CİHÂD KİTABI
İyiliği Emretmeyen ve Kötülüğü Yasaklamayan Bizden Değildir
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“İsrail oğullarından küfredenler, Dâvud ve Meryem'in oğlu îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları yüzündendi. İşledikleri kötülüklerden biribirlerini menetmezlerdi. İşlemiş oldukları bu şeyler ne kadar da kötü idi.” (Maide 78-79)
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder;kötülüktenmenedersiniz.”(Al-iİmran 110)
“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar da birbirlerinin dostları olup iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar” (Tevbe 71)
Ebû Saîd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“İçinizden kim bir kötülük görürse ona eliyle karşı çıksın. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle karşı çıksın. Bu da imanın en zayıfıdır.”1527
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiliği emretmeyen ve kötülükten yasaklamayan bizden değildir.”1528
Huzeyfe radıyallahu anh’den: “Allah bizden olmayana lanet etsin. Vallahi ya iyiliği emredip kötülüğü yasaklarsınız ya da Allah şerlilerinizi hayırlılarınız üzerine musallat eder de, onlarla savaşırsınız. İyiliği emredip kötülüğü yasaklayan kimse kalmaz. Sonra Allah Azze ve Celle’ye dua edersiniz fakat size olan öfkesinden dolayı dualarınız kabul edilmez.”1529
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İslam; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etmen, namazı dosdoğru kılmaz, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman, beyti haccetmen, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklaman, ehline selam vermendir. Kim bunlardan bir şey eksiltirse, şüphesiz o, kendisinin İslam’dan terk ettiği bir paydır. Bunların hepsini terk eden kişi ise sırtını İslam’a dönmüş olur.”1530
Adiy b. Umeyra radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ seçkin kişilerin kötülüğü yüzünden bütün toplumu azaplandırmaz. Ancak toplum, bu seçkin kişilerin kötülüğünü görür ve bu kötülüğü değiştirmeye gücü yettiği halde değiştirmezse, işte o zaman ileri gelen kişilerin kötülüğü ile bütün toplumu azaplandırır.”1531
1527 Sahih. Muslim (49).
1528 Hasen ligayrihi. Ahmed (1/257) Tirmizi (1921) İbn Hibban (2/205, 211) Taberani (11/72, 449) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/458) Abd b. Humeyd (586) Heraiti Mekarimu’l-Ahlak (154) Bezzar (1955-Keşfu’l-Estar) Heysemi Mecma’da (8/14) dedi ki: “Ahmed ve Bezzar benzerini rivayet etmiştir. Taberani muhtasar olarak rivayet etti. Bezzar’ın iki isnadından birinde Kays b. Er-Rebi vardır. Şu’be ve Sevri onu güvenilir bulmuş, başkaları zayıf olduğunu söylemişlerdir. Diğer ravileri güvenilirdir. Ahmed’in isnadında ise müdellis bir ravi olan Leys b. Ebi Suleym vardır.” Bkz.: Elbani Daifu’l-Cami (4938)
1529 Zayıf mevkuf. Ebu Nuaym Hilye (1/279) İbn Adiy el-Kamil (5/146) İbn Ebi’d- Dunya el-Ukubat (246) Musnedu Ali b. Cad (2692) Ebu Bekr el-Hallal, el-Emru bi’l- Maruf ve’n-Nehyu Ani’l-Munker (no 17) Abdullah b. Seydan meçhuldür.
1530 Sahih. Hakim (1/70) Taberani, Musnedu’ş-Şamiyyin (429) Beyhaki, Şuab (6/447) Şeceri, Emali (1/38) el-Elbani, es-Sahiha (333)
1531 Sahih. Ahmed (4/192) Dulâbî el-Kuna (265) Taberani (17/139)
Bid’at Ehlini Reddetmek Cihaddır
Bilmek gerekir ki, cerh ve ta’dil ile sapıklık ve bid’at ehlini reddetmek ilimlerin en şereflisi ve en gereklisidir. Zira hak batıldan; sünnet, bid’atten ve sünnet ehli, bid’at ehli olandan bu sayede ayrılır. Nitekim seleften ilim ehli bid’at ehlini reddetmişler, onların kusurlarını ve batıllarını açıklamışlar, bu konuda birçok kitaplar telif etmişlerdir. Öyle ki bu husus, her zaman ve her mekanda bid’at ehlini reddeden Ehl-i Sünnet alimlerinin menheci olmuştur. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sonradan gelen her bir neslin arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini, batıl ehlinin sahiplenmelerini ve cahillerin yanlış tevillerini bertaraf ederler."1532
Bu, usulü ve kaideleri olan bir ilimdir. Bunu ancak âlimler yerine getirmişlerdir. Bizler onlardan nakleden ve onların menhecinde yürüyerek onların izlerine uyan kimseleriz. Allah’tan başarı ve sebat dileriz. Bu husus, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak kapsamında olup Allah yolunda cihaddandır.
Cerh ve ta’dil ilmi iki kısma ayrılır. Hadislerin ravileri ve isnadları hakkındaki cerh ve ta’dil ilmi hususunda kitaplar yazılmış ve ravilerin durumları açıklanmıştır. İkinci kısmı ise bid’at ve sapıklık ehlini red ile şahitlikler hakkındaki cerh ve ta’dil ilmidir ki kıyamet gününe kadar devam edecektir.
Allah Azze ve Celle, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’i hidayet ve hak din ile göndermiş, sahabeler de tertemiz hak üzere O’na tabi olmuşlardır. Sonra Kitap ve Sünnete muhalif olan bid’at fırkaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun üzerine sahabeler onları reddederek karşı çıkmışlar, onların batıllarını açıklamışlar ve onlardan sakındırmışlardır. Salih selef ve onlara en güzel şekilde tabi olanlar da onların yolunda devam etmişler, birisi çıkıp din hakkında ilimsiz olarak konuştuğunda onu reddetmiş ve ondan sakındırmışlardır. Bu Allah için ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem için nasihattir.
Muhalifi reddetmek Ehl-i Sünnet akidesinin esaslarındandır. Bu, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktır. Kitap ve sünnete muhalefet eden, bid’at ve sapıklıkları yayanlara karşı nasıl sükût edilebilir? İlim ehli, Ehl-i sünnetten ve ilim ehlinden biri olsa dahi, reddedilip yanlışının açıklanması gerektiğinde, kitap ve sünnete muhalefet eden herkesi reddetmeye devam etmişlerdir. Peki ya ehl-i sünnetten ve ilim ehlinden olmayan kimselerin, hatta Allah’a davet kapısını cehaletle ve zulümle tıkayan, haramı helal, helali haram sayan, bid’atleri yayarak hak davete karşı kafa tutanları reddetmemek nasıl düşünülebilir? Böylesini reddetmek daha önceliklidir ve dinen farzdır. Batıl hakkında sükût etmek ise ilmi gizlemektir. Şayet hata yapan ve cehaletiyle davete engel olan herkese karşı susulsa ve yanlışı açıklanmasa ortam kaosa döner ve herkes din hakkında konuşmaya başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir ümmet bulunsun.”
“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.”
