top of page

İHTİLÂF VE ÇEŞİTLERİ

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz, yeryüzünde bulunan şeyleri, insanlardan hangilerinin daha güzel iş işlediklerini denemek için yeryüzüne süs kıldık.” (Kehf 7)

“Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. (Kâinatı yaratırken) O'nun Arş'ı su üzerinde idi.” (Hud 7)

Bu ayetler, varlıkların yaratılışında Allah Teala’nın hikmetinin kulları imtihan etmek olduğunu yani, iyilik işleyenin kötülük işleyenlerden seçilip, en güzel amel edenin ortaya çıkarılması olduğunu göstermektedir. Bu hayat bir imtihan meydanıdır. Bu yolculuk bir imtihanla başlamıştır. Allah’ın Adem’i iblis ile imtihan etmesiyle başlamıştır. İblis büyüklenme ve hasedi sebebiyle Ademe secde etmekten kaçınmıştı. Allah ebeveynimizi cennette yerleştirmiş, onları ağaçtan yemekten yasaklamıştı. İblisi onlara iptila etmiş, o da onları saptırarak o ağaçtan yemeyi onlara süslemişti:

“Böylece onları hile ile (bulundukları mevkiden) indirmişti. Adem ve eşi, ağacı tattıkları anda, avret yerleri kendilerine görünmüş, onlar da cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başlamışlardı. Rableri onlara şöyle hitab etmişti: “Bu ağaçtan sizi menetmedim mi ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” Onlar da şöyle demişlerdi: “Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Rableri onlara şöyle) buyurmuştu: “Birbirinize düşman olarak inin. Yeryüzünde (belirli) bir süreye kadar sizin için yerleşebileceğiniz bir mekân ve geçinebileceğiniz bir nimet bulunacaktır.” (A’raf 22-24)

Allah, Adem’i, eşini ve iblisi yeryüzüne indirmiş ve yeryüzündeki imtihan yolculuğu başlamıştır. Allah kullarını verdikleriyle, hayırla ve şerle imtihan eder, onları birbirleriyle imtihan eder, dostlarını düşmanlarıyla, düşmanlarını da dostlarıyla imtihan eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz, bazılarını, “Allah, aramızdan bunlara mı ihsanda bulundu?” demeleri için diğer bazıları ile böyle imtihan etmişizdir. Allah, şükredenleri daha iyi bilmez mi?” (En’am 53)

Allah kullarını, onlara indirdiği, emirler ve yasaklar içeren kanunlarıyla imtihan eder. Adem aleyhi's-selâm ve zürriyeti de bu yolda yürümüşler, lakin onlar Allah’ın hidayeti ve tevhidi üzerinde gitmişlerdir. Bu şekilde on asır tevhid üzerine devam etmiştir. Nitekim İbn Abbas radıyallahu anhuma Allah Teâlâ’nın:

"İnsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında, ihtilâf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan Kitabı da indirmişti. Oysa kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki hased yüzünden Kitap üzerinde ihtilâfa düşenler, kendilerine Kitap verilenlerden başkası değildi. Ne var ki Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâf ettikleri hakka, kendi izniyle hidayet etmiştir. Zaten Allah, dilediği kimseyi doğru yola hidayet eder” (Bakara 213) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:

“Allah Nuh aleyhi's-selâm’ı, kavmini şirkten sakındırması için gönderdi. O da Allah’ın azabından sakındırdı. Aralarında dokuz yüz elli sene kaldı. Kullardan Allah’ın diledikleri ona iman ettiler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Nûh'a şöyle vahyedilmişti: Kavminden, artık şimdiye kadar îman edenlerden başkası îman etmeyecektir. Bu itibarla onların yapmış oldukları şeylerden dolayı üzülme” (Hud 36)

Bu tarihten itibaren insanlar; iman edenler ve kafirler olarak iki fırka oldular. Allah, her bir peygamber gönderdiğinde, onun daveti karşısında insanlar;bu davete icabet eden müminler ve yüz çevirerek yalanlayanlar olarak iki kısım oldular. Allah’a davet yolculuğu böylece devam etti. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Sonra bunların ardından başka nesiller var ettik. Hiçbir ümmet nekendiecelininönünegeçebilir;nedeondangerikalır. Sonrabirbiri arkasına rasullerimizi gönderdik. Her ümmete rasulü gelince, onu yine yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasına helak ettik ve onları, (halkın biribirlerine anlattıkları) efsaneler yaptık. İman etmeyen böyle kavimler yok olsun.” (Muminun 42-44)

İnsanlar; mümin ve kafir, itaat eden ve isyan eden, iyi ve kötü olarak iki sınıftır. Dünyada böyle olduğu gibi, ahirette de böyledir. Bu en büyük ihtilaftır. Bu, iman ve küfür, taat ve isyan, takva ve fücur ihtilafıdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Sizi yaratan O'dur. Bir kısmınız kâfir, bir kısmınız da mü'mindir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyle görendir.” (Tegabun 2)

