top of page

İMAN KİTABI

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

15 İMANİman'ın Tanımı
00:00 / 01:04

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

16 İMANİman'ın Tanımı 2 / Kitapsız Kâfirlere Benzeyenler
00:00 / 01:04

Kitapsız Kâfirlere Benzeyenler

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz, sizi inkâr ediyoruz. Siz, Allah'ı birliğine îman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedî olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.” (Mumtehine 4)

Dikkat edilecek olursa ayette önce "düşmanlık" bunun ardından "öfke" zikredilmiştir. Zira birinci durum ikincisinden çok daha önemlidir. İnsan kimi zaman müşriklere öfke duyabilir; fakat onlara düşmanlık göstermez. Fakat kişinin müslüman olabilmesi için müşriklere karşı öfke duymanın yanında onlara açık bir şekilde düşmanlık da göstermesi gerekir. Böyle olmadığı takdirde üzerine düşeni yapmış olmaz.

Öfke ve kin kalple ilgilidir. Bunun alametleri dışa vurulmadıkça herhangi bir faydası olmaz. Kişi müşriklere düşmanlık edip onlarla bağlarını kesmedikçe onlara sadece öfke ve kin duymakla müslüman olamaz. Yani kin, nefret ve öfke düşmanlıkla birlikte olmalıdır ki, kâfirlerle bağlar koparılsın. Müslümanlar buna rağmen onlarla bağlarını sürdürür ve dostluk gösterirlerse, bu onlarla aralarında herhangi bir buğz ve öfke olmadığını gösterir.

Bu, üzerinde düşünülmesi gereken çok ciddi bir meseledir. Gereğince düşünüldüğü takdirde, birçok gerçek ortaya çıkacaktır.

Aişe radıyallahu anha’dan: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse bir topluluğu severse mutlaka kıyamet gününde onlarla beraber gelir.”400

Müslümanın bütün kâfirlere ve müşriklere buğz edip onlardan uzaklaşması vaciptir. Bu konuda Müslümanlar arasında icma vardır.

Şeyh Abdulaziz b. Baz şöyle der: “Kitap, sünnet ve müslümanların icmaı; Müslümanların Yahudi, Hıristiyan ve diğer müşriklere düşman olmasının, onları sevmekten ve dostlar edinmekten sakınmasının vacip olduğuna delalet etmektedir.”401

Şeyh Muhammed Haseneyn Mahluf, şöyle der: “Selef, zalimlere, fasıklara ve Allah Teâla’ya adam öldürmek, hırsızlık, gasp gibi günahlarla isyan eden Müslümanlara dahi sevgi göstermenin caiz olmadığında ittifak etmişlerken gayri müslimler nasıl sevilir?”402

Zira kâfirler Allah Teâla’ya en büyük günahları işleyerek, O’na ibadette ortak koşarak, O’nun eşi veya çocuğu olduğunu iddia ederek ve Allah Teâla hakkında eksiltme yaparak savaş açıyorlar. Onlar Allah Teâlâ’nın düşmanlarıdır. Onlara buğz ve düşmanlık ederek ve onlara güvenmeyerek Allah Teâlâ’ya yaklaşmak gerekir. Onlara güvenmek; onlara sevgi göstermek, onlara yaltaklık etmek veya onların amellerinden razı olmaktır. 403

Şeyh Muhammed b. Useymin şöyle demiştir: “Kâfir; Allah’ın, rasulünün ve müminlerin düşmanıdır. Bizim de tüm kalbimizle onlardan tiksinmemiz gerekir.”404

400 Sahih. Ebu Ya’la (4566) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (2185) Ahmed (6/160) Beyhaki Şuabu’l-İman (6/490) bkz.: Mecmau’z-Zevaid (1/37) es-Silsiletu’s-Sahiha (1387)

401 Mecmuu Fetava (3/1028) Ayrıca bkz.: Mecmuu Fetava (3/1021-1054)

402 el-Kavlu’l-Mubin (s.87) bkz.: Şeyhulislam el-İman (s.38) ez-Zevacir (1/110- 111) Şeyh Muhammed b. Useymin Fetava (3/27, 28, 31, 40)

403 Bkz.: Celaleyn Tefsiri ve Tefsiru’ş-Şevkani; Hud 113. Ayetinin tefsiri, Sebilu’n-Necat (1/339)

404 Bkz. Mecmuu Fetava (3/12) bkz. Fetava’l-Lecneti’d-Daime (3/313)

Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’e Tâbî Olmayan Kimse Kitap Ehli Kafirlere Benzemiştir

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki; “Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki, hidayete eresiniz.” (A'raf 157-158)

İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Bu ümmetten Yahudi ve Hristiyan kim beni işitip de bana iman etmeyecek olursa mutlaka cehenneme girer.” İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Ben Allah’ın kitabında bunu doğrulayan nerede demeye başladım. Sonunda şu ayeti buldum: “Artık bu gruplardan kim onu tanımaz ve inkar ederse bilsin ki ona vaad edilen yer ateştir.” (Hud 17) Gruplar (ahzab) ise bütün din mensuplarıdır.”405

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan, beni işitip de haberdar olan, sonra beraber gönderilmiş olduğum hükümlere inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki cehennem ashabından olmasın!”406

Ebu Musa el-Eşarî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ümmetimden beni işiten biri ister Yahudi olsun, ister Hristiyan olsun, bana iman etmezse ancak cahenneme girer.”407

Safvân b. Assâl radıyallahu anh’den:

“Bir Yahudi arkadaşına dedi ki:

“Bizi şu peygambere götür.” Arkadaşı dedi ki:

“Ona peygamber deme. Çünkü senin ona peygamber dediğini işitmiş olsa sevinir ve gözü dört açılır.” Sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek, Musa’ya verilen dokuz ayeti sordular. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de onlara şöyle buyurdu:

“Hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayın, hırsızlık etmeyin, zina yapmayın, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın, suçsuz bir kimseyi öldürülmesi için idarecilerin yanına götürmeyin, sihirle uğraşmayın, faiz yemeyin, iffetli bir kadına zina iftirasında bulunmayın, savaş günü cepheden kaçmayın, yalnız siz Yahudilere mahsus olmak üzere Cumartesi günü yasağına tecavüz etmeyin.” Bunun üzerine o Yahudiler:

“Senin peygamber olduğuna şâhitlik ederiz” dediler ve peygamberin elini ve ayağını öptüler. Bunun üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“O halde bana tabi olmaktan sizi engelleyen nedir?” Yahudiler şöyle dediler:

“Davud, zürriyetinden daima bir peygamber bulunması için duâ etmiştir. Şayet sana uyacak olursak Yahudilerin bizi öldürmelerinden korkarız.”408

Bu hadiste görüldüğü üzere Yahudiler Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamber olduğuna şahitlik ettikleri halde, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisine tabi olmadıkları için onları Müslüman saymamıştır.

403 Bkz.: Celaleyn Tefsiri ve Tefsiru’ş-Şevkani; Hud 113. Ayetinin tefsiri, Sebilu’n-Necat (1/339)

404 Bkz. Mecmuu Fetava (3/12) bkz. Fetava’l-Lecneti’d-Daime (3/313)

405 Sahih. Hakim (2/372)

406 Sahih. Hemmam b. Munebbih, Sahife (90) Muslim (153) Ebu Avane (1/97) Ahmed (2/317, 350) Şerhus Sünne (1/104) İbni Mende İman (88) İbni Mende Tevhid (s.194) Tayalisi (43) Taberi (2/235) Ebu Nuaym Hilye (4/308) el-Elbani es- Sahiha (157)

407 Sahih. Nesai, Sunenu’l-Kubra (11241) Tayalisi (509) Ahmed (4/396, 398) Said b. Mansur, Sunen (5/341)

408 Hasen. Ahmed (4/239) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (8/28) İbn Ebi Şeybe (8/436) Tirmizi (2733) Nesai (4078) İbn Mace (3705) Taberani (8/69) Hakim (1/9) Ebu Nuaym Hilye (5/97) Tayalisi (1164)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

17 İMANYahudi ve Hristiyanlara Benzeyenler
00:00 / 01:04

Yahudi ve Hristiyanlara Benzeyenler

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Bizi doğru yola ulaştır; Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazabına uğrayanların ve sapık olanların yoluna değil” (Fatiha 6-7)

Taberi diyor ki: "Âyeti şu şekilde izah etmek daha uygundur. “Ey Allah’ım, sen bizi, razı olduğun şeylerde ve kendilerine nimet verdiğin kullarını muvaffak kıldığın doğru söz ve amellerde kararlı olmaya muvaffak kıl.” Evet, işte “Sıratu’l-müstakim”in mânâsı budur. Zira Allah’ın, kendilerine nimet verdiği Peygamberlerin, sıddıkların ve şehitlerin muvaffak kılındıkları şeylere muvaffak kılınan bir kul İslâm’ı kabule, Peygamberleri tasdike, Allah'ın kitabına sımsıkı sarılmaya, Allah'ın emrettiklerini yapmaya, yasaklarından kaçınmaya, Peygamberin usulüne uymaya, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali radıyallahu anhum ve bütün sâlih kulların izini takip etmeye muvaffak kılınmış olur. İşte bütün bunlar “Sıratu’l-mustakim”dir.”409

Taberi yine diyor ki: “Gazaba uğrayanlardan maksadın, Yahudiler olduğu, Adiy b. Hatim ve Abdullah b. Şakik'in Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettikleri bir hadiste de zikredilmiştir. Ayrıca, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Rebi' b. Enes, Abdullah b. Zeyd ve babası Zeyd de “Gazaba uğrayanlardan maksadın, Yahudiler olduğunu söylemişlerdir.”410

Adiy b. Hatim diyor ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mescidde oturur iken onun yanına vardım, orada bulunanlar benim için “Bu, Adiy b. Hâtim’dir” dediler. Ben emansız (herhangi bir kişinin himayesine sığınmadan) ve yazısız olarak (Bir müsaade yazısı olmadan) Medine'ye gelmiştim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e doğru yönelince elimden tuttu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem daha önce şöyle buyurmuştu:

“Umarım ki Allah, onun elini benim elime verir.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalktı. O sırada huzuruna, yanında bir çocuk bulunan bir kadın geldi. O ikisi,

“Senden bir isteğimiz var” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem varıp onların ihtiyaçlarını karşıladı. Sonra benim elimden tutup evine kadar götürdü. Hizmetçi, altına minder koydu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzerine oturdu. Ben de önüne oturdum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah'a hamd edip onu övdükten sonra şöyle buyurdu:

“La ilahe İllallah (Allah'dan başka ibadete layık bir ilah yoktur) demekten seni kaçıran nedir? Sen, Allah'tan başka bir ilah olduğunu biliyor musun?” Dedim ki:

“Hayır.” Sonra biraz konuştu, daha sonra şöyle buyurdu:

“Sen, herhangi bir şeyin Allah'tan daha büyük olduğunu biliyor da mı "Allahu Ekber" (Allah en büyüktür) demekten kaçınıyorsun?” dedim ki:

“Hayır.” Buyurdu ki:

“Şüphesiz ki Yahudiler kendilerine gazap edilenlerdir. Hristiyanlarsa sapanlardır.” Dedim ki:
 

“Ben Müslüman olarak geldim.” Bu sırada baktım ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzü sevinçten parlıyor.”411

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Sonra sana dinden yeni bir şeriat verdik. Ona uy. Bilmeyenlerin hevâlarına uyma.” (Câsiye 18)

Onlar; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dinine muhalefet eden herkestir. Hevaları; müşriklerin üzerinde oldukları, dinlerinin gereği olan zahirdeki ve batındaki yollarıdır. Onlar hevalarına tabi olurlar. Onlara uyum göstermek de onların hevalarına uymaktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İman edenlere, Allah'ın ve Hak’tan indirilenlerin zikri için, kalblerinin titreme vakti henüz gelmedi mi? Sakın ola ki evvelce kendilerine kitap verilip de aradan geçen zamanın uzaması dolayısıyle kalpleri katılaşan ve çoğu da fâsık olan Yahudî ve hıristiyanlar gibi olmasınlar.” (Hadîd 16)

Allah Teâlâ’nın: “Olmasınlar..” sözü, mutlak olarak onlara benzemekten yasaklamadır. İbn Kesîr şöyle demiştir: “Bu yüzden Allah, müminlerin aslî ve ferî olan her meselede onlara benzemesini yasaklamıştır.”

Muhakkak ki amellerinde, sözlerinde ve hevalarında kâfirlere benzemeyi terk etmek, Kur’ân-ı Kerim’in temel kıldığı maksat ve gayelerdendir. Bunu ayrıntılarıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem açıklamış ve dinin fürû’undan olan; namaz, cenazeler, oruç, yeme içme, giyim, süslenme, edep, adetler ve bunlardan başka birçok konularda gerçekleştirmiştir. Hatta Medine’de bulunan Yahudiler bunu biliyorlar ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in her meselelerinde kendilerine muhalefet ettiğini fark ediyorlardı. Özellikle onlar şöyle demişlerdi:

“Bu adam ne yapmak istiyor? Bize muhalefet etmedik bir şey bırakmadı!”412

409 Taberi (1/171)

410 Taberi (1/186)

411 Hasen. Tirmizi (2953).

412 Sahih. Muslim (302)

Akide İle Amel Meselelerini Ayıranlar Bid’at Ehlidir

İmam Berbeharî şöyle der: “İşlerin sonradan uydurulan küçüklerinden sakın! Çünkü bid’atlerin küçükleri gün gelir büyük olur. Bu ümmette ihdas edilen her bid’at böyledir. Başlangıcı küçük olup hakka benzerdi. Ona giren bu şekilde aldanır, sonra da ondan çıkmaya güç yetiremez. Böylelikle o küçük bid’at büyür, kendisine boyun eğilen bir din haline dönüşür. Böylece doğru yola muhalefet eder ve İslam’dan çıkar.

Allah sana rahmet etsin, özellikle kendi zamanının ehlinden sözünü işittiğin her bir kişiye bak! O konuda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından ya da (selef) alimlerinden birisi konuşmuş mu? Sorup araştırana kadar onun hakkında aceleci ve şüpheci davranma. Eğer o konuda onlardan bir eser (rivayet) bulursan derhal ona temessük et ve ona hiçbir şeyi tercih etme. Yoksa ateşe düşersin.

Bil ki, yoldan çıkmak iki şekilde olur: Birincisi hayırdan başka bir şey istemediği halde hata yapıp yoldan çıkan bir adamın misalidir. Onun hatasına uyulmaz. Çünkü ona hatasında uyan helak olur.

İkincisi ise hakka karşı çıkıp direnen, kendisinden önceki muttakilere muhalefet eden bir adamın misalidir. O haktan sapan ve saptırandır! Şeytan bu ümmete karşı isteklidir. Onu bilenin üzerine, insanları ondan sakındırmak bir haktır. İnsanlara onun durumunu anlatır ki, hiç kimse onun bidatine düşüp de helak olmasın.

Allah sana rahmet etsin, şunu da bil ki, kulun İslam’ı; ittiba edip, tasdik edip, teslim olmadıkça tamam olmaz. Her kim İslam’ın işinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının koruyup muhafaza etmedikleri bir şeyin kaldığını zannederse onları yalanlamış olur. Bu da bölücülük ve onlara hakaret olarak yeter. İşte o, bid’atçi, sapan ve saptıran, İslam’da ondan olmayan bir şeyi ihdas edendir”413

İmam el-Evzai rahimehullah şöyle der: “İlim; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından gelendir, Onlardan birinden gelmeyen şey ilim değildir”414

Berbahari’nin bu sözlerine açıklama olarak Ali el-Halebî, şöyle demiştir: “İşte bu harika söz bilgisiz davetçilerin(!) ya da avamın ya da kültürlü(!) bir takım kimselerin tekrar edip durdukları bazı sözlere karşı konulmaz bir cevaptır. İrtikap etmiş oldukları bir bid’ati ya da bulaşmış oldukları bir muhdesi inkar eden biri ile karşılaştıkları zaman onların şöyle dediğini görürsün:

“Bunlar formalitedir”!, “Bunlar küçük şeylerdir”!, “Bunlar önemsiz, cüziyyattan sayılan şeylerdir”!

Bütün bunlar bu yüce dinin hakikati hakkında anlayış kıtlığına işaret eden faydasız sözlerdir. Onlar aslında ancak kendisine insanların aşina olup, alışmış oldukları, dine sonradan yamanan ve dinin onlardan uzak olduğu bid’atler ve muhdesatta insanların peşi sıra gitmenin ve onlara dalkavukluk yapmanın esiri olan ihmalkarların ya da avamın duygularını okşayan ya da heveslerini kaşıyanlardan sadır olur.

Sonra derler ki: “Özle ilgilenin” “Büyük işlerle ilgilenin”

Bir cevap ve açıklama olarak derim ki: Sizler ne tuhaf insanlarsınız! Kendinizde olan bir bidati engellemeye ya da bir sünneti tatbik etmeye güç yetiremezsiniz, sonra kalkıp kendinizden başkasından ondan daha büyük bir şeyi (!) talep edersiniz. Bu şaşılacak, acayip bir şeydir!

Salih Selef’ten sabit olan eserleri düşünen birisi kabuk ve öz şeklinde yapılan bu batıl ayrımın onların aklının ucundan dahi geçmediğini açık olarak görür...

Her kim – onların tabirine göre – teferruatta gevşek davranırsa özde de ihmalkar davranır. “Kim azda gevşek olursa, bu alışkanlık onu çokta da gevşekliğe götürür”415

İmam Şatıbî, şöyle der: “Aslî konuların yerine gelmesinde tâlî konular dikkate alınır. Aksi halde teşrî ile istenilen maslahat kaybolur gider.”416

İmam Buharî, Sahih’inde Allah Teâlâ’nın: “Bilakis şöyle demesi gerekir: Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbaniler olunuz” (Al-i İmran 79) ayetinin tefsirinde şunu nakletmiştir: “Rabbanî: insanları büyüğünden önce ilmin küçüğü ile terbiye edendir”417 İşte bu en mükemmel tanımlardandır.418

Şeyh Muhammed Şakra, bu önemli meseleyi güçlü kelimeleriyle tartışarak şöyle der: “İçinde bulunduğumuz bu zamanda insanların ihdas etmiş oldukları şeylerden birisi de çok geniş, sınırları alabildiğine kapsamlı, başlangıcı olmayan, sonu bilinmeyen bir sözdür. Acizlik, cehalet ve heva hep beraber onu insanların gözünde süslemiştir. O söz şudur: “Bugün müslümanların yapması gereken şey, teferruatla alakalı meseleleri bırakıp öze önem vermeleridir!...” (Daha sonra müellif bu konunun ayrıntılarıyla ilgili kuvvetli cevaplar zikretmiştir.)”419

Şüphe: İslam davetçilerinin kadın-erkek karışıklığı ve müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri gibi meseleleri önemsememeleri gerekir. Zira bu dinin asıllarından değil, füru’undandır.

Cevap:

1- İslam, dinin hem asıllarına hem de fer’lerine davet eder. Davet açısından asıl ile fer arasında ayrım yoktur. Selefin ve imamların üzerinde devam ettikleri menhec budur. Ancak son zamanda çıkmış olan ve dinin hükümlerini hayatlarına geçirmede gevşek davranan bazı bozuk menhec sahipleri, “önce tevhid” sözünü; iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama vacibini iptal etmek için slogan edinmişlerdir.

Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, akide meselelerinde varid olmuş olan füru konularına dair risalesinde şöyle der: “Allah Teâlâ’nın dini usul ve füruyu, itikadları ve amelleri kapsar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Namazı dosdoğru kılmış, zekâtı vermiş, ahitleştikleri zaman, ahitlerini yerine getirmişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar, işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlar da onlardır.” (Bakara 177)

Yine Amr b. Abese radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ne ile gönderildin?” diye sorunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Akrabalık bağlarını korumak, putları kırmak ve Allah’a hiçbir şeyin ortak koşulmaksızın birlenmesi ile gönderildim.”420

Din ismi; akide ve amelleri kapsadığına göre şeriat ismi de Allah’ın akide ve amel olarak koyduğu her şeyi düzenler.” Nitekim Cibril hadisinde "dininizi öğretmeye geldi" buyrulmuş, bu hadiste iman, islam, ihsan hasletleriyle kıyamet alametleri zikredilmiştir.

2- Sünnet alimlerinin çoğu akide kitaplarına bir çok füru meselelerini koymuşlardır. Onların bazı füru meselelerinde keskin duruşları olmuştur. Hakkında çekişme yapılan bazı konularda İslam için muhalefet farkını ortaya koymuşlar, insanların sükut ettikleri, doğru hükmü açıklamadıkları konularda, Allah’ın dini için hırs göstererek yüksek ses çıkarmışlardır. Yine insanlar arasında münker yayılıp da ona karşı çıkan olmadığı, aralarında bu münker sıradanlaşıp ülfet eder hale geldikleri, marufu münker, münkeri de maruf görmeye başladıkları zaman, bu davranışlar onların tabiatleri ve fıkıhlarıdır.

Bu konuya dair, alimlerin fer’î denilen konularda sünneti ispat etmelerine örnek vermek gerekirse:

a) Mestler Üzerine Mesh Etmek:

İmam Sufyan es-Sevri rahimehullah, akidesini soran kimseye şöyle demiştir: “Ey Şuayb b. Harb! Senin ayakkabılarından mestlerini çıkarmaksızın mestlerine mesh etmeyi, ayaklarını yıkamaktan daha uygun görmediğin sürece sana yazdıklarımın faydası olmaz.”421

Hatta Sufyan es-Sevrî şöyle demiştir: “Mestlerine mesh etmeyeni dininiz konusunda itham ediniz.”422

Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, Mesailu’l-Furui’l-Varide Fi Mesaili’l- Akide risalesinde şöyle der: “Mestlere mesh etme meselesinin itikat kitaplarında zikredilmesinin sebebi; mestler üzerine mesh etmeyi caiz görmeyen Rafizi ve Haricilere muhalefet etmektir.” Nitekim İmam Muhammed b. Nasr el-Mervezi şöyle demiştir: “Heva ve bid’at ehli taifelerden hariciler ile rafiziler mestlere mesh etmeye karşı çıkmışlardır.”423

b) Cehrî Namazlarda Besmeleyi Gizli Okumak

Kıraatin sesli yapıldığı namazlarda besmeleyi sesli okumamak hakkında İmam Sufyan es-Sevri, İtikad’ında şöyle demiştir: “Besmeleyi gizli okumak, açıktan okumaktan faziletlidir.”424

Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif şöyle der: “Sufyan es-Sevrî Kufe’lilerin imamı idi. Aralarında Rafiziler zuhur etmişti. Hatta Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle dedi: “Kufe’lilerden rafiziliğe dair bir şey almayın.”425

Bu yüzden Sufyan es-Sevri, Rafizilere muhalefetini besmeleyi sesli okumayı terk ederek izhar etti. Özellikle Rafiziler besmelenin sesli okunmasına dair hadisler uydurmuşlardı.

Bu mesele Ehl-i sünnet arasında da ihtilaflıdır. Bazısı delillere dayanarak sesli okumayı müstehap saymış, yine diğerleri delillere dayanarak gizli okunmasını müstehap saymışlardır.426

Bunları zikretmedeki gayemiz, selef imamlarının bid’atçilerden uzaklaşmalarını ve onlara benzemekten sakınmalarını açıklamaktır. Böyle bir durumda bid’atçilere muhalefet ve onlardan ayırt edilmek maslahat olur. Zira besmeleyi sesli okumak da, sessiz okumak da sünnette gelmiştir.

Yine ayakkabılarla namaz kılmak da, ayakkabısız namaz kılmak da sünnette varid olmuş, hatta Yahudilere muhalefet için ayakkabılarla namaz kılmak emredilmiştir. Bu yüzden asrın müceddidlerinden Şeyh Mukbil rahimehullah, ayakkabılarla namazın meşru oluşuna dair risale telif etmiş, bunu meşru görmeyen bid’at ehline muhalefetin açıkça ortaya konmasına teşvik etmiştir.

Şeyhulislam İbn Teymiyye besmeleyi sesli okuma meselesini inceden inceye tahkik ederek şöyle demiştir: “İslam imamlarının üzerinde bulundukları yol; meşru olan bir fiilin, ister Rafizilerin, ister başkalarının fiili olsun, sırf bid’at ehlinin fiili olması sebebiyle terk edilmemesidir. İmamların tamamının usulleri buna göredir.”427 Nevevi de bunu kabul etmiştir.428

Bu hususu pekiştiren şeylerden birisi de İmam Ahmed rahimehullah’tan besmeleyi açıktan okumayı sünnet saymadığına dair rivayettir.429 Bununla beraber besmeleyi açıktan okumada da ağır basan maslahat olabilir. Hatta Medine’de namaz kılanın besmeleyi cehrî okuması belirtilmiştir. Zira Medine’liler besmelenin sesli okunmasına karşı çıkıyorlardı.430

c)- Her İyi ve Facir İmamın Arkasında Cemaat ve Cuma Namazlarını Kılmak

Sufyan es-Sevrî rahimehullah akidesinde şöyle demiştir: “Ey Şuayb! Her iyi ve facir kimse arkasında namazı doğru görmedikçe yazdıklarımın sana faydası olmaz...” Şuayb dedi ki: “Süfyan’a: “Ey Ebu Abdillah! Bütün namazları mı?” dedim. Dedi ki: “Hayır, bunu yalnızca Cuma ve bayram namazları için söylüyorum. Bu namazları kimin arkasında idrak edersen kıl. Bunun dışındaki diğer namazlara gelince, bu hususta muhayyersin. Ancak güvendiğin ve ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olduğunu bildiğin kimseler arkasında kıl.”431

Sufyan rahimehullah’ın Cuma ve bayram namazlarını her imamın arkasında kılmayı tavsiye etmesinin sebebi, o dönemlerde müslümanların halifesinden ve cemaatinden ayrılmamak içindir.

Günümüzde ise müslümanların halifesi ve cemaati olmadığından Huzeyfe radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste olduğu gibi bid’at ehli fırkalardan uzaklaşmak, Cuma ve bayram namazlarını da ehl-i sünnet ve’l- cemaat ile beraber kılmak gerekmektedir.