“Asr'a yemin ederim ki, insan muhakkak hüsrandadır. Ancak îman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler böyle değildir.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Din nasihattir” Sahabeler:
“Kimin için?” dediler. Buyurdu ki:
“Allah için, Kitabı için, rasulü için, müslümanların imamları ve geneli için”1533
“Sizden biriniz kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”1534
“Sizden her kim bir münker görürse eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu ise imanın en zayıfıdır.”1535
Adiy b. Hâtim radıyallahu anh’den: “Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında hutbe verdi ve şöyle dedi:
“Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de bu ikisine isyan ederse sapmıştır” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sen ne kötü bir hatipsin. “Kim de Allaha ve rasulüne isyan ederse” de.”1536
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve bir mesele hakkında konuştu. O sırada:
“Allah ve sen dilersen” dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“Beni Allah’a ortak mı koştun! Yalnız Allah dilerse demelisin.”1537
Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn gazasına giderken müşriklerin çevresinde toplandıkları, “Zatu envat” dedikleri üzerine silah ve diğer eşyalarını astıkları bir ağaca uğradı. Müşrikler topluca onun çevresinde oturuyorlardı. Sahabeler dediler ki:
“Ey Allah’ın Rasulu müşriklerin olduğu gibi bizim de bir “Zatu envat”ımız olsa iyi olmaz mı? Bize de böyle bir yer seç?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Subhanallah! Bu sizin dediğiniz kardeşim Musa’nın kavminin dediğine benzer. Onlar da “Ey Musa! Müşriklerin ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederimki sizden öncekilerin adetlerini birer birer işleyeceksiniz."1538
Amr b. Yahyâ’dan: Babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki: "Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk. Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Mûsâ el-Eş'arî yanımıza geldi ve:
"Ebû Abdirrahman (Abdullah b. Mes’ûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi.
"Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Mûsâ ona şöyle dedi:
"Ey Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a hamd olsun, hayırdan başka bir şey görmüş değilim. (Abdullah):
"Nedir o?" diye sordu. O da;
"Yaşarsan birazdan göreceksin" dedi (ve) şöyle devam etti:
"Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (idareci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (İdareci):
"Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La ilahe illallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe illallah diyorlar. Yüz defa Subhânallah deyin diyor, onlar da yüz defa Subhânallah diyorlar."
"Peki, onlara ne dedin?" dedi.
"Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek"- onlara bir şey söylemedim." dedi. Dedi ki;
"Onlara kötülüklerini sayıp (hesap etmelerini) emretseydin ve (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya!" Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi:
"Bu, yaptığınızı gördüğüm şey nedir?" Dediler ki;
"Ey Ebû Abdirrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe illallah ve Subhânallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki;
"Artık kötülüklerinizi sayıp (hesap edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size ey Muhammed ümmeti! Ne çabuk helâk oldunuz! Peygamberinizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız." Onlar;
"Vallahi, Ey Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) istedik" dediler. (O da) şöyle karşılık verdi;
"Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Rasûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki;
“Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek.”1539 Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi. (Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Seleme, bundan sonra şöyle dedi:
“Bu halkalardaki (insanların) çoğunu, en-Nehrevân olayında, Haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük."1540
Bunlar ve sözün uzamaması için terk ettiğimiz daha başka pekçok deliller, hatanın reddedilmesinin ve muhalife karşı çıkmanın farz olduğunu göstermektedir. Bu konuda esas; iyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı emreden naslardır.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sünneti emretmek ve bid’ati yasaklamak iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktır ve bu salih amellerinden en üstünlerindendir...”
Yine İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Birisi Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Bana;
“Filan kimse şöyledir, falan kimse böyledir” demek ağır geliyor.” Bunun üzerine Ahmed dedi ki:
“Sen susarsan, ben susarsam cahil kimse sahih ile sahih olmayanı nasıl bilecek?” Hata eden veya yalan söyleyen hadis ravileri hakkında konuşulmasında olduğu gibi, dinin özel ve genel maslahatları hakkında nasihat de farzdır.
Yahya b. Said rahimehullah şöyle demiştir: “Malik, Sevrî, Leys b. Sa’d ve el-Evzâî’ye hadis hususunda itham edilen bir kimse hakkında sordum. Hepsi de:
“Onun durumunu açıkla” dediler.
“Bid’at önderleri ile kitap ve sünnete aykırı görüş ve amel sahipleri de böyledir. Onların durumlarını açıklamak ve ümmeti onlardan sakındırmak müslümanların ittifakı ile farzdır. Hatta Ahmed b. Hanbel’e şöyle denilmiştir:
“Oruç tutan, namaz kılan ve itikaf yapan birisi mi yoksa bid’at ehli hakkında konuşan biri mi sana daha sevimlidir?” İmam Ahmed rahimehullah dedi ki:
“Eğer namaz kılar, oruç tutar ve itikaf yaparsa bunlar ancak kendisi içindir. Ama bid’at ehli hakkında konuşan müslümanların yararına bir iş yapmıştır ve bu daha faziletlidir.”1541
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Böylece İmam Ahmed bunun müslümanların geneli ve dinleri hakkında faydalı olduğunu, bunun Allah yolunda cihaddan olduğunu açıklamıştır. Zira Allah’ın yolunun, dininin, menhecinin ve şeriatinin bu bozguncu düşmanlardan temizlenmesi, müslümanların ittifakıyla farz-ı kifayedir. Şayet Allah, bunu yerine getiren kimseler vesilesiyle o kimselerin zararını def etmeseydi elbette din ifsat olurdu. Dinin ifsat olması, düşmanın ve harp ehlinin istila etmesinden daha büyük bir fesattır. Zira onlar toprakları istila ettikleri zaman kendilerine uymayanların kalplerini ve o kalplerde olan dinleri bozamazlar. Ama bunlar öncelikle kalpleri bozarlar.”
Bu yüzden imamlarımız selefin menhecinden sapmış kimselere yağcılık yapanlardan daha fakih idiler. Hatta onların cihadını iki cihaddan en büyük olanı olarak görmüşlerdir. Nitekim Buhari ve Muslim’in şeyhi olan Yahya b. Yahya rahimehullah şöyle demiştir:
“Sünneti savunmak Allah yolunda en üstün cihaddır” Muhammed b. Yahya dedi ki: “Ben Yahya’ya:
“Kişi malını infak ediyor, cihadda kendisini yoruyor, bundan da mı üstün?” dedim. O dedi ki:
“Evet, hem de çok üstün.”1542
Buhari’nin şeyhi el-Humeydi şöyle demiştir: “Vallahi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini reddeden şu kimselerle savaşmam benim için türklerden olan birçok kimse ile savaşmaktan daha sevimlidir.” Burada Türkler ile kafirleri kasdetmiştir. Nitekim bu ifadenin benzeri el- Humeydi’nin tabakasından üstte de mevcuttur. Asım b. Şumeyh şöyle demiştir:
“Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ı yaşlanmış ve eli titrer halde gördüm. Şöyle diyordu:
“Haricilerle savaşmak benim için türklerden birçok kimse ile savaşmaktan daha değerlidir.”
Bu yüzden İbn Hubeyre, Ebu Said radıyallahu anh’ın Haricilerle savaş hakkındaki hadisi hakkında şöyle demiştir:
“Hadiste haricilerle savaşmanın, müşriklerle savaşmaktan öncelikli olduğu geçmektedir. Bunun hikmeti onlarla savaşmanın İslam’ın temel sermayesi, şirk ehliyle savaşmanın ise kazanç olmasıdır. Sermayenin korunması daha önceliklidir.”
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah şöyle demiştir: “Sünnete sarılan kor avuçlamış gibidir. Bugün bana göre bu, Allah yolunda kılıç vurmaktan daha faziletlidir.”1543
İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Hüccet ile cihad ve dil ile cihad, kılıçla ve dişlerle cihaddan önceliklidir.”
Bu yüzden bid’at ehlinin reddedilmesi, onların utandırılması ve batıllarının açıklanması ilmin gereğidir. Bid’at ve sapıklık hakkında susmak ise din ve dünya hakkında münker ve bâtılın yayılması karşısında sükût etmektir. Bunun için bu ilim, dinin korunmasında en önemli ve pekiştirilmiş farzlardan birisidir.