Bu Allah Teâlâ’nın dilemesi ve takdiridir ve bunda büyük bir hikmet vardır. Bu ihtilaftan kinleşme, savaş ve ayrılıklar meydana gelmiştir. Zira bu, köklü bir ihtilaftır, iman ve küfür ihtilafıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Eğer Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar. Ancak Rabbinin merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler. Zaten Allah, insanları bunun için yaratmıştır. Ve böylece, Rabbinin “Muhakkak cehennemi bütün cin ve insanlarla dolduracağım” sözü yerine gelmiş olacaktır.” (Hud 118-119)

Bu ayet, hak ile batıl, Allah’ın dostları ile düşmanları ve Allah’ın taraftarları ile şeytanın taraftarları arasındaki bu ihtilafın devam edeceğine delildir. Bu iki grup yeryüzünde ihtilaf ederler. Bu, açık ve hak bir ihtilaftır. Hak, rasullerin ve onlara tabi olanların üzerinde bulundukları şeydir. Kim kurtuluş, mutluluk ve başarı istiyorsa bu tarafta olmalıdır. Kim de diğer tarafta olursa Allah’a ve rasulüne muhalefet etmiştir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Her kim Allah'a ve Rasûlüne muhalefet ederse, şüphesiz, (böylelerine karşı) Allah'ın azabı çok şiddetlidir.” (Enfal 13)

Hem dünya hem de ahiret hayatındaki hayır, iyilik, başarı ve saadet rasullerin ve onlara tabi olanların yolundadır. Şer, kötülük ve sapıklık, haktan yüz çeviren, rasullerin yolundan sapan, kalpleri kaydırılmış kimselerin yolunu tutanlardadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Bu, hiç şüphesiz, benim dosdoğru yolumdur; bu itibarla ona uyun; diğer yollara uymayın. Aksi halde sizi O'nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etmiştir.” (En’am 153)

Halkın çoğunluğu şeytanın taraftarıdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Fakat insanların çoğu iman etmezler” (Mumin 59)

“Kullarımdan şükredenler azdır” (Sebe 13)

“Lakin insanların çoğu şükretmezler” (Yusuf 38)

“Yeryüzündekilerin çoğuna itaat edecek olursa seni Allah’ın yolundan saptırırlar” (En’am 116)

“Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 106)

Allah’ın ihtilaf hakkındaki hükmü işte budur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Oysa iman edenler Allah yolunda, küfredenler de, (tagut) bâtıl inançları uğrunda savaşırlar. O halde siz (ey mü'minler!) şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphe yoktur ki, şeytanın hilesi zayıftır” (Nisa 76)

Allah Teâlâ hakkın delillerini ikame etmiştir. dostlarına destek için hidayet ehlinin üzerinde yürüyecekleri işaretleri koymuş, azlıkları ve zayıflıklarına rağmen onları kurtarmış, çoklukları ve kuvvetlerine rağmen düşmanlarını rezil etmiş, onlara azabını indirmiştir. Basiret sahipleri için bunda ibretler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“(Bedir günü) siz, vadînin yakın bir kenarında idiniz; onlar da uzak bir yanında idiler; kervan ise, sizden daha aşağıda bulunuyordu. Sözleşmiş olsanız bile, buluşma vaktinde yine de ayrılığa düşerdiniz. Fakat Allah, yapılmış olması gereken bir işi gerçekleştirmesi ve böylece helak olacak kişinin apaçık bir delille helak olması, yaşayacak olan kişinin de apaçık bir delille yaşaması için (sizi, savaş alanında böylece yerleştirmişti). Allah, şüphesiz, her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyle bilendir” (Enfal 42)

Allah Teâlâ, nebisine ve müminlere, az olmalarına rağmen, kendilerinden sayı ve donanım olarak kalabalık olan düşmanlarına karşı yardım etmişti. Başarılı kılınan kimse için bu ayette hidayet vardır. Yüz çevirerek helak olmuş kimseler ise bunu göremezler.

Rasullere düşmanlık edenlerin aralarında da ihtilaflar vardır, ancak bu ihtilaflar onları sapıklık dairesinden çıkarmamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bu da, Allah'ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması sebebiyledir. Kitap üzerinde ihtilaf edenler ise, muhakkak ki hak yoldan uzak bir ayrılık içindedirler.” (Bakara 176)

“Çeşitli yolları olan göğe kasem olsun ki, ey müşrikler siz, birbirini tutmaz sözler içindesiniz. Döndürülecek olan kimse ondan döndürülür” (Zariyat 7-9)

Bütün bunlar, batıl üzerinde ihtilaf edenler hakkındadır. ilk ihtilaf ise hak ile batıl, hak ehli ile batıl ehli arasındaydı. Bu ihtilafta bir grup övülürken, diğeri yerilmektedir. Küfür milletleri ve sapıklık yolları arasındaki ihtilaf ise, yerilmenin dışına çıkmaz. Onların hepsi de batıldır ve kınanmıştır. Her ne kadar bazısı haktan diğerine nazaran daha fazla uzak ise de, hepsi de sapıklık yoludur.