İmam Ahmed’in itikadında şöyle gelmiştir: “Müslümanların halifesinin ve onun görevlendirdiği kimselerin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, eksiksizdir ve iki rekat kılınır. Kim bu iki rekati terk edecek olursa bid’atçidir. Bu husustaki rivayetleri terk etmiş, sünnete muhalefet etmiş olur.”432

Sünnet alimlerinin bu meselelere önem vermelerinin sebebi:

* Selef imamları füru ve ibadetlere dair meseleleri akideye dair eserlerinde zikretmişlerdir. Zira Allah Teâlâ’nın dini usul ve füru olarak itikadları ve amelleri kuşatmaktadır.

* Bu aktarılanlardan da anlaşıldığı gibi, Salih selef sünnete tazim ediyor ve yüceltiyorlardı. Bunların yok olması endişesi olduğu zaman izhar edip yayıyorlardı.

* Bundan dolayı İmam Sufyan es-Sevri şöyle diyordu: “Şam’da olduğun zaman Ali radıyallahu anh’ın faziletlerini zikret. Kufe’de olduğun zaman ise Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’nın faziletlerini zikret.”

* İmam Ahmed, Bağdad’da üzüm dışında elde edilen ve çok içildiğinde sarhoş eden nebizin/hoşafın haram olduğunu açıkladı. Bu yüzden el-Eşribe kitabını yazdı. Hatta bir kişi Bağdat’a girdiğinde: “Burada nebizi haram sayan var mı?” diye sorar, onlar da: “Hayır, sadece Ahmed b. Hanbel haram görüyor” derlerdi.

* Salih selefin hayatlarında füruya dair meselelerdeki şiddetli hırsları, kafirlere ve bidatçilere muhalefeti açıkça sergilemek içindir. Onlar, ister akide ister füru meseleleri olsun, kafirlerin ve bid’atçilerin yollarına aykırılığı açıkça ortaya koymaya özen gösteriyorlardı.

* İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir kimseye salat edilmesini uygun görmem.” Onun bunu söylemesinin sebebi Şia’nın zuhur edip başkalarına değil de sadece Ali radıyallahu anh’e salat okumalarıdır.

3- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fer’i hükümlere davet ettiği sabit olmuştur. Her kim bunlara davet ederse en güzel örnek olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olur.

4- Yukarıda bahsi geçen iddia, müslümanların Nebileri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ittiba etmekten mahrum kalmalarına sebep olur. Örnek olarak, sohbet edilen mekanlarda erkeklerle kadınların aralarında birbirlerini görmelerini engelleyen perde veya duvar hicabının bulunması hususunda ehl-i sünnet müslümanların icmaı vardır. Müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri hakkında muteber alimlerin ittifakı vardır.

Muteber muasır alimler arasında bunun hükmü farz mıdır, yoksa sünnet midir ihtilafı vardır. Buna göre müslüman kadını yüzünü örtmeye davet etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinden bir sünneti ihya etme davetidir. Kim bir sünnete davet ederse, onunla amel edenlerin ecri kıyamet gününe kadar kendisine yazılır. Bu ecir, bir sünnetin terk edildiği bir beldede ihya edilmesi halinde daha da artar.

Nice faziletler ve ecirler vardır ki, dinî hükümlere davet edilmesinden dolayı katlanılan ezalar neticesinde müslümanların bunlara uymaları sebebiyle ona ulaşılır. Bunun aksini de unutmamak gerekir; sabit bir şer’î hükmün veya sünnetin terkine, küfür ve bid’at ehline benzemeye sebep olan kötü bir adeti başlatmanın veya buna devam etmenin vebali de böyledir.

413 Şerhu’s-Sunne (s.23)

414 İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm (1/18-19)

415 İbn Badis, Asar (1/243)

416 el-Muvafakat (2/61)

417 Sahihu’l-Buhari (1/160)

418 İlmu Usuli’l-Bid’a (s.193)

419 Tenviru’l-Efham (s.36-44)

420 Sahih. Muslim (832)

421 El-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/154) Bkz.: İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne (4/151)

422 Ebu Nuaym, el-Hilye (7/32) Hanefilerin Ebu Hanife adına uydurdukları Fıkhu’l-Ekber’de (s.4), Ebu’l-Hasen el-Eşari’nin el-İbane’de (s.61) Tahavi Akidesi Şerhinde (2/552), İbn Batta’nın el-İbanetu’s-Sugra’sında (s.287) Berbahari’nin Şerhu’s-Sunne’sinde (s.30) İbn Hafif’in akidesinde (Bkz.: İbn Teymiyye, Fetava’l-Hameviyes. 443)  Ebu Amr ed-Dânî’nin Risaletu’l-Vafiye’sinde (s.145) mestlere mesh etme meselesi böylece zikredilir.

423 es-Sunne (s.104) Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (1/500) İbn Kudame, el-Mugni (1/360) el-Eşari, Makalat (2/161)

424 El-Lalekai Usulu’s-Sunne (1/152)

425 Berbehari, Şerhu’s-Sunne (s.52)

426 Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (3/289) el-Mugni (2/149)

427 Minhacu’s-Sunne (4/149-154)

428 bkz.: Şerhu Sahihi Muslim (5/264)

429 Bkz.: el-Mugni (2/149)

430 Bkz.: İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava (22/407)

431 El-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/154)

432 el-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/161) Ali İbnu’l-Medinin Akidesi için bkz.: el- Lalekai, (1/163) Sehl b. Abdillah et-Tusteri’nin akidesi için bkz.: el-Lalekai (1/183) ayrıca bkz.: Ebu’l-Hasen el-Eşari, el-İbane (s.71) İbn Batta, el-İbanetu’s-Sugra (s.278) Berbehari, Şerhu’s-Sunne (s.29, 50) Kıvamus’-sunne el-Esbehani, el-Hucce (2/477)

Münâfıklar Bizden Değildir:

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Ey îman edenler! Küfreden ve yeryüzünde (herhangi bir sebeple) yolculuğa çıktıkları yahut savaşa katıldıkları zaman, (ölen) kardeşleri hakkında Allah'ın, kendi kalplerinde (onlara karşı) bir hasret (ve bir üzüntü) yaratmak için (söylettiği yanımızda kalsalardı, ölmezler ve öldürülmezlerdi sözünü) söyleyenler gibi olmayın; zira yaşatan daöldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Al-i İmran 156)

Taberî şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle şunu kastediyor: “Ey Allah’ı ve rasulünü tasdik edip, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiklerini kabul edenler! Allah’a ve rasulüne küfreden, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nübüvvetini inkâr eden ve kâfir kardeşlerine bu sözü söyleyenler gibi olmayın.”433

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Kıyamet gününde mü'min Rabbi Azze ve Celle'ye yaklaşacak, o derece ki, Allah onun üzerine yanını indirecek ve ona günahlarını itiraf ettirecektir. Kendisine:

“İtiraf ediyor musun?” diye soracak, Mü'min:

“Ey Rabbim! İtiraf ediyorum” diyecek. Allah Teâlâ:

“Onu ben dünyada sana örtbas etmiştim. İşte bugün de onu sana bağışlıyorum” diyecek. Bunun üzerine iyiliklerinin sahifesi verilecektir. Kâfirlerle münafıklara gelince, onlar için mahlûkat huzurunda:

“İşte Allah adına yalan söyleyenler bunlardır” diye nida edilecektir!”434

433 Tefsiru’t-Taberi (7/330)

434 Sahih. Buhârî (4685) Muslim (2768)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

18 İMANDinde Şüphe Edenler Münafıklara Benzer
00:00 / 01:04

Dinde Şüphe Edenler Münafıklara Benzer

Münafıkların en bariz alametlerinden birisi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile gelen Allah’ın davetinin doğruluğu hakkında şüphe etmeleridir. Onların bu şüphesi süreklidir. Üzerinde oldukları şüpheyi destekleyen bir ipucu gördüklerinde hemen şüpheden küfre çıkarlar. Bunun için Allah Teâla şöyle buyurmuştur;

“Onların kalplerinde hastalık vardır ve Allah da hastalıklarını artırmıştır.” (Bakara 10) yani şüphe hastalığı vardır.

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.”(Hac 11)

Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem şöyle demiştir; “O, (ayette kastedilen) münafıktır. Eğer dünyası onun için düzgün olursa ibadete devam eder, eğer dünyası onun için bozulur ve değişirse yüzüstü dönüp gider, ibadete ancak dünyası için uygun gelecek şeylerde devam ederdi. Ona bir musibet, bir zorluk, bir deneme ve darlık gelirse; dinini terk eder ve küfre dönerdi.”

Peygamberlere Eziyet Edenler Yahudilere Benzer

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Ey îman edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın” (Ahzab 69)

Taberi şöyle dedi: “Allah Teâlâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına şöyle diyor: “Ey Allah’a ve rasulüne iman edenler! Allah’ın rasulüne, hoşlanmayacağı sözlerinizle ve sevmediği fiillerle eziyet etmeyin. Allah’ın peygamberi Musa aleyhi's-selâm’a eziyet ederek ona yalan ve batıl yere kusur bulanlar gibi olmayın.”435

Birisi çıkıp; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğine göre ona artık eziyet edilemez, bu sıfatı zikretmeye gerek yok” diyebilir. Lakin Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e vefatından sonra da ona hakaret ederek, onunla alay ederek, ona kusur bularak veya sünnetlerine karşı savaş açarak eziyet edilmesi söz konusu olmaktadır. Bizler biliyoruz ki, hayatta iken veya vefatından sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet etmek münafıkların sıfatlarındandır. Nitekim müşrikler ona şiddetli eziyetler yapmışlardı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onlardan: “O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır.” (Tevbe 61)

Muavvizat’ın (Felak ve Nas surelerinin) nüzul sebebi, münafıkların Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e düşmanlıklarını kınamaktır. Nitekim Sahihayn’de geçtiği gibi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e içinde küfrü gizleyip, İslam’ı izhar eden münafıklardan biri sihir yapmıştı. Buyurmuştu ki;

“Ey Aişe! Anladın mı, sorduğum hususta Allah bana ne fetva verdi? İki kişi bana gelip, biri başucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine: “Bu zatın rahatsızlığı nedir?” dedi. Öbürü: “Büyüdür!” dedi. Önceki tekrar sordu: “Kim büyüledi?” Diğeri: “Lebîd İbnu'l-Asam -Benî Züreykli bir Yahudi müttefiki – “ diye cevap verdi.436

O adam bir münafık idi. Allah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet verenleri, lanet ve can yakıcı azap ile tehdit etmektedir:

“Allah ve Rasûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için hor kılıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzab 57)

Onların işi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i öldürmek haddine ulaşmış, ona tuzak kurmuşlar, Allah peygamberine onları bildirmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onların isimlerini Huzeyfe radıyallahu anh’e sır olarak vermiştir.

435 Tefsiru’t-Taberi (20/331-332)

436 Sahih. Buhari (5763) Muslim (2189)

Kadere İman Etmeyenler Mü’minlerden Değildir

Ubâde b. Sâmit radıyallahu anh (kendi) oğluna: “Ey oğulcuğum. (Kaderinde) sana isabet eden şeyin (sana ulaşmakta) şaşmayacağını, (kaderinde) sana isabet etmeyen şeyin de sana erişemeyeceğini (iyice) bilmedikçe hakiki imânın tadını bulamazsın. Nitekim, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle derken işittim:

“Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Yüce Allah kalemi yaratınca ona:

“Yaz!” emrini verdi. Kalem:

“Ey Rabbim neyi yazayım?” dedi. Yüce Allah da:
 

“Kıyamet kopuncaya kadar (olacak) herşeyin kaderini yaz!” buyurdu.” Ey Oğulcuğum! Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i;

“Bundan başka (bir inanç) üzerinde ölen kimse benden değildir” derken de işittim.”437

Zeyd b. Sabit radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Eğer Allah, göklerin halkını ve yerin halkını azaplandırsaydı onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu ve eğer sen Uhud dağı kadar altını Allah yolunda harcasaydın sen kadere inanmadıkça ve senin başına gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkânsızlığını ve ba- şına gelmemiş olan bir şeyin gelmesinin imkânsız olduğunu bilme- dikçe; Allah onu kabul etmezdi. Şayet bu itikaddan başka bir inanç üzerinde ölürsen muhakkak Cehenneme girerdin.”438

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kişi hayrı ve şerriyle kadere iman etmedikçe iman etmiş olmaz.”439

Ali radıyallahu anh’den: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kul, şu dört şeye iman etmedikçe iman etmiş olmaz: Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına ve benim Allah’ın hak ile gönderdiği rasulü olduğuma şahitlik etmesi, öldükten sonra dirilmeye iman etmesi ve kadere iman etmesi.”440

Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’den: Cibril aleyhi's-selam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e:

“İman nedir?” diye sorunca şöyle buyurdu:
 

“Allaha, meleklerine, kitaplarına, rasullerine, ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere iman etmendir.” O da:

“Doğru söyledin” dedi. Biz onun hem sorup hem de tasdik etmesine şaşırdık. Sonra şöyle buyurdu:

“Bu Cibril idi, size dininizi öğretmeye geldi.”441

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ahir zamanda kaderi yalanlayan bir topluluk olacak. Dikkat edin! Onlar bu ümmetin Mecusîleridirler. Hastalandıklarında onları ziyaret etmeyin, öldüklerinde cenazelerine katılmayın.”442 Bir rivayette şu ziyade vardır:

“Onlarla oturmayın, onlara selam vermeyin.”443

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şüphesiz her ümmetin Mecusileri vardır. Bu ümmetin Mecusileri de Kaderiyye (kaderi inkâr eden, “Allah, dileyeni hidayet eder, dileyeni saptırır” diyenler)’dir. Hastalandıklarında onları ziyaret etmeyin. Öldüklerinde cenaze namazlarını kılmayın.”444

Cabir radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şüphesiz bu ümmetin Mecusileri Allah Azze ve Celle’nin kaderlerini yalanlayanlardır. Hastalandıklarında ziyaret etmeyin, karşılaştığınızda onlara selam vermeyin ve öldüklerinde cenaze namazlarına katılmayın.”445

Huzeyfe radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

 “Her ümmetin Mecusileri vardır. Bu ümmetin Mecusileri ise “kader yok” diyenlerdir. Onlar hastalandıklarında ziyaret etmeyin, öldüklerinde cenazelerine katılmayın. Onlar Deccal’in taraftarlarıdırlar. Onları Deccal’e katması Allah üzerine bir haktır.”446

Yahya b. Ya’mer dedi ki: “Kader hakkında ilk konuşan Basra’da Ma’bed el-Cuheni oldu. Ben ve Humeyd b. Abdirrahman el-Himyeri hac veya umre için yola çıktık. Dedik ki:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden biriyle karşılaşsak da ona şu kimselerin kader hakkında söyledikleri sözleri sorsak.” Mescide girerken Abdullah b. Ömer b. El-Hattab radıyallahu anhuma ile karşılaştık. Ben ve arkadaşım, birimiz sağına, birimiz soluna geçtik. Arkadaşımın benim sormam için sözü bana bıraktığını düşündüm ve dedim ki:

“Ey Ebu Abdirrahman! Bizim o taraflarda bazı insanlar çıktı ki, bunlar Kur’ân okuyorlar, ilim öğreniyorlar - böylece onların durumu anlattı – kaderin olmadığını, herşeyin yeni başladığını iddia ediyorlar.” Dedi ki:

“Onlarla karşılaştığın zaman benim onlardan berî/uzak olduğumu, onların da benden berî/uzak oduklarını haber ver.” Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma yemin ederek şöyle dedi:

“Şayet onlardan biri Uhud dağı kadar altın infak etse, hayrı ve şerriyle kaderin tümüne iman etmedikçe Allah onu kabul etmez.”447

Sonra İbn Ömer radıyallahu anhuma, içinde kadere imanın şart koşulduğu Cibril hadisini zikretmiştir.

Yahya b. Ya’mer’den: “İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya dedim ki: “Bizim yanımızda Irak’ta bazı kimseler var ki, şöyle diyorlar: İsterlerse amel ederler, isterlerse amel etmezler. Dilerlerse cennete girerler, dilerlerse cehenemme girerler.” İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:

“Ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler.”448

Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Benden sonra kaderi yalanlayan bir topluluk olacaktır. Sizden kim onlara yetişirse, benden onlara bildirsin ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler. Onlara yetişen her Müslümanın Türk ve Deylem’le cihad edildiği gibi onlarla cihad etmesi bir haktır.”449

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Ey İbn Abbas! Belki de sen benden sonra Allah Azze ve Celle’nin kaderini yalanlayan bir toplulukla karşılaşırsın. Bu sözlerini Hristiyanlardan alırlar. Onlardan birini görürsen, onlardan Allah T eâlâ’ya uzaklaş, şüphesiz ben onlardan berîyim.” İbn Abbas radıyallahu anhuma onlardan birini gördüğü zaman ellerini kaldırır ve şöyle derdi:

“Allahım! Nebin sallallahu aleyhi ve sellem’in bana emrettiği gibi, ben onlardan sana uzaklaşıyorum.”450

Amr b. Şuayb demiştir ki: Ben, Saîd b. el-Museyyeb'in yanında oturuyordum. Topluluktan biri dedi ki:

“Bazı insanlar Allah şer dışında (diğer rivayette: ameller dışında) her şeyi takdir etmiştir diyorlar.” Vallahi Saîd'in o günkü öfkesi gibi öfkelendiğini hiç görmemiştim. Hatta kalkıp gitmeye yeltendi. Sonra:

”Demek onu da yaptılar. Yazıklar olsun onlara. Keşke gerçeğin idrakinde olsalardı. Hakikat şu ki, vallahi ben onlar hakkında bir söz duydum ki, kendilerine şer olarak yeter” dedi.

“Allah iyiliğini versin Ebû Muhammed, nedir o söz?” diye sordum. Bana baktı, öfkesi dinmişti. Sonra dedi ki:

Bana Râfi' b. Hadîc bildirdi. Dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

“Ümmetimde, Yahudi ve Hristiyanların inkâr ettikleri gibi Allah’ı ve Kur’ân’ı farkında olmadan inkâr edecek bir topluluk olacaktır.” Dedim ki:

“Allah beni sana feda kılsın, bu nasıl olacak ey Allah’ın rasulü?” şöyle buyurdu:

“Kaderin bir kısmını kabul, bir kısmını inkâr edecekler” Ben: “Ne diyecekler ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu:

“Hayr Allah'tan, şer ise Iblis'tendir diyorlar. Bu düşünceyle Allah'ın kitabını okurlar. Böylece iman ettikten ve bilgisine ulaştıktan sonra Kur'ân'ı inkâr ederler. Ümmetim bunlardan nice düşmanlık, kin ve tartışmalar görecektir. Onlar, bu ümmetin zındıklarıdırlar. Onların zamanında yönetici zulmeder. Keşke mesele zulüm, taşkınlık ve kayırmacılıkla kalsaydı. Ayrıca Allah onların üzerine bir veba gönderecek ve genelini yok edecektir. Ardından suretleri hayvan suretine dönüştürülecek ve yerin dibine geçirileceklerdir. Bundan pek az kimse kurtulacaktır. O gün mü'minin sevinci az, üzüntüsü büyük olacaktır. Sonra Allah, onların genelini maymunlara ve domuzlara dönüştürecektir. Bundan sonra yakın bir zamanda Deccal çıkar.” Sonra Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ağladı. Onun ağlamasıyla biz de ağladık.

“Niçin ağlıyorsun, ya Resûlallah?” diye sorulunca:

“O bahtsızlara merhametten dolayı. Çünkü içlerinde çok çaba göstereni var, çok ibadet edeni var. Bununla beraber onlar bu görüşü ilk olarak savunup başarısız olanlar da değillerdir. Zira İsrail oğullarından helak olanların geneli kaderi yalanlama yüzünden helak olmuştur” buyurdu.

“Allah beni sana feda kılsın, ey Allah'ın Resulü! Kadere iman nasıl olur bana söyle?” dedim. Buyurdu ki:

“Allah'ın birliğine inanman, ondan başka kimsenin zarar ya da fayda veremeyeceğini bilmen, cennete ve cehenneme inanman, Allah'ın cennet ve cehennemi diğer mahlukâttan önce yarattığını, sonra mahlukâtı yarattığını, adaletiyle onlardan dilediğini cennetlik, dilediğini de cehennemlik yaptığını, herkesin kendisi hakkında yazılana göre amel ettiğini ve kendisi için yaratılan şeye varacağını bilmendir” buyurdu.”451

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Ümmetimde suret değiştirilmesi olacaktır. Bu da Kaderiyye ve zındıklarda olacaktır.”452

Zeyd b. Eslem rahimehullah şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun Kaderiyye Allah Azze ve Celle’nin söylediği gibi söylemiyor. Meleklerin söyledikleri gibi de söylemiyor. Nebilerin söyledikleri gibi de söylemiyor. Cennetliklerin söyledikleri gibi de söylemiyor, cehennemliklerin söyledikleri gibi de söylemiyor, kardeşleri İblis gibi de söylemiyorlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir 29) Melekler şöyle demişlerdir:

“Sen noksanlardan münezzehsin, bize öğrettiklerin dışında bir şey bilmeyiz.” (Bakara 32) Şuayb aleyhi's-selâm şöyle demiştir:

“Rabbimiz Allah dilemedikçe sizin dine geri dönecek değiliz.” (A’raf 89) Cennetlikler şöyle demiştir:

“Eğer Allah bize hidayet etmeseydi, kendi başımıza hidayete ermiş olmazdık.” (A’raf 43) Cehennemlikler şöyle demiştir:

“Rabbimiz! Şekavetimiz (bahtsızlığımız), üzerimize galebe çalmıştı” (Muminun 106) Kardeşleri İblis de şöyle demiştir:

“Rabbim! Beni azdırmış olman dolayısıyla” (Hicr 39)”453
 

Şa’bî rahimehullah’dan: “Ali radıyallahu anh’ı Kufe minberi üzerinden insanlara şöyle hitap ettiğini gördüm:
 

“Kaderin hayrına ve şerrine iman etmeyen bizden değildir.”454

Muhammed b. Yezid er-Rahabi dedi ki: “İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın azatlısı Nafi’ye şöyle dedim:

“Bizim bu tarafta bir topluluk şöyle diyorlar: “Şüphesiz Allah Azze ve Celle sahipleri için günahları takdir etmemiştir. İnsanlar hayır ile şer arasında muhayyerdirler.” Dedi ki:

“Onlar imanlarından sonra kâfir olmuş bir topluluktur.”455

İkrime b. Ammar şöyle demiştir: “Salim b. Abdillah ve el-Kasım b. Muhammed’in Kaderiyye’ye lanet ettiklerini işittim. Onlara dedim ki:

“Allah size merhamet etsin, Kaderiyye kimlerdir?” dediler ki:

“Onlar “zinâ kader ile değildir” diyenlerdir.”456

El-Velid b. Ziyad, Mucahid’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Onlar başlangıçta mürcie olurlar, sonra Kaderiyye olurlar, sonra da Mecusiler haline gelirler.”457

Şehristani şöyle der: “Hasen el-Basrî’ye nispet edilen, Abdulmelik b. Mervan’ın kader ve cebr konularındaki soruları üzerine yazılmış, Kur’ân ayetleri ve aklî delillerle istidlalde bulunan fakat verilen cevaplar tamamen Kaderiyye’nin düşüncelerine uygun bir risale gördüm. Öyle anlaşılıyor ki bu risale Vasıl b. Ata’ya aittir. Zira Hasen el-Basri kadere, hayr ve şerrin Allah’tan olduğuna – ki bu kelimeler, onlara göre üzerinde ittifak edilmiş bir ifade idi – Selefe muhalefet etmezdi. Haberde varid olan bu kader lafzını, insanların kazancı sonucu ortaya çıkan hayır, şer, iyi ve kötü gibi şeyler ötesinde bela, afiyet, şiddet, rahatlık, hastalık, şifa, ölüm, hayat ve diğerleri gibi, ilahî fiillere hamletmesi oldukça düşündürücüdür. Mutezile, kendi mensuplarının görüşlerini bu şekilde ortaya koymuştur.”458

437 Sahih. Ebu Davud (4700) Ziyau’l-Makdisi (8/274) Beyhaki (10/204)

438 Sahih. Ahmed (21589, 21611, 21653) Ebu Davud (4699) İbn Mace (77)

439 Sahih. Ahmed (6703, 6985) İbn Ebi Asım, es-Sunne (134) Lalekâî (1387)

440 Sahih. Ahmed (758) Tirmizi (2145) İbn Mace (81)

441 Sahih. Muslim (8)

442 Sahih. Ebu Davud (4691) Hakim (1/159) Beyhaki (10/203) Lalkai İtikad (1161) Taberani Evsat (5/276) Taberani Sagir (800) Beyhaki el-Kaza ve’l-Kader (407-411) İbn Ebi Asım es-Sunne (338-341) İbn Batta el-İbane (1510-12) Firyabi Kader (220) Acurri eş-Şeria (383)

443 İbn Batta el-İbane (1601)

444 Sahih. İbn Ebi Asım es-Sunne (342) İbn Batta el-İbane (1514-1515) Acurri eş-Şeria (385-386) Elbani sahih dedi.

445 Hasen. İbn Mace (92) Taberani Sagir (615) Taberani Evsat (4/368) İbn Ebi Asım es-Sunne (328) Firyabi el-Kader (219) Acurri eş-Şeria (384)

446 Hasen ligayrihi. İbn Batta el-İbane (1513) Ebu Davud (4692) Ahmed (2/86) İbn Bişran Emali (392) Acurri eş-Şeria (35) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (959)

447 Sahih. Muslim (8) Ebu Davud (4695) Tirmizi (2610) Ahmed (1/27, 53) İbn Hibban (1/392) Ebu Nuaym Hilye (8/202) Firyabi el-Kader (209) Beyhaki (10/203) Beyhaki İtikad (s.132) İbn Mende el-İman (1, 4, 8, 10)

448 Sahih ligayrihi. İbn Batta el-İbane (1602-1603) Ahmed (2/107) Mervezi Tazimu Kadri’s-Salat (371)

449 Hasen. İbn Batta el-İbane (1539) Deylemi (3435) İbn Hacer Garaibu’l- Multekita (el yazma no:1776) isnadında Ru’ye b. Ruveybe meçhuldür.