Nitekim Sahabeler radıyallahu anhum ve onların yolunda yürüyen tabiin ve din imamları bu farzı idrak etmiş ve hakkıyla uygulamışlardır. Hafız Ebu Hatim b. Hibban el-Bustî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu ilmin süvarileri müslümanlar için dini koruyanlar ve onları dosdoğru yola iletenlerdir. Onlar şehirlerde sünnetleri talep yolunda çölleri ve çorak arazileri aşmayı, uzun yolculuklara çıkmayı ve birçok ülkelerde dolaşmayı, yurtlarında ve vatanlarında nimetlenmeye tercih etmişlerdir. Hatta sünnetlere saptırıcı bir kimsenin saptırması girmesin diye, bir tek hadis ve tek bir kelime için günler süren fersahlarca uzak yollara gitmişlerdir. Onlar bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini yalandan korumak ve dine destek olmak için yapmışlardır.”1544
Hak ile batılın mücadelesinin kıyamet gününe kadar süreceği bilinen bir durumdur. Bu durumda sahabe radıyallahu anhum’un, tabiinin ve din imamlarının; şeriat-ı Muhammediyye’yi aşırıların tahriflerinden, batıl ehlininsahiplenmelerinden ve cahillerin tevilinden koruma ve dini safiyetiyle muhafaza etme menhecinde devam etmek, bununla beraber Allah’ın farz kıldığı; halk için hakkı açıklayıp batılı reddetme görevini yerine getirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur.
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Selef, bidat önderlerine şiddetle karşı çıkmışlar, bidat ehlini her yerde yüksek sesle ilan etmişler, onların fitnelerinden şiddetle sakındırmışlar, kötülük, zulüm ve düşmanlıklara karşı çıktıklarından daha fazlasıyla bidat ehline karşı çıkmışlardır. Çünkü bidatlerin zararı ve dini yıkması daha şiddetlidir.”1545
Yine şöyle demiştir: “Allah’ın kitabına ve rasulüne hakaret edenleri reddetmek, onlarla delil ve açıklamayla, dişler ve kılıçla, kalp ve gönülle cihad etmek, Allah’ın kulları üzerindeki hakkındandır. Bundan ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”1546
Allame İbn Muflih, şu şekilde başlık açmıştır: “Bidatleri ve sapıklıkları iptal etmenin ve bunların batıl oluşuna dair hüccet ikamesinin farz oluşu” Sonra şöyle demiştir: “Nihayetu’l-Mubtediîn’de şöyle denilmektedir:
“Saptırıcı bid’atlere karşı çıkılması ve bunların batıl oluşunun açıklanması, bu bidatlerin sahiplerinin kötülüklerinin açıklanması ve reddedilmesi farzdır. Kötülüğe karşı çıkmak için sultana şikayet edebilen eder. Eğer onun karşı çıkmayacağından endişe ederse kendisi karşı çıkar.”1547
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dinin düşmanların iki türdür: kâfirler ve münafıklar. Allah, nebisine her iki grupla da cihad etmesini emrederek şöyle buyurmuştur:
“Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) zira Münafık toplulukları kitaba aykırı bid’atler çıkarmakta ve insanlara onu karışık göstermektedirler. İnsanlar kitabın bozulması ve dinin değiştirilmesini fark edemiyorlar. Nitekim bizden önceki kitap ehlinin dini, o dinin mensuplarının karşı çıkmadıkları tebdiller (dinde değişiklikler) ile bozulmuştu. Bidatçi topluluklar münafıklar olmasalar da münafıkları dinlemişler ve durumları onlara karışık gelmiş, onların kitaba aykırı sözlerini hak zannetmişler ve böylece münafıkların bidatlerine davet eden kimseler haline gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Eğer sizinle birlikte (savaşa) çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar, içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe 47)
Yine onların durumlarını açıklamak zorunludur. Hatta onların fitnesi daha büyüktür. Zira onlarda, kendilerine dostluk gösterilmesini gerektiren iman vardır fakat münafıkların dini bozmak için çıkardıkları bidatlere girmişlerdir. Bu bidatlerden sakındırılması zorunludur. Bu husus onların isimlerini ve şahıslarını zikretmeyi de gerektirebilir. Hatta şayet bu bidatleri bir münafıktan almış olmasalar da bunların dinden olduğu için hidayet ve iyilik olduğunu söylerler. Şayet durum böyle olmasaydı bile yine onun açıklanması gerekirdi. Bu yüzden hadis ve rivayet hususunda hata eden,görüş ve fetva hususunda hata eden ve zühd ve ibadet hususunda hata kimselerin durumlarını açıklamak farzdır. Hata eden kişi hatası bağışlanmış ve içtihadından dolayı ecir almış bir müçtehit dahi olsa durum böyledir. Kişinin kendisi söz ve ameliyle muhalefet etse dahi, Kitap ve sünnetin delalet ettiği söz ve ameli açıklamak zorundadır.”1548
İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Kalplerin iki kalbe döndüğünü açıkladıktan sonra; bir kalp Allah’ı isimleri ve sıfatlarıyla bilir, bunları Allah Azze ve Celle’nin muradına göre tahrifsiz, ta’tilsiz, tekyifsiz ve temsilsiz olarak ispat eder. Bir kalp de şüphe, tartışma ve kelam ile doludur, bunları bilmeye itiraz eder ve tahrif eder. Bu kimse ehli hadis tarafından tekfir edilir, bidatçi ve sapık görülür. Bu yüzden Allah’ın sıfatlarını cisimleştirme ve benzetme yaparak ispat etmeye kalkar. Bu ikinci kalp hakkında şöyle denir: Bundan ve imanda bunun benzerlerinden büyük bir musibet yoktur. Kur’an ve sünnete karşı ondan kötü suç yoktur. Kalp, el ve dil ile buna karşı cihad etmek Rahman’ın en sevdiği ameldir. Bu mizanda en ağır gelecek olan cihaddır. Hüccet ve dil ile yapılan cihad, kılıç ve dişlerle yapılan cihaddan önceliklidir. Bu yüzden Allah Teâlâ el ile cihadın olmadığı Mekke döneminde inen surelerde, sakındırarak ve kınayarak şöyle buyurmuştur:
“Kâfirlere itaat etme ve onlara karşı büyük bir cihad ver.” (Furkan 52) Allah Teâlâ Müslümanların arasında yaşamalarına rağmen münafıklarla cihad edilmesini ve onlara sert davranılmasını emretmiştir:
“Ey nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir ki, o ne kötü varış yeridir” (Tevbe 73) İlim ve hüccet ile cihad, nebilerin, rasullerin ve Allah’ın hidayet ve başarıya tahsis ettiği seçkin kullarının cihadıdır.
Kalemlerin en şereflisi bidat ve sapıklık ehlini reddetme kalemidir.
İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kalemlerin türlerini açıklarken şöyle demiştir: “On ikinci kalem; kapsamlı kalemdir. Bu, batıl ehlini reddeden ve sünneti yücelten kalemdir. Batıl ehlinin batıllarını farklı türleri ve cinslerine göre ortaya çıkarır, onların çelişkilerini ve haktan çıkıp batıla girişlerini açıklar. İşte bu kalem, kalemler arasında tıpkı insanlar arasındaki krallar gibidir. Bu kalemin sahipleri Rasul ile gelenlerle desteklenen hüccet ehlidir. Rasulün düşmanlarına karşı harbeder. Onlar Allah’a hikmet ve güzel öğütle davet ederler. Allah’ın yolundan cedel ve tartışma türleriyle çıkanlarla mücadele ederler. Bu kalemin sahipleri her batıl ehliyle savaşırlar ve rasule muhalefet eden herkesin düşmanıdırlar. Onların yeri başka, diğer kalem sahiplerinin yeri başkadır.”1549
Şeyh Abdulaziz Alu’ş-Şeyh’in fetvası:
Soru: “Şöyle diyen kimse hakkında ne dersiniz: Bidat ve sapıklık ehlini reddetmek, selefin üzerinde durdukları şeylerden değildi. Reddiyeler yazmışlarsa da bunların ilim talebelerinden başkasına yayılması uygun değildir”
Cevap: Bidat ehline reddiye vermek Allah yolunda cihaddandır ve dine dinden olmayan şeylerin yapışmasını önlemektendir. Bu konuda kitaplar basılması ve dağıtılması hak davet ve Allah yolunda cihaddir. Bidatçileri reddetmek için kitaplar basmanın ve dağıtmanın sonradan çıkma bidat olduğunu iddia eden hatalıdır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Ey Nebi! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) Cihad el ile, dil ile ve mal ile olur. Dil ile cihad; bu dini her türlü şüphe ve batıllardan savunmak ve himaye etmektir. Bidatlerden sakındırma ve hakka davet etmek de böyledir. Bu yüzden İmam Ahmed ve başkaları bidatçilerden sakındırdıkları kitaplar yazmışlardır. İmam Ahmed er-Reddu Ale’z-Zenadika risalesini yazmış, onların şüphelerini açıklamış ve herbirine cevap vermiştir. Buhari rahimehullah Halku Ef’ali’l-İbad kitabını yazmış, diğer islam imamları da bidatçileri reddetmek, batıllarını çürütmek ve aleyhlerine hucceti ikame etmek için kitaplar telif etmişlerdir. Aynı ş ekilde Şeyhulis lam İbn T eym iyye, Rafiz ilere “Minhac u’s -Sunneti’n- Nebeviyye Fi Nakdi Kelami’ş-Şia ve’l-Kaderiye” kitabını yazmış ve onların batıl ve sapıklıklarını açıklamıştır.”1550
1532 İbnul Vezirel-Yemanî Ravzu’l-Basim (1/21-23) Elbani; Tahricu’l-Mişkat (1/82-83/248)
1533 Sahih. Muslim (iman 95)
1534 Sahih. Buhari (13) Muslim (iman 71)
1535 Sahih. Muslim (iman 78)
1536 Sahih. Muslim (Cuma 48)
1537 Sahih. Ahmed (no:1839) Buhari Edebu’l-Mufred (783) Nesai Sunenu’l-
Kubra (10759) ve başkaları rivayet etmişler, Şeyh el-Elbani sahih demiştir. es- Sahiha (139)
1538 Sahih. Tirmizi (2180) Ebu Ya’la (3/30) Ahmed (5/218) İbn Hibban (15/95) Taberani (3/244)
1539 hadisin bu kısmı hakkında;bkz.: Muslim (1/663); İbn Mâce (1/59); Ahmed (1/380, 404).el-Elbânî, es-Sahîha (2005)
1540 Sahih mevkuf. Bu rivayet İbn Mes’ud radıyallahu anh’den birçok rivayet yoluyla gelmiştir. Bkz.: Darimi (1/79). Abdurrazzak (5408-5409); Ahmed, Zühd (2116); Taberânî (9/125-128 no: 8628-8639); İbn Vaddah, el-Bid’a (s.8-13 no: 9- 24); Ebû Nuaym, el-Hilye (4/380-381); Ziyâ el-Makdisî, İttibau’s-Sunen (s.1); Eslem b. Sehl Bahşel, Tarihu Vasıt (s.198); Ebû Şâme el-Bâis (s.14); Suyuti el-Emru Bi’l-İttiba (s.83) İbnu’l-Cevzi Telbîsu İblîs (s.17). Heysemî, Mecmau'z -Zevâ'id’de (1/181); el-Elbânî, es-Sahîha’da (5/4) ve et-Tarhûni, Kâsımî’nin Cem’u’l-Fevâid adlı eserinin tahkikinde (s.9) sahih demişlerdir.
1541 Mecmuu’l-Fetava (4/110, 28/231-232)
1542 Bunu, Nasr b. Zekeriyya – Muhammed b. Yahya ez-Zuhli – Yahya b. Yahya isnadıyla Herevî rivayet etmiştir. Siyeru Alami’n-Nubela (10/51)
1543 Tarihu Bağdad (12/410)
1544 el-Mecruhin (1/27)
1545 Medaricu’s-Salikin (1/372)
1546 Hidayetu’l-Hiyara (s.10)
1547 el-Adabu’ş-Şer’iyye (1/230)
1548 İbn Teymiyye el-Fetava (28/231-232)
1549 et-Tıbyan Fi Aksami’l-Kur’an (s.132)
1550 Ceridetu’r-Riyadi’s-Suudiyye, 4 Muharrem 1424 Cuma sayı: 12674, Fetava’l-Muhimme Fi Tabsiri’l-Umme’den)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Fitnelerde Savaşmak Cihad Değildir
Güvenlik ve istikrar, büyük faydaları ve değerli neticeleri olan bir nimettir. Fitne ve karışıklıkların sıcağına karşı altında herkesin gölgelendiği bir gölgedir. Bu nimetten hükmeden de, hükmedilen de, fakir de, zengin de, erkekler de, kadınlar da ve hatta hayvanlar da faydalanırlar, güvenlik ile huzur bulurlar. Panik, korkuyla zarar verilmesi, sarsıcı durumlar, vahşi kalabalıkların heyecanlandırılması gibi gözleri kör, kulakları sağır eden fitnelerden Allah’a sığınırız.
Güvenlik sayesinde Ka’be haccedilmekte, mescidler imar edilmekte, minarelerden ezan sesleri yükselmektedir. İnsanların kanları, malları ve ırzları güvende olur, yollar güvende olur, zulümler uzaklaştırılır, zulme uğrayanlara yardım edilir, zalime engel olunur, şiarlar yerine getirilir, minberler üzerinde Tevhidden bahseden sesler yükselir, âlimlerin meclislerinden faydalanılır, öğrenciler ilimden faydalanmak için yolculuklara çıkarlar, meseleler araştırılır, deliller öğrenilir, hastalar ziyaret edilir, akrabalık bağları kuvvetlenir, hükümler bilinir, iyilik emredilir, kötülük yasaklanır, değerli kimselere saygı gösterilir, alçak kimseler cezalandırılır. Her halukarda güvenlik, dünya ve ahiret işlerini düzeltir, hayatı ve ölümü, durumu ve geleceği ıslah eder. Nitekim Allah belaları yaygınlaştıran fitnelerden sakındırarak şöyle buyurmuştur:
“Yalnız içinizden zulmedenlere isabet etmeyecek olan bir fitneden de sakının” (Enfal 25)
Allah Azze ve Celle’den aramızdaki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizleri sorumlu tutmamasını diler, intikamından, verdiği afiyeti bozmasından ve gazabından O’na sığınırız. Şüphesiz O, cömert ve çok bağışlayandır, merhamet edendir.
Güvenliğin böyle büyük bir yeri olduğundan, yüz çevirme ve büyüklenmeyi büyük nimetler karşılığında değişen Kureyş’e Allah Subhanehu ve Teâla bağışta bulunmuştur.
Pek cömert ve çok bağışlayıcı olan Allah Azze ve Celle, nimet olmayan bir şeyle bağışta bulunmaz. Nitekim şöyle buyurmuştur:
“Bari Kureyş'in emniyetini, onların kış ve yaz yolculuğunda güvenliğini sağladığı için, onları yedirip açlıktan, onlara güven verip korkudan kurtaran bu Beyt'in Rabbına ibadet etsinler.” (Kureyş 1-4)
Tirmizi’de Abdullah b. Mihsan el-Hatmi radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Sizden her kim rûhen ve bedenen sağlıklı olup günlük yiyeceği de yanında olursa tüm dünya nimetleri kendisi için toplanmış gibidir”1551
Fazilet sahibi şeyh Salih el-Fevzan – Allah onu korusun – şöyle demiştir:
“Güvenliğin bulunması, insanın yemeye ve içmeye ihtiyacı gibi zorunlu ihtiyaçlarındandır. Bu yüzden İbrahim Aleyhisselam duasında bu hususu, rızık talebinin önüne geçirmiş ve şöyle dua etmiştir:
“İbrahim: "Rabbım! Burasını emniyetli bir şehir kıl; ahalisinden Allah'a ve Âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demiş, (Rabbi de ona:) "Küfredeni de: Onu da kısa bir süre için faydalandıracak, sonra da, cehennem azabına mecbur tutacağım; ne kötü bir akıbet!" diye buyurmuştu.” (Bakara 126) Zira insanlar, korkubulunması halinde yiyecek ve içecekle memnun olmazlar. Çünkü korku, başka bir şehirden rızıkların taşınmasına vasıta olan yolları keser. Bunun için Allah yol kesicilik için en şiddetli cezayı tayin etmiştir... İslam, şu beş zorunluluğu korumak esasıyla gelmiştir: din, can, akıl, namus ve mal. Bu zorunluluklar hakkında haddi aşanlar için keskin cezalar belirlemiştir. Bu beş hususun müslümanlara veya anlaşmalılara ait olması fark etmez.