Rasullerin dinine – İslam dairesine – girenlere gelince, onların aralarında meydana gelen ihtilaflar kevnî bir sünnettir. İnsan tabiatinin ve Allah Teâlâ’nın mahlukatı üzerindeki hikmetinin bir gereğidir. Akılları ve alışkanlıkları, tercihleri ve etkilenmelerine göre ihtilaf ederler. Hepsi de kendilerini İslam’a nispet etseler de, onların aralarında zahiren müslüman görünüp nifakını gizleyenler de vardır. Onlara itibar edilmez. Çünkü onlar da şeytanın taraftarlarına dahildirler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah, onların hepsini dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun ki, işte asıl yalancılar onlardır. Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki, asıl hüsrana uğrayacak olanlar, muhakkak ki şeytanın taraftarlarıdır.” (Mucadele 18, )19

Lakin aslen mümin ve müslümanlar arasında da ihtilaf meydana gelmiştir. İlim ehli arasındaki ihtilaf bu türden sayılır. Yine ümmetin bazı grupları arasında ihtilaflar vardır. Bu ihtilaflar, Allah’ın kitabına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılmadaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanların çoğu bu farz hakkında gevşek davranmış ve karanlıklara düşmüşlerdir. İnsan ve cin şeytanlarından olan düşmanlarının ellerinde lokma haline gelmişlerdir. Allah’ın meşru kılmadığı şeyleri din edinmişlerdir. Allah’ın hakkında delil indirmediği şeylere itikad etmişlerdir. İtikadî veya amelî bidatleri din edinerek bidat çıkaran heva ehli ümmetin fırkalarındandır. Onlar Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e muhalefet ettikleri gibi, kendi aralarında da ihtilaf ederler. Bu da ihtilafın bir türüdür.

Yine kendilerini İslam’a nispet edenler arasındaki bu ihtilaf da tehlikelidir. İbn Amr radıyallahu anhuma’nın rivayet ettiği hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu haber vererek şöyle buyurmuştur:

“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Denildi ki:

“O (kurtulan) biri hangisidir ey Allah’ın rasulü?” buyurdu ki:

“Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlardır.”60

Diğer rivayette: “O el-cemaattir” buyurmuştur.61

Bu ihtilaf, bir açıdan, müminler ile kafirler arasındaki ihtilafa benzer. Zira bu zıtlık ihtilafıdır. Üzerine dayanılan ve her fırkanın kendisine tutunduğu kaynağın farklılığından meydana gelmektedir. Ehl-i sünnet ve’l- Cemaat ile diğerleri arasındaki ihtilaf, zıtlık ihtilafıdır. Hak daima ehl-i sünnet ile beraberdir. Bu ümmet içinde ehl-i sünnetin durumu, diğer ümmetler arasında İslam ümmetinin durumu gibidir. Hakkın ve doğrunun tamamı ehl-i sünnet ile beraberdir.

60 Sahih. Tirmizi (2641) İbn Vaddah el-Bid’a (s.85) Mervezi es-Sunne (59) Acurri eş-Şeria (15-16) İbn Batta el-İbane (264, 265) Hakim (1/129) Lalekaî es- Sunne (145-147) el-Esbahani el-Hucce (16, 17) Ukayli ed-Duafa (2/262)

* Enes radıyallahu anh’den: Eslem b. Sehl, Tarihu Vasıt (s.196) Ukayli (2/262) Taberani Sagir (1/256)

61 Sahih. Birçok sahabeden sabit olmuştur. Bkz.: İbn Ebi Asım es-Sunne (1/32- 36) Acurri eş-Şeria (14-18) el-Lalekai (99-104) İbn Batta el-İbane (1/366) el- Esbehani el-Hucce (1/106)

İhtilâfın Boyutları

Herhangi bir konuda Ehl-i sünnete muhalefet eden, bu muhalefeti oranında dosdoğru yoldan sapmış demektir. Bu fırkalardan bazısı haktan, diğer bazısına göre daha uzaktır.