450 Ebu Amr ed-Dani, Risaletu’l-Vafiye (no:218)

451 Hasen. İbn Batta el-İbane (1517) el-Lalekai (1100) Haris (735) Begavi Mucem (1022) Taberani (4/245) Hatib el-Muttefak (306) Acurri eş -Şeria (389) Beyhaki Kader (201) Ebu Ahmed Hakim Fevaid (7) Ukayli Duafa (3/358) Deylemi (8271) Bunu Amr b. Şuayb’dan üç kişi rivayet etmiştir: Atiyye b.Atiyye – Ata b. Ebi Rabah – Amr b. Şuayb yoluyla, Abdullah b. Lehia – Amr b. Şuayb yoluyla ve İbrahim b. İsmail b. Ebi Habibe – Amr b. Şuayb yoluyla. Atiyye b. Atiyye meçhuldür. İbn Ebi Habibe zayıftır. İbnu’l-Mukri, İbn Lehia’dan kitapları yanmadan önce işittiği için bu tarik hasendir. Diğer tariklerle isnadı kuvvetlenmektedir. Allah en iyi bilendir.

452 Sahih. İbn Batta el-İbane (1518) Firyabi el-Kader (217) Ahmed (2/127) Ebu Davud (4613) Tirmizi (2152) Hakim (1/84) el-Lalekai (1135)

453 Sahih maktu. Firyabi el-Kader (222) Acurri eş-Şeria (507) İbn Batta, el- İbane (1303, 1807) el-Lalekai (1012)

454 Beyhaki (10/204) İbn Husrev, Musnedu Ebi Hanife (1134) İbn Bişran Emali (212) Hatib el-Muttefak (1419) İsnadında Ebu Hanife vardır.

455 Hasen maktu. İbn Batta (1547)

456 Hasen maktu. İbn Batta (1553)

457 Sahih maktu. İbn Batta el-İbane (1554) Lalekai İtikad (1168) Hatib, Muvazzahu Evham (1/416)

458 Şehristani el-Milel ve’n-Nihal (s.60-61 terc. Mustafa Öz)

Abdulaziz Bayındır ve Mustafa İslamoğlu’nun Meşîet Konusundaki Bir Saptırmalarına Reddiye

Birçok kimse söylemlerinin çok cüz’i bir kısmında Selefî’lerin söylemlerine benzettikleri için; Ehl-i Sünnet haricinde her türlü sapık fırkanın görüşlerini pislik böceği gibi yumak yapan ve şakirtlerine helva diye yutturan Mustafa İslamoğlu’yu ve Sapkın fırkalardan biri olan Mutezile’nin ülkemizdeki temsilcilerinden Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır’ı “selefî” zannetmektedirler! Onların habis akidelerini ümmetin selefine nispet etmek, selefe büyük bir iftiradır. Burada Abdulaziz Bayındır’ın Mutezile’nin en bariz özelliği olan “kader inkârı” özelliklerine nasıl intibak ettiğini, hatta mutezileden olan öncülerini de solladığını göstererek, şüpheye düşürdüğü zihinlere, hakkın delillerinden bir huzme sunmaya çalışacağım. Başarı Allah’tandır.

Bayındır, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar adlı kitabında (s.116) Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in kader inancını eleştirdiği satırlarında şöyle diyor:

“Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

Tefsir ve meallerin çoğunda âyete şu şekilde anlam verilmiştir: “Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”

Ayete bu şekilde anlam verenler şunları düşünmeliydiler: Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi gönderir? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılır mı? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?

Çelişkiler “yeşâ”nın faili olan “o” zamirinin Allah lafzını gösterir sayılmasından kaynaklanmıştır. Hâlbuki burada zamir, yalnız “men= kim”i gösterir. Uzağında olan Allah lafzını göstermesi için karine gerekir. Burada böyle bir karine yoktur. Üstelik konu ile ilgili âyetler, yola gelmeyi ve sapmayı kişinin fiili olarak göstermektedir...”

Bayındır, kendisi için “Arap dili konusunda mahir bir kimse” görüntüsü vermeye çalışsa da aslında bu söyledikleri, Arap dilinde uzman hiç kimse tarafından kabul edilmemiştir.

Hatta öyle ki Mutezile’nin ileri gelenlerinden ve arap dilinin uzmanlarından olan Zemahşeri dahi, bu ayetin (İbrahim 4 ayetinin) tefsirinde Ehl-i Sünnete muhalif bir yorumda bulunmasına rağmen, Bayındır’ınki gibifasidbiryorumagitmemiş,şöyledemiştir:

“Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayet eder” ayeti tıpkı “Bir kısmınız kâfir, bir kısmınız da mü'mindir.” (Tegabun 2) ayetindeki gibidir. Zira Allah ancak iman etmeyeceğini bildiği kimseyi saptırır ve ancak iman edeceğini bildiği kimseyi hidayet eder. Saptırmakla kastedilen, yardımsız bırakmak ve lütufta bulunmamaktır. Hidayet ise başarı vermek ve lütufta bulunmaktır. Böylece küfür ve imandan kinaye olmaktadır.”459

Görüldüğü gibi Mutezile imamı Zemahşerî dahi, Arap lügatinde söz sahibi bir kimse olmakla beraber, “men yeşa” kalıbındaki dilemek fiilinin zamirini Allah’a ait olarak yorumlamıştır. Bayındır, mutezilî bir imam olan Zemahşeri’yi burada sollamıştır. Zira bu sözlerinde görülen o ki, Zemahşeri, kadere imanın rükünlerin biri olan “ilm”i yani Allah’ın ezelden her şeyi bilici olmasını kabul etmektedir. Bayındır’ın açıklaması ise ancak kadere imanın ilim rüknünü inkâr eden kimselerin tarzını ifade etmektedir.

Bayındır şöyle diyordu: “Çelişkiler “yeşâ”nın faili olan “o” zamirinin Allah lafzını gösterir sayılmasından kaynaklanmıştır. Hâlbuki burada zamir, yalnız “men= kim”i gösterir. Uzağında olan Allah lafzını göstermesi için karine gerekir.”

Burada ayetin doğru i’râbı şu şekildedir: “yudillullah” fiil-i muzari olup faildir. “Men” ise mef’uldür. “yeşâ” sıladır. “yehdî men yeşâ”; “yudillullahu men yeşa” üzerine atıftır.

Bayındır’ın açıklaması, arap diline uygun olmayıp, “men”in mef’ul değil, fail olduğunu söylemekte ve “yeşâ”nın sıla olmasını inkâr ettiğini göstermektedir.

Bu sapmanın boyutunu herkesin açıkça müşahede edebilmesi için, burada hemen aynı kalıpta başka bir ayeti örnek olarak zikredelim:

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. Dilediğini yaratır. Dilediği kimseye kızlar ihsan eder; dilediği kimseye de erkek evlatlar verir. Yahut onları erkekler ve kızlar olarak çift verir; dilediğini de kısır yapar. O, şüphesiz her şeyi hakkıyla bilendir; her şeye hakkıyla kadirdir.”(Şura 49-50)

Şimdi de bu ayetlere, Bayındır’ın zikrettiği kaideye göre anlam verelim, bakalım ne çıkacak?:

“Dilediği kimseye kızlar ihsan eder, dilediği kimseye de erkek evlatlar verir...” bu ayetlerde de Bayındır’ın zikrettiği kaideye(!) göre “yeşa: dileme” fiilinin zamiri “men: kim” olması gerekir. Buna göre mana: “Dileyene kızlar ihsan eder, dileyene de erkek evlatlar verir...” şekline gelir ki bu ayetleri bu şekilde tercüme edene herkes güler. “Burada “limen” şeklinde, “li” edatı olduğu için bunu kabul etmeyiz” de denilemez. Çünkü kendi zikrettiği kaide gereği, burada “li” edatı, “dileme” fiilinin mef’ulünü etkilemez. Hemen bir sonraki ayete geçelim:

“dilediğini de kısır yapar...”

Yani “yec’alu” fiil-i muzari olup faildir. “Men” mef’uldür. “Yeşâ” sıladır.

Bayındır’ın zikrettiği kaideye göre anlamı: “Dileyeni de kısır yapar” şeklinde olması gerekirdi ki akıl sahibi birinin böyle bir tercümeyi kabul etmeyeceği malum. İşte burada bize: “Karineler” olduğu için “Allah dilediğini kısır yapar” diye tercüme ederim” demek zorunda kalacaktır. İşte o zaman biz de – her ne kadar ayetin i’rabı doğru tercümenin Bayındır’ın açıkladığı gibi olmadığını gösterse de, ek olarak - deriz ki: “Tıpkı bunun gibi, “Allah dilediğini hidayet eder...” şeklindeki tercümeyi destekleyen karineler vardır.”

İşte bu karinelerden birisi: Allah Azze ve Celle bizlere, kendisine nasıl dua edeceğimizi öğreterek şöyle buyurmuştur: “Bizi dosdoğru yola hidayet et...” (Fatiha 5)

Dilediğini hidayet eden, dilediğini saptıran Allah değil de, kulların hidayeti veya sapıklığı, kendilerinin dilemelerine göre şekilleniyorsa, Allah’ın bize kendisinden hidayet talebinde bulunmamızı öğretmesinin sebebi nedir? Allah’ın hidayetimizi dilemesi için değil mi?

Yine diğer bir karine şu ayettir: Allah Azze ve Celle, İbrahim aleyhi's- selâm’ın şöyle dediğini haber veriyor:

“Rabbim beni hidayet etmeseydi, muhakkak sapıklığa düşmüş kimselerden olurdum” demişti.” (En’am 77)

Bu ayete Bayındır’ın kader inkârcısı mantığıyla baksaydık, ona göre hidayet ve sapıklık kulun dilemesine göre olduğu için(!), İbrahim aleyhi's- selâm’ın hidayeti istemeyen ve sapıklığı dilediğinden dolayı sapıklığa düşebilecek bir kimse olduğunu düşünebilir miydik? İbrahim aleyhi's - selâm’ın sapıklığı dileyen biri olabileceğini düşünemeyiz. Şüphesiz böyle bir düşünceyi ayet reddetmekte, İbrahim aleyhi's-selâm’ın hidayeti isteyen biri olmasına rağmen, rabbi hidayet etmedikçe sapıklığa düşeceğini itiraf ettiğini bildirmektedir. İbrahim aleyhi's-selâm’ın hidayeti, kendisinin dilemesine değil, Rabbinin hidayet etmesine bağlanmaktadır.

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah kimi hidayet ederse o, hak yola ulaşandır ve kimi de saptırırsa, işte bunlar ziyana uğrayanlardır” (A’raf 178)

Hadislerden karine olarak da şu iki rivayet yeterli olacaktır: Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi: Doğru olan ve tasdik edilmiş olan; Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden birinizin yaratılışında, ilk kırk gün anne karnında meni şeklinde kalır. İkinci kırk günde bu meni bir kan pıhtısı şeklini alır. Üçüncü kırk günde ise bu kan pıhtısı bir çiğnemlik et haline gelir. Yüz yirmi günü doldurunca Allah Azze ve Celle ona bir melek gönderir. Bu melek ona şu dört şeyi yazmakla emrolunur. O meleğe denilir ki: Onun amelini, rızkını, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacağını yaz. Sonra ona ruh üflenir. Sizden biriniz, cennetliklerin amelini işler. Öyle ki kendisiyle cennet arasında bir kol boyu mesafe kalır. Onun yazgısı öne geçer de cehennemehlinin amelini işler ve cehenneme girer. Yine bir kimse cehennem ehlinin amelini işler. Öyle ki cehennemle kendisi arasında bir kol boyu mesafe kalır. Bunun da önüne yazgısı geçer. Cennet ehlinin amelini işler de cennete girer”460

Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gelip şöyle dedi:

“Ey Allah'ın Rasûlü! Bize sanki şimdi yaratılmışız gibi dinimizi beyân et! Bugün neden amel ediyoruz? Hakkında kalemlerin kuruduğu ve yazılanların cereyan ettiği konuda mı, yoksa önüne geçebileceğimiz bir konuda mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Hayır! Bilâkis hakkında kalemlerin kuruduğu ve yazılanların cereyan ettiği hususta!” Sürâka:

“O halde niçin amel ediyoruz?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Siz amel edin. Herkese (takdir edilen ameli) kolaylaştırılır.”461

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de yola getirir”

Diğer bir ifadeyle: Bayındır hidayeti istedi, fakat Allah onu hidayet etmeyi – belki de henüz - dilemediği için, o Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem) ile gelen beyana uymadığı gibi, Rasulün yolunda giden müminlerin de yoluna uymadı. Gitti Leopold Weis/Muhammed Esed adında sonradan Müslüman(!) olmuş birinin arap diline de uymayan yorumunu tercih etti!

Bayındır’ın bu sapıklığa düşmesi bile bu ayete yanlış anlam verdiğinin delilidir. Çünkü Muhammed Esed Müslüman olana kadar müminlerden hiç kimse bu ayete böyle iman etmedi. Bu tutum ise Kur’an’da doğru yolda olanların sıfatı olarak bildirilen şu hususa aykırı düşmektedir:

“Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115)

Evet, Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Abdulaziz Bayındır ortaya çıkıncaya kadar mü’minler “Allah dilediğini hidayet eder” şeklinde iman ettiler. Bu üçünden sonra da mü’minler aynı şekilde iman etmeye devam ediyorlar ve edecekler. Hak, asr-ı saadetten beri müminlerin inandıkları şey olduğuna göre, haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?

Bayındır şöyle diyordu: “Ayete bu şekilde anlam verenler şunları düşünmeliydiler: Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi gönderir? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılır mı? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?”

Bunun cevabı Ebu Hayyan’ın şu açıklamasıdır: “Allah Teâlâ gönderilen rasullerden her birinin, kavminin diliyle gönderilmesinin illetinin, onlara açıklamak olduğunu beyan ediyor. Sonra Allah Teâlâ saptırmayı dilediğini saptırdığını ve hidayet etmeyi dilediğini hidayet ettiğini zikrediyor ki, bu konuda rasulün tebliğ edip açıklamaktan başka görevi yoktur. Rasul, hidayet etmekle mükellef değildir. Bilakis bu, daha öncesinde takdir edilmiş olup Allah’ın elindedir. O kendisine galip gelinemeyen el-Aziz’dir. Her şeyi hikmeti ve dilemesinin gerektirdiği yere koyan el-Hakim’dir.”462

Kurtubi İbrahim 4. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir” buyruğu ilahî meşîetin etkin olduğunu belirtmekte ve bu hususta Kaderiye'nin görüşünü reddetmektedir. Bu cümle yeni bir cümle olup “Apaçık anlatsın diye” buyruğuna atfedilmiş değildir. Çünkü peygamber göndermek saptırmak için değil, apaçık beyan etmek içindir. Bununla birlikte; “Saptırır” kelimesinin nasb ile okunması da caizdir. Çünkü Peygamber gönderilmesi (hidayeti kabul etmeyenler için) saptırılmaya sebep olmuştur. O takdirde bu da yüce Allah'ın: “Çünkü sonunda onlara bir düşman ve bir tasa (sebebi) olacaktı” (el-Kasas 8) ayetindeki gibi olur. Peygamber göndermenin saptırmaya sebep olması, onların peygamberler kendilerine geldiğinde, peygamberi inkâr etmeleri sebebiyledir. O bakımdan adeta bu onların küfürlerine sebep gibi olmuştur.”

Burada irade/dilemenin kısımları hakkında da şu açıklamayı nakledelim ki, Bayındır’a reddiye sadedinde söylediklerimiz, okuyucuyu Cebriye mantığına sürüklemesin. Şeyh İbn Useymin rahimehullah, Vasitiye şerhinde şöyle demiştir:

459 Zemahşerî, el-Keşşaf (3/264)

460 Sahih. Buhari (328), Muslim (2643)

461 Sahih. Muslim (2648)

462 Bahru’l-Muhit (7/145)

İrade/Dilemenin Kısımları:

İrade/dileme iki kısma ayrılır: Birinci kısım kevnî irade/dilemedir. Bu irade tamamen meşiet/dileme kelimesiyle aynıdır. Bu irade;

Birincisi: Allah’ın sevdiği şeyler hakkında olabildiği gibi sevmediği şeyler hakkında da olabilir. Buna göre bir kimse: “Allah küfrü diler mi?” diye sorarsa şöyle dersin: “Evet, kevnî iradesiyle diler. Şayet Allah Azze ve Celle bunu dilemeseydi meydana gelmezdi.”

İkincisi: Dilenen şeyin meydana gelmesi gerekir. Yani Allah her ne dilerse mutlaka gerçekleşir. Bunun meydana gelmemesi mümkün değildir.

İkinci kısım ise şer’î iradedir. Bu irade sevme/isteme anlamındadır.

Birincisi: Allah’ın sevdiği şeylere hastır. Allah ne küfrü ne de günahı şer’î dilemesiyle dilemez.

İkincisi: şer’î irade ile dilenen şeyin gerçekleşmesi gerekmez. Yani, Allah’ın şer’î iradeyle dilediği bir şey gerçekleşmeyebilir. Allah Subhanehu yarattıklarından kendisine kulluk etmelerini ister. Bu dilemesi mutlaka gerçekleşmeyebilir. Nitekim Allah’a kulluk edenler de, etmeyenler de vardır. Kevnî iradesi/dilemesi ise böyle değildir.

Böylece bu iki irade arasında iki açıdan fark söz konusu olmaktadır:

1- Kevnî iradede, dilenen şey mutlaka gerçekleşir. Şer’î irade bu mutlak değildir.

2- Şer’î irade Allah’ın sevdiği hususlara özeldir. Kevnî irade ise sevdiği ve sevmediği şeyler hakkında geneldir.

Bir kimse “Allah Teala sevmediği bir şeyi kevnî olarak nasıl diler? Yani küfrü, günahı veya isyanı sevmediği halde bunları nasıl diler?” derse,

Cevap: Bu, Allah Teala’nın bir yönden sevdiği, bir yönden de sevmediği bir şeydir. Büyük maslahatlar içermesinden dolayı Allah bunu sever. Masiyet/günah olmasından dolayı da sevmez.

Bir şeyin hem sevilen ve hem sevilmeyen olmasına bir engel yoktur. Bir kimse ciğerinin parçası ve kalbinin meyvesi olan çocuğunu, cildini yarması ve ona eziyet veren maddeyi çıkarması için tabibe götürür. Şayet insanlardan biri gelip neşterle de değil, tırnağıyla onu yaralasa onunla vuruşur. Ama cildini yarması için tabibe kendisi götürür, onu sevinerek seyreder. Çocuğunu kor haline gelmiş kızgın demirle dağlaması için tabibe götürür ve çocuğunu dağlamasına razı olur. O, bu kimsenin çocuğu değil mi, buna nasıl razı oluyor? Çünkü bundan başka dilediği büyük bir maslahat vardır.

İradeyi anlamamız sebebiyle tutulacak yol açısından şu iki hususta istifade ederiz:

Birincisi: ümidimiz, korkumuz, bütün hallerimiz ve amellerimizi Allah ile alakalandırırız. Zira her şey O’nun iradesiyledir ve bu bizim tevekkülü gerçekleştirmemizi sağlar.

İkincisi: Allah’ın şer’î olarak dilediklerini işleriz. Bir şeyi Allah’ın şer’î olarak dilediğini öğrendiğimizde onu sevdiğini anlarız. Şüphesiz bunu işlemek için azmimiz kuvvetlenir.

Bunlar, iradeyi anlamamızın tutulacak yol açısından faydalarıdır. Birincisi Allah’ın kevnî iradesine itibarla, ikincisi ise şer’î iradesine itibarladır.

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

19 İMANİsâ Aleyhi's-selâm’ın Öldürüldüğüne İnanan Bizden Değildir
00:00 / 01:04

İsâ Aleyhi's-selâm’ın Öldürüldüğüne İnanan Bizden Değildir

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz, Allah'ın peygamberi Meryem oğlu Îsâ Mesih'i öldürdük” demeleridir. Oysa onu ne öldürmüşler ve ne de asmışlardır; fakat kendilerine öyle gösterilmiştir. Bu hususta görüş ayrılığına düşenler, işin doğrusundan şüphe içindedirler ve zanna tâbi olmaktan başka hiçbir bilgileri yoktur. Şu var ki onlar, İsa'yı kesinlikle öldürmemişlerdir. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, Aziz'dir, Hakîm'dir. Şüphe yoktur ki, kitap ehlinden olan her ferd, (İsa aleyhi's-selâm’ın) ölümünden önce mutlaka İsa'ya îman edecek, o da kıyamet günü, onlar aleyhine (şahadette bulunan) bir şâhid olacaktır.” (Nisa 157-159)

Allah subhanehu, İsa aleyhisselam’ı astıklarını ve öldürdüklerini iddia eden Yahudileri yalanlamakta, onlara öldürdükleri kimsenin İsa aleyhisselam’a benzetildiğini haber vermekte, – ki O en doğru haberi verendir – tabilerinden veya düşmanlarından bir adamın ona benzer gösterildiğini, onların da onu İsa aleyhi's-selâm zannederek o adamı asıp öldürdüklerini bildirmektedir. Sonra da onların bu konuda şüphe ve şaşkınlığa düştüklerini, kesin bilgiden uzak bir zan ile, İsa aleyhisselam’ı öldürdükleri hususunda emin olmadıklarını bildirmektedir.

Onların öldürme ve asma iddialarına karşılık olarak Allah, O’nu kendisine yükselttiğini belirtiyor ve ayeti isimlerinden iki değerli ismi ile bitiriyor; el-Aziz (izzet sahibi) ve el-Hakim (hikmet sahibi). Bu O’nun düşmanlarını kahretmesini ve tuzaklarını bozmasını gösterir. Hikmeti ise İsa aleyhisselam’ı onlardan koruyup semaya yükselterek kurtarmasıdır. Bu ayet İsa aleyhisselam’ın diri olarak yükseltildiği hususunda gayet açıktır. Zira yükseltilmenin zikredildiği yerde onun öldürüldüğü ve asıldığı reddedilmektedir.

Şayet İsa aleyhisselam yeryüzünde ölmüş ve defnedilmiş olsaydı, yükseltme ile kastedilen – inkârcıların iddia ettiği gibi - ruhunun veya derecesinin yükseltilmesi olurdu. Ama öldürme ve asma iddiası karşılığı olarak yükseltildiği zikredilmiştir. Şüphesiz öldürme ve asma iddiasının reddedilişi, onun ölmeden, diri olarak yükseltildiğine uygun düşer. Ancak şöyle derler; “Onu öldürmediler ve asmadılar. Lakin onu Allah öldürdü.”

O halde kuruntu sahipleri “Bilakis Allah onu kendisine yükseltti” (Nisa 158) ayeti ile kastedilenin ruhunun yükseltilmesi olduğunu nasıl düşünürler? Onu öldürdüklerini ve astıklarını iddia edenlere karşı ruhunun yükseltildiğini söylemek, öldürme ve asma iddiasını iptal etmez. Zira şayet onu katlettikleri varsayılsa yine ruhu Allah’a yükselecektir. Allah Azze ve Celle’nin onu kendisine yükselttiğini haber vermesi, onu bununla has kıldığını düşündürmektedir. İsa aleyhisselam’ın ruhu ve bedeni ile diri olarak yükseltilmek ile has kılınmış olması mümkündür. Zira bütün peygamberlerin – hatta müminlerin – ruhları ölümden sonra Allah’a yükselir. Bu durumda İsa aleyhisselam ile başkaları arasında bir fark olmaz ve onun buradaki hususiyeti ortaya çıkmaz.

Sonra ayet, Allah’ın izzet ve hikmetinin tecelli ettiğine şahitlik edildiğini gösteren “Allah izzet ve hikmet sahibidir” kavliyle bitiyor. Bu tecelli ancak nadir ve etkileyici bir şey olmakla tamam olur. Onun ölümünde ve ruhunun yükseltilmesinde ne gibi bir nadirlik ve etkileyicilik vardır? Biz zaten bunun bütün müminler hakkında umumi olduğunu söylüyoruz!

İbn Kesir, İbn Cerir’den463, “Ölümünden önce” ifadesindeki zamirin İsa aleyhisselam’a değil de ehli kitaba ait olduğunu – yani ister Yahudi ister Hıristiyan olsun ehli kitaptan her bir kimse ölmeden önce mutlaka İsa aleyhisselam’a iman edecektir anlamına - söyleyenlerin görüşünü ve bu ayetin ehli kitaptan her birinin ölümlerinden önce Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edeceği anlamında olduğu şeklindeki görüşü naklettikten sonra der ki;

“Sonra İbn Cerir şöyle dedi; bu görüşler içinde doğru olanı ve önceliklisi birinci görüştür. Bu da; “İsa aleyhisselam nüzul ettikten sonra ehli kitaptan, İsa aleyhisselam’ın ölümünden önce ona iman etmeyen kimse kalmayacaktır”464 şeklindeki görüştür. İbn Cerir’in bu sözünün doğruluğunda şüphe yoktur. Zira ayetlerin siyakından, Yahudilerin İsa aleyhisselam’ı öldürüp çarmıha germe iddialarının ve bilgisiz Hıristiyanların bunu kabullenmelerinin batıl oluşu kastedilmektedir. Allah Azze ve Celle bunun böyle olmadığını haber vermiş, onların öldürdüğü kimsenin kendilerine İsa aleyhisselam gibi gösterildiğini ve onların bunu anlayamadıklarını bildirmiştir. İsa aleyhisselam’ı kendisine yükseltmiş, onu diri bırakmıştır ve yakında Allah’ın izniyle sıralayacağımız mütevatir hadislerin de gösterdiği gibi kıyamet gününden önce nüzul edecek, sapıklık Mesih’ini öldürecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Yani İslam dışında başka bir din kabul etmeyecek, ya İslam’ı kabul edecekler yahut kılıca razı olacaklardır. Bu ayeti Kerime işte o zaman bütün ehli kitabın iman edeceklerini, hiçbirinin tasdik etmekten geri durmayacağını haber vermektedir;

“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir” (Nisa 159). Yani; onu öldürdüklerini ve astığını iddia eden Yahudiler ile onlara muvafakat eden Hıristiyanlar, İsa aleyhisselam ölmeden önce ona iman edecekler,

“Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır” (Nisa 159). Yani; semaya yükselmeden önce ve yeryüzüne nüzulden sonra onlarda gördüğü amellerine şahitlik edecektir...465

“Şüphe yoktur ki o (İsa aleyhi's-selâm), kıyamet vaktinin bir alametidir. Bu itibarla sakın ondan şüphe etmeyin. Bana uyun. Bu dosdoğru bir yoldur.” (Zuhruf 61)

Abdullah el-Gımarî, “İkametu’l-Burhan Ala Nuzuli İsa Aleyhisselam Fi Ahiri’z-Zaman” adlı kitabında bu ayet hakkında şöyle diyor; “Yani İsa aleyhisselam kıyamet için bir alamettir. Onun nüzul edeceği şüphesiz olarak buradan anlaşılır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tefsiri bu şekildedir.

