Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine çok uygun zannedilmekle beraber taban tabana zıtlık arz ettiğini gördüm. Hamd âlemlerin rabbinedir.
Fakat görünen o ki “Ancak biz açıkça söylüyoruz ki, hangi ayeti ve hadisi şerifi getirirseler getirsinler, mutlaka onu kendileri aleyhine delil yapmak mümkündür, bunu acizane iddia etmekte hiçbir mahzur görmüyorum, aksini iddia eden varsa buyursun..” şeklindeki iddialı sözlerinizle sizin maksadınız sanki; delile teslim olmamak için her türlü eğipbükmek!
Şöyle diyorsunuz: “Hoca vesiledir, maksud Allah’tır. O halde mürid mürşidin veçhine bakarak ve onu tasavvur ederek “Allah, Allah” derse, ne yapmış oluyor? Aracı ve vesile ile maksud olan Rabbisini zikrediyor... Aynı talebenin hocası yardımıyla ayetleri öğrenmeye çalışması gibi. Bu hususu anlamayan kalın kafalılara ne diyelim. O zaman bunlar Kabe’ye dönerek namaz kılmasınlar da direk Allaha dönsünler bakalım? Mecburen bir vesile gerekir; hatta emir böyledir. Dinlemeyen, yani Kâbe’ye dönmeden kılan kâfir olur. Vesileye başvurmadan Allah’a ulaşacağını zanneden de mahrum olur.”
Nebîler ve hocalar yani âlimler, ibadette değil, dinin tebliğinde ve ilmin öğrenilmesinde vesiledirler. Bu ikisinin arasını ayırmak zorunludur. İbadette Nebî sallallahu aleyhi ve sellem dahi vesile olamaz. Yani biz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den veyahut âlimlerden dini ve meşrû olan ibadetleri öğreniriz fakat hiçbir ibadeti Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e veya âlimlere yönlendiremeyiz.
Müridin, şeyhinin yüzüne bakarak “Allah, Allah” diye zikretmesi ile Kâ’be’ye yönelerek ibadet edilmesini kıyaslıyorsunuz. Öncelikli olarak bilinmelidir ki, Ehl-i Sünnetin icmaıyla, ibadetlerde kıyas yapmak caiz değildir. İkincisi; Kâ’be’yi namazın kıblesi olarak Allah Teâlâ tayin etmiştir. Peki, Allah Teâlâ’yı zikretmenin kıblesi olarak şeyhleri kim tayin etti?
Ey muhataplarını kalın kafalılık, kendisini de delil üzere olmakla niteleyen! Mesela sahabelerin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzüne bakarak “Allah, Allah” diye zikrettiklerine dair bir delil getirebilir misiniz!?
Zikirde şeyhin yüzüne bakmak ile ibadette Kâ’be’ye dönmek arasında kıyas yaptığınıza göre şunu da söylemeniz gerekir ki, kıyasınız tam olsun: “Kâbeye dönmeden namaz kılan kafir olacağına göre, şeyhin yüzüne bakmadan Allah’ı zikreden de kafirdir diyebilecek misiniz?!!
Şöyle demişsiniz: “Muhaliflerin başka bir delili, “İstediğin zaman sadece Allah’tan iste...” şeklinde gelen hadisi şeriflerdir. Bunlara karşı birçok hadisi şerifler getirerek bu iddialarını nakzedebiliriz. Bir tanesi a’ma/kör olan bir zatın gelip Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den dua istemesidir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona dua etmedi de: “Git abdest al, iki rekat namaz kıl ve şöyle dua et” buyurdu ve duanın sonunda “Ya Muhammed! Hacetimi yerine getirmesi için seninle rabbime yöneliyorum/tevessül ediyorum” demesini emretti. Şayet bu emri, Allah’tan başkasından istemek manasında olsaydı, o a’ma olan kişiye böyle emreder miydi? Demek ki, Allahu Teâlanın razı olduklarını vesile etmekle sanki Allah’tan istemiş gibi oluyor, arada fark yok, hatta böylesi Allah için daha hoştur. Evet, yağmur duası için yapılan uygulamalar da bunu teyid eder.”
Bu sözleriniz dinin bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmemek ve nasları birbirine vuruşturmak anlamına gelmektedir. A’mâ hadisine gelince; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in a’ma’ya öğrettiği; “Beni de O’nun için şefaatçi kıl” sözü, “Onun benim gözümün iyileşmesi hakkındaki duasını kabul et” demektir. Bu cümle iddianızı temelden yıkmaktadır. Şayet âmâ adam gerçekten Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zatı ile tevessülde bulundu ise, bu tevessül, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e has bir hüküm olurdu.