Yürürlükte olan bu ihtilafa Kur’an ve sünnet delalet etmektedir. Zira Allah Azze ve Celle geçmiş ümmetlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Milletler, kendilerine ancak ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düşmüşlerdir.” (Şura 14)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” (Al-I İmran 105)

“Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler” (Beyyine 4)

Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Elbette sizden öncekilerin yollarını karış karış izleyeceksiniz.”62

Yine Ehl-i Sünnet arasında da ihtilaf meydana gelmiştir. Lakin Ehl-i sünnetin kendi arasındaki ihtilafı ile, başkaları arasındaki ihtilafı ve başkalarının kendi aralarındaki ihtilafı arasında fark vardır. Ehl-i Sünnet, asla itikadi bir meselede ihtilaf etmez. Ancak cüz’î bir meselede ihtilaf eder ve bu ihtilaf ancak amelî konudadır. Ehli sünnetin kendi aralarındaki ihtilafı, sahabelerin arasında meydana gelen ihtilaf gibidir. Sahabenin ve onlara tabi olanların ihtilafları ise iki türdür:

Birincisi: Tenevvû (çeşit) ihtilafıdır. Bu tür ihtilafta her iki taraf da isabetlidir. Tıpkı sahabelerin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, şu hadis hakkındaki ihtilafında olduğu gibi:

“Hiçbiriniz Benî Kurayza yurdu dışında ikindiyi kılmasın.”63

Bazısı namazı yolda kıldı, bazısı Beni Kurayza’ya gelince kıldı. “Bu, isabet edenin açıklanmadığı bir zıtlık ihtilafıdır” denilebilir. Lakin ihtilaf edenlerden herbiri içtihad ettikleri için övülür. Zira tenevvu ihtilafı, her iki tarafın da isabet ettiği ve her ikisinin de övüldüğü ihtilaftır. Belki de tenevvu ihtilafına en güzel örnek, kıraat farklılığıdır. Allah Teala’nın kullarının tasarruflarını onayladığı ihtilaf böyledir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Hurma ağaçlarından her neyi kesmiş, yahut kesmeyip kökleri üzerinde dikili bırakmışsanız, o da Allah'ın izniyle ve fâsıkları rezil etmesi içindir” (Haşr 5)

Bütün bunlar tenevvu ihtilafıdır, ihtilaf edenlerden hiçbiri bu konuda kınanmaz. Hatta her biri övülür, her biri hak üzeredir. Ancak bunlar, her biri de hak üzere ve isabetli olmasına rağmen, birbirlerine karşı taşkınlık yaptıklarında ve biri diğerinde olanı inkar ettiğinde kınanır.

İkincisi: Salih selef ve onlara tabi olanların arasında meydana gelen, zıtlık ihtilafları. Bunların da iki tür olduğunu söyleyebiliriz:

a- Zıtlık İhtilafının Birincisi: İki görüşten doğru olanına dair delil bulunmasına rağmen ihtilaf. Böyle bir durumda delile uygun olan hak, delile aykırı olan ise hatadır. Lakin ihtilaf edenler müçtehit iseler, her biri övülür ve ona ecir vardır. İhtilaf edenlerden biri diğerinden üstün olsa dahi, içtihad edip hakka isabet edene iki ecir, içtihad edip de hata edene ise bir ecir vardır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hakim hüküm vereceği zaman içtihad ettiğinde isabet ederse ona iki ecir vardır. Hükmedeceğinde içtihat edip hata ederse ona bir ecir vardır.”64

Yani onun hatası bağışlanır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Hata yaptığınız hususlarda üzerinize bir günâh yoktur. Fakat kalplerinizin kasıtlı olarak yaptıkları böyle değildir.” (Ahzab 5)

O zaman ihtilaf edenlerin her biri, birbirine zıt görüşe sahip olsalar da, övülmüştür ve hak ikisinden birinde olsa da, ikisi de ecir alırlar.

b- Zıtlık İhtilafının İkincisi: Doğrunun açıkça ortada olmadığı ihtilaftır. Burada iki görüşten birinin üzerine dayanabileceği bir delil yoktur. Hatta her iki görüş de sırf içtihattan kaynaklanmıştır. Bu ihtilaf, şer’î bir delile aykırı olmadığı ve iki görüşten hangisinin isabetli olduğunun delili açık olmadığı zaman, her iki görüşe de genişlik vardır. Ihtilaf edenlerden her biri, içtihadında ecir alır ve övülmüştür.

İhtilafın çeşitlerine dair bu açıklamadan sonra, müslümanın Allah’ın ipine sarılması gerekir. Bu da, ilimde, amelde ve insanlar arasında hüküm vermede; Allah Teala’nın kitabına ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tutunmakla olur. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yoktur ki Allah, her şeyi hakkıyle işiten, hakkıyle görendir” (Nisa 58)

“Söylediğinizde adil olun.” (En’am 152)

Müslümana gereken şey, Allah’ın kitabına ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılması, hükmünde ve sözünde adil olmasıdır. Şahsi görüşüne taassup göstermemelidir. Kendisine intisap ettiği bir imamın görüşüne de taassup göstermemelidir. Kim olursa olsun insanlardan hiçkimsenin görüşüne de taassup göstermemelidir. Bilakis kendi görüşünü de, insanların görüşlerini de Allah’ın kitabına ve rasulünün sünnetine arz etmelidir. Bu, Allah Azze ve Celle’nin şu emrini uygulamaktır:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz. Allah'a ve âhiret gününe inandığınız takdirde, onu, Allah'a ve rasule arz edin. Bu, netice itibariyle daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 59)

Şu halde, ihtilaf edenler, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi Allah’ın kitabına ve rasulünün sünnetine arz etmelidir.