İbn Hibban, Sahih’inde “Meryem oğlu İsa’nın Kıyamet Alameti Olarak Nüzul Edeceğinin Beyanı” diye bir başlık açmış ve İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan şöyle rivayet etmiştir; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, “Şüphesiz ki o, kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir.” (Zuhruf 61) ayeti hakkında buyurdu ki; “Meryem oğlu İsa kıyamet gününden önce nüzul eder.” 466

İbn Abbas, Ebu Malik, el-Hasen, Mücahid, Katade, es-Süddî, ed- Dahhak, İbn Zeyd ve daha başkalarından, Nebî sallallallahu aleyhi ve sellem’in bu hadisinde gelenin aynısı rivayet edilmiştir. Bu rivayetler İbn Cerir’in Tefsir’inde muhtelif isnadlarla pek çok yoldan rivayet edilmiş olup hepsi de bu ayette kastedilenin İsa aleyhisselam’ın kıyamet gününden önce nüzul edeceği olduğunu ifade etmektedir.

Bu ayetin tefsiri, başka şekilde tefsir edilemeyecek şekilde tayin edilmiştir. Bunun delillerine gelince;

Birincisi; yukarıda geçtiği gibi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tefsiri sahih olarak gelmiştir.

İkincisi; İsa aleyhisselam’dan bahseden ayetlerin siyakı bunu göstermektedir. Allah Teala’nın ayetlerini oku;

“Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar. “Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?” dediler. Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur. O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur. Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık. Şüphesiz ki o (İsa), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.” (Zuhruf 57-61)

Ayetin akışını başka bir şekle değiştirerek konuşmak caiz değildir. İbn Cerir’in daha önce belirttiği gibi bu ancak teslim olmayı gerektiren, delaleti açık olan, açık bir ayet veya Rasul’ün açık bir haberi ile mümkün olur.

Üçüncüsü; Şayet s öylenildiği gibi zamir İsa aleyhisselam’dan başkasına ait olsa, bu Kitabu’l-Hakim’in belagatinin tenzih edilmesi gerektiği bir zayıflık olurdu.

Ayrıca bu ayetin: “Şüphesiz ki o, beklenen saat için bir işarettir” şeklindeki kıraati de bu anlamı güçlendirmektedir. Yani o, kıyametin meydana geleceğine bir işaret ve delildir.

Ebu Hureyre, İbn Abbâs, Ebul-Âliye, Ebu Mâlik, İkrime, el-Hasen, Katâde, ed-Dahhâk ve başkalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den mütevâtir olarak rivayet edilen hadislere göre; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, İsa aleyhisselam’ın kıyamet gününden önce adaletli bir imam ve hakem olarak ineceğini haber vermiştir.

“Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Al-i İmran 55)

Burada vefat kelimesi ile kastedilen uykudur.” Şevkani rahimehullah, der ki; “Müfessirlerin vefat kelimesini ancak bu şekilde açıklamaları gerekir. Zira müfessirlerin çoğunluğunun da belirttiği gibi doğru olanı, Allah’ın onu öldürmeden katına yükseltmiş olduğudur.467 İbn Cerir et Taberî’nin de tercihi bu şekildedir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den, İsa aleyhisselam’ın nüzul edeceği ve Deccali öldüreceği konusunda sahih olarak gelen haberler de bunun delilidir. Nitekim Allah Teâlâ başka ayetlerde şöyle buyurur:

“Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan) O’dur.” (En'am, 60)

“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır.” (Zumer, 42)

Huzeyfe radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uykudan uyandığında;

“Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun...” derdi.468

İbn Ebi Hatim rivayet ediyor; el-Hasen; “Seni vefat ettireceğim...” ayeti hakkında şöyle dedi;

“Burada anlam “Seni uyku ölümü ile vefat ettireceğim” demektir ki, Allah Teâlâ İsâ aleyhisselam’ı uykuda iken göğe kaldırmıştır.” el-Hasen diyor ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Yahudilere şöyle dedi;

“Muhakkak ki İsâ ölmedi. O, kıyamet gününden önce size dönecektir.”469

“Seni inkâr edenlerden arındıracağım” (Al-i İmran 55) Yani; kâfirlerin içinden, seni semâya kaldırmak suretiyle tertemiz çıkaracağım demektir...”

İbn Kesir bu ayet hakkında yapılan tefsirleri sıralar, sonra da çoğunluğun bu ayette geçen “vefat” kelimesini “uyutmak” anlamında yaptıkları tefsiri tercih eder. Buna vefat ettirme fiilinin Kur’an’da uyutmak anlamında kullanıldığı iki ayeti ve uykuyu ölüm, uyanmayı diriliş olarak ifade eden hadisi delil getirmiştir. Bunu Allah Azze ve Celle’nin Nisa suresindeki şu kavli de desteklemektedir;

“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir.” (Nisa 159) Bu ayette geçen “Ölümünden önce” kavlindeki zamir İsa aleyhisselam’a aittir. Yani; Ehli Kitaptan her biri mutlaka İsa aleyhisselam’a iman edecektir. Bu da – daha sonra açıklaması geleceği üzere - onun kıyamet gününden önce yeryüzüne indiği zaman olacaktır. O zaman bütün ehl-i Kitap ona iman edecektir. Zira o İslam’ı kabul edenlerin dışındakilerden cizyeyi kaldıracaktır.

Biz İbn Kesir ile birlikte bu ayetin anlaşılması gereken doğru anlamını görmüş olduk. Zira bu, Kuran’ın emrine sarılarak, onun manasını anlamak için müteşabih olanı muhkem olana döndürmektir. Bu ayetteki “teveffa” kelimesi için; ölüm, uyku ve bir şeyi tamamen almak gibi anlamlar ihtimal dâhilinde olduğu için müteşabihtir. Lakin Allah’a yükseltilme ifadesi muhkemdir ve “vefat” kelimesinde kastedilenin anlaşılması hususunda açıktır. Bunun, “ruhunun yükseltilmesi” veya “derecesinin yükseltilmesi” olarak yorumlanması ise ayete karşı çıkmaktır ve kelimeyi anlamından saptırmaktır!

Bu anlaşıldıysa, Allah’a yükseltilme ile birlikte “vefat” fiilinin anlamı, ölü olarak Allah’a yükselmenin anlamı olmadığı için ölüm değil, uyutmak anlamındadır.

Onun yükseltilmesi ile kastedilen, Yahudilerden arındırılması ve onların İsa aleyhisselam’ı öldürmek istediklerinde tuzaklarından korunmasıdır. “Vefat” kelimesi ölüm anlamında takdir edildiği zaman, bu arındırılma ve korunma şeklindeki müjdeleme gerçekleşmiş olmaz, aksine bu Yahudilerin maksadına yardım etmek olur. Bu da onların gerek İsa aleyhisselam’ın ölümü ile gerekse onu bizzat kendilerinin katletmeleri ile ondan kurtulmaları anlamına gelir!

Bu ayetteki “vefat” fiili öldürme anlamında tefsir edilirse o halde; “(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu.” (Al-i İmran 54) ayeti nasıl anlaşılacaktır? Yahudilerin İsa aleyhisselam’ı öldürmek için kurdukları tuzaklarına Allah’ın onu onlardan önce öldürmesi uygun bir karşılık mıdır?! Yoksa onu kendisine yükseltip ahir zamanda indirmesi ve onun da kendisine tuzak kurup eza eden Yahudilerden, onlara karşı yalnız İslam üzere savaşarak, yüz çevirenlerin kanını dökerek, Müslüman olanların da kurtularak intikam alması mı daha uygundur?

463 Camiu’l-Beyan (6/386)

464 Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de (6/492) der ki; “ayette geçen “ve in” edatı “ma” anlamındadır. Yani “İsa aleyhisselam nüzul ettiğinde ehli kitaptan – Yahudi ve Hıristiyanlardan – ona iman etmeyen hiç kimse kalmayacaktır” demektir.

465 Tefsiru Kur’ani’l-Azim (1/577)

466 Sahih. İbn Hibban (15/228) Hakim (2/279)

467 Fethu’l-Kadir (1/344)

468 Sahih. Buhari (6312), İbnu’s-Sunnî Amelu’l Yevm vel-Leyle (No:647, 856, 885 ,857)

469 Mürsel. İbn Ebî Hâtim (6232) Taberî (5/448) İbn Kesir, Tefsir (1/366)

Deccal’in Çıkacağını İnkar Edenler Haktan Sapmıştır

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki:

“Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek... deccal(in çıkışını) yalanlayacaklar.”470

Deccâl Âdemoğullarından bir insandır. İnsanlar onu iyi tanısınlar ve kötülüklerinden kaçınsınlar diye hadislerde onun bir çok özellikleri geçmektedir. Öyleki Deccâl çıktığında müminler onu tanır, onun fitnesine düşmezler. Aksine doğru sözlü Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği özellikleriyle onu bilmektedirler. Onun bu özellikleri kendisini diğer insanlardan ayırır. Ona ancak bu özelliklerini bilmeyen cahil kişi kanar. Allah bizleri korusun.

Deccâl’in özellikleri şunlardır: Kırmızı yüzlü, kısa boylu, apışık, kıvrık saçlı, alnı açık, kalın boyunlu ve sağ gözü silik genç bir adamdır. Bu sağ göz, dışarı doğru belli olmayacak şekildedir ama içe doğruda değildir. Göz sanki sönmüş üzüm gibidir. Sol gözünün üzerinde kalın bir et parçası vardır. Alnında kafir anlamında (ك ف ر) harfleri tek tek yazılıdır veya birleşik olarak (كافر) kafir yazılıdır. Bunu okuma yazma bilen ve bilmeyen her Müslüman okur. Ayrıca o kısırdır ve çocuğu da olmaz.

İbn Ömer radıyallahu anh, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ben bir defasında uyumuştum (rüyamda) Kâbe’yi tavaf ediyordum... (‘Îsâ aleyhisselam’ı gördükten sonra Deccâl’i gördüğünü söylemiş ve onu şu şekilde vasfetmiştir):

İri yarı, kırmızı yüzlü, kıvırcık saçlı, gözü sakat bir adam gördüm. Sanki onun gözü salkımından dışarı çıkan iri üzüm tanesi gibiydi. ‘Bu Deccâl’dir’ dediler. Ona benzerlikçe insanların en yakını İbn Katan’dır ki bu zat Huzâ‘a kabilesinden bir adamdı.”471

İbn Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem insanlar arasında iken Deccâl’den bahsetti ve:

‘Muhakkak ki Yüce Allah şaşı (veya sakat gözlü) değildir. Haberiniz olsun ki mesih Deccâl’in sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü salkımından dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir.’”472

Nevvâs b. Sem‘ân radıyallahu anh’dan gelen hadiste Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem onu şöyle tarif etmiştir:

‘O çok kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözü dışarı çıkmıştır. Ben onu ‘Abdul‘uzzâ b. Katan’a benzetiyorum.’473

Ubâde b. Sâmit radıyallahu anh’dan gelen hadiste Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

‘Muhakkak ki Mesîh Deccâl kısa boylu, apışık, kıvırcık saçlı, gözü sakat ve gözü siliktir. Gözü ne kabarık ne de basıktır. Eğer sizi kandırırsa, bilin ki sizin Rabbiniz sakat gözlü değildir.’474

Ebû Hureyre radıyallahu anh, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

‘İnsanları sapıttıran Mesîh ise gözü sakat, alnı açık, boynu kalın ve eğri birisidir.’475

Deccâl’in ahir zamanda çıkacağına dair hadisler mütevâtirdir. O, Allah’ın kendisine dilediğince olağan üstü haller verdiği gerçek bir şahıstır. Hadislerde açıkça geldiğine göre Deccâl’in kendisi belirli bir adamdır. Onun hurafe, yalan veya batılın sembolü olduğuna dair hiç bir delil yoktur.

470 Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’l-Kubra (4/ 274) Ebu Ya’la (1/ 136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765- 768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne’de (697) sahih demiştir.

471 Sahih. Buhârî, (7128)

472 Sahih. Buhârî, (7127)

473 Sahih. Muslim, (Nevevî Şerhi, 18/65).

474 Sahih. Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/264) Ahmed (5/324) Ebû Dâvud, (4320) Sahîhu’l-Câmi, (2455).

475 Hasen. Ahmed, (15/28-30). Ahmed Şakir ‘sahih’ demiştir. İbn Kesîr ise hasen olduğunu söylemiştir. Bkz. en-Nihâye, (1/130).

Güneşin Batıdan Doğacağını İnkar Edenler Haktan Sapmıştır

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki: “Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek... güneşin batıdan doğacak olmasını yalanlayacaklar...”476

Huzeyfe b. Esîd el-Gıfârî radıyallahu anh şöyle dedi:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi, biz birşeylerden bahsediyorduk.

“Ne anlatıyorsunuz?” buyurdu.
 

“Kıyametten bahsediyorduk” dediler. Şöyle buyurdu:

“Şüphesiz o (kıyamet), siz onun öncesinde şu on alameti görmedikçe kopmaz.” Böylece duman, deccâl, dabbe, güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsâ aleyhi's-selâm’ın nüzulü, Ye’cûc ve Me’cûc, doğuda, batıda ve arap yarımadasında olmak üzere üç batış ve son olarak Yemen’den ortaya çıkıp insanları mahşerlerine sürükleyen bir ateşi zikretti.”477

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Altı şey gelmeden önce iyi ameller yapmaya çalışın: Deccal, Duhan, Dâbbetü’l-Arz, güneşin batıdan doğması, herkesin başına gelecek olan şey, birinizin başına gelecek olan şey”478

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Muhakkak ki çıkış bakımından alametlerin ilkleri güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanlara dabbenin çıkmasıdır. Bunlardan hangisi diğerinden önce olursa, diğer alametler de hemen onun peşinden gelir.”479

Bir kıyamet alameti olarak güneşin batıdan doğması hakkındaki hadisler mütevatir olup, şu yollardan gelmiştir:

1- Ebu Saîd el-Hudrî480

2- Ebu Hureyre481

3- Abdullah b. Ömer482

4- Huzeyfe b. el-Yeman483

5- Ebu Zerr484

6- Abdullah b. Abbâs485

7- Abdullah b. Ebi Evfâ486

8- Safvân b. Assâl487

9- Muâviye b. Ebi Süfyân488

10- Abdurrahman b. Avf489

11- Enes b. Malik490

12- Ebu Ümâme491

13- Huzeyfe b. Useyd492

14- Ebu Musa el-Eş’arî493

15- Abdullah b. Mes’ud494
16- Vasile b. Eska495
17- Abdullah b. Amr b. el-As496
18- Abdullah b. Selam497
19- Haris b. Abdillah498
20- Ali b. Ebi Talib499 radıyallahu anhum ecmain ve daha bir çokları.

476 Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’ l-Kubra (4/ 274) Ebu Ya’la (1/ 136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765-768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne (697).

477 Sahih. Muslim (2901) İbn Hibban (6791) Hakim (3/686)

478 Sahih. Müslim (2947) İbni Hibban (15/96) Hakim (4/561) Ebu Avane (1/55) İbni Mace (4056) Ahmed (2/303, 337, 372, 407, 511, 523) Tayalisi (1/332) Ebu Ya'la (11/396) Taberani (18/36) ed-Dani Sünenül Varide Fil Fiten (5/1006) Deylemi (2073-74) el-Hüseyni el-Beyan vet-Ta'rif (2/2)

479 Sahih. Muslim (2941) Hakim (4/590)

480 Sahih ligayrihi. Ahmed (3/31, 98) Tirmizi (3071)

481 Sahih. Buhari (4635, 4636, 6506) Muslim (157)

482 Sahih ligayrihi. Hakim (47531)

483 Taberi Tefsir (17/87) Abdulmelik b. Habib, Eşratu’s-Sa’a (14, 18) ed-Dani, Sunenu’l-Varide fi’l-Fiten (596) Kettani, Nazmu’l-Mutenasir (s.230)

484 Sahih. Ebu Nuaym, el-Mustahrac (397) Tirmizi (2196)

485 Sahih. Abdulmelik b. Habib, Eşratu’s-Sa’a (14) ed-Dani Sunenu’l-Varide (714) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (107) Nuaym b. Hammad, el-Fiten (s.397) Deylemi (3961, 7529)

486 Kettani, Nazmu’l-Mutenasir (s.230)

487 Hasen. İbn Huzeyme (196) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (8/32) Taberani (8/54)

488 Sahih. Ebu Davud (2479) Ahmed (4/99) Darimi (2555)

489 Tahavi, Şerhu Muşkili’l-Asar (7/47)

490 Sahih. İbn Mace (4056) Tirmizi (2196)

491 Sahih ligayrihi. Taberani (8/263) Hatib Tarih (2/156, 5/23) Buhari, Tarihu’l- Kebir (8/341) İbn Asakir, Tarih (5/365) bkz. el-Elbani es-Sahiha (3305)

492 Sahih. Muslim (2901) İbn Hibban (6791) Hakim (3/686)

493 Sahih. Muslim (2759) İbn Hibban (266) Ahmed (4/395)

494 Sahih. Hakim (2/553, 4/566, 588) Serrac, Musned (2698)

495 Sahih. Hakim (4/474) Taberani (22/79)

496 Sahih. Muslim (2941) Hakim (4/590) Ahmed (2/164) Ebu Davud (4310)

497 Taberani (13/161)

498 Nuaym b. Hammad, el-Fiten (s.354)

499 Ed-Dani, Sunenu’l-Varide fi’l-Fiten (664)

Kabir Azabını İnkar Eden Haktan Sapmıştır

Abdullah ed-Danac (er-Rumî) şöyle dedi: “Enes b. Malik’e birisi:

“Bir topluluk kabir azabını yalanlıyor” dedi. Enes radıyallahu anh dedi ki:

“Onlarla da oturmayın.”500

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki: “Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek... kabir azabını yalanlayacaklar ve bir topluluğun cehenneme girmelerinden sonra çıkarılacaklarını yalanlayacaklar.”501

Bera b. Azib radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Mümin kabrinde oturtulduğu zaman, Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına ve Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın rasulü olduğuna şehadet eder. Bu yüzden Allah Azze ve Celle: “Allah, îman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar” buyurmuştur. Bu kabir azabı hakkında nazil olmuştur.”502

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Onlar, sabah akşam ateşe sunulmaktadırlar. Kıyametin koptuğu gün de, "Firavun ailesini en şiddetli azaba sokun denilecektir.” (Mümin 46)

Katade şöyle demiştir: “Onlara: “Ey Firavun ailesi! Çirkinlik, aşağılık ve eksiklik olarak yeriniz burasıdır” denilir.”503

İbn Sirin de şöyle demiştir: “Ebu Hureyre radıyallahu anh ikindi namazından sonra bize gelir şöyle derdi;

“Bazı melekler çıkar, bazı melekler iner ve Firavun ailesine ateşi arz ederler. Ateşten Allah’a sığınanlar dışında kimse onu işitmez.”504

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Hiç şüphesiz, küfürleriyle kendilerine zulmedenler için başka azâblar da vardır; fakat onların çoğu bilmiyor.” (Tur 47)

İbn Cerir et-Taberi şöyle demiştir: “Müfessirler Allah Teala’nın kendilerine zulmeden bu kimselere diriliş gününden önce vaad edilen bu azab hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları bunun kabir azabı olduğunu söylediler. Bu konuda el-Bera b. Azib ve İbn Abbas radıyallahu anhum’den rivayetler nakledilmiştir.”505

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onların önünde de diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır." (el-Mu'minun, 100)

"Sen zalimleri ölümün sıkıntıları içinde meleklerin ellerini uzatarak: 'Ruhlarınızı çıkarın, Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız.' derken bir görsen!" (el- En'âm, 93)

Mutezile fırkası; “(İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” derler.” (Yasin 51) âyetini öne sürerek kabir azabını ve bu konuda vârid olmuş hadisleri inkâr etmektedirler. Bu şüphenin izahı Allahu â’lem şudur; Yasin suresi 51. âyetinde bahsedilen kimseler inkârcı kâfirlerdir. Onlar, kabir azabını, kendilerine vaat edilmiş olup korkuyla bekledikleri daha büyük bir azap olan cehennem azabına tercih edeceklerdir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur;

"Biz onları iki kere azaba uğratacağız. Sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir." (et-Tevbe, 101) İşte tehdit edilip durdukları bu büyük azap gelip çatınca

“Eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiğidir” diyeceklerdir.

500 Sahih mevkuf. El-Lalekai İtikad (2120, 2143) İbn Batta el-İbane (408) Musedded b. Muserhed’den naklen: İbn Hacer, Metalibu’l-Aliye (4534)

501 Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’l-Kubra (4/ 274) Ebu Ya’la (1/ 136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765- 768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne (697).

502 Sahih. Buhari (1369) Muslim (2871)

503 Sahih maktu. Taberi (21/396)

504 Suyutied-Durru’l-Mensur (7/291)

505 Taberi el-Camiu’l-Beyan (27/36)

Sünnetten Deliller:

Kabir sorgusu ve azabı hakkında mütevatir hadisler gelmiştir:

Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Kabir azabından sana sığınırım.”506

Âişe radıyallahu anhâ'dan: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
 

“Kabir azabı haktır.”507

Zeyd b. Sabit radıyallahu anh'den rivayet ediyorlar: “Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem Neccar oğullarına âit bir duvarın yanında, katırın üzerinde gidiyordu. Biz de onunla beraberdik. Birden binek koşup nerdeyse Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i yere düşürecekti. Orada altı veya beş veya dört kabir vardı. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Kim bu kabirlerin sahiplerini tanır?” diye buyurdu. Bir adam:

“Ben tanıyorum” dedi. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Ne zaman öldüler?” diye sordu. O da:

“Bunlar şirk üzere öldüler” dedi. Sonra Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bu ümmet kabirlerinde mutlaka imtihana çekilirler. Eğer siz ölüleri defnediyor olmasaydınız, Allah'a duâ edip benim işittiğim kabir azabını size de işittirmesini dileyecektim.”508

Âişe radıyallahu anhâ'dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kabir ehli, kabirlerinde azap görürler ve hayvanlar o azabın sesini işitirler.”509

Câbir radıyallahu anh'den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Neccar oğullarına ait bir hurma bahçesine girdi. Neccâr oğullarından, cahiliyye döneminde ölen bazı kimselerin kabirlerinde gördükleri azabın seslerini işitti. Hemen korkulu bir halde çıkıp sahabelerine kabir azabından Allah'a sığınmalarını emretti.”510

Ebû Said el-Hudri radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kâfirin başına kabrinde doksan dokuz ejderha musallat olur. Kı- yamet kopuncaya kadar, onu ısırırlar.”511

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sel- lem şöyle buyurmuştur:

“Mümin kabrinde bir bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira boyunda genişletilir ve dolunay gibi aydınlatılır. “Kim zikrimden yüz çevirirse muhakkak ona dar bir geçim vardır” (Taha 124) Ayetinin hangi konuda indiğini bilir misiniz?” Sahabeler:

“Allah ve Rasûlu daha iyi bilir” dediler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“O dar geçim, kabir azabıdır. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona doksan dokuz ejderha musallat olur. Vücudunu şişirirler, onu sokarlar ve kıyamete kadar cesedini tahriş ederler.”512

Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“İdrardan sakınınız, çünkü kabir azabının çoğu ondandır.”513

İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu:

“Şüphesiz bu ikisi azap görmektedirler. Azapları da büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi idrar sıçrantılarından sakınmıyordu, diğeri de laf taşırdı.” Sonra, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elinde bulunan yaş bir değneği ikiye bölüp kabirlerine dikti. Sahabeler:

“Bunu neden yaptın ey Allah’ın rasulü?” deyince:
 

“Umulur ki bunlar yaş kaldıkça azapları hafifletilir” buyurdu.”514

Meymûne radıyallahu anhâ'dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey Meymûne! Kabir azabından Allah'a sığın. Kabrin en şiddetli azabı gıybet ve idrardan dolayıdır.”515

Ya'la b. Siyabe radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sahibi azap gören bir kabrin başına geldi ve:

“Bu, insanların etlerini yiyordu” dedi. Sonra yaş bir dal istedi. Onu kabrine dikti ve:

“Umulur ki, bu dal yaş kaldıkça azabı hafifler” buyurdu.516

Enes radıyallahu anh'den: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ebû Talha radıyallahu anh'ın bir hurma bahçesinde iken Bilal radıyallahu anh de arkasında yürüyordu; bir kabrin yanından geçtiler.

“Ey Bilâl! Benim işittiğimi sen de işitiyor musun? Bu kabrin sahibi, azap görüyor. Sorguya çekildiğinde, bir yahudi olduğu anlaşılmış” buyurdu.517

Ümm Mübeşşir radıyallahu anha'dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kabir azabından Allah'a sığının.” Ben: “Ey Allah’ın rasulü! İnsanlar kabirlerinde azap mı görecekler?” dedim. “Evet, hayvanların işiteceği bir azapla, azap görecekler” buyurdu.518

İbn Mes’ûd radıyallahu anh'den: Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şüphesiz ölüler, kabirlerinde azap görürler. Öyle ki hayvanlar onların seslerini işitir.”519

“Nasıl ki kâfirler kabirdekilerden ümitsizliğe düştüler” (Mumtehine 13) âyeti hakkında İkrime şöyle demiştir: “Kâfirler kabirlerine konuldukları zaman, Allah'ın onlara hazırladığı azabı görüp, Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşerler.”520

el-Huveyris b. er-Riâb dedi ki: “Ben seferden dönerken, üstü başı alev tutmuş demir bir çerçeve içinde bir adam kabirden çıkıp üzerime geldi. İki sefer

“Bana su ver” dedi. Ardından birisi çıkıp:

“Bu kâfire su verme” dedi. Ona kavuşup, zincirinden tuttu. Yerde çekip beraber kabre girdiler. Huveyris dedi ki:

“Deve öyle olmuştu ki, ona hiç bir şey yapamıyordum. Boynundan tutunca çöktü. Ben indim, akşam ve yatsı namazlarını kıldım. Sonra bindim ve Medine'de sabahladım. Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh'e vardım. Ona meseleyi anlattım. Halife:

“Ey Huveyris! Ben seni yalanla suçlamıyorum. Bana doğru bir haber verdin” dedi. Kunfa es-Suğra'dan cahiliye dönemini görmüş bâzı ihtiyarları çağırdı. Sonra Hüveyris’i de çağırdı ve şöyle dedi:

“Bu bana bir şeyler anlattı. Onu yalanla suçlamıyorum. Ey Huveyris! Bana anlattığını onlara da anlat.” Huveyris anlattı. Onlar:

“Ey Müminlerin emiri! Biz bunu tanıyoruz. Gıfar oğullarından bir adamdır. Cahiliyede öldü. Misafirlere hak tanımıyordu” dediler.”521

Hişam b. Urve, babasından rivayet ediyor: “Mekke ile Medine arasında binekli birisi gidiyordu. Bir kabristandan geçerken, demire vurulmuş, üstü başı alev tutmuş bir adam

“Ey Allah’ın kulu! Bana su ver. Ey Allah’ın kulu! Bana su ver” dedi. Ardından birisi çıkarak:

“Ey Allah’ın kulu! Su verme. Ey Allah’ın kulu! Su verme!” dedi. Bunun üzerine binekli şahıs bayıldı. Saçları ağardı. Olay Osman radıyallahu anh'e anlatıldığında, kişinin yalnız olarak sefere çıkmasını yasakladı.”522

Ebu Rafi radıyallahu anh'den: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber Baki' kabristanından geçiyordum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Üf, üf” dedi. Beni kastettiğini sandım.
 