Kendileriyle anlaşma bulunan kâfirlerin hakkı da müslümanların hakkı gibidir. Müslümana gereken onlara da gerekir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim bir anlaşmalıyı öldürürse cennetin kokusunu alamaz.”... güvenlik hususunda haddi aşanlar ya hariciler, ya yol kesen eşkıyalar ya da isyancılardır. Bu üç sınıftan her biri için, onların Müslümanlara, kendilerine güvence verilenlere veya zimmet ehline kötülük ulaştırmalarını engelleyecek katı cezalar vardır...”1552
Her akıl sahibinin ülkedeki güvenliği korumaya devam etmesi gerekir. Bu da öncelikle doğru akidenin korunmasıyla gerçekleşir. Allah Subhanehu ve Teâla şöyle buyurmuştur:
“İman edenler ve imanlarına şirk bulaştırmayanlar, işte emniyet onlar içindir ve doğru yola iletilmiş olanlar da onlardır” (En’am 82) İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevini de hikmet ve güzel öğütle yerine getirmeli, Rabbine itaate hırs göstermelidir. Şüphesiz bu dünyada ve ahirette izzeti çeker. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Faraza biz onlara "kendinizi öldürün", yahut "yurdunuzdan çıkın' diye yazıp farz kılsaydık, onlardan çok azı müstesna onu yapmazlardı. Eğer onlar, kendilerine öğüt verilen şeyi yapsalardı, kendileri için elbette daha hayırlı ve (îmanlarında) daha sağlamlaştırıcı olurdu. Bu takdirde de biz onlara kendi tarafımızdan pek büyük bir mükâfat verirdik. Ve onları dosdoğru yola iletirdik.” (Nisa 66-68)
Kişi bilmelidir ki, Allah’ın emrinden yüz çevirmek nimet ve güvenliğin kaybolmasına, korku ve paniğin yayılmasına bir sebeptir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır.” (Taha 124)
“Allah'ın zikrini kim umursamazsa, ona bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan hiç ayrılmayan bir arkadaş olur. O şeytanlar, onları doğru yoldan ayırırlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.” (Zuhruf 36-37)
“Nankörlük etmelerinden dolayı onları işte böyle cezalandırmıştık. Biz, nankörlerden başkasını cezalandırır mıyız?” (Sebe 17)
Her birimizin – bütün gücümüzle – Allah Azze ve Celle’nin önünde herhangi bir yönden güvenliği bozmaktan yahut söz veya amel ile fitneyi kışkırtmış olmaktan sorumlu olduğumuzu düşünmesi gerekir. Müslümanların güvenliğini bozan herkese – dinin şartlarına uygun olmak kaydıyla - karşı çıkılması gerekir. Çünkü müslümanların güvenliğini bozan, onların dinlerini de, dünyalarını da bozmuş olur. İnsanlar bu dünyada bir gemiyi paylaşan topluluk gibidir. Kimisinin payına üst taraf, kimisine de alt taraf düşmüştür. Alt tarafta olanlar kendi paylarına düşen bölgeyi, rahatlamak için delmek istediklerinde, üst taraftakiler onları kendi hallerine bırakırlarsa hep birlikte boğulurlar. Şayet onlara engel olurlarsa hep birlikte kurtulurlar. Nitekim bunu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem böylece haber vermiştir.
Bizlerin niyetleri güzel olsa dahi, ülkelerin güvenliğini bozanlara ve Müslümanlara fitnelerin kapılarını açanlara karşı güzel davranmamamız ve güzel zanda bulunmakta aşırı gitmememiz gerekmektedir. Güzel niyet tek başına yeterli değildir. Bilakis doğru bir tabi oluş, şeriatın maksatlarını ve neticenin iyilik olmasını gözetmeye devam etmek ve başa gelenlerden ibret almak da şarttır. Allah en iyi bilendir.
1551 Sahih. Tirmizî (2346) Bkz.: Sahihu’l-Cami (6042)
1552 Fetava’ş-Şer’iyye Fi’l-Kadaya’l-Asriyye (s.125-127 – ikinci baskı. Hazırlayan: Muhammed b. Fehd el-Husayn)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Yöneticilerin Zulmüne Sabretmek
Bil ki, âlim olsun, halktan olsun her akıl sahibinin yöneticilerin zulüm ve baskısına sabretmesi ve bu konuda selefin metoduna bağlı kalması gerekir. Ta ki nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ardından kan döken, cana kıyan, namus perdesini yırtan ve malları yağmalayan bir ümmet olmasın.
Yine geçmiş devletlerin başlarından geçenlerden ibret almamız gerekir. Mesela Somali’de olanlarda bizim için ders ve ibret vardır. Onlar kötülüklerini yayan ve dağıtan yöneticilerine karşı ayaklandılar. Peki bundan sonra şu ana gelinceye kadar neler oldu? Allah’tan bizleri iyiliklere anahtar, kötülüklere kilit kılmasını, bizlerden ve bütün Müslümanlardanhelak edici kötülükleri uzaklaştırmasını dileriz.
Bilinmektedir ki bu güvenlik ancak insanlara hükmeden, onları geçimlerine ve inançlarına uygun şekilde idare eden kuvvetli bir devletle gerçekleşir. Yine bilinmektedir ki, bir devletin bu büyük öneme sahip olan güvenliği gerçekleştirebilmesi için bazı hususlar gereklidir. Bunlardan bazıları; halkın yöneticilerini iyilikte dinleyip itaat etmeleri, kötülüklerin bulunması halinde en güzel şekilde nasihat ederek zulme sabretmeleri, yapılan işlerde sonrakilerin hislerine göre hareket etmesi gibi değil, selefin yolunu ve hikmeti gözeterek maslahatlara uygun hareket etmeleridir.
Nitekim bu konuda gelen delillerden bazıları şu şekildedir:
Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz. Allah'a ve âhiret gününe inandığınız takdirde, onu, Allah'a ve Peygambere arz edin. Bu, netice itibariyle daha hayırlı ve daha güzeldir.” (Nisa 59)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, zulmetseler dahi yöneticileri dinleyip itaat etmeyi emretmiştir. Müslim’de rivayet edildiğine göre, Seleme b. Yezid el-Cu’fî, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu:
“Ey Allah’ın peygamberi! Başımıza kendi haklarını isteyen ama bizim haklarımızı vermeyen idareciler geçerse ne yapmamızı emredersin?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ondan yüz çevirdi. Sonra yine sordu. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem yine yüz çevirdi. İkinci veya üçüncü defa sorunca el-Eş’as b. Kays onu çekti. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dinleyin ve itaat edin. Onların yüklendikleri kendilerine, sizin yüklendikleriniz de kendinizedir.” 1553
Buhari ve Müslim, İbn Mesud radıyallahu anh’den rivayet ediyorlar: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize şöyle buyurdu:
“Şüphesiz sizler kayırmacılık ve karşı çıktığınız işler göreceksiniz.” Dediler ki:
“Bize ne yapmamızı emredersin ey Allah’ın rasulü?” buyurdu ki:
“Onların haklarını yerine getirin ve kendi haklarınızı Allah’tan isteyin.”1554
Müslim, Huzeyfe radıyallahu anh’den ahir zaman fitnelerinin zikredildiği bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“...Benden sonra benim yolumdan gitmeyen, sünnetime uymayan idareciler olacaktır. İçlerinde kalpleri şeytanların kalbi gibi olup insan bedeninde bulunan kimseler olacaktır.” Dedim ki;
“Ey Allah’ın rasulü, bu zamana yetişirsek ne yapalım?” şöyle buyurdu:
“İdarecini dinlemeli ve itaat etmelisin. Sırtına vurup malını alsa bile dinle ve itaat et.”1555
İyilik hususunda yöneticilere itaat etmeye ve onların eziyetlerine sabretmeye dair bu açık delilleri düşün! Kalpleri şeytanların kalbi olsa da, kayırmacılık yapsalar da, kötülük işleseler de, sırtlara vurup mallara el koysalar da, halklarının haklarını gözetmeseler de ve kendi haklarının yerine getirilmesini mecbur tutsalar da onların dinlenmesi ve onlara itaat edilmesi hep güvenliğin korunması ve hayırda devam içindir. Zira yöneticilere karşı ayaklanmak şaşıyı kör yapar, toprakları ve nesilleri helak eder.