Bu durumda Ahmed ve diğer rivayetinde Hakim’in kaydettikleri “ve şeffi’ni fih” ziyadesinde geçen “fih” zarf edatı gözleri görmeyen adamın kendi nefsine raci oluyor. Yani toplu mana şöyle olur; “Allah’ım! O’nu bana (duasını kabul etmek suretiyle) şefaatçi eyle ve beni de kendim için (yaptığım duayı kabul ederek) şefaatçi eyle”.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu a’ma sahabeye meşru vesileyi göstererek namaz kılmasını ve dua etmesini, kendisinin kendisine duasının ve peygamberin kendisi hakkında duasının kabul edilmesini Allah’tan istemesini salık vermiştir. Zira burada vesile edilen şey Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in duasıdır. Zatı değildir. Şayet zatı olsaydı, bu a’mâ sahabenin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip dua istemesine dahi gerek yoktu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmeden de “Allah’ım peygamberin hürmetine...” diye dua edebilirdi.
Nitekim bunun ardından zikrettiğiniz yağmur duası örnekleri de aleyhinize delildir. Zira şayet vesile ile kastedilen dua değil de, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zatı olsaydı, Ömer radıyallahu anh, Abbas radıyallahu anh’ı dua etmesi için çağırmaz, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hürmetine diye dua ederdi. Fakat vesile ile maksat dua olduğundan ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem o anda vefat etmiş bulunduğu için dua etme imkânı olmadığından, Ömer radıyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in amcasını dua etmesi için çağırmıştır.
Şöyle diyorsunuz: “Muhalifler bazen de putçuların putlarını vesile ederek Allah’a yakınlaşacaklarını iddia ettikleri ayetlerle delil getirirler. Evvela şunu bilsinlerki o ayetler putçu müşrikler hakkındadır ve onlar putlara ibadet ederler. Yani Allah ile beraber putları da ilah olarak kabul ederler ve onların emir ve yasaklarına tabi olurlar.”
Şunu sormak lazım; onların Allah’a ortak koşmaları, sizin anladığınız gibiyse emir ve yasakları koyan bu putlar kimlerdi? Şayet bu putlar taşlardan ibaretse nasıl emir ve yasak koyuyorlardı? Yok eğer söz konusu olan şahısların ilah edinilmesi ise, acaba Mekke müşrikleri neden müşrik olmuşlardı? Kur’an ayetlerine baktığımız zaman Mekke’li müşriklerin yaratma, rızık verme, kâinatın tasarrufunu elinde bulundurma, gökten yağmuru indirme vb. rablik sıfatlarında Allah’a asla ortak koşmadıklarını anlıyoruz. Fakat onların şirklerinin; Allah’a ibadetlerinde, Allah’a yakın kabul ettikleri kulları, melekleri, cinleri aracı etmeleri olarak görüyoruz.
Ayeti bir daha okuyup tekrar düşünelim: “Bilesiniz ki, hâlis dîn Allah'ındır. O'ndan başkasını “biz onlara, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz” diyerek dost edinenler ise, Allah, onların ihtilâf ettikleri hususlarda, aralarında elbette hüküm verecektir. Elbette Allah, kâfir yalancı olan kimseye hidayet etmez” (Zümer 3)
Bu müşriklerin maksadı nedir? Ayette görülüyor ki onların maksadı da Allah’a daha çok yakınlaşmak! Fakat o müşriklerle sizin aranızda tek bir fark var; Müşrikler Allah ile beraber başkalarına yönelmelerinin ve Allah ile beraber başkalarına seslenmelerinin de ibadet olduğunu biliyor ve itiraf ediyorlardı. Ama siz bir türlü bunu anlayamıyor ve itiraf edemiyorsunuz!
Siz bunu öğreninceye ve itiraf edinceye kadar biz de sizi tekfir etmiyoruz. Zaten bunu bir anlayabilseniz derhal şirkten uzaklaşacağınızı hüsnüzan ediyorum.
Nitekim şöyle demişsiniz: “Ebu Muaz! bir derviş, ehli sünnet itikadında olunca, Allah’tan başka ilah kabul edebilir mi??? Asla!!!”
Keşke ehl-i sünnet itikadında olduğunuzu ben de söyleyebilseydim. Fakat nasıl bir atalara bağlılık, nasıl bir taklit ve kibirdir ki, Mekke müşrikleri şirk koştuklarını bile bile, hem de itiraf ede ede devam ettiler. Allah bizleri onlar gibi olmaktan korusun!