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben mi bir şey yaptım?” dedim.

“Ne demek istiyorsun?” dedi. Ben:

“Bana üf dedin” dedim. O:

“Hayır, bu kabir sahibi filan kişiyi, filan kabileye zekât memuru olarak göndermiştim. Bir zırh çaldı. Şimdi ona ateşten bir zırh giydirilmiş olduğunu görüyorum” buyurdu.523

Semûra b. Cündüb radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in, ashabına çok fazla söylediği şeylerden birisi de:

“İçinizden kimse rüya gördü mü?” sözü idi. Bir gün sabahleyin, şöyle buyurdu:

“Bu gece iki kişi gelip bana:

“Hazırlan” dediler. Onlarla beraber çıktım. Beni Arz-ı Mukaddes’e götürdüler. Yatan bir adamın yanına geldik. Elinde taş olan diğer bir adam başında duruyordu. Taşı başına vurup başını sıyırıyor, taş yuvarlanıp gidiyordu. Peşinden gidip taşı alıyordu. Vuran adam daha dönmeden, vurulanın başı eski haline gelip iyileşiyordu. Döndüğü vakit ilk sefer yaptığı gibi bir daha onun başına vuruyordu. Ben o arkadaşlarıma

“Subhanallah! Nedir bunlar?” dedim. Onlar:

“Devam et” dediler. İlerledik, baş üstü yatmış bir adama vardık. Elinde çengel olan diğer bir adam onun yanında idi. Yanaklarına çen- geli takıp kafasına kadar yırtıyor, burnuna koyup kafasına kadar yırtıyor, gözüne takıp kafasına kadar yırtıyordu. Sonra dönüp diğer tarafı da aynen öyle yapıyordu. Onu bitirmeden diğer taraf eski haline dönüp iyileşiyordu. Yine diğer tarafa yaptığını bu tarafa yapıyordu. Ben arkadaşlarıma:

“Subhanallah! Nedir bunlar?” dedim. Onlar:

“Devam et” dediler. İlerledik. Tandır gibi bir şeyin yanına vardık, içinde sesler ve gürültü vardı. İçine baktık, çıplak kadın ve erkek dolu. Altlarından alev kendilerine vuruyor, alev vurdukça bağrışıyorlardı. Ben arkadaşlarıma:

“Nedir bunlar?” dedim. Onlar:

“Devam et” dediler. İlerledik. Kan gibi kızıl bir nehrin yanına vardık. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da ellerinde küçük çakıllar olan bir adam vardı. O arada, adam, yüzdüğü kadar yüzüyor, sonra, çakılları biriktirenin yanına gelip ağzını ona açıyordu. Ağzına bir taş atınca gidip yüzüyor, sonra bir daha ona dönüyor, ağzını açıp adamdan bir taş daha yutuyordu.

“Bunlar kimlerdir?” dedim.

“Devamet”dediler.İlerledik.Hiçbenzerinigörmediğimçirkin bir adamın yanına vardık. Yanındaki ateşi karıştırıp etrafında dolaşıyordu. Arkadaşlarıma:

“Bu kimdir?” dedim. Onlar:

“Devam et” dediler. İlerledik. Yemyeşil, içinde baharın her tür çiçeği olan bir bahçeye girdik. Bahçe ortasında başını göremeyeceğim kadar uzun bir adam vardı. Etrafında hiç görmediğim çocuklar vardı. Arkadaşlarım bana:

“Devamet” dediler. İlerledik. Büyüklükte ve güzellikte benzerini göremediğim büyük bir bahçeye vardık. Arkadaşlarım bana:

“Yüksel” dediler. Yükseldik, binaları altın ve gümüş kerpiçten olan bir şehre vardık. Şehrin kapısını çaldık, bize açıldı. İçine girdik, bir tarafları çok güzel, bir tarafları çok çirkin adamlar bizi karşıladılar. Arkadaşlarım onlara:

“Gidin şu nehirde yıkanın” dediler. Orada suyu bembeyaz geniş bir nehir vardı. Onlar gidip yıkandılar. Sonra bize döndüler. Çirkinlik onlardan gidip en güzel şekle girdiler. Arkadaşlarım:

“İşte bu senin evindir” dediler. Ben:

“Allah'ın bereketi üzerinize olsun bırakın, içine gireyim” dedim. Onlar:

“Fakat şimdi giremezsin” dediler. Ben, o arkadaşlarıma:

“Bu gece çok acaip şeyler gördüm, nedir bu gördüklerim?” dedim. Onlar dediler ki:

“Başı sıyrılan adam; Kur'an'ın hükümlerini terk eden, uykudan dolayı farz namazlarını kaçırandır. Kıyamete kadar ona öyle yapılacaktır. Yüzü, gözü ve burnu kafasına kadar yırtılan adam ise, sabahleyin evinden çıkıp her tarafta yalan söyleyendir. Kıyamete kadar ona öyle yapılacaktır. Tandır gibi yerdeki çıplak kadın ve erkekler ise, zina edenlerdir. Nehirde yüzüp taş yutan adam ise, faiz yiyendir. Ateş karıştıran adam ise, Cehennemin bekçisi ve sahibidir. Bahçedeki uzun boylu adam; İbrahim aleyhi's-selâm’dır. Etrafındaki çocuklar ise, İslam fıtratı üzere ölen çocuklardır.” Sahabeler:

“Ey Allah’ın rasulü! Müşriklerin çocukları da mı?” dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

“Evet, müşriklerin çocukları da...” dedi. Bir tarafı çok güzel bir tarafı çok çirkin olan o topluluk ise; salih bir ameli, kötü bir amelle karıştıranlardır. Allah onları affetti. Ben ise Cibril'im. Bu da Mikail'dir.”524

Kabir sorgusu ve azabı hakkında yukarıda zikredilenler dışında şu sahabelerden de gelen rivayetler şüphesiz mütevatir haddine ulaşmıştır; 

1- Enes b. Mâlik525,
2- el-Bera' b. Âzib526,
3- Temîm ed-Dârî527,
4- Beşir b. Ukkâl528,
5- Sevban529,
6- Cabir b. Abdillah530,
7- Abdullah b. Ravaha531,

8- Ubade b. Sâmit532,

9- Huzeyfe b. el-Yeman533,

10- Damra b. Habib534,
11- İbn Abbâs535,
12- İbn Ömer536,

13- İbn Amr537,
14- İbn Mes'ud538,
15- Osman b. Affan539,

16- Ömer b. El-Hattab540,

17- Amr b. El-Âs541,
18- Muâz b. Cebel542,

19- Ebû Umâme543,

20- Ebû’d-Derdâ544,
21- Ebu Rafi545,
22- Ebu Said el-Hudrî546,
23- Ebu Katade547,
24- Ebu Hureyre548,
25- Ebu Musa549,
26- Esma bt. Ebi Bekr550,
27- Esma bt. Umeys551 ve
28- Âişe552 radıyallahû anhum ecmain.

506 Sahih. Buhari (1377) Muslim (588)

507 Sahih. Buhari (1372)

508 Sahih. Muslim (2867) İbn Hibban (3/281) İbn Ebi Şeybe, Müsned (122)

509 Sahih. Buhari (6366) Muslim (586) İbn Ebi Şeybe Musannef (3/50)

510 Sahih. Ahmed (3/295) Abdurrazzak (3/584) Bezzar (Keşfu’l-Estar 871) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1360) Elbani es-Sahiha (3954)

511 Hasen ligayrihi. Ahmed (3/38) Darimi (2815) İbn Hibban (7/391) Acurri eş- Şeria (841) Ebu Ya’la (2/491) Abd b. Humeyd (929) İbn Ebi Şeybe (7/58) İsnadında Derrac Ebu’s-Semh vardır. Ancak bir sonraki rivayetle birlikte hasen ligayrihi derecesine çıkmaktadır.

512 Hasen. İbn Hibban (7/392) Ebu Ya’la (11/521) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (68) Acurri eş-Şeria (840)

513 Sahih. Ahmed (2/326, 388, 389) İbn Mace (348) Beyhaki (2/578) Darekutni (464, 465) İbn Ebi Şeybe (1/115) Bezzar (16/119) Acurri, eş-Şeria (852, 853) Hakim (1/293)

514 Sahih. Buhari (218, 1361, 1378, 6052) Muslim (292) İbn Ebi Şeybe (1/115, 3/51) İbn Hibban (7/398) İbn Carud el-Munteka (130) Ahmed (1/225)

515 Hasen. Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (210)

516 Hasen. Taberani, Evsat (3/41) el-Esbehani, et-Tergib (592) el-Elbani, Sahihu’t-Tergib (2842)

517 Sahih. Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (6/281, 282) Ahmed (3/151) Buhari, Edebu’l-Mufred (853) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (94) Ebu’l-Hattab İbn Dihye, Ayatu’l-Beyyinat (s.248) Elbani, Sahihu Edebi’l-Mufred (659)

518 Sahih. İbn Hibban (7/395) Ahmed (6/362) İbn Ebi Şeybe (6/19) Taberani (25/103) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (95) İbn Ebi Asım, es-Sunne (875) Acurri eş- Şeria (856)

519 Sahih. Taberani (10/200) Darekutni İlel (5/109) Ebu Nuaym, Ahbaru İsbehan (704) Elbani, Sahihu’l-Cami (1965)

520 Hasen maktu. İbn Ebi Şeybe (7/216) Ebu Nuaym, Hilye (3/335)

521 Hasen mevkuf. İbn Ebi’d-Dunya, el-Kubur (114) Men Aşe Ba’de’l-Mevt (56)

522 Hasen maktu. İbn Ebi’d-Dunya el-Kubur (95)

523 Hasen. İbn Huzeyme (2337) Ahmed (6/392) Nesai (862) Beyhaki Şuab (4/63) Taberani (1/323) Ru’yani (707) Ebu İshak el-Fezari, Siyer (186).

524 Sahih. Buhari (7047) İbn Huzeyme (942) İbn Hibban (2/427) Ahmed (5/8) Beyhaki (2/188, 5/275)

525 Sahih. Buhari (1273, 1308); Muslim (2870); İbn Hibban (7/390); Ebu Davud (4751) Nesai (2050-2051); Ahmed (3/126, 233); Beyhaki (1/659, 4/80); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (14, 15); İbn Ebi Asım, es-Sunne (863) Acurri, eş-Şeria (850) Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (1427)

526 Sahih. Ahmed (4/287) Ebu Davud (4753) Hakim (1/93, 98) İbn Ebi Şeybe (3/54) Beyhaki, Azabu’l-Kabr (s.37) Tayalisi (s.102 no:753) Hennad, Zühd (339) Taberi Tefsiri (8/176) İbn Ebi Hatim Tefsir (4/1307) İbnu’l-Mubarek Zühd (1219) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1438) İbn Huzeyme Tevhid (s.119) Ru’yani (392) Beyhaki Şuab (1/355) Elbani Sahihu’l-Cami (1672)

527 İbn Ebi’d-Dunya Zikru’l-Mevt (254)

528 Zayıf. Taberani (2/46); Ebu Nuaym Marife (1138) Bezzar (Keşfu’l-Estar – 870) isnadına Ömer b. Muhammed b. Sahban zayıftır.

529 Ebu Nuaym Hilye (6/147)

530 Sahih. Ahmed (3/346); Taberani Evsat (9/39); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (215, 216); İbn Abdilberr, et-Temhid (14/108); İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (81) İbn Ebi Asım, es-Sunne (866); el-Elbani, isnadı ceyyid demiştir.

531 Hasen ligayrihi. Taberani (13/414) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no:2703)

532 Zayıf. İbn Ebi’d-Dunya, et-Teheccüd (31) ; İbn Durays, Fadailu’l-Kur’an (s . 1 16); Hari s b. E bi Us am e, M üs ned (B ugy et u’ l -B ahi s 730); A c urri , A hl ak u Hameleti’l-Kur’an (94) Hatib el-Bağdadi, el-Muttefak ve’l-Mufterak (3/279) Muhammed b. Nasr el-Mervezi, Muhtasaru Kiyami’l-Leyl (159) Şevkani, el- Fevaidu’l-Mecmua (s.305). Ukayli, ed-Duafa (2/38 no:466) İsnadında Davud b. Raşid et-Tafavi leyyin bir ravidir. Metninde nekaret vardır.

533 Hasen ligayrihi mevkuf. İbn Ebi’d-Dunya, el-Menâmât (7) isnadı munkatıdır.

534 Hasen maktu. Ebu Nuaym, Hilye (6/104) İbnu’l-Cevzi, Mevduat (3/235); İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (2/456). Merfu olarak zayıf isnadla: Rafii, et-Tedvin (3/346) İbnu’l-Cevziel-Mevduat (3/234) İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (2/456) İbn Cevzi; Ahmed b. Ali b. Lal yoluyla rivayet etmiştir. Mürseldir

535 Hasen. Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (104, 233) Taberani (11/88) Taberani, Evsat (3/130) Hatib, Tarih (2/46) İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/33) Taberi (16/603)

536 Hasen mevkuf. Beyhaki Zühd (584); Şuabu’l-İman (2/214) İbn Asakir, Tarihu Dımeşk (31/174) Deylemi (347) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 111)

537 Hasen. Ahmed (2/172) İbn Hibban (7/384) İbn Adiy el- Kamil (2/449) Abdulmelik b. Habib es-Sulemi, Vasfu’l-Firdevs (282) Acurri eş-Şeria (s.367) Hakîm et-Tirmizi, Nevadir (181, 1523) Elbani Ta’liku’r-Ragıbda (4/183) hasen dedi. Şuayb el-Arnaut da İbn Hibban ta’likinde hasen demiştir.

538 Hasen mevkuf. İbn Ebi Şeybe (3/52) Acurri eş-Şeria (s.367) Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (225) Taberi, Tehzibu’l-Asar (184) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelefi’l- Hadis (s.248).

539 Sahih. Ebu Davud (3221); Hakim (1/526); Beyhaki (4/56); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (211) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (1/522) Elbani, Sahihu’l-Cami (945).

540 Hasen ligayrihi. Acurri, eş-Şeria (s.366) Haris b. Ebi Usame, Musned (281) Mürseldir.

541 Sahih mevkuf. Muslim (121).

542 Bezzar (7/97) el-Gafiki, Lemhatu’l-Envar (249, 255) isnadında meçhul kimseler vardır.

543 Taberani (8/249); Ebu Suleyman er-Rib’î, Vesaya’l-Ulema (31) el-Kasım es- Sekafi el-Esbahani, Erbain (s.214); Ziyau’l-Makdisi, el-Muntek min Mesmuat (no 21 el yazma)

544 Hasen mevkuf. İbnu’l-Mubarek, Zühd (1090); İbn Ebi Şeybe (3/53); Acurri, eş-Şeria (s.366); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (229).

545 Taberani (1/322, 325) Bezzar (9/320) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (99)

546 Sahih. Ahmed (3/3); Bezzar (Keşfu’l-Estar 872); Abdullah b. Ahmed es- Sunne (1456) İbn Ebi Asım, es-Sunne (718); Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (32) Taberi Tefsiri (16/591) İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/35) Fesevi Meşyeha (el yazma 87) Elbani es-Sahiha (3394)

547 Hasen mevkuf. İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/32) Taberani Evsat (2/90)

548 Sahih. Tirmizi (1071) İbn Mace (4268) İbn Abdilberr el-İstizkar (3/88) Bezzar (15/29, 17/154) Taberi Tehzibu’l-Asar (2/217 no 176). İbn Hibban (7/380, 386) Acurri, eş-Şeria (s.365) İbn Ebi Asım, es-Sunne (864) Hennad, Zühd (1/204) İbn Ebi Şeybe (3/56) İbn Cerir et-Taberi, Tefsir (13/216) Taberani Evsat (3/106, 9/166) Hakim (1/535) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (56, 67) Şeceri, Emali (1/109) Makdisi, Atrafu’l-Garaib ve’l-Efrad (5533) Elbani Sahihu’t-Tergib (3/220) Elbani, es-Sahiha (1391).

549 Sahih mevkuf. Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (227) İbn Sad, Tabakat (4/115)

550 Sahih. İbn Ebi Şeybe (7/496) Buhari (36, 86, 880, 1005)

551 Sahih. Ahmed (6/352) Taberani (24/105)

552 Sahih. Ahmed (6/139) Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (29) Abdulhak el-İşbili, Ahkamu’ş-Şer’iyyeti’l-Kubra (3/360) İshak b. Rahuye (1170) İbn Mende el-İman (1067) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1448) Mukbil b. Hadi, Camiu’s-Sahih (1439)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

20 İMANŞefaati ve Bir Topluluğun Cehennemden Çıkacağını İnkar Edenler Haktan Sapmıştır
00:00 / 01:04

Şefaati ve Bir Topluluğun Cehennemden Çıkacağını İnkar Edenler Haktan Sapmıştır

Abdullah ed-Danac (er-Rumî) şöyle dedi: “Enes b. Malik’e birisinin:

“Ey Ebu Hamza! Bir topluluk şefaati yalanlıyor” dediğine, onun da şöyle cevap verdiğine şahit oldum:

“Onlarla oturmayın.”553

Katade rahimehullah dedi ki: “Enes b. Malik radıyallahu anh Allah Teâlâ’nın:

“İsyan edenler cehennemdedirler” (Hud 106) ayeti hakkında şöyle dedi: “Bir topluluk cehennemden çıkacaktır. Biz Harura halkının (haricîlerin) yalanladıkları gibi bunu yalanlamayız.”554

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki:

“Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek... şefaati yalanlayacaklar... ve bir topluluğun cehenneme girmelerinden sonra çıkarılacaklarını yalanlayacaklar.”555

Yezid el-Fakir’den: Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’ya dedik ki:

“Ey Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı! Siz bazı toplulukların cehennemden çıkacağını iddia ediyorsunuz. Allah Azze ve Celle ise:

“Cehennemden çıkmak isterler, ama oradan çıkıcı değillerdir” (Maide 37) buyuruyor.” Cabir radıyallahu anh dedi ki:

“Muhakkak ki sizler özel olanı genel kabul ediyorsunuz. Ayetin öncesini okuyun. Bu ayet ancak kafirler hakkındadır.”556

Talk b. Habib’den: “Ben herkesten fazla şefaati yalanlayanlardan biri idim. Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma ile karşılaştığımda, Allah’ın cehennem ahalisinin ebedî olarak orada kalacaklarını zikrettiği ayetlerden bildiklerimin tümünü ona okudum. Bunun üzerine o:

“Ey Talk! Sen Allah’ın Kitabını ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini benden daha iyi bildiğini mi düşünüyorsun? Okumuş olduğun ayetler müşrikler hakkındadır. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kastettiği bu topluluklar günah işleyip de azaplandırılan topluluklardır. Bunlar cehennemden çıkarılırlar” dedikten sonra ellerini kulaklarına götürerek:

“Eğer ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in:

“Onlar ce he nne me girdikte n sonra te krar çıkacaklardır” buyurduğunu işitmediysem bunlar sağır olsun. Biz de bu ayetleri senin okuduğun gibi okumaktayız” dedi.”557

İkrime’den: “Nafi b. Ezrak, İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya: “Allah Teâlâ:

“Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir...” (Maide 37) buyurmuşken sen bazı toplulukların Cehennem’den çıkacağını mı iddia ediyorsun?” deyince İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:

“Yazık sana! Bir önceki ayeti okusana! Bu ayette kafirler kastedilmektedir.”558

Tevhid üzere ölenlerin şefaat ile cehennemden çıkacaklarına dair mütevatir hadisler gelmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

1- İmran b. Husayn radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle cehennemden çıkarılacak ve cennete sokulacaklar, onlara “cehennemliler” ismi verilecektir.”559

2- Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk cehennemde kendilerine dokunan ateşten dolayı kararmış olarak cehennemden çıkacak, sonra cennete sokulacaklar ve cennet halkı onlara “cehennemliler” ismini verecektir.”560

3- Huzeyfe radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk cehennemde yandıktan sonra çıkarılacak ve onlara “cehennemliler” adı verilecektir.”561

4- Mugira b. Şu’be radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk cehennemden çıkıp cennete girecek ve onlara cennette: “cehennemliler” denilecektir. Onlar bu ismin kendilerinden kaldırılması için Allah’a dua edecekler, bunun üzerine Allah onlardan cehennemden çıktıkları sıradaki izlerini silecektir.”562

5- Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk cehennemde yandıktan sonra çıkarılacak ve cennete sokulacaktır.”563

6- Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk cehennemde yandıktan sonra çıkacak ve cennete gireceklerdir... Onlara bir şey istiyor musunuz denilecek de onlar: “Bizden bu ismin kaldırılmasını istiyoruz” diyecekler. Bunun üzerine onlardan bu isim kaldırılacak.”564

553 Sahih mevkuf. El-Lalekai İtikad (2120, 2143) İbn Batta el-İbane (408) Musedded b. Muserhed’den naklen: İbn Hacer, Metalibu’l-Aliye (4534)

554 Hasen mevkuf. Tahavî, Şerhu Muşkili’l-Asar (14/346) el-Esbehani, el-Hucce (330)

555 Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’l-Kubra (4/ 274) Ebu Ya’la (1/136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765-768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne’de (697) sahih demiştir.

556 Sahih mevkuf. Muslim (320) El-Esbehani, el-Hucce (328-329) Vahidî, Tefsir (2/184) el-Harisi, Musnedu Ebi Hanife (1521)

557 Hasen. Buhârî Edebu’l-Mufred (818) Beyhaki Şuabu’l-İman (323)

558 Hasen mevkuf. Taberî (8/406)

559 Sahih. Buhari (6566) Ebu Davud (4740) Taberani (18/137)

560 Sahih. Buhari (6559) Ahmed (3/134, 268) Ebu Ya’la (2886) ilk cümle ile: Taberi Tefsir (15/482) Sa’lebî, Tefsir (1/537)

561 Sahih. Ahmed (5/391) Tayalisi (419) el-Lâlekâî, İtikad (2080) İbn Ebi Asım, es-Sunne (835) İbn Huzeyme, Tevhid (2/666)

562 Hasen ligayrihi. Taberani (20/425) İbn Huzeyme Tevhid (2/691) Mehamili, Emali (420)

563 Sahih. Buhari (6190) Beyhaki Şuabu’l-İman (1/294) Tayalisi (1703) Hatib, Tarih (12/176) el-Lâlekâî, İtikad (2048)

564 Sahih. El-Muhlisiyyat (319) Abd b. Humeyd (863) Beyhaki İtikad (s.198) Ebu Abdillah el-Attar, Cüz (el yazma no:10) bkz.: Taberani Evsat (8/106)

Şefaatin Türleri:

1- Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in, büyük günah işleyenlere cehenneme girmelerinden önce yapacağı şefaat.

2- Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in büyük günah işleyenlere cehenneme girmelerinden sonra yapacağı şefaat.
 

3- Müminlerin büyük günah işleyenlere cehennemden çıkarılmaları için yapacakları şefaat.
 

Ehl-i sünnet imamlarından bazılarının sözleri şöyledir:

İmam Ahmed, şefaat hakkında şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle bazı toplulukları cehennemden çıkaracaktır.”565

İbn Huzeyme Kitabu’t-Tevhid’de şu başlığı açmıştır: “Diğer peygamberler (aleyhimusselam) dışında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e özel, ümmetine şefaat edeceği, onun ümmetinden bazılarının bu ümmetten Allah’ın bağışlamadığı günahları sebebiyle cehenneme girmiş olanlara şefaat ederek, günahları kadar azap edildikten sonra Allah’ın fazlıyla çıkarılacakları babı” sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatini ispat eden rivayetleri zikretmiştir.566

Ebu’l-Hasen el-Eşari şefaati inkar edenleri reddetmiş ve “Müslümanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaati hususunda icma etmişlerdir” demiştir.567

İmam Acurri “Şefaata imanın gerekliliği” diye başlık açmış ve şöyle demiştir: “Allah size merhamet etsin, şunu iyi bilin ki, şefaati inkar edenler cehenneme girenin oradan çıkamayacağını iddia ederler. Bu şefaati ve başka şeyleri yalanlayan mutezilenin mezhebidir...”568

es-Sabuni şöyle demiştir: “Din ve sünnet ehli Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in tevhid ehlinden günahkar olanlara ve büyük günah işleyenlere şefaat edeceğine iman ederler. Nitekim bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih rivayetler gelmiştir.”569

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ve şefaat edecek olan diğerlerinin şefaatini ispat konusunda Kitap ve Sünnetten deliller getirmişlerdir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Nitekim göklerde nice melekler vardır ki, ancak Allah'ın, dilediği ve hoşnud olduğu kimse için izin vermesinden sonra şefâatları bir işe yarar.” (Necm 26)

“Yine o gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha 109)
 

“O'nun izni olmadan, O'nun yanında Kim şefâat edebilir?” (Bakara 255)

Bu ve daha birçok ayette Allah Azze ve Celle’nin izninden sonra ve şefaat ediciden razı olması halinde şefaatin sabit olduğuna delalet etmektedir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği uzun bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bu neden biliyor musunuz? Kıyamet gününde Allah gelmiş geçmiş bütün insanları düz bir yere toplayacak, öyleki çağıran, sesini hepsine duyurabilecek, göz hepsini görebilecek. Güneş yaklaşacak insanların gam ve gussası dayanamayacakları ve tahammül edemeyecekleri dereceyi bulacak. Bunun üzerine insanlar birbirlerine: “Halinizi görmüyor musunuz? Başınıza geleni görmüyor musunuz? Rabbiniz huzurunda kendinize şefaat edecek bir zat arasanıza” diyecekler. Bâzıları birbirlerine: “Babanız Âdem’e gidin” diyecekler. Sonra onların sırayla Adem’e, Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere (Aleyhimusselam) gideceklerini, hepsinin de: “Siz benden başkasına gidin” diyeceklerini zikretmiştir. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:

“En sonunda bana gelirler ve: “Ey Muhammed! Sen Allah’ın rasulüsün ve peygamberlerin sonuncususun. Allah seni gelmiş ve gelecek günahlardan korumuştur. Rabbine şefaat etmek üzere git, içinde bulunduğumuz halimizi görmüyor musun?” diyecekler. Ben de kalkarak arşın altına geleceğim ve (orada) Rabbime secdeye kapanacağım. Sonra Allah bana öyle fütuhat verecek ve bana güzel hamdu senalardan öyle şeyler ilham buyuracak ki, öyle fütuhatı benden önce kimseye ihsan etmemiştir. Sonra: “Ey Muhammed! Başını kaldır: İste ki isteğin verilsin! Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin” denilecek. Ben başımı kaldırarak: “Yarabbi! Ümmetim, ümmetim” diyeceğim...”570 Hadis böylece devam etmektedir.