Seleme b. Yezid el-Cu’fî’nin: “Ey Allah’ın peygamberi! Başımıza kendi haklarını isteyen ama bizim haklarımızı vermeyen idareciler geçerse ne yapmamızı emredersin?” şeklindeki sorusuna Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in cevap vermekten bir iki defa yüz çevirmesini dikkatli düşün! Kalpleri kurtların kalbi olduğu halde insan şeklinde olan yöneticiler hakkındaki cevabını ve sırtına vurup malına el koyan hakkındaki cevabını da düşün!
Şayet zamanımızdaki büyük âlimlerden birine bu soru sorulup, o da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uyarak, selefin yolunu izleyerek ve vereceği cevaptan dolayı meydana gelecek fitneyi söndürmek için cevap vermekten yüz çevirse, hislerine mağlup düşmüş pek çok genç cahilce şöyle derler: “Korkak. Hakkı söyleyemedi. Satılık. Ona güvenilmez. Ona itibar edilmez.” Söylentiler çıkaranlardan ve âlimlere karşı cüretkârlıktan Allah’a sığınırız.
Ebu Zer el-Gıfari radıyallahu anh, gayretkeş, doğru sözlü ve hakkı açıkça haykıran biri olmasına rağmen bu nebevi emre uyarak fitneye anahtar olmamıştır. Allah ondan razı olsun. İbn Ebi Asım’ın es-Sunne adlı eserinde Muaviye b. Ebi Sufyan radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor:
“Ebu Zerr radıyallahu anh Rabeze’ye gittiği zaman ıraklılardan bir binekli grubuyla karşılaştı. Dediler ki:
“Ey Ebu Zerr! Sana yapılanları duyduk. Bir sancak edin, dilediğin kadar adamla sana gelelim.” Ebu Zerr radıyallahu anh şöyle dedi:
“Yavaş olun yavaş ey müslümanlar! Şüphesiz ki ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Benden sonra sultan olacak. Onun şerefini koruyun. Onun zillete düşmesini arayan İslam’da bir gedik açmış olur. Önceki haline dönmedikçe de tevbesi kabul edilmez.”1556
İşte hakkı haykıran, zahid ve vera sahibi Ebu Zerr radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı dönemindeki sözünü bozmuyor. İnsanların çoğunun beğenmediği aykırılıklar ve kendisine tabi olmak isteyenler çokça bulunmasına rağmen sultanı zillete düşürmek isteyenlere razı olmamıştır. Kitap ve sünnet ile şeriatın maksatlarını iyianlayanlara göre mesele önemlidir. Bütün bunlar iyiliğin devamını korumak, güvenliği ve huzuru devam ettirmek içindir. Çünkü Allah Azze ve Celle’nin hakkının ve kulların hakkının doğru bir şekilde yerine gelmesi ancak güvenlik ile birlikte mümkündür. Güvenlik ise ancak kuvvetli bir hükümetle mümkündür. Kuvvet de ancak iyilikte dinleyip itaat etmekle, kötülüğün ve zulmün bulunması halinde de nasihat etmek ve sabretmekle mümkündür.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “İnsanların yöneticilerini tanıma görevi, dinin en önemli gereklerindendir. Hatta din ve dünya ancak bununla ayakta durur. İnsanların maslahatları ancak bir araya gelmekle tamamlanır. Çünkü birbirlerine ihtiyaçları vardır... Muhakkak ki Allah Teâla iyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı farz kılmıştır. Bu da ancak kuvvet ve emirlik ile tamamlanır. Aynı şekilde cihad, adalet, hacc görevini yerine getirmek, Cuma namazı, bayramlar, mazluma yardım etmek had cezalarını uygulamak gibi farzlar da ancak kuvvet ve emirlikle tamamlanır. Bu yüzden “Sultan’ın yeryüzünde Allah’ın gölgesi” olduğu rivayet edilmiştir. Şöyle denilmiştir: “Zulmeden bir yönetici ile geçen altmış sene, yöneticisiz geçen bir geceden daha iyidir.” Tecrübe de bunu ortaya koymaktadır.”1557
“Bu yüzden Fudayl b. Iyaz ve Ahmed b. Hanbel gibi seleften bazıları şöyle demişlerdir:
“Kabul edilecek bir duamız olsaydı mutlaka sultan için dua ederdik.” Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah sizin için üç şeyden razı olur: kendisine hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmenizden, Allah’ın ipine hep birlikte sarılıp ayrılığa düşmemenizden ve yöneticilerinize nasihat etmenizden.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.
“Müslümanın kalbi şu üç şeye doymaz: Allah için ihlas ile amel etmek, yöneticilere nasihat etmek ve Müslümanların cemaatinden ayrılmamak. Şayet onlara dua ederseniz, sizden sonrakileri gözetmiş olursunuz.” Bunu sünen sahipleri rivayet etmişlerdir.
(Müslim’in) Sahih’inde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir.” Dediler ki:
“Kimin için ey Allah’ın rasulü?” şöyle buyurdu:
“Allah için, kitabı için, rasulü için, Müslümanların yöneticileri için ve Müslüman halk için”
Yöneticiliği din ve Allah Teâla’ya yakınlaşma vesilesi kabul etmek gerekir. Zira Allah’a ve rasulüne itaat etmekle yakınlaşmak, yakınlıkların en üstünüdür. İnsanların çoğunun durumunu ise ancak önderlik ve mal talebi bozar...”
Yine İbn Teymiyye der ki: “Bu yüzden Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine kendileri için idareci seçmelerini, idarecilere de emanetleri sahiplerine vermelerini, insanlar arasında hükmettiklerinde adaletle hükmetmelerini emretmiş, Allah’a itaat yolunda yöneticilere itaat edilmesini emretmiştir.”1558
Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah’ın zalim yönetici ile savdığı kötülük, o yöneticinin zulmünden daha fazladır. Nitekim:
“Zalim yönetici ile geçen altmış sene, yöneticisiz geçen bir geceden iyidir” denilmiştir...”1559
Yine şöyle demiştir: “Şeriat, maslahatların elde edilmesi veya tamamlanması, kötülüklerin yok edilmesi veya azaltılması ve iki iyilikten üstün olanını tercih için gelmiştir. Yöneticiler tayin edilmesi de bunun faydalarındandır. Cahilin zannettiği gibi olsaydı yöneticinin varlığı da yokluğu gibi olurdu. Bunu ise bırakın Müslümanı, akıl sahibi bir kimse dahi söylemez. Bilakis akıl sahipleri şöyle derler: “Zalim sultan ile geçen altmış sene, sultansız geçen bir geceden hayırlıdır.”