2386 Sahih. Buhârî (4340, 7257) Muslim (1840, 40)
2387 Sahih. Buhârî (1478) Muslim (150)
Allah’tan Başkasına Duâ İçin Seslenenler Müşriklere Benzer
Cahiliye toplumu; salih kimseler hakkında aşırıya giderek dua ve ibadetlerinde onları Allah'a ortak koşar; Rasullerin ve salih kişilerin kabirlerini, onların yaşadıkları yerleri mescid ve türbe haline getirir, kabir ve türbeleri üzerine kandiller yakar, onlar için kurban keser, onların hürmetine yağmur isteyip onlardan medet beklerler ve bu türbeleri bayram günlerinde ziyaret edip birer bayram yeri haline getirirler ve bu şekilde onların kendileri için şefaatçi olacaklarını zannederler.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine zarar da fayda da veremeyecek şeylere tapıyorlar ve: “Bunlar, Allah katında şefaatçilerimizdir” diyorlar." (Yunus 18)
“Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiç cevap vermeyecek olan kimseye seslenenden daha sapık kim vardır? Hâlbuki onların seslenişlerinden de habersizdirler” (Ahkaf 5)
“Bilesiniz ki, hâlis dîn Allah'ındır. O'ndan başkasını “biz onlara, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz” diyerek dost edinenlere gelince, Allah, onların ihtilâf ettikleri hususlarda, aralarında elbette hüküm verecektir. Elbette Allah, kâfir yalancı olan kimseye hidayet etmez.” (Zümer 3)
Nu’mân b. Beşîr radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz duâ ibadetin ta kendisidir.” Sonra şu ayeti okudu:
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana duâ edin, size icabet edeyim. Bana kulluktan büyüklenenler hakir bir şekilde cehenneme gireceklerdir.” (Mu’min 60)”2388
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, kendisine dua etmeyene (diğer rivayette kendisinden istemeyene) gazap eder.”2389
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın dışında bir ortağa dua ettiği halde ölen kimse cehenneme girer.”2390
İmran b. Husayn radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem babama şöyle dedi:
“Ey Husayn! Bugün kaç ilaha ibadet ediyorsun?” Babam:
“Altısı yerde, biri semada, yedi ilaha” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bir şey istediğinde ve bir şeyden sakındığında hangisini ilah sayıyorsun?” buyurdu. Babam:
“Semadakini” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ey Husayn! Muhakkak ki sen müslüman olursan sana fayda verecek iki kelime öğreteceğim” buyurdu. Husayn müslüman olunca dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Şimdi bana vaad ettiğin o iki kelimeyi öğret.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şöyle söyle: Allah’ım! Bana rüşdümü (doğruluğu) ilham et. Nefsimin şerrinden beni sığındır.”2391
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü cehennemden gören iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan bir dili olan bir boyun çıkacak, şöyle diyecektir: “Muhakkak ki ben, üç tür kimse için görevlendirildim: Her inatçı zorba, Allah ile beraber başka bir ilaha seslenen herkes ve suret yapanlar!”2392
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den: “Oysa onların dua ederek kendilerine seslendikleri kimseler de Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar.” (İsra 57) ayeti hakkında şöyle dedi:
“Bu ayet cinlerden bir gruba ibadet eden bir arap topluluğu hakkında inmiştir. Cinler müslüman oldular, onlara ibadet etmekte olan insanlar ise bunu fark etmediler. Bunun üzerine:
“Oysa onların dua ederek kendilerine seslendikleri kimseler de Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar.” (İsra 57) ayeti nazil oldu.”2393
Rifa’a el-Cuhenî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki Allah gecenin yarısı veya üçte ikisi geçinceye kadar mühlet verir, fecir doğana kadar şöyle buyurur:
“Kullarım benden başkasından istekte bulunmasınlar. Kim benden isterse ona icabet ederim, kim benden isterse ona veririm, benden bağışlanma dileyeni bağışlarım.”2394
Aişe radıyallahu anha’dan:
“Bir ayakkabı bağı olsa dahi, herşeyi Allah’tan isteyin. Zira o nasip edilmeyecek olsaydı, ihtiyaç olarak çıkarılmazdı.”2395
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz ihtiyacını veya kopan ayakkabı bağı bile olsa, bütün ihtiyaçlarını rabbinden istesin.”2396
İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan: “Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir” sözünü İbrahim aleyhi's-selâm ateşe atılırken söyledi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bunu şöyle dedikleri zaman söyledi:
“(Size düşman olan) insanlar, size karşı bir araya geldiler; bu sebeple onlardan korkun” demişlerdir de, (bu söz) onların imanını artırmış ve “Allah bize yeter: O, ne güzel bir vekildir” demişlerdir.” (Al-i İmran 173)”2397
Esma bt. Umeys radıyallahu anha şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana sıkıntı anında şöyle dememi öğretti:
“Allah, Allah rabbimdir, O’na hiçbir şeyi ortak koşmam.”2398
İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sıkıntı anında şöyle diyerek dua ediyordu:
“Azim ve Halîm olan Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur. Göklerin, yerin ve yüce arşın rabbi olan Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur.”2399
2388 Sahih. İbn Hibban (3/172) Ahmed (4/267, 271, 276) Ebû Dâvud (1479) Hâkim (1/667)
2389 Sahih. Hakim (1/668) Ahmed (2/442) Buhari Edebu’l-Mufred (658) İbn Mace (3827) Tirmizi (3373) Ebu Ya’la (12/11)
2390 Sahih. Buhârî (4497, 6683)
2391 Hasen. Tirmizî (3483) Bezzar (9/53) İbn Huzeyme et-Tevhid (215) Taberani (18/174) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (134) Ru’yani (85)
2392 Sahih. Ahmed (2/336) Tirmizî (2574) Beyhakî, Şuabu’l-İman (6317)
2393 Sahih. Buhârî (4714) Muslim (3030, 30)
2394 Sahih. İbn Mâce (1367)
2395 Sahih mevkuf. Ebu Ya’la (8/44) İbn Sunni Amelu’l-Yevm (355) Beyhaki Şuab (2/42)
* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfu olarak: Beyhakî Şuabu’l-İman (2/41) Beyhaki: isnadı kuvvetli değildir demiştir.
* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Deylemi (3378)
2396 Sahih. Tirmizî (3604) Bezzar (13/294) Ebu Ya’lâ (6/130) İbn Hibban (3/148, 177) Beyhaki Şuab (2/40) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (5/9)
2397 Sahih. Buhârî (4563)
2398 Sahih. İbn Mâce (3882)
2399 Sahih. Buhârî (6345, 6346) Muslim (2730)
Allah Tek Olarak Anılınca Sıkılanlar Müşriklere Benzer
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın adı tek başına zikredildiği zaman, âhirete îman etmeyenlerin kalpleri kinle dolar; fakat Allah'tan başkası, (yani putları) zikredildiği zaman da hemen neşelenirler.” (Zumer 45)
“Kur'ân'da Rabbını tek olarak zikrettiğin zaman, onlar da hoşnudsuzluk içinde dönüp kaçarlar.” (İsra 46)
Allah’ın Dışında İbadet Edilenleri İnkar Etmeyenler Müşriklere Benzer
Ebû Mâlik el-Eşcaî babası Târık b.Eşyem radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah Teâlâ’yı birliyor ve O’nun dışında kendisine ibadet edilenleri reddediyorsa, canının ve malının dokunulmazlığı vardır, (âhiretteki) hesabı ise Allah'a kalmıştır.”2400
Delilsiz Olarak Kutsallaştıranlar Müşriklere Benzer
el-Ma’rur b. Suveyd rahimehullah’tan: “Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh ile beraber yola çıktık. Yolda karşımıza bir mescid çıktı. İnsanlar hemen orada namaz kılmaya başladılar. Ömer radıyallahu anh: “Bunlara ne oluyor?” dedi. “Bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in içinde namaz kıldığı bir mesciddir” dediler. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh şöyle dedi:
“Ey insanlar! Muhakkak ki sizden öncekiler nebîlerinden kalanları ibadet yerleri edinmelerinden dolayı helak oldular. Kim namaz vaktinde mescidlerden geçerse orada namazı kılsın, aksi halde geçsin gitsin.”2401
Nafi dedi ki: “Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’e bazı insanların, altında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in biat aldığı ağaca gittikleri ulaştı, bunun üzerine o ağacın kesilmesini emretti.”2402
Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn gazasına giderken müşriklerin çevresinde toplandıkları, “Zatu envat” dedikleri üzerine silah ve diğer eşyalarını astıkları bir ağaca uğradı. Müşrikler topluca onun çevresinde oturuyorlardı. Sahabeler dediler ki:
“Ey Allah’ın Rasulu onlarınki gibi bizim de bir “Zatu envat”ımız olsa iyi olmaz mı? Bize de böyle bir yer seç?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Subhanallah! Bu sizin dediğiniz kardeşim Musa’nın kavminin dediğine benzer. Onlar da “Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizden öncekilerin adetlerini birer birer işleyeceksiniz.”2403
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, sırf kafirlere benzemelerinden dolayı onlara karşı çıkmıştır.