Enes b. Malik radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Cennette şefaat edecek insanların ilki benim ve peygamberler içinde tabi olanları en kalabalık olan ben olacağım.”571

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Her peygamber duasında acele etmiştir. Lakin ben kabul edilen duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için erteledim. Allah dilerse ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen herkes bu şefaate ulaşacaktır.”572

İnsanlar Şefaati kabul ve red konusunda üç kısma ayrılmışlardır:

Birinci kısım: İspat etmekte aşırı gitmişler, öyle ki putların ve Salihlerin şefaat edecekleri inancıyla onlara yönelerek kendilerine Allah katında şefaat etmeleri için dua etmişler, onlara yaklaşmaya çalışmışlardır. Allah Teâlâ onları şöyle haber veriyor:

“(O müşrikler), Allah'ı bırakarak, kendilerine zararı da faydası da dokunmayan şeylere ibadet ederler ve 'bunlar, Allah katında bizim şefâatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, göklerde ve yerde olup da Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir.” (Yunus 18)

“Bilesiniz ki, hâlis dîn Allah'ındır. O'ndan başkasını "biz onlara, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz" diyerek dost edinenler ise, Allah, onların ihtilâf ettikleri hususlarda, aralarında elbette hüküm verecektir. Elbette Allah, kâfir yalancı olan kimseye hidayet etmez.” (Zümer 3)

İkinci kısım: Şefaati inkarda aşırı gidenlerdir. Onlar Hariciler ve Mu’teziledir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğini inkar etmişlerdir.

Üçüncü kısım: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in, diğer peygamberlerin, sadık müminlerin ve başkalarının şefaat edeceklerini kabul ederler. Bu şefaat de iki kısımdır:

1- Menfî şefaat: Kafir ve müşrik için şefaattir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Artık şefâatçıların şefaati onlara layda vermez” (Muddessir 48)
 

2- Müsbet şefaat: Kur’ân’da ispat edilen şefaattir. Bunun da iki şartı vardır.
 

a- Allah’ın şefaat edecek kimse için izin vermesi

b-Kendisine şefaat edilecek kimseden razı olması.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Nitekim göklerde nice melekler vardır ki, ancak Allah'ın, dilediği ve hoşnud olduğu kimse için izin vermesinden sonra şefâatları bir işe yarar.” (Necm 26)

Allah Teâlâ ancak tevhid ehlinden razı olacaktır. Sahih’te rivayet edildiğine göre Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle demiştir:

“Ey Allah’ın rasulü! Senin şefaatinle en mutlu olacak kişi kimdir?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kalbinden samimiyetle la ilahe illallah (Allah’tan başka ibadete layık bir ilah yoktur) diyen kimsedir.”

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İçinizde hiç kimse yoktur ki, cehenneme uğramış olmasın. Bu, rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem 71)

Bu ayette geçen “vurud:uğrama” giriş manasındadır. Nitekim sahih bir rivayette bu şekilde gelmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah dilerse (Rıdvan) ağacı altında biat edenlerden hiçkimse cehenneme girmeyecektir.” Hafsa radıyallahu anha dedi ki:

“Nasıl olur ey Allah’ın rasulü? Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

“İçinizde hiç kimse yoktur ki, cehenneme uğramış olmasın.” (Meryem 71)” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“(Ondan sonraki ayette) Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Sonra Allah'tan sakınanları kurtarır, zâlimleri ise, orada dizüstü bırakırız.” (Meryem 72)”573

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in rıdvan biatine katılanlardan hiçbirinin cehenneme girmeyeceğini açıkça belirtmesi, Hafsa radıyallahu anha’nın anlayışıyla örtüşmedi ve Hafsa radıyallahu anhaya göre hadis ayete muhalif göründü. Ayetin ilk kısmını doğru anlamıştı. Zira:

“İçinizden hiçkimse yoktur ki cehenneme uğramış olmasın” ayetiyle kastedilen girmektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in burada Hafsa radıyallahu anha’nın “vurûd” kelimesini “giriş” manasında anlamasını onayladığını görüyoruz. Lakin problemi ayetin devamı ile açıklıyor:

“Sonra Allah'tan sakınanları kurtarır, zâlimleri ise, orada dizüstü bırakırız.” (Meryem 72)

Öyleyse salihleri ve günahkârlarıyla bütün insanlara nispetle hakiki anlamda giriş zorunludur. Ancak burada salih ile günahkâr arasında özde bir farklılık vardır. Salihin girmesi uğramaktan ibarettir. Günahkârın girişi ise azaba düşmek şeklindedir.

Hafsa radıyallahu anha hadisindeki bu manayı, Buhari ve Muslim’in rivayet ettikleri Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisi pekiştirmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Müslümanlardan birinin üç çocuğu ölsün de, kendisine cehennem ateşi dokunsun olamaz. Yalnız yemini bozmayacak kadarı müstesna!”574

Kastedilen yemin, ayette geçen: “İçinizden hiçkimse yoktur ki cehenneme uğramış olmasın” ifadesidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste, buluğ çağına ermemiş üç çocuklarını vefat ettiren Allah Azze ve Celle’nin takdirine sabreden ve buna razı olan ana babanın faziletine şahitlik etmekte, yemini bozmayacak kadarı müstesna olmak üzere onlara cehennem ateşinin dokunmayacağını, yani Hafsa radıyallahu anha hadisinde geçtiği gibi, cehenneme uğrayacaklarını bildirmektedir.

565 Tabakatu’l-Hanabile (1/344)

566 Kitabu’t-Tevhid (241)

567 El-İbane (s.162)

568 Acurri eş-Şeria (331)

569 Sabuni Akidetu’s-Selef (58)

570 Sahih. Buhari (4712) Muslim (194)

571 Sahih. Muslim (196)

572 Sahih. Buhari (6305) Muslim (199)

573 Sahih. Muslim (2496)

574 Sahih. Buhari (6656) Muslim (2632)

Kevser Havuzunu Yalanlayanlar Haktan Sapmıştır

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Sana kevseri verdik” (Kevser 1)

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki: “Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek... havzı yalanlayacaklar.”575

Humeyd rahimehullah, Enes radıyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet ediyor: “Ubeydullah b. Ziyad’ın yanına girdim. Kendi aralarında havzı söz konusu etmiş müzakere ediyorlardı. Ubeydullah: “İşte Enes geldi” dedi ve bana dönerek: “Ey Enes! Havz hakkında ne dersin?” dedi. Ben şöyle dedim: “Sizin gibi havz hakkında şüphe edip tartışacak kimseleri görünceye kadar yaşayacağımı beklemiyordum. Ben geride öyle yaşlı kadınlar bıraktım ki, onlardan birisi namaz kıldı mı, mutlaka Rabbinden Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in havzına gitmeyi kendisine nasip etmesini diliyordu.”576

Enes radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün aramızda iken biraz dalar gibi oldu. Sonra başını gülümseyerek kaldırdı. Ben:

“Neden güldün ey Allah’ın rasulü?” dedim. Şöyle buyurdu:

“Az önce bana şu sure nazil oldu: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile, sana kevseri verdik. Bu itibarla Rabbın için namaz kıl ve kurban kes. Gerçek olan şudur ki, asıl soyu kesik olan, sana kin besleyen kimsedir.” (Kevser suresi) bilir misiniz Kevser nedir?” biz:

“Allah ve rasulü daha iyi bilir” dedik. Şöyle buyurdu: “O, bir ırmaktır. Azîz ve Celîl olan Rabbım onu cennette bana vermiştir. Onun üzerinde pekçok hayır vardır. Ümmetler kıyamet gününde ona gelir ve onun kapları yıldızlar sayısıncadır. Kullar kendi aralarında tartışırlar, ben derim ki:
 

“Ey Rabbim; o, benim ümmetimdendir.” Bana denilir ki:
 

“Senden sonra ne yaptıklarını nereden bileceksin?”577

Burada aynı zamanda tasavvufçulara reddiye vardır. Onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem`nin vefatından sonra ümmetinin halini bildiği söylerler. Bu hadiste ise “Senden sonra ne yaptıklarını bilemezsin” deniliyor.

Bu ayeti kerime iki hususu ispat etmektedir:,

1- Kevserin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e vaad edilen ve sadece ona has kılınan cennet nehirlerinden bir nehir olduğu

2- Kevser suyunun toplandığı, Kıyamet arasatında bulunan havzın ispatı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılanlar bu havuza uğrarlar ve ondan bir kez içen bir daha susamaz.

Sehl b. Sad es-Saidi radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ben havzın başına sizden önce varacağım, kim gelirse ondan içecek ve kim içerse ebediyen susamayacaktır. Muhakkak benim üzerime beni tanıyan, benim de kendilerini tanıdığım bir takım kavimler gelecek, sonra benimle onların arasına girilecektir”578
 

Enes b. Malik radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
 

“Havzımın mikdârı Eyle ile Yemen'deki San'a arası gibidir. Onda gökyüzünün yıldızları sayısınca bardaklar vardır”579

Yine Enes b. Malik radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki havuz başında benim yanıma bana sahâbilik etmiş bazı kimseler geleceklerdir. Onları tanıdığım zaman benden uzaklaştırılacaklar. Ben: “Ey Rabbim! Sahabelerim! Sahabelerim!” diyeceğim. Bana da: “Hakikaten sen onların senden sonra neler çıkardıklarını bilmiyorsun!” denilecektir”580

575 Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’l-Kubra (4/ 274) Ebu Ya’la (1/ 136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765- 768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne’de (697) sahih demiştir.

576 Sahih mevkuf. Hakim (1/150)

577 Sahih. Müslim (400)

578 Sahih. Buhari (6583) Müslim (2290)

579 Sahih. Buhari (6580) Müslim (2303)

580 Sahih. Buhari (6582) Müslim (2304)

Hesâba ve Mizâna İman Etmeyen Mü’minlerden Değildir

Ebû Âmir el-Eş'arî radıyallahu anh’den: “...Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İman, senin Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman etmendir. Ölüme ve ölümden sonraki dirilişe iman etmen, (ayrıca) cennete, ceheneme, hesaba, mîzâna ve hayırla şer itibariyle kadere iman etmendir.”581

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem iman hakkında şöyle buyurdu:

“... Cennete, cehenneme, hesaba, mizana, hayrı ve şerriyle kaderin tümüne iman etmendir.”582

Hesaba ve mizana iman etmenin gerekliliği; Enes583, İbn Ömer584, Abdurrahman b. Ganem585, Ebu Umame586 radıyallahu anhum ve başklarından rivayet edilmiştir.

581 Hasen. Ahmed (4/129)

582 Hasen. Ahmed (1/319) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (11/18) Haris b. Ebi Usame, Müsned (9) el-Elbani, el-İrva (1/34)

583 Hasen. Bezzar (13/334) Mecmau’z-Zevaid (1/40)

584 Hasen ligayrihi. Ru’yanî (1425) İbn Batta, el-İbane (832)

585 Hasen ligayrihi. İbn Asakir Tarih (35/311)

586 Hasen ligayrihi. Ru’yani (1253)

Dünyanın Döndüğüne İnananlar Kafirlere Benzemiştir

Dünyanın kendi etrafında ve güneş etrafında döndüğünü ilk söyleyen kişi, İsa aleyhi’s-selam’ın doğumundan 150 sene önce yaşayan Yunan filozofu Pisagor’dur. Sonra 24 Mayıs 1543 yılında vefat etmiş olan Nikolas Kopernik aynı teoriyi savunmuş, 1642 yılında ölen Galileo Gelilei de Kopernik’i desteklemiştir.

Şeyh Yahya el-Hacurî hafazahullah, der ki: “Dünyanın dönmesi görüşü Müslümanlardan kaynaklanmamıştır. Bu ancak Yahudilerin, Hristiyanların ve materyalistlerin bir tuzağıdır.”587

Dünyanın döndüğü görüşünün önderleri Yahudiler, Hristiyanlar ve materyalist filozoflardır. Bu meselede ve her meselede hak ehli olanlar ise Kitap ve sünneti salih selefin anlayışıyla delil edinenlerdir.

Ferid Vecdi, şöyle demiştir: “Yunan felsefesi, eski Mısır ilminden ruhunu alarak ortaya çıkıp da Sokrates, Aristotales ve Platon gibi âlimler yetişince Yunan ilmi Dünya hakkında ilerleme kaydetti. Çünkü bu bilginler, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve ülkelerinin de bu dünyanın küçük bir parçası olduğunu ikrar etmeye başladılar. İsa aleyhi's-selâm’dan yaklaşık 500 yıl önce yaşamış olan filozofları Pisagor ’un, yerin Güneş etrafında döndüğünü söylediği rivayet edilmektedir. İnsanlar uzun zaman bu teoriyi kabul ettiler. Ta ki İskenderiye’li Batlaymus yetişinceye kadar. Bu kişi İsa aleyhi's-selâm’dan bir buçuk asır kadar önce yaşamıştır. “Dünya küre şeklinde olmakla birlikte sakindir hareketsizdir; o Güneş’in etrafında değil, Güneş onun etrafında dönmektedir” demiştir. Onun bu teorisi zihinlerde kabul gördü ve 16. yüzyılda Polonyalı Poincaré ortaya çıkıncaya kadar yayıldı. Bu şahıs Pisagor’un teorisini savundu ve hesaplara dayalı delillerle de teyit etti. Astronomi âlimleri bunu her yerde böyle algıladılar.”588

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Göğün ve yerin O'nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir.” (Rum 25)

İbn Kesir şöyle demiştir: “Allah Teâlâ'nın: “Göğün ve yerin O'nun emri ile ayakta durması da yine O'nun ayetlerindendir.” kavli şu âyetler gibidir:

“Buyruğu olmadıkça göğü düşmemesi için O tutar.” (Hacc, 65),

“Muhakkak ki, zail olmasınlar diye gökleri ve yeri tutan Allah'tır.” (Fâtır, 41) Ömer İbn Hattâb radıyallahu anh yeminde zorlandığı zaman şöyle dermiş: Hayır, göğün ve yerin, emriyle ayakta durduğu Allah'a yemîn ederim. Yani gökler ve yeryüzü O'nun emri ve buyruğu altına almasıyla ayakta sabit durmaktadır.”589

“(Onlar mı daha hayırlıdır,) yoksa yeryüzünü durgun yapan, aralarına ırmaklar koyan, üzerine sabit dağlar diken ve iki deniz arasına bir engel koyan mı? Allah ile birlikte bir de ilâh mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.” (Neml 61)

Bu ayette karra/karar kelimesi geçmektedir. Ragıb şöyle der: “Karra fi mekanihi yakirru kararan”: Yerinde hareketsiz bir şekilde donakaldı. Bu kelimenin aslı soğukluk anlamındaki kurra’dan gelmektedir. Bu da durgunluğu gerektirir. Harra/sıcaklık ise hareketi gerektirir. Ahzab 33. Ayeti: “Vekırne fi buyutikunne: evlerinizde oturun” şeklinde de okunmuştur... yevmu’l-karra: kurban bayramından sonraki güne denir. Çünkü insanlar o günde Mina’da durmaktadırlar.”590

Buna göre dünyanın “karar” kılınması; durgun, sabit kılınmas ı anlamına gelir.

İbn Kesir rahimehullah bu ayetin (Neml 61) tefsirinde: “Kârre; durgun, sabit, meyletmeyen ve hareket etmeyen demektir...” demiştir.

“Yeryüzünü sizin için durgun yer, göğü de bina yapan,” (Gafir/Mu’min 64)

Allame es-Sa’dî rahimehullah Gafir/Mu’min suresi 64. Ayetinin tefsirinde: “Kârre; her türlü maslahatınız için sakin/durgun kılınmış, ekmeniz, dikmeniz, üzerine bina yapmanız, üzerinde yolculuk yapmanız ve ikamet etmeniz için sabitlenmiştir” der.591

“Yerlerinden oynamamaları için gökleri ve yeri Allah tutmaktadır. Onlar yerlerinden oynarsa, Allah'tan başka hiç kimse onları tutamaz. Onun içindir ki Allah, Halîm'dir; çok bağışlayıcıdır.” (Fatır 41)

İbn Kesir dedi ki: “Sonra Allah Teâlâ gökleri ve yeri ayakta tutan ve ikisi arasında bulunan varlıkları birbirine cezbeden yüce kudretini haber vererek buyuruyor ki:

“Muhakkak ki zail olmasınlar diye gökleri ve yeri tutan Allah'tır.” Yerlerinden kayıp gitmelerini önleyen O'dur.

“İzni olmadıkça, göğü yerin üzerine düşmemesi için O tutar.” (Hacc, 65) Bir başka âyette de şöyle buyurulur:

“Göğün ve yerin, O'nun emriyle ayakta durması da yine O'nun âyetlerindendir.” (Rûm, 25),

“Göklerle yer zail olurlarsa and olsun ki bundan sonra onları kimse tutamaz?” (Fâtır, 41), Göğün ve yerin oldukları şekilde devamlarını sağlamaya O'ndan başka kimsenin gücü yetmez. O, bunca güç ve kudretine rağmen yine de Halîm'dir, Gafûr'dur. Kullarının kendisine isyan, edip küfrettiklerini görür, hilm ile muamele eder, onların cezasını hemen çabucak vermez, te'hîr eder ve bir süreye kadar bekletir. Başkalarının da suçunu örter ve bağışlar.

“Şüphesiz ki O; Halim, Gafur olandır.”592

“Yeryüzünde insanları sarsmaması için üzerinde sabit dağlar, dosdoğru gidebilsinler diye dağlar arasında geniş yollar yarattık.” (Enbiya 31)

Kurtubi dedi ki: “Meyd; dönmek anlamına gelmektedir. Mâde re’sehu: başını döndürdü demektir.”593

Begavi, Mukatil ve İbn Kesir dedi ki: “En temîde bihim: dünyanın dönmemesi için demektir.”594 Firuzabadi bunu Tenviru’l-Mikbas’ta İbn Abbas radıyallahu anhumanın tefsiri olarak nakleder.595

“Göktekinin sizi yere batırmayacağından emîn misiniz? İşte o vakit yer sarsılır durur” (Mülk 16)

İmam Şevkanî rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Yani daha önce bulunduğu durgunluk halinden sonra sarsılıp hareket etmesi demektir”596

“Keza yeryüzünü yayan, üzerinde sabit dağlar ve nehirler vücûda getiren, her çeşitten ikişer çift meyve yaratan ve geceyi gündüze örtü yapan yine O'dur. İşte bütün bunlarda düşünen kimseler için mutlaka deliller vardır.” (Ra’d 3)

İmam Alûsî rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu ayetin işaret ettiği şeyi diğer ayetler de ifade etmektedir. Buna göre, dağlar, yeryüzünün durması için bir sebeptir. Şayet dağlar olmasaydı yeryüzü hareket ederdi. Usulümüze göre bu gerçekten yüz çevirecek bir delil yoktur. Bunun hakiki şeklini bilmesek de buna iman ederiz.”597

“Gördüğünüz gibi, gökleri direksiz yaratmış, sizi sarsmasın diye de, yeryüzüne sabit dağlar atmış ve orada her çeşit hayvanı yaymıştır. Gökten bir su indirip orada her güzel çifti bitirmişizdir” (Lokman 10)

“Yeryüzünde sizi sarsılmaktan koruması için sabit dağlar, yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yaratmıştır.” (Nahl 15)

İmam Begavî rahimehullah Tefsir’inde bu ayeti açıklarken şöyle demiştir: “Meyd etmesin, yani kımıldamasın. “Meyd” sallantıdır, o yana bu yana sarsılıp durmaktır. Bu cümleden olarak gemi yolcusunun çarpıldığı baş dönmesine “meyd” denilmiştir.”598

İmam Taberi bu ayeti şöyle açıklamıştır: “Ey insanlar! Yüce Allah’ın size ihsan buyurduğu nimetlerden biri de O’nun yeryüzüne dağları serpiştirmiş olmasıdır. Âyette geçen “ravâsî”, “rasiye” nin çoğuludur. O da yerin üzerinde sabit duran dağlardır. Âyette geçen “En temîd’e bikum”, (ki sizi sarsmasın), aslında “en lâ temid’e bikum”, (sizi sarsmasın diye) anlamına gelmektedir.”

Allah’ın şu buyruğunda da aynı özellik vardır: “Yubeyyinullah’u lekum en tadıllû: Sapmanızdan dolayı Allah size açıklıyor” yani “En lâ tadillû: sapmayasınız diye” demektir.”599

Safvan b. Assal radıyallahu anh’den: “...Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize anlatmaya devam etti. Hatta bize batı tarafında genişliği bir bineklinin kırk yılda veya yetmiş yılda gidebileceği bir kapıdan bahsetti. Allah onu göklerle yeri yarattığı günde yaratmış ve tevbe için açık bırakmıştır. Güneş batından doğmadıkça da o kapı kapanmayacaktır.”600

Şeyh Yahya el-Hacuri, şöyle der: “Hadisin delil olan kısmı, sonundaki; “Batı tarafında güneş oradan doğuncaya kadar tevbe için açık bırakılan kapının” yaratılmış olmasıdır. Bu kapı bazen güneyde, bazen doğuda, bazen kuzeyde, bazen de bunlar arasında kalacak şekilde dönmez. Bilakis o, Allah’ın göklerle yeri yaratmasından beri hep batı yönündedir. Şayet dünya dönse idi bu kapının da farklı yönlerde kalması gerekirdi. Lakin dünya, Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi sabittir.”601

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Beytu’l-Mamur’un semada: “ed-Durah” denilen karşılığı vardır. Bu, Beytu’l-Haram’ın (Kabenin) tam üzerine karşılık gelir. Şayet o düşerse, Beytu’l-Haramın üzerine düşer”602

Bu hadiste delil olan yön şudur: Şayet dünya dönseydi Beytu’l- Haram’ın Beytu’l-Mamur karşısında olan ve düşecek olsa Kabe’nin üzerine düşeceği yeri değişirdi.603

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından olan salih selef, az önce zikredilen nasları ve diğerlerini göklerle yerin sabit olduğu şeklinde anlamışlar, dünyanın dönmesini söyleyenleri reddetmeleri bir tarafa, göklerin döndüğünü söyleyenlere dahi karşı çıkmışlardır.

İbn Cerir et-Taberî, el-A’meş yoluyla Ebu Vail rahimehullah’tan rivayet ediyor:

“Bir adam Abdullah b. Mesud radıyallahu anh’e geldi. Ona:

“Şam’dan” dedi. Adama:
 

”Kiminle karşılaştın?” diye sordu. O da:

“Ka’b (el-Ahbar) ile karşılaştım” dedi.

“Sana ne anlattı?” diye sordu. Adam:

“Bana göklerin bir meleğin omuzunda döndüğünü söyledi” dedi. İbn Mes’ud radıyallahu anh:

“Onu tasdik mi ettin, yoksa yalanladın mı?” dedi. Adam:

“Ne tasdik ettim, ne de yalanladım” dedi. İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:

“Senin bu yolculuktan sonra Ka’b’a bir daha giderek onu yalanlamanı isterim. Zira Allah Teâla şöyle buyurmuştur:

“Yerlerinden oynamamaları için gökleri ve yeri Allah tutmaktadır. Onlar yerlerinden oynarsa, Allah'tan başka hiç kimse onları tutamaz.”604

İslam âlimleri ve meşhur imamlar dünyanın sabit ve hareketsiz oluşunda icma etmişlerdir. Bu icmayı ilim ehlinden birçok kimse zikretmiştir. Bunlardan birisi Abdulkahir el-Bağdadi’dir. O, el-Farku Beyne’l-Firak adlı eserinde şöyle demiştir:

“Dünyanın durgun ve hareketsiz olduğunda icma etmişlerdir. Şayet hareket etseydi zelzeleler ve benzerleri olurdu. Dehrîler (materyalistler) ise bunun aksini iddia ederek dünyanın sürekli bir düşüş hareketi içinde olduğunu söylemişlerdir.”605

İmam Kurtubi rahimehullah Tefsir’inde şöyle der: “Müslümanların ve Kitap ehlinin kabul ettiği görüş, yeryüzünün durduğu, sakin olduğu ve uzanıp döşenmiş olduğudur. Yeryüzünün hareketinin adeten meydana gelen zelzeleler ile ortaya çıktığı şeklindedir.”606

Kitap ve sünnetin, dünyanın sabit oluşuna ve dünyanın döndüğü görüşünün sapıklık olduğuna delalet eden nasları ile beraber, bazı âlimler faydanın tamamlanması ve bazılarının akıl ile nakil arasında çelişki iddialarını reddetmek için akli deliller zikretmişlerdir. Şüphesiz doğru bir akıl naklî delillerle çelişmez.

Bu akli delillerden birisi şudur: Avcı uzaktaki hedefine ok attığı zaman ona isabet eder. Şayet dünya hareket halinde olsaydı ok hedefe isabet etmezdi. Zira atılan ok veya mermi, dünyanın hareketinden dolayı isabet etmezdi. Ava atılan ok veya merminin hedefini vurması, dünyanın hareketsiz olduğunu gösterir.