Allah Teala’nın kitabı ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti kıyamete kadar kalıcıdır ve bu ikisi Allah’ın kulları üzerindeki hüccetidir. Ihtilaf ve çekişme anında bu ikisine dönülmesi zorunludur. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Üzerinde ihtilâf ettiğiniz şeyin hükmü Allah'a aittir. İşte benim rabbim bu. O'na güvenip dayandım; O'na döneceğim.” (Şura 10)

Bunu ancak kitap ve sünnet hakkında basireti olan, bu ikisinin naslarını bilen, delalet ettiği manaları anlayan kimse takdir eder. Şayet bu özellikler kendisinde bulunmazsa, ilmine ve dindarlığına güvendiği kimseye müracaat eder, onun açıklamasına uyar. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Eğer bilmiyorsanız zikir (hadis) ehline sorun.” (Enbiya 7)

O halde ehl-i sünnet ve’l-Cemaat ile başkaları arasında bulunan ihtilafta müslüman hakkı açıkça bilir. Hak; sahabe, tabiin ve onlara en güzel şekilde uyanların üzerinde yürüdükleridir. Ehl-i Sünnete muhalif olan fırkalarda ise hak ile beraber batıl bulunur. Bunlardan hak olanı kabul, batıl olanı reddetmek gerekir. Nitekim alimler bu hususu açıklamışlardır. Bu, adalet ve insafı gözetmek ve hasmında bulunan hakkı itiraf ve onda bulunan batılı reddetmektir. Insaf edip zulmetmemek gerekir. Kötülenmeyi ve buğzedilmeyi hak etmeyen kimseye yüklenmemelidir. Zira adalet her durumda farzdır. Müslüman ve kafir arasında hükümde de adalet farzdır, sünnet ehli ile bidat ehli arasında ve itaatkar ile isyankar arasında da adalet farzdır. Delilleri ve özellikleri ikame edildiği zaman hakkı getiren kimseden kabul etmek gerekir.

Heva fırkalarının Ehl-i sünnet ve’l-cemaate muhalif olduğu zikredilen herşeyin batıl olduğu anlaşılır. Zira bu fırkalar, bazı konularda Ehl-i sünnete uygun görüşe sahiptirler. Ehli sünnete uygun olanları kabul edilir, aykırı olanları ise reddedilir.

Ehl-i sünnet arasında amelî meselelerdeki ihtilaflar ise, ya tenevvu ihtilafına, ya da zıtlık ihtilafına girer. Bu durumda ya isabet eden, getirdiği delil sebebiyle bilinir, ya da iki taraftan hangisinin isabetli olduğu açıkça ortaya çıkmamış olabilir. İlim ehli böyle ihtilaf hakkında: “İhtilaflı meselelerde muhalife karşı çıkılmaz. İki taraftan birinin isabet edip, diğerinin hata ettiği açıkça ortaya çıkarsa o zaman, delile aykırı olan hata, sahibine reddedilir. Bu hatanın sahibi delile muhalefetinde mazur olsa da, hakka isabet edemeyen bir müçtehittir. Bu konuda mazereti olabilir. Hatta Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin “Ref’u’l-Melam” adlı meşhur risalesinde açıkladığı gibi, ilim ehlinin açıkladıkları daha başka mazeretler de olabilir. Orada şöyle demiştir: “İmam delile ya bu delil kendisine ulaşmadığı için, ya ulaşsa da kendisine göre sabit olmadığı için muhalefet etmiştir. zira bu delil ona zayıf bir tarikten gelmiş olabilir. Yahut kendisinde bulunan delilinin buna aykırı olduğunu, mesela kendisinin delilinin, bu delili neshettiğini zannetmiş olabilir. Bu durumda bu gibi özürler sebebiyle mazur olur.”65

62 Sahih. Buhari (3456) Muslim (2669)

63 Sahih. Buhari (946) Muslim (1770)

64 Sahih. Buhari (7352), Muslim (1716)

65 Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (20/231)

Ehl-i Sünnet ile Bid’at Ehli Arasındaki Ayrım

Bir müslümanın sünnet ehli veya bidat ehli olmasının kayıtları önemli bir meseledir. Zira delil olmaksızın onun sünnet dairesinden çıkarılması zorlu bir iştir. Yine onun sünnet ehlinden olmadığı halde sünnet dairesinde görülmesi de öyledir. İlim ehli, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde bu meselenin muteber kayıtlarını araştırmışlardır.

İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kitap, sünnet ve icma ile konuşan ehl-i sünnet ve’l-cemaattendir.”66

Yine şöyle demiştir: “Bidat ehlinin alameti, selefe uymayı terk etmeleridir. Bu yüzden İmam Ahmed, Abdus b. Malik’e yazdığı risalesinde şöyle demiştir: “Bize göre sünnetin esasları; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının üzerinde bulunduklarına sarılmaktır.”67

Yine şöyle demiştir: “Hiçbir imam yoktur ki kendisine uyulamayacak sözleri ve fiilleri olmasın. Bununla beraber bundan dolayı kınanmazlar da. Ama kitap ve sünnete aykırı olduğu kesin olarak bilinmeyen, hatta hakkında ilim ve iman ehlinin içtihadlarında niza ettikleri konulardaki söz ve fiillere gelince, Allah’ın kendilerine hakkı açık kıldığı kimselere göre bu meselelerde kesinlik bulunabilir. Lakin bunlar için açık olan şey, bu açıklığın kendilerine belli olmadığı insanlara bağlayıcı kılınamaz.”68

Yine şöyle demiştir: “Kişiyi heva ehlinden kılan bid’at; sünnet alimleri katında kitap ve sünnete muhalif oluşu meşhur olan; Haricilik, Rafizilik, Kaderiyye ve Mürcie gibi bidatlerdir.”69

Zehebî, şöyle demiştir: “Alimler ihtilaf etmeye devam etmişlerdir. Bir alim, diğer bir alim hakkında kendi içtihadına göre konuşmuştur. Hepsi de mazur ve ecir sahibidir. (Batılda) İnat eden veya icmaya muhalefet eden ise suçludur..”70

Şatıbî, şöyle demiştir: “Bu fırkalar, cüz’î meselelerde değil, ancak dinde ve dinin kaidelerinden birinde küllî manada Fırkatu’n-Naciye’ye (Ehl-i Sünnete) muhalefet etmeleri sebebiyle bir fırka haline gelmişlerdir. Zira cüz’î ve ayrıntı meselelerde şazlık, fırkalaşmaya götüren bir muhalefet değildir. Ancak külli meselelerde muhalefete düşmek fırkalaşmaya sebep olur...”71

Şeyh Mukbil el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Şahıs ne zaman salih selefin menhecinden ayrılırsa bid’at işler. Selefin menhecinden ayrıldığı zaman ya tasavvufa, ya şiiliğe, ya mevlid törenleri kutlamaya, ya beşeri kanunları beğenmeye, ya hizipçilik gibi sınırlamacı dostluğa sapar. Böylece hizbi/partisi/grubu için dostluk yapar ve partisi (grubu) için düşmanlık eder.72

İlim ehlinin sözlerinden şu ortaya çıkmaktadır: Sünnet ehli; şu üç sabit esasa uymakla bilinen kimsedir; Kur’an, sünnet ve selefin üzerinde bulundukları yol. Bu ittiba hem zahirde, hem de batında olur. Bu üç sabit esasa uyup sarılana dostluk eder. Kişi, bu üç esasa İslam’dan çıkanlar gibi ya tamamen muhalefet ederek bir bidatçi olur, ya İslamda bilinmesi zorunlu olan bir cüze muhalefet ederek bidatçi olur. Sonra dostluk ve düşmanlığını bu bidati üzerine kurar.

Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “..bu yüzden bid’at ehlinin alametlerinden birisi de, bir söz veya fiil ortaya çıkarıp bunu insanlara bağlayıcı kılmaları, bundan dolayı insanlara ikramda bulunup dostluk etmeleri ve uydurdukları bu şeyleri terk edene düşmanlık etmeleridir. Nitekim Hariciler bidat olarak ortaya attıkları görüşlerini insanlara zorunlu tutmuşlar, bu görüşleri için dostluk veya düşmanlık kurmuşlardır. Rafiziler kendi görüşlerini uydurmuşlar ve insanlara bağlayıcı kılarak, dostluk ve düşmanlıklarını bunun üzerine kurmuşlardır.”73

Şeyh Muhammed el-İmam hafizehullah şöyle demiştir: “Bidat ehlinin çoğunun Kitap ve sünnete uymaya çağırdıkları bilinmektedir. Ancak selefe uymayı önemsemezler. Böylece, selefin üzerinde bulundukları yoldan ayrılmak, bidat ehlinin açık bir alameti olmuştur. Bazı fırka ve gruplar selefin alametlerini yükseltmişler ve kendi zanlarına göre bunu selefe sadece akide hususunda tabi olmakla sınırlamışlar, menheci önemsemişlerdir. Onların sözleri “Menhecimiz selefîdir, yönelişimiz moderndir” lafı etrafında döner. İşte bu, bid’atçi bir çıkıştır! Bu tıpkı eski bidat ehlinin: “Dinin bir şeriati ve bir de hakikati vardır”, “Dinin bir kabuğu, bir de özü vardır” ve “Şeriatın zahiri ve batını vardır” kaidelerine benzemektedir.