İslam’a yeni girmiş sahabeler müşrikleri takliden bir ağaç ile teberrük etmek isteyince Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onlara karşı çıkmış ve onların bu talebinin, israiloğullarının Musa aleyhisselam’dan zamanlarındaki müşrikleri takliden bir ilah yapmasını istemelerine benzetmiştir. Burada bu sahabeler küçük şirki talep etmese de, onların talebinin, İsrail oğullarının talebine benzeme yönü; müşriklerin şirk olan bir ameline benzemeyi talep etmeleri bakımındandır.
Onlar bu ağaç ile müşriklerin teberrük etmesi gibi teberrük etmeyi talep ettiler. İsrail oğulları ise onların ilahı gibi bir ilah talep etmişlerdi. Her iki talep de tevhide aykırıdır. Zira ağaç ile teberrük şirk türlerindendir. İlah edinmek ise açık bir şirktir.”2404
İmam Ebu Bekr et-Tartûşî şöyle demiştir: “Allah size rahmet etsin, görüyor musunuz, nerede bir ağaç, direk, duvar, kemer veya taş bulsalar, insanlar ona yöneliyor, değerini yüceltiyor, yanında şifa ve bereket umuyorlar. Üzerine kumaş parçası asıyor, yanında mum ve kandiller yakıyor veya oraya zeytinyağı adağında bulunuyorlar. İşte bu zâtu envattır. Bunları koparın ve sökün.”2405
Özelliği olduğu iddiasıyla bir mekânın dua ve zikir için tahsis edilmesi açık bir sapıklıktır. Bu, karşı çıkılması gereken çirkin bir iştir. Zira bunda putlara tapanlara benzeme vardır. Bu iş, putlara tapmaya bir vesile veya putlara ibadetin bir türüdür. Zira putlara tapanlar, orada heykel veya buna benzer şeylerin bulunması sebebiyle bir yere yöneliyor, bununla hayır bekliyorlardı. Din, bunu hoş görmemiştir. Bu iş münkerlerdendir. Bunlardan bazısı, diğer bazısından daha beterdir. Oraya; namaz kılmak, dua etmek, Allah’ı zikretmek, yanında kurban kesmek veya ibadet türlerinden birini tahsis etmek için yönelmek arasında fark yoktur.2406
2401 Sahih mevkuf. Abdurrazzak (2/118 no: 2734) İbn Ebi Şeybe (2/151) İbn Hacer, Fethu’l-Bari (1/569)
2402 Sahih mevkuf. İbn Ebi Şeybe (2/150) İbn Sad (2/100) İbn Hacer, Fethu’l- Bari (7/448)
2403 Sahih. Tirmizi (2180) Ebu Ya’la (3/30) Ahmed (5/218) İbn Hibban (15/95) Taberani (3/244)
2404 El-Kavlu’l-Mufid (1/205)
2405 Ebu Bekr et-Tartuşi’nin sözünü Ebu Şâme el-Makdisi, el-Bais Ala İnkaru’l- Bid’â ve’l-Havadis (s.24) kitabında nakleder. Bkz.: et-Tartuşî, el-Havadis ve’l-Bid’a (s.33)