Diğer bir aklî delil şudur: Belirli yerlere gönderilen yapay uydular sabit yerlerinde kalmaktadır. Onların bu hareketsizliği dünyanın dönmediğini gösterir. Şayet dünya dönse idi bu uyduların da dünya ile beraber dönmeleri gerekirdi. Bu uyduların hareket etme özellikleri yoktur. Bulundukları yerlerde sabit kalırlar. Dünya dönse idi bu uyduları geride bırakırdı.

Bir diğer aklî delil, rüzgârların bulutları bazen doğudan batıya, bazen kuzeyden güneye, bazen batıdan doğuya, bazen de güneyden kuzeye sürüklemesidir. Şayet dünya dönüyor olsaydı, bulutlar dünya ile beraber hep aynı istikamete dönerdi.

Allah Azze ve Celle’nin insanları yarattığı fıtrat gereği, hareketli gördüklerinin hareketli olduğuna ve durgun gördüklerinin durgun olduğuna kesin olarak karar verirler. Önceki ve sonraki ümmetlerin geneli dünyanın durgun olduğuna, güneşin, ayın ve yıldızların hareketli olduklarına şahitlik etmektedirler. Hiç kimsenin dünyayı hareket ederken gördüğü nakledilmemiştir. İnsanlar zelzele olduğuna şahit olsalar da bu dünyanın bir parçasında olmuştur. Nitekim “Dünyanın falan yerinde deprem oldu” derler.

Fıtratlarına aykırı hareket edenler ise, buna şahit olmadıkları halde dünyanın döndüğünü söylemektedirler.

Hisler, dünyanın döndüğünü onaylamaz. Şayet dünya dönseydi bunu hissederdik. Zira bizler üzerimizde bir karınca yürüse, ayaklarının etkisi çok ince olmasına rağmen bunu hissederiz. Dünyanın üzerinde olan bizlerin, onun hareketli olduğunu hissetmemiz ise daha önceliklidir. Fakat bunu hissetmiyoruz.

Nitekim Şeyh Abdulaziz b. Baz, Salih el-Fevzan, Bekr Ebu Zeyd, İbn Kuud, Abdurrazzak Afifi, İbn Gudeyyan ve Abdulaziz Alu’ş-Şeyh’in Fetava’l- Lecneti’d-Daime kararı olarak, dünyanın dönmediğine dair yayınladıkları fetvanın sonunda Şeyh Muhammed Emin eş-Şankıtî’nin şu sözünü nakletmişlerdir: “Ben gözlerimle dünyanın sabit olduğunu görüyorum!”607

Bu mesele hakkında daha fazla açıklama ve muhaliflerin şüphelerine reddiye için Dünya ve Kubbesi (Modern Hurafelere Reddiye) kitabıma bakınız.

587 Es-Subhu’ş-Şarık (s.202)

588 Dairetu’l-Mearif (s.183)

589 İbn Kesir (6/310)

590 Ragıb el-İsfehani, Mufradat (2/374-375)

591 Tefsiru’s-Sa’di (4/391) bkz.: Fethu’l-Kadir (4/498)

592 İbn Kesir (6/557)

593 Kurtubi (11/285)

594 Begavi Tefsiri (5/316) Tefsiru Mukatil (2/353) İbn Kesir (5/340)

595 Tenviru’l-Mikbas (1/338)

596 Fethu’l-Kadir (5/262)

597 Ruhu’l-Meani (13/95)

598 Mealimu’t-Tenzil (3/421)

599 Taberi (17/183)

600 Hasen. Tirmizi (3535) Elbani hasen demiştir.

601 Es-Subhu’ş-Şarık (s.200)

602 Sahih ligayrihi. Taberani (11/417) Beyhaki Şuab (3/439) Abdurrazzak (5/28) İbn Asakir (8/192) Ezraki Ahbaru Mekke (1/25, 2/117) Ebu İshak el-Haşimi, Emali (73) Bkz.: Elbani es-Sahiha (1/476)

- Ali radıyallahu anh’den mevkuf olarak şahidini: Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (1/ 304) B ey hak i Ş uab (3/ 436) A bdurraz z ak (5/ 29) İbn A s ak i r (17/ 335) E z rak i Ahbaru Mekke (1/10, 25)

603 Hidayetu’l-Hayran Fi Meseleti’d-Devran (s.92)

604 Sahih mevkuf. Taberi (22/94) İbn Kesir (6/558) Ka’b’a ve İbn Mesud radıyallahu anh’e ulaşan isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Zeylaî de Tahricu’l- Keşşaf’ta (3/157) isnadının sahih olduğunu söylemiştir.

605 El-Fark (s.354)

606 Kurtubi Tefsiri (9/280)

607 Fetava’l-Lecneti’d-Daime (no:9129)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

21 İMAN“Güneş Sabittir” Diyenler Kafirlere Benzemiştir
00:00 / 01:04

“Güneş Sabittir” Diyenler Kafirlere Benzemiştir

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Gördüğünüz gibi gökleri direksiz yükselten, sonra Arş üzerinde istiva eden, her ikisi de belirli bir süreyle hareket eden güneşi ve ayı emri altında tutan, her işi (bir nizam içinde) idare eden ve (bütün bunlara delâlet etmek üzere) Rabbınıza kavuşacağınızı yakînen bilesiniz diye âyetlerini uzun uzun açıklayan Allah'tır.” (Ra’d 2)

Müfessirlerin şeyhi İmam Ebu Cafer b. Cerîr (et-Taberi) bu ayet-i kerime ile ilgili olarak aynen şunları kaydediyor: “Güneşi ve ayı –kullarının faydası için- gökte âmâde kılmıştır. Yarattıklarının faydası için onları zelil kılmıştır, ta ki onların turları sayesinde senelerin sayısını ve hesap yapmasını bilsinler. Böylece gece ile gündüzün arası da ayrılmıştır.”

“Ayet-i Kerime’de, “Her biri belli bir süre tur atacaktır.” mealindeki sözlerin anlamı şudur: Onların her biri, beli bir süre semada dönüp duracaktır. Yani Allah tarafından bilinen bir vadeye kadar döneceklerdir. O vade de dünyanın son bulacağı, kıyametin kopacağı zamandır ki güneşin harareti o zaman yok olur; ay kararır ve yıldızlar söner”

“Güneş, karargahına akar gider. Bu, daima galip olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. Aya da, eski hurma salkımının eğri dalı haline gelinceye kadar konaklar tayin etmişizdir. Ne güneşin aya yetişip onunla birleşmesi mümkündür, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Hepsi de bir yörüngede yüzerler.” (Yasin 38-40)

Ebu’ş-Şeyh İbn Abbas radıyallahu anhuma “Bir yörüngede yüzerler” (Yasin 40) ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Semanın kapılarında tıpkı yün eğirme aletindeki topaç gibi dönerler.”608

İbn Cerîr de – Allah rahmet eylesin – bu âyete şöyle anlam veriyor: “Güneş, ay, gece ve gündüz diye sözünü ettiklerimizin hepsi bir felekte yüzerler”

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan Odur; bunların her biri bir yörüngede yüzer.” (Enbiya 33)

“Geceyi gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. Güneşi ve ayı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de belirli bir süreye kadar akıp gider.” (Fatır 13)

“Yörüngelerinde biteviye hareket eden güneşi ve ayı, gece ile gündüzü, sizin istifadenize sunan.” (İbrahim 33)

Ebu Zerr radıyallahu anh’den: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün:

“Bu güneş nereye gider biliyor musunuz?” buyurdu. Sahabeler:

“Allah ve Rasulü bilir” dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“O, arşın altındaki karargâhına varıncaya kadar gider ve orada secdeye kapanır. Kendisine:

“Kalk, geldiğin yere dön!” denilinceye kadar o halde kalır. Bunun üzerine geri döner ve sabahleyin doğduğu yerden tekrar doğar. Sonra yine Arş'ın altındaki karargâhına varıncaya kadar akıp gider ve (yine) secdeye kapanır. Kendisine:

“Kalk, geldiğin yere dön!” deninceye kadar o halde kalır. Ve tekrar dönerek sabahleyin doğduğu yerden doğar. Daha sonra artık insanlar onun hiç bir halini yadırgamaz olarak Arş'ın altındaki o karargâhına varıncaya kadar akıp gider. Nihayet kendisine:

“Kalk, yarın sabah battığın yerden doğ!” denilir; o da battığı yerden doğar.” buyurdu ve sözüne şöyle devam etti:

“Bu ne zaman olacak biliyor musunuz? Bu: daha önce iman etmeyen yahut imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye, o günkü imanının fayda vermeyeceği zamandır.”609

Reşit Rıza, Tefsiru’l-Menar’da, Şeyhi Muhammed Abduh’tan aldığı; eksik akılla idrak edilemeyen gaybî meselelerde akıl ile hükmederek te’vil veya inkâr usulüyle, bu rivayetin isnadını ve metnini, delil ve açıklama ortaya koymadan, akla muhalif olması iddiası ile eleştirmiştir. Bu metod, Mu’tezile’yi Sahabe ve tabiinden olan Sâlih Selef’in menhecinden ayıran esastır.

İsnadındaki eleştirisine gelince; Ebu Zerr radıyallahu anh’den rivayet eden ravi; İbrahim b. Yezid b. Şüreyk et-Teymî’nin güvenilir olmakla birlikte müdellis olmasıdır. Nitekim bunu Ebu Zerr radıyallahu anh’den - iddiasına göre - tedlis sigası olan an’ane ile nakletmiştir. Halbuki bu apaçık hatadır. Müslim’in uzunca rivayeti âlî isnaddır. Yine Buhari’nin muhtasar iki rivayetinden birinin isnadında: İbrahim et- Teymî – babası – Ebu Zerr yoluyla gelmiştir. İbrahim’in babasından işitmesinin ispatı Müslim’in rivayetinde gelmiştir.

Metnine karşı çıkmasına gelince, bu da merduttur. Zira güneşin Arş altında secdesinin âdemoğullarının secdesi gibi olması gerekmez. Her mahlûk ister istemez Rab Azze ve Celle’ye yalnızca Allah’ın bildiği, yaratılış sıfatına uygun şekilde secde eder. Bu her mahlûkatın Allah’ı bilinmeyen değişik şekillerde tesbih etmesi gibidir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.”(İsra 44)

Güneşin Arşın altında bulunan karargâhına akıp gitmesi ile kastedilen şey hakkında iki görüş vardır. Bunları İbn Kesir, Yasin suresinin tefsirinde zikreder:

“Birincisi, mekânda karar kılınan yerin kastedilmiş olmasıdır ki bu Arş'ın altında o yönden dünyadan sonra gelen kısımdır. O nerede bulunursa orası ve bütün yaratıklar Arş'ın altında yer alırlar. Çünkü o, dünyanın tavanıdır. Felekiyat ilminin mensuplarından birçoğunun iddia ettiği gibi, o küre biçiminde değildir. Meleklerin taşıdığı ayakların üzerine konulmuş bir kubbedir. Bu, insanların baş tarafına gelen tarafta âlemin üst kısmında olandır. Öyleyse gün dönümü vaktinde felek kubbesinde bulunduğu zaman Arşa en yakın noktada bulunmaktadır. Bu durağın karşısında yer alan dördüncü yörüngesinde döndüğü zaman ise gece yarısı vaktidir. Ve o zaman, Arş'a en uzak noktada bulunur. İşte bu vakitte secdeye kapanarak doğmak için izin ister. Nitekim bu konuda pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur...” sonra şöyle devam eder:

“İkinci kavle gelince; “yörüngesinden” maksat; onun fiilinin son bulduğu zamandır ki bu da kıyamet günüdür. O gün güneşin seyri bozulur, hareketi durur ve bu âlem artık sona erer ki işte güneşin zaman bakımından karar kıldığı yer burasıdır.”

Derim ki; ayet iki görüşe muhtemeldir: “Karargahı” ifadesi umumî olup zaman olarak ve mekan olarak anlamını kapsar. Allah sana rahmet etsin, Sahabe’nin yolundan giden Salih seleften âlimlerin istinbatını ve fıkhını görüyor musun? Onlar bir adamın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ederek Allah’tan geldiği sabit olan, gözlerinin görmediği ve akıllarının idrak edemediği gaybî haber naslarını akıllarıyla inatlaşarak karşılamıyorlar ve sahih iman ve düzgün akıl ile kabul ediyorlar!

Gaybî naslara karşı künhünü idrakten aciz akıllarıyla harp açan akılcılar buna muhalefet ederler. Allah’tan utanıp da cahilliklerini veya Allah’ın kendisine has kıldığı gaybı tamamen bilme heveslerini engellemezler. Bilmiyorum şunu neden akıl edemiyorlar; muhakkak ki gaybe iman: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den gelen haberlere teslim olmaktır. Bu Allah’ın sadık ile yalancıyı ayırt ettiği, imanın en önemli özelliklerindendir. Allamu’l-guyub olan Allah Subhan’dır! 610

Ebu’ş-Şeyh, İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Muhakkak ki güneşin üç yüz altmış çizgisi vardır. Her gün bir çizgiden doğar. Bir sonraki yıl gelene kadar bir doğduğu çizgiye bir daha dönmez. Güneş ancak istemeyerek doğar ve şöyle der: “Ya rabbi! Beni kullarına doğdurma, görüyorum ki onlar sana isyan ediyorlar”611

Ebu’ş-Şeyh, Said b. Abdirrahman b. Ebza’nın, “Doğuların ve batıların rabbi” ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Güneşin doğuda üç yüz altmış ve batıda üç yüz altmış burcu vardır. İki gün üst üste bir burçtan doğmaz ve iki gün üst üste bir burçtan batmaz.”612

Ebu’ş-Şeyh, İbn Âdem’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Güneş her burçta bir ay bekler. Burcun otuz doğuş yeri vardır. Her iki doğuş yeri arası ibadet yeridir. Otuz gün tamamlanana kadar saat eksilmeye devam eder. Sonra diğer burca geçer.”613

608 Sahih mevkuf. İbn Ebi Hatim Tefsir (9/321) Ebu’ş-Şeyh Azamet (4/1186, 1211) Taberi (23/8) Durru’l-Mensur (5/627) İbn Teymiyye er-Reddu Ale’l- Mantikiyyin (s.261) İbn Hacer Tağliku’t-Ta’lik (4/258)

609 Sahih. Müslim (159) Buhari iki yerde muhtasar olarak: (4525, 6996)

610 Tefsiru İbn Kesir (3/741)

611 Sahih mevkuf. Ebu’ş-Şeyh (4/1183) Taberi (23/622) Salebi el-Keşf ve’l- Beyan (8/139) İbn Asakir (9/271) hükmen merfu olduğu söylenemez. Zira Ebu Şeyh’in rivayetine göre İbn Abbas radıyallahu anhuma, bu sözünde Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın şiirinden istidlalde bulunmuştur.

612 Hasen maktu. Ebu’ş-Şeyh Azamet (4/1181) Taberi (27/127) ravilerinden Yakub el-Kummi ve Cafer saduk birer ravi olup bazen yanılırlar. Bu yüzden isnadı hasendir.

613 Hasen maktu. Ebu’ş-Şeyh Azamet (4/1199) isnadında el-Huseyn b. Ali el- Esved saduk olup çok hata eden bir ravidir. Bkz.: Takrib (s.74)

Ensar’a Buğzedenler Münafıklara Benzer

Enes radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ensarı sevmek imanın alametidir ve Ensar’a buğz etmek nifakın alametidir.”614

Ensar: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i ve beraberindekileri sığındıran, onların işlerini gören, canları, malları ve pek çok hususta eşitlik gözeterek onları kendilerine tercih eden sahabelerdir. Onların böyle davranmış olmaları sebebiyle arap ve acemlerden mevcut olan bütün fırkalardan onlara düşmanlık ve buğz edenlere düşman olmak gerekir. Zikredilen bu özellikleri sebebiyle onlara haset etmişler ve bu haset onları buğz etmeye sürüklemiştir. İşte bu sebeple onlara buğz etmekten sakındırılmış hatta bu nifak sayılmıştır. Aralarında vaki olan harplere gelince, onların birbirleriyle olan kavgaları başka bir yöndedir. Hatta muhalefetin gerektirdiği öfke sebebiyle bunlar olabilmiştir. Bu yüzden onlardan bazılarının münafık olduğuna hükmedilemez. Onların durumu ancak hükümlerde içtihad edip, isabet ettiğinde iki, hata ettiğinde bir ecir alan müçtehitlerin durumudur.

Ensar’ın mertebesini, İslam dinine olan desteklerini, İslam’ı seçerek diğer insanlara düşman olmalarını, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e olan sevgilerini ve Onun da onlara olan sevgisini bilen kimse için onlara buğz etmenin nifak ve fesat göstergesi olduğu ortaya çıkar. Allah en iyi bilendir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına buğz eden Münafıklar, genel anlamda bütün sahabelere, özel anlamda Ensar’a buğz ederek bunu şu ana kadar devam ettirmektedirler. Bu nifak alameti, Rafızîlerde, onların benzeri felsefecilerde, kelamcılarda veya zındıklarda mevcut olup devam etmektedir.

614 Sahih. Buhari (17) Muslim (74)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

22 İMANSahabenin Değerini Düşüren Haktan Sapmıştır
00:00 / 01:04

Sahabenin Değerini Düşüren Haktan Sapmıştır

Muhammed b. Said’den: “Usame b. Zeyd radıyallahu anhuma’nın azatlısı İbn Ebi’l-Furat, Hasen b. Usame ile tartıştı ve çekişti. İbn Ebi’l-Furat sözleri arasında Umm Eymen’i kastederek: “Ey Bereke’nin oğlu!” diye hitap etti. el-Hasen: “Şahit oldum” dedi ve onu Ebu Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm’a dava etti. Ebu Bekr o sırada Medine’de hakim idi. Ona olayı anlatınca Ebu Bekr, İbn Ebi’l-Furat’a: “Sen ona “Ey Bereke’nin oğlu” derken neyi kastettin?” diye sordu. O: “Ben o kadını kendi ismiyle andım” dedi. Ebu Bekr: “Hayır, sen ancak bu sözlerinle O’nu küçültmek istedin. Halbuki O’nun İslam’daki hali ve durumu bellidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Ey anacığım Umm Eymen” diye hitap ederdi. Eğer senin bu mazeretini kabul edersem, Allah Azze ve Celle de benim mazeretimi kabul etmesin” deyip ona yetmiş kamçı vurdu.”615

İbn Batta rahimehullah, en-Nehyu Ani’l-Havd Fi Ahdasi’l-Fitneti’l- Kubra’da diyor ki; “Bundan sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı arasında geçenler hususunda uzak dururuz. Nitekim onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber savaşlara katılmış, fazilette insanları geride bırakmışlardır. Allah onları bağışlamış, onlar için bağışlanma dilemeyi ve kendisine onların sevgisiyle yaklaşılmasını emretmiş, bunu peygamberinin dili ile farz kılmıştır. Allah onların ne yapacaklarını, birbirleriyle savaşacaklarını biliyordu. Şüphesiz onları diğer insanlardan üstün kılmıştır. Zira hata ile ve kasten yaptıkları, aralarında geçen hadiseler onlardan affedilmiştir. Kitabu Sıffin vel-Cemel’e ve aralarında geçen diğer çekişmelerine bakılmaz. Bunları ne kendin için ne de başkaları için yazma, kimseye gösterme, başkalarına okutma, bunu rivayet edenleri de dinleme.

Bu ümmetin seçkin alimleri anlattığımız şekil üzere ittifak etmişlerdir. Bu alimlerden bazıları; Hammad b. Zeyd, Yunus b. Ubeyd, Sufyan es-Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. İdris, Malik b. Enes, İbn Ebi Zi’b, İbnu’l-Munkedir, İbnu’l-Mubarek, Şuayb b. Harb, Ebu İshak el-Fezarî, Yusuf b. Esbat, Ahmed b. Hanbel, Bişr b. el-Haris, Abdulvehhab el-Verrak bütün bu alimler bunlara bakmanın ve dinlemenin yasaklanması görüşündedirler. Bu rivayetleri bir araya getirme talebinden sakındırmışlardır. Onlardan bu işi yapanlar hakkında çeşitli lafızlarla bunun çirkinliğini belirten sözler rivayet edilmiş, onlar bu hadiselerin rivayet edilmesine ve bunları dinlemeye karşı çıkmışlardır.”616

Ömer b. Abdilaziz rahimehullah’a Sıffin ve Cemel savaşları sorulduğu zaman şöyle derdi; “Allah ellerimizi ona bulaştırmamıştır, biz de dilimizi bulaştırmayız.”617

El-Hallal; Ebu Bekir el-Mervezî’den rivayet ediyor; “Biz el-Asker’de idik. Halife’nin Yakub adlı bir elçisi gelmişti. Ebu Abdullah’a dedi ki; “Ey Ebu Abdullah! Ali ile Muaviye arasındakilere ne diyorsun?” Ebu Abdillah dedi ki; “Ancak güzel şeyler söyleriz. Allah hepsine de rahmet eylesin.”618

Ahmed, Musedded b. Muserhed’e şöyle bir mektup yazdı; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının kötülüklerinden bahsetmekten uzak durup faziletlerini anlatınız. Onların arasında geçenlerden kendinizi tutun. Dinin hakkında hiçbir bidatçi ile istişare etme ve onunla beraber yolculuk yapma.”619

Ahmed rahimehullah, Abdus b. Malik’e sünnetin esasları hakkında şöyle yazdı; “Şunlar sünnetin esaslarındandır; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birine kusur bulan, ona buğzeden veya kötülüklerinden bahseden kişi, onların hepsine karşı hürmet edip kalbini onlara karşı selim tutuncaya kadar bidatçidir.”620

Ebu Osman İsmail b. Abdirrahman es-Sabunî rahimehullah, Akidetu’s- Selefi Ashabi’l-Hadis kitabında diyor ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı arasında geçenler hakkında uzak durmak, dilleri onlara kusur ve eksiklik içeren sözlerden temiz tutmak görüşündedirler.”

İbn Kudame el-Makdisî, Lum’atu’l-İtikad adlı eserinde der ki; “Sahabelerin kötülüklerinden ve onların arasında geçenlerden bahsetmekten uzak durmak, üstünlüklerine inanmak ve önceliklerini tanımak sünnettendir.”

Şeyhul İslam İbn Teymiye, Akidetu’l-Vasıtıye’de der ki; “Sahabeler arasında geçenler hakkında söz söylemekten kaçınılır ve şöyle denir: Onların bu olumsuz halleri ile ilgili olarak gelmiş olan bu rivayetlerin kimisi yalandır, kimisine ilaveler yapılmış veya eksiltmelerde bulunulmuş ve gerçek şekli değiştirilmiştir. Bunların sahih olanlarında ise onlar mazurdurlar. Gerek içtihad edip isabet etmişler gerekse içtihad edip hata etmişlerdir.”

El-Eşari, el-İbane’de der ki; “Ali, Zubeyr ve Aişe radıyallahu anhum arasında geçenlere gelince, bu ancak onların ictihat ettiklerine yorumlanır. Ali radıyallahu anh imamdır, hepsi de içtihada ehildir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onların cennetlik ve şehit olduklarına şahitlik etmiştir. Bu onların hepsinin de içtihatlarında hak üzere olduklarını gösterir. Aynı şekilde Ali ile Muaviye radıyallahu anhuma arasında geçenler de böyle olup içtihat etmiş olmalarıyla yorumlanır. Sahabelerin hepsi de güvenilir olup, dinde itham edilemezler.”

Kadı Iyaz, Sahihu Muslim şerhinde şöyle der; “Muaviye radıyallahu anh, sahabenin adaletlilerinden ve faziletlilerindendir. Onunla Ali radıyallahu anh arasında meydana gelen savaşlar ve sahabeler arasında geçenler, içtihat ile yorumlanır. Hepsinin de isabetli hareket ettiğine itikad edilir.”