Geçen açıklamalara göre sünnet ehli bir kimse, sünnetlerden biri hakkındaki gevşekliği sebebiyle bidatçi olmaz. Yine o, sünnet ehlini sevmesi ve onlar gibi bir akideye sahip olmakla birlikte, dünyevi bir iş için bir grup veya bir fırka ile beraber bulunması sebebiyle bidatçi olmaz. Ehli Sünnet şeyhlerinden birine desteği sebebiyle o kimse bir bidatçi ya da hizipçi sayılmaz. Ancak bu destek, hataya rağmen taassub derecesinde olursa bundan dolayı kınanır. Özellikle sünnet alimlerinden nasihat kabul edenler hizipçi/grupçu olmazlar.”74

66 Mecmuu’l-Fetava (3/346)
67 Mecmuu’l-Fetava (4/155)
68 Mecmuu’l-Fetava (10/383-384) 69 Fetava’l-Kubra (4/193)
70 Siyeru A’lam (19/327)

71 el-İ’tisam (2/712, 713)
72 Tuhfetu’l-Mucib (111)
73 Mecmuu’l-Fetava (6/338)

74 el-İbane (s.37)

Ehli Sünnetin Gaye Birliği

Ehl-i sünnet olanlar, aralarında maksat üzerinde ittifak etmişlerdir ki, bu maksat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olma hususunda birleşmektir. Aralarında caiz olan ihtilafta bulunmaları onlara zarar vermez. Caiz olan ihtilaf; ibadet veya başka konularda, tenevvu (tür) ihtilafıdır. Anlayışlardaki farklılık onlara zarar vermez.

İmam Şatibi rahimehullah şöyle demiştir: “...bundan dolayı içtihat meselelerinde ihtilaf edenler arasındaki dostluk, sevgi ve şefkat gruplaşmaya ve fırkalaşmaya götürmez. Çünkü onlar din sahibinin maksadını talep konusunda birleşmişlerdir.”75

Allame İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “İradelerinin, anlayışlarının ve idrak kuvvetlerinin farklılığından dolayı insanlar arasında ihtilaf meydana gelmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Lakin kınanmış olan ihtilaf; birbirlerine haddi aşıp düşmanlık etmeleridir... Lakin asıl ve talep olunan gaye tek, tutulan yol bir olursa neredeyse ihtilafa düşülmez. Bu durumda ihtilafa düşülse de, daha önce sahabenin ihtilafında olduğu gibi, bu zarar vermez. Eğer üzerine bina olunan asıl tek ise o; Allah’ın kitabı ve rasulünün sünnetidir. Maksat bir ise o; Allah’a ve rasulüne itaattir. Yol bir ise o; Kur’an ve sünnet delillerine bakmayı, her türlü sözün, görüşün, 

kıyasın, zevkin ve siyasetin önüne geçirmektir.”76

Ebu’l-Muzaffer es-Sem’anî, şöyle demiştir: “Şayet onların (Hadis ehlinin), ülkelerinin ve zamanlarının farklılığına rağmen ve aralarındaki yurt uzaklığına rağmen, başından sonuna kadar, eskisiyle ve yenisiyle tasnif edilmiş bütün kitaplarına muttali olursan, itikadlarını tek çizgide ve tek üslupta açıkladıklarını, dışına çıkmadıkları ve sapmadıkları bir yolda yürüdüklerini görürsün. Bu konuda sözleri birdir, fiileri birdir. Aralarında ihtilaf görmezsin. Az da olsa,herhangi bir konuda fırkalaşmamışlardır. Hatta onların dillerinden çıkan herşeyi ve seleflerinden naklettiklerini toplasan, onun sanki tek bir kalpten geldiğini ve tek bir dilden söylendiğini görürsün. Hakka bundan daha açık bir delil olabilir mi?... Hadis ehlinin ittifakının sebebi, onların dini Kitap ve sünnetten ve nakil yolundan almış olmalarıdır. Onlar ittifak ve uyuma varis olmuşlardır.”77

Şeyh Muhammed el-İmam, şöyle demiştir: “Ey sünnet ehli! İç halini düzeltmeye özen göster ki, maksadın hak ve nübüvvet menhecine tabi olma arzusu olsun. Kendini beğenmekten ve gururdan sakın! Nefsin intikam, haddi aşma ve düşmanlığa çekişlerinden uzaklaş. Zira sen kendini bu şekilde ıslah edersen, senin de kastettiğin yola tabi olanlarla aranda zararlı bir ihtilafta bulunmazsın. Hareket ve kuvvet ancak Allah’tandır.”78