2406 Bkz.: İktizau’s-Sirati’l-Mustakim (s.313-314).
Büyüklerine Secde Edenler Müşriklere Benzer
Kays b. Sa’d radıyallahu anh’den: “Hire’den geldim. Onların din adamlarına secde ettiklerini görmüştüm ve kendi kendime:
“Allah’ın rasulü buna daha layıktır” dedim. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve:
“Ben Hire’den geliyorum. Onların din adamlarına secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın rasulü! Secde etmemize sen daha layıksın” dedim. Şöyle buyurdu:
“Ne dersin, kabrime uğrasan secde eder miydin?” Ben:
“Hayır” dedim. Şöyle buyurdu:
“Bunu yapmayın. Şayet bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim. Zira Allah onlar üzerine hak yüklemiştir.”2407
Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir insanın bir insana secde etmesi uygun değildir.”2408
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir bahçe duvarından girmişti. Bir deve gelerek ona secde etti. Bunun üzerine: “Biz sana secde etmeye şu deveden daha layıkız” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin bir kimseye secde etmesi yakışmaz. Şayet bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, Allah, kadının üzerinde kocasının hakkını büyük kıldığı için, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”2409
Abdullah b. Ebî Evfâ radıyallahu anh şöyle dedi: “Muaz radıyallahu anh Şam’dan geldiğinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e secde etti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bu nedir ey Muaz?” dedi. O da:
“Ben Şam’da onların din adamlarına ve rahiplerine secde ettiklerini gördüm. Kendi kendime bunu sana yapmak istedim.” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Böyle yapmayın. Şayet ben bir kimsenin Allah’tan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, kadın kocasının hakkını eda etmedikçe rabbinin hakkını eda edemez. Kocası, eşinden istekte bulunsa ve kendisi de deve üzerinde olsa, ona mani olmaya hakkı yoktur.”2410
Bu hadiste zikredilen secde, zahiri üzere hakiki secdedir. Bazı felsefecilerin iddia ettikleri gibi mecazî secde yahut selamlama için eğilme değildir. Şirk hususunda cehaletin mazeret olmayacağını iddia edenler, bunun tahiyye/selamlama anlamında bir secde olduğunu söylemişler, bu hususta meleklerin Adem aleyhi's-selâm’a selamlama secdesi yapmakla emrolunduğunu, yine Yusuf aleyhi's -selâm’ın kardeşlerinin ona secde etmelerinin de bu manada olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar, bu sözlerini; “Şayet bu secdeyi hakiki secde olarak kabul edecek olursak, meleklerin ve Yusuf aleyhi's-selâm’ın kardeşlerinin şirk işlemiş olacaklarını, tevhid ve şirk konularında nesih söz konusu olmadığı için böyle bir mananın kabul edilemeyeceğini” söyleyerek gerekçelendirmişlerdir.
Bu iddiaya şöyle cevap verilir: Meleklerin Adem aleyhi's-selâm’a secde etmelerinin emredilmesi, Adem aleyhi's-selâm’ın Allah Azze ve Celle tarafından onlara kıble tayin edilmesi sebebiyle şirk değildir. Bu tıpkı müslümanların Mescidu’l-Haram’daki Kabeyi kıble edinmelerinin emredilmesi gibidir. Secde Allah’adır, Kabe yalnızca kıbledir. Başkasına secde etmek ise ya bu ibadetin Allah Azze ve Celle’den başkasına yönlendirilmesi sebebiyle yahut Allah’ın izin vermediği bir kıble edinmek sebebiyle şirk olmaktadır. Yine Yusuf aleyhi's-selâm’ın kardeşlerinin O’na secdeleri de Yusuf aleyhi's-selâm’ın; Allah Azze ve Celle’nin onlar için izin verdiği bir kıble olması sebebiyledir. Peygamberlerin rüyalarının vahiy olduğu bilinen bir husustur. Yusuf aleyhi's-selâm’ın kardeşlerinin Yusuf aleyhi's-selâm’a secde etmeleri, bunun Allah Azze ve Celle’nin rüyadaki vahiyle verdiği bir emir olduğunu bilmeleri sebebiyle olmuştur.