Abdullah b. el-Mubarek ne güzel söylemiş:
“Yöneticiler olmasaydı güven bulamazdık,
En zayıfımızı, kuvvetli olanımız yağmalardı”1560
Yine şeyhulislam şöyle demiştir: “Bilinmektedir ki: insanlar ancak yöneticileriyle düzelirler. Emeviler ve Abbasiler’den daha aşağı seviyede zalim yöneticileri de olsa, bu onların yokluğundan iyidir. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Zulmeden idareci ile geçen altmış sene, idarecisiz geçen bir geceden daha iyidir.”1561
Başka bir yerde de şöyle der: “Yetki sahipleri düzelirse insanların işleri de düzelir. Onlar bozulursa insanların işleri, her açıdan bozulmasa da, aynı oranda bozulur. Yetki sahiplerinin düzelmesi zorunludur. Çünkü o Allah’ın gölgesidir. Lakin gölge bazen bütün sıkıntıları engelleyecek şekilde tam olur, bazen de bütün sıkıntıları engelleyemez. Fakat bu gölge hiç bulunmazsa işler bozulur.”1562
Bütün bu açıklamalardan anlaşılan şudur: “Güvenlik herkes için bir nimettir. Bu da ancak yöneticilerin ve kuvvetin varlığı ile mümkündür. Bunun gerçekleşmesi için iyilikte dinleyip itaat etmek, zulüm ve baskıya karşı da sabretmek şarttır.
Yöneticilerini düşüren ve – eğrilik ve sapmalarından dolayı - devletlerini deviren toplulukların, daha önceki hallerinde olduğu gibi bir değere ulaşamadıklarını gördük. Yine onların kendi ülkelerinde birçok devletçiklere bölündüklerini, parçalandıklarını, değerlerini kaybettiklerini, alçak kimseler tarafından kınandıklarını, hakir konuma düştüklerini, akrabalık bağlarını kopardıklarını, kişilerin ana babalarıyla ve çocuklarıyla aralarının açıldığını görüyoruz. Bu yüzden şöyle denilmiştir: “Hükümetsiz toplum, değersiz bir toplumdur. Zalim sultan, devam edip giden fitneden hayırlıdır.”
Bugünün gençleri bütün ülkelerdeki Müslümanların fitneleri tercih ederek ve – zalim de olsalar - yöneticilerinin devrilmesiyle güvenliklerini kaybederek bu duruma düşmelerini isterler mi? Nezleyi tedavi etmek isterken cüzzama sebep olan kimse gibi oluruz! Yahut cüzzamı tedavi etmek isterken yaşlı ve genç sağlıklı kimseleri öldüren kimse gibi oluruz. Tuzak kuranların tuzaklarından ve boş işler peşinde olanların işlerinden Allah’a sığınırız.
Gençler – halklarına kötülük yapan - yöneticilerini deviren birçok devletlerin başına gelenlerden, fitnenin her eve yayılmasından, bela ve felaketlerin artmış olmasından ibret almazlar mı? Bu başarısızlıkları yaşadıktan sonra - her şeye rağmen - onlar şüphesiz eski günlerin geri gelmesini temenni etmektedirler. Lakin heyhat ki ne heyhat! Milyonlarca insan öldürülmüş ve yaralanmıştır. Evler ve mescitler yıkılmıştır. Mahremiyetler parçalanmış, mallar yağmalanmış ve yollar kesilmiştir. Yardım istenecek olan Allah’tır.
Ehl-i sünnet âlimleri Müslüman zalim devletleri, zulümlerini isteyerek veya dünyalarına meylederek müdafaa etmezler. Onlar bu işten insanların en uzak olanlarıdır ve yöneticilerin elindekilerden payı en az olanlarıdır. Lakin mevcut olan kötülüklerden üzüntü duysalar da, selefin metoduna tabi olarak iyiliğin devamını korumak ve kan dökülmesine, mahremiyetlerin parçalamasına engel olmak için fitneye ve ona götüren sebeplere karşı çıkmaktadırlar. Kötülüklerin mevcut olduğunu inkâr etmemekte, bu kötülükleri işleyenleri mazur görmede aşırı gitmemekte, mümkün olduğu kadar günahların sonuçlarından sakındırmakta, İslam ve Müslümanlar için en uygun olanını tercih ederek Allah Azze ve Celle’ye davet etmektedirler.
Ey gençler! Sizlerin falan devleti düşürmeyi başaracağınızı kabul etsek bile, bu ancak toprakların ve nesillerin helak olmasını getirecektir. Müslümanlar ise şu duruma zayıf haldedirler. İslam’ın düşmanları sizi ve meselenizi bırakacaklar mı? Yoksa sizinle onlardan birçok topluluk arasında savaş mı çıkaracaklar? Onların çoğunun durumunu Allah Azze ve Celle’nin şu sözü bildirmektedir:
“Sen onları birlik sanırsın; kalbleri dağınıktır.” (Haşr 14)
Tahribatlardan sonra düşmanlar pek çok ülkelere girdikleri gibi girecekler, - sizden ve savaştığınız kimselerden - kafalar ve kollar kesilecek, sonra sonuç bizden başkalarının lehine olacak. Durum şu sözde denildiği gibidir:
“Biz sığırın kafasına ve boynuzlarına sarıldık, İslam düşmanları ise sütünü sağdı.” Allah’tan geldik ve O’na dönücüleriz. Şair şöyle der:
İki omuzunun üzerinde başkasını yükseklere taşıyor
O sadece yukarı çıkmaya yarayan bir merdiven değil mi?
Uyarı: Şeyhulislam’ın az önce nakledilen sözlerini delil getirerek emirlik tayinin farz olduğunu ve kendi emirlerine biat edilmesinin gerektiğini iddia eden bazı cemaatleri görmemiz çok şaşırtıcıdır. Bununla kendi hiziplerine (gruplarına) katılmak gerektiğini, onların bayrak ve alametlerinin yayılmasının zorunlu olduğunu iddia ederler!
Bununla beraber onların emirlerinin çoğu zulme uğramış ve meçhul kimselerdir. Sadece kendilerine güvendikleri kimselere bildirirler!
Oysa onlar bütün ülkelerdeki seçimle ya da zorla başa geçmiş liderleri ve yöneticileri iyilik hususunda dinleyip itaat etmeyi kabul etmezler! Her ne kadar bazıları ancak bilinen şekilde başa geçenlere itaat edileceğine dair detaylara girseler de böyledir. Nitekim Şeyhulislam İbn Teymiyye – kendilerine biat edilmesinin doğru olduğuna dair delil getirdikleri – Minhacu’s-Sunne’de geçen sözünde, Rafızilerin Mehdilik iddialarını reddederek şöyle demiştir:
“Dokuzuncu yön: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bilinen şekilde mevcut olan, yetkileri bulunan, insanları idare etmeye güçleri olan yöneticilere itaati emretmiştir. Mevcut olmayan ve bilinmeyen yahut yetkisi ve hiçbir şeye gücü yetmeyen kimselere itaati emretmemiştir...”1563
Bunu düşün! Afiyet veren Allah’a hamd ederim.
Lakin şu da söylenmiştir: “İyilikte dinleyip itaat etmek ve eziyete karşı sabretmeye dair bu geçen delillerin hepsi doğrudur. Ancak bunlar en kötü ihtimalde zulüm ve baskı uygulayan Müslüman idareciler hakkındadır. Zamanımızdaki idareciler ise kâfirlerdir. Bundan dolayı onları dinlemek de yoktur, saygı göstermek de. Onların uzaklaştırılması için ayaklanmak gerekir!!”
Cevap: Biz bunu tamamen kabul etmiyoruz. Detaya gidilmesi gerekir ama yeri burası değildir. Lakin söylenenleri tartışacak olursak, bütün bunlar fitneyi kışkırtmayı, toplumların iyilik üzere devamının yok olmasına sebep olan kargaşa kapısının açılmasını mı gerektirir?! İdarecinin küfre girmesi ayrı bir şey, fitnelerin ülkelere ve kullara akması başka bir şeydir.