Müslümanın hak ile beraber dönmesi, hakka talib olması ve hakkı araştırması, hevâya değil, hüdâya tabi olması gerekir. falana ve filana taassup göstermemelidir. Dört mezhebe mensup olanlar arasında meydana gelenler gibi taassup göstermemelidir. Bu imamların görüşlerinden ve anlayışlarından istifade etmekte sakınca yoktur. Sakıncalı olan; delil çıkarmaya gücü yeten kimsenin, taklid etmesi ve delili bilmeye gücü yettiği halde, alimin delilini bilmeden onun görüşünü almasıdır. Farz olan; delile tabi olmak ve alimlere saygı göstermektir. İnsanlar alimler hakkında üç kısımdırlar:

1- Alimleri hafife alan, onların değerini tanımayan, sözlerinden istifade etmeyen, onların anlayış ve açıklamalarından aydınlanmayanlar. Bunlar delili alma iddiasıyla nefsinin gururuna kapılan ve aşırılığa düşenlerdendir. Delil konusunda ifrata saparken, alimler konusunda tefrite sapmışlardır.

2- Alimler hakkında aşırı gidenlerdir. Her grup bir imam edinir, sadece onun görüşlerini bilir, bunun dışına çıkmazlar. Ne kitaba ne de sünnete bakarlar. Bu, alimlere saygıda ifrat ve Kitap ve sünnete sarılma hususunda tefrittir.

3- Kitap ve sünneti hakem kılarak bu ikisine muhakeme olan, orta yolu tutanlardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herkesin sözünün alınmasının ya da reddedilmesinin mümkün olduğuna iman ederler. Nitekim bizzat imamlar buna irşat etmişlerdir. İbn Abbas radıyallahu anhuma, Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’ya taassup gösterenleri reddederek şöyle demiştir: “Başımıza semadan taş yağacak. Ben: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu diyorum, siz hala Ebu Bekir ve Ömer diyorsunuz”79

Peki ya Allah’ın kitabına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma’dan kat kat düşük olan kimselerin sözüyle itiraz edene ne demeli?

Müslüman yalnızca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e mutlak ittibada ve itaatte bulunur. Lakin sahabenin ve alimlerin değerlerini takdir eder. Her birinin konumunu muhafaza eder. Bununla beraber kendi yerini de bilir. Allah, kendi nefsinin yerini tanıyana rahmet etsin denilmiştir.

İhtilaflar ve görüşler konusunda bu giriş akılda tutulmalıdır. Tutunulacak asıl, Allah’ın kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılmaktır ki, bu aynı zamanda kişinin ilim ve adaletten ayrılmamasını, ilminde, amelinde ve hükmünde rabbinden sakınmasını gerektirir. Allah Teâlâ’dan bizleri doğru yola eriştirmesini, sapıklık şubelerinden korumasını, sözde ve amelde ayak kaymalarından muhafaza etmesini dileriz. Allah’ın salat ve selamı, Muhammed’e, ailesine, ashabına ve onlara en güzel şekilde tabi olanların üzerine olsun.

75 el-Muvafakat (4/221)

76 es-Savaiku’l-Mursele (2/519)
77 el-İntisar Li Ashab’il-Hadis (s.44)

78 el-İbane (s.41)

79 Sahih mevkuf. Ahmed (1/337) Hatib el-Fakih (1/144, 145) İbn Abdilberr, el- Cami (s.570) İshak b. Rahuye (1/360 no:1214) Ebu Muslim el-Kecci, (Zadu’l-Mead 2/206) Hafız ibn Hacer isnadı sahih demiştir.

Ehli Sünnetin Üzerinde Buluşacağı Kayıtlar

1- Sünneti uygulamaya ve yaymaya davet üzerinde ittifak

2- Davet menhecinde hikmete uymak, basiret üzere yürümek, selefin üzerinde bulunduğu yolun dışına çıkmamak

3- Tenkid edilmeyi kabul edecek gönül genişliği. Zira Allah’a davet eden masum değildir. Kendisinin elinde pekçok hayrın gerçekleşmiş olması bu konuda lehine bir hüccet değildir. Bu sayede hayır artar ve yapıcı tenkidi kabul etmekle şer azalır.

4- Nefisle mücahede, ucubdan, gururdan, yapmacıklıktan, riyadan, hırstan uzaklaşmak, Allah için ihlaslı olmaktan ayrılmamak ve Allah’a karşı sadık olmak.

5- Sünneti her yer, her zaman ve her durumu kuşatıcı şekilde kapsamlı olarak anlamak.

6- Kişilerin bidatçi ve fasık olduğuna hüküm vermede, onlardan ayrılma hususunda acele etmekten uzak durmak ve bu meseleleri ilim ehline bırakmak.

7- Kıble ehlini tekfir etmekten selamette olmak.

bottom of page