Said b. Cubeyr rahimehullah’tan: “İbn Abbas radıyallahu anhuma,
“Ben on bir yıldız gördüm” (Yusuf 3) ayeti hakkında şöyle demiştir: “Nebilerin rüyası vahiy idi.”2411
Bid’at ehli tarafından hadisin metni hakkında dile getirilen bir diğer şüphe de şöyledir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şirk olan bir fiili emretmeyi düşünmesi olacak şey değildir”
Cevap: Bu iddia Kur’an’a aykırıdır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“De ki: “Eğer Rahman olan Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ben ona ibadet edenlerin ilki olurdum” (Zuhruf 81)
2407 Sahih. Ebu Davud (2140) Hakim (2/204) Taberani (18/352) Bezzar (9/199) Saduddin en-Ne’âl Meşyeha (s.102) Beyhaki (7/291)
2408 Sahih. Ahmed (3/158) Nesai Sunenu’l-Kubra (5/363) Ziyau’l-Makdisi el- Muhtare (5/265, 6/130, 131) Bezzar (13/93) Ebu Nuaym Delail (276, 287) Ebu Musa el-Medini Munteha Ragbati’s-Samiin (88) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (527)
2409 Sahih. İbn Hibban (9/470) Hakim (2/206, 4/189) Tirmizi (1159) İbnu’l-Munzir el-Evsat (7557) İbn Bişran Emali (914) Ebu Bekr el-Meragi Meşyeha (s.396) Beyhaki (7/291) Bezzar (14/340, 15/219) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (534)
2410 Sahih. İbn Hibban (9/479) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (13/124) İbn Mace (1853) Ahmed (4/381) Yahya b. Muhammed b. Sâ’ad, Musnedu İbn Ebi Evfâ (no:4, 5) eş-Şaşi, Musned (1332) İbnu’l-Munzir el-Evsat (7558) İbn Ebi’d-Dunya en- Nafaka (541) Beyhaki (7/292) hadis mütevatirdir:
* Muaz radıyallahu anh’den: Ahmed (5/228) İbn Ebi Şeybe (2/261, 3/557) Hakim (4/190) Taberani (20/52, 175) Bezzar (10/226) Buhari Tarihu’l-Kebir (9/28) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (535)
* Burayde radıyallahu anh’den: Hakim (4/190) Darimi (1505) İbnu’l-A’rabi, el- Kubl ve’l-Muanaka (43)
* Sa’lebe b. Ebi Malik’ten: Ebu Nuaym Delail (282) Acurri eş-Şeria (1074)
* Aişe radıyallahu anha’dan: Ahmed (6/76) İbn Mace (1852) İbn Ebi Şeybe (3/558) İbn Bişran Emali (1378) Acurri eş-Şeria (1073) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (538) Deylemi (5038)
* Selman radıyallahu anh’den: Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/235)
* Cabir radıyallahu anh’den: İbn Ebi Şeybe (3/558) Abd b. Humeyd (1051)
* Zeyd b. Erkam radıyallahu anh’den: Bezzar (10/226) Taberani (5/208) İbn
Ebi Sabit, Cüz (el yazma no:142) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (540) *Ya’lab.Murreradıyallahuanh’den:EbuNuaymDelailu’n-Nubuvve (284)
* Suheyb radıyallahu anh’den: Bezzar, Taberani (8/31) İbn Ebi’d-Dunya en-
Nafaka (536)
* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Bezzar (Keşfu’l-Estar 1467) Taberani
(11/356) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (12/338) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (539)
* İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Taberani Evsat (9/81) İsmail el-Ebehani
Delailu’n-Nubuvve (135)
*İsmet radıyallahu anh’den:Taberani (17/183)
* Ensar’dan bir sahabeden: Haris b. Ebi Usame Musned (498)
* Suraka b. Malik radıyallahu anh’den: Taberani (7/129) İbn Ebi’d-Dunya en-
Nafaka (537)
* Ebu Umame radıyallahu anh’den: Ebu’l-Kasım es-Semerkandi Ma Kurribe Senedihi (no:17) Ebu Hafs el-Kettani Cüz, (el yazma no:55)
* Gaylan b. Seleme radıyallahu anh’den: Taberani (18/263) Ebu Nuaym Delail (285)
2411 Sahih. Hakim (4/438) Tahavî, Şerhu Muşkili’l-Âsâr (14/465) Taberani (12/6)
Kıyam Ederek Saygı Gösterenler Kafirlere Benzer
Cabir radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem rahatsızlanınca namazı oturarak kıldı, biz de arkasında namaz kıldık. Ebu Bekr radıyallahu anh insanlara tekbiri işittiriyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize dönünce ayakta namaz kıldığımızı gördü ve bize oturmamızı işaret etti. Biz de oturarak namazı kıldık. Selam verince şöyle buyurdu:
“Az önce neredeyse Faris ve Rum’ların, kralları otururken, kendilerinin ayakta duruşları gibi yapacaktınız. Böyle yapmayın. İmamınıza uyun. Eğer imamınız ayakta kıldırırsa siz de ayakta kılın. Oturarak kılarsa, siz de oturarak namaz kılın.”2412
Bu hadis, kıyamın ibadet türlerinden olmasının delillerindendir. Liderlere, ölülere, bayrağa vb. karşı ayakta durmak veya onlar için ayağa kalkmak, kâfirlere ait ta’zim ve saygı gösterme şekillerindendir.