Allah Teala buyurur ki; “Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" (Haşir 10)

Urve rahimehullah’tan: “Aişe radıyallahu anha bana dedi ki; Ey yeğenim! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı için bağışlanma dilemek emrediliyor, onlar ise sövüyorlar.”621

Katade rahimehullah’tan rivayet ediyor; “Allah teala, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, muhacir ve Ensar'dan olan sahabilerini zikrettikten sonra bu ayette, onlardan sonra gelen üçüncü bir taifeyi şu şekilde zikretmiştir;

“Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" bu müslümanların, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleri hakkında bağışlanma dilemelerini emretmiş, onlara dil uzatmayı yasaklamıştır.”622

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatmayınız! Onların bir saatlik kıyamı, sizden birinin ömür boyu işlediği amelden hayırlıdır.”623

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den: “Allah kullarının kalplerine baktı, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbinin kulların kalpleri içerisinde en güzeli olduğunu gördü ve o kalbi kendisi için seçti. Risaletini de onun vasıtasıyla gönderdi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbinden sonra sair kullarının kalplerine baktı, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının kalplerinin kulların kalpleri içerisinde en güzelleri olduğunu gördü ve onları Peygamberine yardımcılar kıldı. Bu yardımcılar Allah’ın dini uğrunda mücadele ettiler. Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir, kötü gördükleri (tasvip etmedikleri) Allah katında da kötüdür”624

Abdurabbih rahimehullah’tan: “Bir mecliste el-Hasen rahimehullah’ın yanındaydık. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bahsedildi. Bunun üzerine dedi ki; “Onlar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleridir. Kalp bakımından bu ümmetin en temizleri, ilim bakımından en derinleri, teklif bakımından en azları idiler. Onlar Allah Azze ve Celle’nin peygamberine sahabelik ve dininin ikamesi için seçtiği bir topluluktur. Onların ahlakına ve gidişatlarına benzemeye çalışınız. Zira Kabe’nin Rabbine yemin olsun onlar dosdoğru hidayet üzere idiler.”625

el-Avvam b. Havşeb rahimehullah’tan: “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinin, üzerinde kalplerin birleştiği güzelliklerini anınız. İnsanları onlara karşı kışkırtacak olumsuzluklarını anlatmayınız.”626

Meymun b. Mihran rahimehullah’tan: “Şu üçünden uzak dur; Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatmak, yıldızlara bakmak ve kader hakkında konuşmak”627

Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah’tan: “Kim Ebu Bekir es-Sıddîk’ı severse dini ikame etmiştir. Kim Ömer’i severse yolu aydınlatmıştır. Kim Osman’ı severse din nuruyla aydınlanmıştır. Kim Ali’yi severse sağlam kulpa tutunmuştur. Kim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı hakkında güzel konuşursa nifaktan uzaklaşmıştır.”628

İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah dedi ki; “Hücceti apaçık sabit bilinmektedir ki; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün sahabelerinin iyilikleri zikredilir... Hatta onları sevmek sünnettir. Onlar için dua etmek yakınlıktır. Onlara uymak vesiledir. Eserlerini alıp kabul etmek fazilettir.”629

Et-Tahavî rahimehullah der ki; “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in sahabelerini sever, onlardan herhangi birisinin sevgisinde aşırıya kaçmayız. Onlardan herhangi birisinden de berî (uzak) olduğumuzu söylemeyiz. Onlara buğzedenlere ve onları hayırdan başka türlü ananlara biz de buğz ederiz. Onlardan ancak hayırla söz ederiz. Onları sevmek dindir, imandır, ihsandır. Onlara buğz etmek ise küfürdür, nifaktır ve tuğyandır."630

El-Acurrî rahimehullah der ki; “Allah Azze ve Celle’nin hakkında hayır dileyip dinini selamette kıldığı ve Kerim olan Allah’ın ilimle faydalandırdığı kimsenin sıfatlarından birisi de, bütün sahabeleri, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ehli beytini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerini sevmek, onlara uymak, fiil veya söz ile onların mezheplerinden ayrılmamak ve yollarından yüz çevirmemektir.”631

Ebu Osman es-Sabunî rahimehullah der ki; “Kim onları sever, dost edinir, onlara dua eder, haklarını gözetir ve üstünlüklerini tanırsa kazananlarla birlikte kazanır. Kim de onlara buğz eder, dil uzatır, Rafızi ve haricilerin – Allah onlara lanet etsin - onlara nispet ettikleri şeyleri onlara nispet ederse helak olanlarla birlikte helak olur.”632

Şeyhulislam İbn Teymiye rahimehullah der ki; “Ehl-i Sünnet ve’l- Cemaatin esaslarından birisi de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına karşı kalplerin ve dillerin selamette olmasıdır. Allah Azze ve Celle’nin şu ayette anlattığı gibi;

“Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" (Haşr 10)

İbnu’s-Salah rahimehullah dedi ki; “Hiçbir sahabenin adaletinden sorulamaz. Bilakis bu karara bağlanmış bir meseledir. Onlar mutlak olarak Kitap, sünnet ve bu konuda ümmetin icması olduğunu belirtenlere göre icma delili ile adildirler.”633

İbn Kesir rahimehullah der ki; “Ehl-i Sunnet ve’l-Cemaate göre bütün sahabeler adaletlidir. Zira Allah, aziz kitabında onları övmüş, vahiyle konuşan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti de onların bütün ahlakını, fiilerini, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda Allah katında olan bol sevaba ve güzel karşılığa rağbet ederek mallarından ve canlarından feda etmelerini methetmiştir.”634

Bunlar ümmetin selefinin sahabeler hakkındaki akidesi konusunda özetle naklettiğimiz görüşlerdir. Doğru yola iletecek olan Allah Azze ve Celle’dir. İbn Batta rahimehullah der ki; “Bütün muhacirler ve Ensar’ın cennetlik ve razı olunmuş olduklarına şahitlik ederler, onlar için Allah’tan rahmet dilerler. Kesin ilim ve kalpte yakin ile bilirler ki; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i bir saatliğine de olsa gören, ona iman eden ona tabi olan bir kimse, cennet amelleriyle de gelse onu görmeyen kimseden üstündür.

Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in küçük büyük, önceki sonraki bütün sahabelerine hürmet edilir. Onların iyilikleri zikredilir, faziletleri yayılır, onların yoluna uyulur, onlardan gelen eserlerle yetinilir. Şüphesiz onların söyledikleri haktır, yaptıkları doğrudur.”635

İbn Hazm dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in diğer ashabı da hepsi cennettedir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile sahabelik edenlere Allah Teala Hüsna’yı vaat etmiştir. Yine Allah Azze ve Celle; “Şüphesiz Allah vaadinden dönmez” buyurmuştur. Allah Teala’nın kendilerine hüsna’yı vaad ettiği kimseler cehennemden uzaklaştırılmıştır. Onlar onun sesini de işitmezler. Arzuladıkları şeyde kalacaklar, büyük korku onları mahzun etmeyecektir.”636

İşte bu Ehl-i Sunnet ve’l-Cemaat’in akidesidir; Bütün sahabeler radıyallahu anhum ecmain adildirler, Allah Azze ve Celle ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ta’dil ettikten sonra artık onlardan birinin adaleti sorgulanamaz. Bu sahabeler için yüksek derece olarak yeter. Onların derecesine onlardan sonra gelenler, onlar gibi amel etse de yetişemez.

Sahabelerin veya onlardan birinin adaleti hakkında dil uzatan, İslam dinine dil uzatmıştır. el-Meymunî dedi ki; İmam Ahmed b. Hanbel şöyle dedi; “Ey Ebu’l-Hasen! Bir kimsenin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı biri hakkında kötü konuştuğunu görürsen onu İslam hakkında itham et (dininden şüphe et)”637

Ebu Zür’a er-Razî rahimehullah dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından birine dil uzatan bir kimse görürsen bil ki o zındıktır. Bize göre Rasul sallallahu aleyhi ve sellem haktır, Kur’an haktır. Biz bu Kur’an’ı ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının sünnetleri ile eda ederiz. Onlar ise ancak şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar ki Kitap ve sünneti boşa çıkarsınlar. Onları cerh etmek zındıklıktır.”638

Allah bu imamlara, bu dini savunmak ve korumak için gösterdikleri gayretlerden dolayı rahmet etsin. Ashabın düşmanlarına gelince, gerçekte onların işi Allah’ın rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e düşmanlıktır. Batıl getiren kişi bu batıl işiyle insan ve cin şeytanlarını geride bırakır. Allah Teala buyurur ki; “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.”(En’am 112)

Behiy dedi ki: “Ubeydullah b. Ömer ile Mikdat arasında bir konuşma geçti. Ubeydullah Mikdat’a hakaret etti. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh dedi ki; “Bana kılıç getirin onun dilini keseyim. Bundan sonra hiç kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birine hakaret etmeye kalkmasın.”639

Said b. Abdirrahman b. Ebza’dan; “Babama; “Ebu Bekir aleyhisselam’a dil uzatan bir adam gelirse ona ne yaparsın?” diye sordum. Dedi ki; “Boynunu vururum.”

“Ya Ömer’e söven kişiye?” dedim. Yine;

“Boynunu vururum” dedi.”640

Ebu Bekir el-Mervezî ‘den: Ebu Abdullah’a (Ahmed b. Hanbel’e) Ebu Bekir, Ömer ve Aişe radıyallahu anhum’e söven kişi hakkında sordum. Dedi ki;

“Onu müslüman saymam.” Ebu Abdillah’ı şöyle derken işittim; “Malik dedi ki;

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatanın ganimetten payı olmaz. “ veya; “İslam’dan nasibi olmaz” dedi.

Abdulmelik b. Abdulhamid’den: Ebu Abdillah’ın şöyle dediğini işittim;

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatan kişinin Rafıziler gibi kafir olmasından korkarım.” Sonra dedi ki;

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına söven kişinin dinden çıkmamış olmasından emin olamayız.”

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’den: “Babama Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına dil uzatan bir kimse hakkında sordum. Dedi ki; “Onu müslüman görmem.”

Musa b. Harun b. Ziyad’dan: “Birisi el-Firyabî’ye Ebu Bekir radıyallahu anh’e söven kişi hakkında sordu. “Kafirdir” dedi. “Cenaze namazı kılınır mı?” dedi. “Hayır” dedi. “O La ilahe illallah dediği halde ona ne yapılır?” diye sorunca da; “Ona ellerinizi sürmeyin. Çukuruna atılıncaya kadar odunla kaldırılır” dedi.

Ahmed b. Cafer b. Yakub el-Istaharî’nin rivayet ettiği risalesinde İmam Ahmed der ki; “Onların kötülüklerinden bir şey zikredilmesi, onlardan birine hakaret etmek ve kusur bulmak caiz değildir. Kim böyle yaparsa sultanın onu te’dip ederek cezalandırması gerekir. O affedilemez. Bilakis mutlaka cezalandırılmalı ve tevbe etmesi istenmelidir. Tevbe ederse kabul edilir. Etmezse ölünceye yahut dönünceye kadar hapsedilir.”

615 Sahih maktu. Hakim (4/71) İbn Asakir, Tarih (13/27) İbn Sad (8/226)

616 İbn Batta el-İbane (s.268)

617 Hallal es-Sunne (717)

618 Hallal es-Sunne (713)

619 Tabakatu’l-Hanabile (1/344)

620 Tabakatu’l-Hanabile (1/345)

621 Sahih mevkuf. Muslim (3022)

622 Sahih maktu. Taberi Tefsir (no:33888)

623 Sahih mevkuf. Ahmed, Fadailu’s-Sahabe (15) Beyhaki el-İtikad.

624 Hasen mevkuf. Ahmed (1/379) Ebu Davud et-Tayalisi (246) Beyhaki el-İtikad.

625 El-Acurri, eş-Şeria (1161) Ebu Nuaym Hilye (1/305); el-Hasen – Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan diye rivayet etti. Begavi Şerhus-Sunne’de (1/214) bunu İbn Mesud radıyallahu anh’den rivayet etti.

626 Sahih maktu. El-Hallal, es-Sunne (829)

627 Sahih maktu. Ahmed Fadailu’s-Sahabe (19).

628 el-Lalkâî, Usulu’l-İtikad (2333) el-Asbahanî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce (362)

629 Tabakatu’l-Hanabile (1/30)

630 Akidetu’t-Tahaviye

631 Acurri eş-Şeria (4/1691)

632 Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis.

633 İbn Salah, Mukaddime.

634 İbn Kesir el-Baisu’l-Hasis.

635 Eş-Şerh vel-İbane Ala Usuli’s-Sunne ved-Diyane (s.263)

636 İbn Hazm el-Muhalla (1/44)

637 İbnu’l-Cevzî, Menakıbu İmam Ahmed b. Hanbel

638 Bkz.: Hatib el-Bağdadî; el-Kifaye, İbn Asakir, Tarihu Dımeşk, İbn Hacer, el-İsabe Fi Temyizis Sahabe, Mizzî, Tehzibu’l-Kemal.

639 El-Lalkai (2376)

640 El-Lalkai (2378)

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî  "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 -  67 

23 İMANEbû Hureyre radıyallahu anh’ı Sevmeyen Mü’minlerden Değildir
00:00 / 01:04

Ebû Hureyre radıyallahu anh’ı Sevmeyen Mü’minlerden Değildir

Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki; “Müşrike olan annemi İslam’a davet ediyordum. Bir gün yine onu davet ettim de bana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hakkında hoşlanmadığım sözler işittirdi. Bunun üzerine ağlayarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim:

“Ey Allah’ın rasulü! Ben annemi İslâm'a davet ediyordum da kabulden çekiniyordu. Bugün kendisini yine davet ettim; bana senin hakkında hoş- lanmadığım sözler işittirdi. Ebu Hureyre'nin annesine hidayet vermesi için Allah'a dua et!” dedim. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

“Allah'ım! Ebû Hureyre'nin annesine hidayet ver” diye dua etti. Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in duasına sevinerek çıktım. Eve gelerek kapıya dayandığımda onun kapalı olduğunu gördüm. Derken annem ayak seslerimi işitti ve:

“Yerinde dur ey Ebû Hureyre!” dedi. Bir de suyun şırıltısını işittim. Annem yıkandı, gömleğini giydi. Acele başörtüsünü sardı. Ardından kapıyı açtı. Sonra şunu söyledi:

“Ey Ebu Hureyre! Ben Allah’tan başka ibadete layık hak ilâh olmadığına şehâdet ederim. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in onun kulu ve Rasulü olduğuna da şehâdet ederim.” Ben hemen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e döndüm. Sevincimden ona ağlayarak geldim:

“Ey Allah’ın rasulü, müjde! Allah senin duanı kabul etti ve Ebû Hüreyre'nin annesine hidayet verdi” dedim. Bunun üzerine Allah'a hamdü sena etti ve hayırlı sözler söyledi.

“Ey Allah’ın rasulü! Annemle beni mü'min kullarına, onları da bize sevdirmesi için Allah'a dua et!” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah'ım! Şu kulcağızını - yani Ebû Hureyre'yi - ve annesini mümin kullarına, mü'minleri de bunlara sevdir!” Artık yaratılmış hiç bir mümin yoktu ki, beni işitsin veya görsün de beni sevmemiş olsun”641

Ebu Bekr b. Yahya, (Hafız Muhammed b. İshak b. Huzeyme) dedi ki:

“Ebu Hureyre radıyallahu anh hakkında O’nun haberlerini reddetmek için konuşan kimseler ancak Allah’ın kalplerini körelttiği ve buna bağlı olarak haberlerin manalarını anlamayan kimselerdir. Böyle olan bir kimse ya Muattıl (Allah’ın isim ve sıfatlarını iptal eden) Cehmiyye’den birisidir ki, küfrün kendisi olan mezheplerine aykırı gördükleri rivayetini bu Cehmî kişi işitince bu defa Ebu Hureyre radıyallahu anh’e sövüp saymaya koyulur. Allah Teâlâ’nın kendisini uzak tuttuğu hallerle O’na iftirada bulunurlar. Bundan maksatları ise çobanların ve sıradan kimselerin gözlerini boyayarak güya, O’nun rivayetleri ile bir delilin ispat edilemeyeceğini göstermeye kalkışırlar.

Ya da O’nun rivayetlerini redden kişi bir Haricî’dir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetine karşı kılıç çekebileceği görüşünde olmakla birlikte hiçbir halifeye, hiçbir imama itaati de doğru bulmaz. Sapıklığın ta kendisi olan mezheplerine aykırı olan ve Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ’den naklettiği rivayetlerini işittikleri vakit, O’nun rivayetlerini herhangi bir delil ile de çürütmenin çaresini bulamayacak olursa sığınacağı yer Ebu Hureyre radıyallahu anh’e dil uzatıp O’nu tenkit etmek olur.

Yahut bu kişi İslam’dan ve Müslümanlardan uzaklaşmış (İtizal etmiş/Mutezile) Allah Azze ve Celle’nin kullar tarafından kazanılmadan önce takdir edip kazaya bağlamış olduğu geçmişteki kaderlere uyan müslümanları tekfir eden, Kaderiye’den bir kimsedir. Böyle bir kimse Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den kaderin sabit olduğuna dair rivayet etmiş olduğu haberleri gördüğü takdirde küfür ve şirkin ta kendisi olan görüşünün doğruluğunu ortaya koymak için hiçbir delil bulamaz. Böyle bir kimsenin kendince bütün delili Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın naklettiği rivayetleri delil getirmenin caiz olamayacağını iddia etmekten ibarettir.

Yahut Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetlerini reddeden kimse güya fıkıhla uğraşan ve onu asıl öğreneceği kaynaklardan başka yerde arayan cahil bir kimsedir. Bu kişi, herhangi bir delil ve belgeye dayanmadan sadece bir taklit olmak üzere mezhebini seçip, haberlerini takip ettiği kimsenin mezhebine aykırı hususlarda Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayetlerini işitecek olursa, Ebu Hureyre radıyallahu anh hakkında konuşmaya başlar ve kendi mezhebine muhalif olan rivayetlerini çürütmeye kalkışır. Onun rivayetleri kendi mezhebine uygun düştüğü takdirde yine O’nun rivayetleriyle O’na muhalefete delil gösterir.

Bu fırkaların bazıları Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın anlamını kavrayamadıkları bazı rivayetlerini reddetmişlerdir...”642

İmam İbn Huzeyme’nin sözünü ettiği bu kimselerin çoğunluğu sapıklığa düşmekle meşhur olmuşlardır. Onların sapıklıkta oldukları da ümmete gizli değildir. Ancak son olarak sözünü ettiği Fukaha kılığına girmiş cahil kişi – ki o Ebu Hanife’dir – müstesna. Sonra bu kişi (Ebu Hanife) böbürlenerek kıyasa aykırı olduğu gerekçesiyle Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın sözünü reddetmeye kalkışır. Nitekim Fıkıh Usulü ilmine müntesip bazı kimseler bunu zikrederler. Bu gibilerin görüşleri katıksız bir sapıklıktır. Ayrıca İmam Zehebi’nin bu gibi kimselere cevabını Siyeru A’lami’n- Nubela’da643 görebilirsiniz.

641 Sahih. Muslim (2491) Hakim (4298)

642 Sahih maktu. Hakim, el-Mustedrek (3/586)

643 Siyeru A’lam (2/620-621)

Cemaatten Ayrılan Kınanmış Bir Fırka Olur

Huzeyfe b. El-Yemân radıyallahu anh şöyle dedi: “İnsanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hayırdan sorarlardı. Ben ise yetişirim korkusuyla şer/kötülükler hakkında sorardım. Dedim ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Bizler cahiliyye ve şer içindeydik. Allah bize bu hayrı getirdi. Bu hayırdan sonra şer var mıdır?

“Evet” buyurdu. Dedim ki:

“Bu şerden sonra hayır dönemi olacak mı?”

“Evet, onda bulanıklık da olacak” buyurdu.

“Onun bulanıklığı nedir?” dedim.

“Bir topluluk benim yolumdan başka bir yol tutacaklar. Onları tanır ve karşı çıkarsın” buyurdu.

“Bu hayırdan sonra şer olacak mı?” diye sordum.

“Evet, cehennem kapılarına çağıran davetçiler olacak, kendilerine icabet edenleri oraya atacaklar” buyurdu.

“Ey Allah’ın rasulü! Bize onları anlat” dedim.

“Onlar bizim derimizden olup, bizim dilimizden konuşacaklar” buyurdu. Ben:

“Bu zamana yetişirsem ne yapmamı emredersin?” dedim.

“Müslümanların cemâatinden ve imamlarından/yöneticilerinden ayrılma” buyurdu.
 

“Eğer onların cemâati ve imamı yoksa (ne yapayım)?” dedim.

“Bir ağaç kökü dişlemek zorunda kalsan bile, sana bu halde iken ölüm gelinceye kadar o fırkaların hepsinden ayrıl” buyurdu.644

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Şüphesiz ümmetim yetmiş iki fırkaya ayrılacak, biri dışında hepsi ateşte olacaktır.” Denildi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! O (kurtulan) hangisidir?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elini yumdu ve şöyle buyurdu:

“el-Cemâat’tir. Allah’ın ipine toptan sarılın, ayrılığa düşmeyin”645

İbn Abbâs radıyallahu anhuma’dan: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Emîrinde/yöneticisinde hoşlanmadığı bir şey gören kimse sabretsin. Zira cemâatten bir karış ayrılan ancak cahiliyye üzere ölür.”646

Fudâle b. Ubeyd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şu üç kişiyi sorma: Cemâatten ayrılan ve imamına/yöneticisine isyan edip isyankâr olarak ölen, efendisinden kaçıp bu şekilde ölen cariye veya köle ve dünya geçimini sağlamış bulunan kocasının yokluğunda süslenip dışarı çıkan ve dolaşan kadın. Bunları sorma”647

İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Ömer radıyallahu anh bize Câbiye’de şöyle hitap etti: “Ben aranızda, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in aramızda bulunduğu ve şöyle buyurduğu yerde duruyorum:

“Cemâatten ayrılmamanız gerekir. Sizleri ayrılıktan sakındırırım. Zira şeytan tek kişiyle beraber ve iki kişiden daha uzaktır. Cennetin ortasını isteyen cemâatten ayrılmasın.”648

İbn Mes’ûd radıyallahu anh şöyle demiştir: “Ey insanlar! İtaat etmeniz ve cemâatten ayrılmamanız gerekir. Zira bu Allah’ın kendisine sarılmayı emrettiği ipidir. Muhakkak ki, cemâat ve itaatte hoşlanmadığınız bir durum, fırkada hoşlandığınız durumdan daha hayırlıdır."649

Abdullah b. Rabah şöyle demiştir: “Ben ve Ebû Katâde, kuşatma altında bulunan Osmân radıyallahu anh’ın yanına girdik. Hac yapmak için ondan izin istedik. Bize izin verince şöyle dedik:

“Ey Mü’minlerin emiri! Gördüğün gibi şu kimselerin durumu ortadadır. Bize ne emredersin?” Osmân radıyallahu anh;

“Cemâatten ayrılmamalısınız” dedi. Biz:

“Bizler cemâatin sana muhalefet eden şu kimselerle beraber olmasından korkuyoruz” dedik. Dedi ki:

“Nerede olursa olsun, cemâatten ayrılmayın!”650

El-Evzâî şöyle demiştir: “Şöyle denilirdi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleri ve onlara güzellikle uyanlar şu beş esas üzerindeydiler: Cemâatten ayrılmamak, sünnete tâbî olmak, Mescidleri îmâr etmek, Kur’ân okumak ve Allah yolunda cihâd etmek.”651

Amr b. Meymûn el-Evdî şöyle dedi: “Yemen’de Muaz radıyallahu anh ile arkadaşlık ettim. O Şam topraklarına yerleşinceye kadar ondan ayrılmadım. Ondan sonra insanların en fakihi olan Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh ile arkadaşlık ettim. Onun şöyle dediğini işittim:

“Size cemaati tavsiye ederim. Zira Allah’ın eli cemaat üzerindedir.” Cemaate böylece teşvik etti. Sonra günlerden bir gün şöyle dediğini işittim:

“Üzerinize namazı vakitlerinden geciktirecek yöneticiler gelecek. Siz namazı vakitlerinde kılın. Bu farz namazdır, onlarla beraber kıldığınız ise sizin için nafiledir.” Dedim ki:

“Ey Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı! Ne söylediğinizi anlamıyorum.” Dedi ki:

Anlamadığın nedir?” ben de şöyle dedim: “Bana cemaati emrettin ve ona teşvik ettin. Şimdi de bana namazı kendi başına kıl, bu farz namazdır, cemaatle de kıl, bu ise nafiledir diyorsun.” O da şöyle dedi:

“Ey Amr b. Meymûn! Ben senin bu beldenin en fakihi olduğunu sanıyordum. Cemaatin ne olduğunu bilmiyor musun?” Ben:

“Hayır” dedim. Şöyle dedi:
 

“Cemaatin çoğunluğu cemaatten ayrılmışlardır. Cemaat; yalnız başına olsan dahi, sadece hakka uygun olandır.”652

Diğer rivayette: “Cemaat; yalnız başına olsan dahi, Allah’ın taatine uygun olandır” şeklindedir. Hatîb el-Bağdadî’nin rivayetinde lafzı:

“Yalnız başına dahi olsan cemaat; kitap ve sünnettir” şeklindedir653

Nuaym b. Hammad bu hadis hakkında şöyle dedi: “Cemaat ifsad olduğu zaman, ifsad olmasından önceki duruma sarılman gerekir. İşte o zaman yalnız başına dahi olsan cemaat sen olursun.”654

İshâk b. Rahuye dedi ki: “Cahillere sevâdu’l-a’zâm (büyük karaltı) nedir diye sorsan, “İnsanlar cemaatidir” derler. Bilmezler ki, cemaat; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in izine ve yoluna sarılan âlimdir. Onunla beraber olup, ona uyan cemaattir. Ona muhalefet eden ise cemaati terk etmiştir.”655

El-Askerî, Suleym b. Kays el-Amiri’den rivayet ediyor: İbnu’l-Kevvâ, Ali radıyallahu anh’e sünnet, bid’at, cemaat ve fırka hakkında sordu. Dedi ki:

“Ey İbnu’l-Kevvâ! Sorunu ezberledim, sen de cevabı iyi anla: Sünnet, Allah’a yemin olsun Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir. Bid’at; ondan ayrılmaktır. Cemaat, Allah’a yemin olsun, az da olsalar hak ehliyle bir araya gelmektir. Fırka ise çok olsalar dahi batıl ehliyle bir araya gelmektir.”656

644 Sahih. Buharî (3411); Muslim (1847).

645 Hasen. Ahmed (3/145); İbn Mâce (2/1322); el-Elbânî Zilalu’l-Cenne’de (1/27) sahih demiştir. Taberî Tefsir’inde (7/74); Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyan’da (3/163); Fesevî el-Ma’rife’de (3/373); el-Esbahanî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce (1/120 no:18) Lâlekâî Usulu itikad (1/100 no:148) İsnadında Yezid er-Rakkaşî vardır. Ancak şahitleriyle hadis hasendir.

646 Sahih. Buharî (6646); Muslim (1849).

647 Sahih. Ahmed (6/19); el-Elbânî, es-Sahîha’da (542) sahih demiştir.

648 Sahih. Tirmizî (4/465); el-Elbânî, es-Sahîha’da (430) sahih demiştir.

649 Sahih mevkuf. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr (9/198); el-Lâlekâî (1/108); İbn Cerîr et-Taberî, Tefsir (Al-i İmrân 103. Ayetin tefsiri). Hâkim (4/598); İbn Ebî Şeybe (7/474); Ebû Nuaym, el-Hilye (9/249); İbn Abdilberr, et-Temhid (21/273)

650 Sahih mevkuf. Abdurrazzak, Musannef (11/446) Abdurrazzak’ın isnadında Eban b. Ayyâş metruktur. Ancak Ahmed b. Hanbel, Fadâilu’s-Sahabe’de (725) ve Abdullah b. Ahmed, Fadailu Osmân’da (42) sahih isnadla rivayet etmişlerdir.

651 Sahih maktu. El-Lâlekâî (1/64); Beyhakî, Şuabu’l-İmân (3/79) Ebû Nuaym, el-Hilye (6/142); İbn Nasr, Ta’zîmu Kadri’s-Salat (745); İbn Abdilberr, et-Temhîd (21/282) İbn Nasr’ın hasen isnadla rivayetinde; el-Evzaî dedi ki: Hassân b. Atiyye şöyle demiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı şöyle derlerdi...” şeklindedir.

652 Sahih mevkuf. El-Lâlekâî, Usûlu İtikadi Ehl-i’s-Sunne (1/108) İbn Asâkir Tarihu Dımeşk (46/409); Ebû Şâme el-Makdisî, el-Bâis (s.22); Mizzî, Tehzibu’l- Kemal (22/264).

653 Sahih mevkuf. Hatîb el-Bagdadî, el-Fakîh ve’l-Mutefakkih (1171)

654 Beyhaki el-Medhal (s.15) İbn Asakir (46/409)

655 Sahih maktu. Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya (9/239) Şatibî, el-İ’tisam (2/28)

656 Necmuddin en-Nesefi, el-Kand Fi Ahbari Semerkand (s.233) Kenzu’l-Ummal (1644)

bottom of page