Muaviye b. Ebi Sufyan radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Kim insanların kendisi için kıyama durmalarına sevinirse cehennemde oturacağı yeri hazırlasın.”2413
Ebu Umame radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem asasına dayanmış olarak yanımıza çıkageldi. Biz de hemen ona ayağa kalktık. Şöyle buyurdu:
“Acemlerin saygı için birbirlerine kalktıkları gibi yapmayın.”2414
Enes radıyallahu anh’den: “(Sahabelere) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha sevgili bir şahıs yoktu. Bununla beraber O’nu gördükleri zaman, bundan hoşlanmadığını bildikleri için ayağa kalkmazlardı.”2415
2412 Sahih. Muslim (413)
2413 Hasen. Tirmizi (2755)
2414 Hasen ligayrihi. Ahmed (5/253) Ebu Davud (5230) İbn Mace (3836)
2415 Sahih. Ahmed (3/250) Tirmizi (2754) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (6/14) İbn Ebi Şeybe (8/586) Buhari Edebu’l-Mufred (946) Ebu Ya’la (784)
Bayrak Karşısında ve Milli Marş Söylenirken Kıyama Duranlar Müşriklere Benzer
Şeyh el-Elbânî rahimehullah’a sorulan bir soru ve cevabı şu şekildedir:
Soru: Bayrak önünde saygı duruşunun hükmü nedir? Milli marş esnasında bayrak dikip önünde hareketsiz durmanın hükmü nedir?
Cevap: Şüphesiz bu kafir Avrupa’lıları takliddendir. Nitekim onları taklid etmekten genel olarak ve özel olarak yasaklanmış bulunuyoruz. Herhangi bir müslüman devletin kâfirleri taklid etmesi caiz değildir. Lakin mesele ileri gelenlerin buna müsaade etmemelerine dönmektedir.
Şüphe yok ki bu taklitçiliği ve kâfirlerin adetlerini İslamî adetlere çevirebilecek olan; dünyada kendisinin üzerinde yönetici bulunmayan müslüman yöneticidir. Memur veya askerlere gelince, İslam’dan sapmış olan bu kanunlara uymaktan başkasını yapamaz. İnsanların mertebelerinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisine göre, görünen durum budur:
“Bir münker göreniniz eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu ise imanın en zayıfıdır.” 2416
Bizler biliyoruz ki İslamî beldelerin çoğunda bu gibi problemler – söylediğimiz gibi – yabancıları taklid etmek sebebiyledir.
Mesela; Bazı İslâmî arap devletleri askerlerin sakal bırakmasına müsaade etmiyorlar. İnsanlar bu konuda hadiste zikredilen mertebelere göre hareket ederler. İnsanların çoğu bugün askere gittiklerinde sakallarını kesiyorlar. Kanun böyledir. Bazıları da kesmiyorlar. Buna rağmen onların sakallarını zorla kesiyorlar. Bunu yapan gerçekten azdır. Burada – Ürdün’de ve Suriye’de – bunun örnekleri çoktur. Onlara baskı ve işkence yapılıyor, hapse atılıyorlar... Sonra Allah Azze ve Celle yardım ediyor da, sakallı askerin binlerce sakalsızın önüne çıktığını görüyorsun.
Öyleyse mesele, mükellef kulun iman kuvvetiyle ilgilidir.
Bu tutum, İslam’a uygun olmayan bir selamlama ile bayrağa saygı gösterme teklifidir. Şüphesiz bunu yapmamaya güç yeter. Lakin önünce hapis ve işkence olduğunu bilmelidir. Bazen bilmediğimiz daha başka şeyler de yapabilirler. İmanı kuvvetli olan mümin sabreder. Allah Azze ve Celle’nin müminlere vaad ettiği gibi, sabırdan sonra ancak zafer vardır. Bu şekilde sabredemeyen diğerleri ise kalpleri bu selama karşı çıktıkları halde selamlarlar.
Böylece bunun bir münker olduğunu bilmemiz gerekir. Kıyamda durmak zorunda kalan kimse en azından kalbiyle inkâr etmelidir. Çünkü sahih rivayetlerden birinde geldiği gibi bundan öte zerre kadar iman yoktur.
Soru sahibi: “Bayrağın önünde sadece bir duruş tevhidi bozar mı?”
Cevap: Evet. İslâm’ı, dini ve İslamî edebi bozar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“O gün insanlar âlemlerin rabbi için kıyama dururlar.” (Mutaffifin 6)
Bu saygı duruşu, putlara yapılan saygı duruşuna benzemektedir. Zira bayrak, kumaş parçasından ibarettir. Lakin bu, maalesef, Avrupa’lıları körce taklid etmektir.”
***
Subhaneke Allahumme ve bihamdike eşhedu en lâ ilahe illa ente vahdeke lâ şerike leke ve estağfiruke ve etûbu ileyk.
2416 Sahih. Muslim (49)