Fitneleri kışkırtmak; kâfir idareciyi Müslüman mı edecek veya onların günahkâr olanlarını takvalı haline mi getirecek? Bu, toprakların ve nesillerin helak olmasına sebep olan fitnelerin ateşini kuvvetlendirmek, mazlumun uğradığı zulmü ve günahkârın günahını artırmak değil midir? Dinin alametlerini ayağa kaldırıp isyankârları ve kâfirleri zelil edecek şey bu mudur? Dinde günahkâr veya kâfirin cezalandırılmasının yolu bu mudur? Yarım asırdan fazla zamandır birçok ülkelerde bunlar yapılmasına rağmen kötülük azaldı mı veya yok oldu mu?
Adil bir şekilde ve objektif olarak değerlendirenler bu meselelerin Müslümanlara ancak kötülük getirdiğini görürler. Çalışanların çabası, mazlumun zulmü ve kötülüklerin çirkinliği artmıştır. Hatta bazı ülkelerdeki bazı Müslümanların, kendi aralarındaki savaşta kendilerine uymaları için veya kendi kardeşlerinden olan muhaliflerine karşı yardım istemek için Yahudi ve Hristiyanların dahi ülkelerine girmelerini temenni ettiklerini görürüz.
“İbret alın ey akıl sahipleri!” (Haşr 2)
İmam İbn Kayyım rahimehullah, zaman ve durumların değişmesine göre fetvanın da değişmesi kaidesine örnek verirken şöyle demiştir1564
“...Birinci örnek: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine kötülüğe karşı çıkmak gerektiğini bildirmiştir. Bunun amacı bu karşı çıkma sayesinde Allah’ın ve rasulünün sevdiği bir iyiliğin elde edilmesidir. Eğer kötülüğe karşı çıkmak, daha büyük bir kötülüğe ve Allah ile rasulünün daha çok nefret ettiği bir şeyin ortaya çıkmasına sebep olacaksa, her ne kadar Allah bu kötülüğe ve onu işleyenlere gazap etse de, böyle bir karşı çıkış doğru değildir. İdarecilere ve yetki sahiplerine karşı çıkıp, onlara karşı ayaklanmak böyledir. Çünkü bu, her kötülüğün ve zamanın sonuna kadar sürecek bir fitnenin esasıdır. Nitekim sahabeler, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den namazı vaktinden erteleyen idarecilere karşı savaşmak için izin istemişler, “Onlarla savaşmayalım mı?” demişlerdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise:
“Namaz kıldıkları sürece hayır” buyurdu. Yine:
“Kim idarecisinde hoşlanmadığı bir şey görürse sabretsin. İtaat etmekten elini çekmesin” buyurmuştur.
Yine şöyle demiştir: “Büyük ve küçük fitnelerde İslam’ın başından geçenleri düşünenler, bu esasın kaybedildiğini göreceklerdir. Kötülüğe karşı sabretmeyip bunu gidermeyi talep etmek daha büyük kötülüğü meydana getirmiştir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de daha büyük kötülükler görmüştü ve bunları değiştirmeye gücü yetmiyordu. Hatta Allah Mekke’nin fethini nasip ettiğinde orası İslam diyarına dönmüştü. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’yi İbrahim aleyhisselam’ın kurduğu direkler üzerinde yeniden bina etmek istiyordu. Buna gücü yetiyor olmasına rağmen, Kureyş’lilerin bunu kaldıramayacak olması ve küfürden İslam’a yeni girmiş olmaları sebebiyle, daha büyük bir sıkıntının ortaya çıkmasından çekinmişti. Bu yüzden, mevcut durumdan daha büyük bir sıkıntının ortaya çıkmaması için idarecilere el ile karşı çıkmaya izin vermemiştir...”
“Şeyhulislam’ın – Allah onun ruhunu kutsasın ve kabrini aydınlatsın – şöyle dediğini duydum: “Ben ve bazı arkadaşlarım Tatar’ların baskını zamanında şarap içen bir topluluğa uğradık. Yanımdakilerden biri onlara karşı çıkmaya çalıştı. Ben de bunu kabul etmeyerek dedim ki: Şüphesiz Allah içkiyi haram kılmıştır. Çünkü bu Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoyar. Bu kimselere gelince, içki bunları canlara kıymaktan, esirler almaktan ve mallara el koymaktan alıkoyuyor. Onları kendi hallerine bırak.”
İbn Kayım rahmetullahi aleyh’in “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de daha büyük kötülükler görmüştü fakat değiştirmeye gücü yetmiyordu” şeklindeki sözlerini bir düşünün! Şüphe yok ki burada putlara tapılmasını kastetmektedir. Bu hiçbir kapalılığın bulunmadığı apaçık bir küfürdür. Bununla beraber Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem o sırada Müslümanların güçlerinin bunu değiştirmeye yetmemesi sebebiyle karşı çıkamadı. Çünkü böyle bir karşı çıkış kötülük ve fitne getirecekti. Bütün bu hususlar, ister günahkâr bir idareci isterse küfründe ihtilaf bulunmayan kâfir bir idareci zamanında olsun fark etmeksizin, kötülüğe karşı çıkmanın güç yetmesi ve maslahata uygunlukla kayıtlı olduğunu göstermektedir.
El-İstikamet adlı eserde Şeyhulislam’ın içki içen Tatarlara, Gürcülere ve benzerlerine karşı çıkan Müslümanları bundan alıkoyduğunu bizzat anlatmasına bakınız! Yine iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak hususunda maslahatları ve mefsedetleri (iyiliğe uygunluğu ve bozgunculuğu) gözetmenin gerektiğine dair detaylı açıklamalar yapmıştır. Hatta şöyle demiştir: “Neticede bu konuda ve benzerlerinde bir araya gelen iyiliklerle kötülüklerin varlığının ve yokluğunun tartılması gerekir...”1565
Müslümanların bütün kâfir yöneticilerine karşı ayaklanmak görüşünde olanlar, Selef’in güç yetmesi ve maslahata uygunluğa gösterdikleri özeni gözetmemektedirler. Hatta şu açık ayete muhalefet etmektedirler:
“Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun.” (et-Tegabun 16) Dinen güç yetirmek, ancak kötülüğün ona eşit seviyede veya daha ileri boyutta bir kötülüğe sebep olmadan ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bütün bunlar ilim ve anlayış sahiplerinin takdiri ile olur.
Nitekim Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dinen güç yetirmek, daha üstün bir zararın bulunmadığı şeyin elde edilmesiyle olur.”1566
Şunu da açıklar: “Şayet savaşmanın getirdiği kötülük, iyiliğinden fazla olacaksa bu savaş fitnedir...”1567
Bunun değerlendirmesi heveslerle değil, din terazisinde olur. Şeyhulislam şöyle demiştir: “İyiliklerle kötülüklerin tartılması dinin ölçüleriyle olur. Kişi delillere tabi olursa bu konuda sapmaz. Ancak benzerlerini bildiğinden dolayı kendi görüşüyle içtihat ederse o başka. Delillerden yoksun olanın hükümlere isabet etmesi çok azdır.”1568
El-Cuveynî, Gıyasu’l-Umem’de1569 iyiliklerle kötülüklerin değerlendirilmesini anlatırken şöyle demiştir: “Bu tek kişilerin gözetmesiyle değil, bilakis hal ve akd ehli (meseleleri karara bağlamaya ehliyetli) kimselerin gözetmesiyle gerçekleşir.”
Müslümanların bugünkü bütün yöneticilerinin – bu muhaliflerin görüşünde olduğu gibi - kâfir olduklarını kabul etsek dahi onlara karşı silahla ayaklanmak gerekmez. Çünkü Müslümanların durumu tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’de putlara tapılırken bulunduğu durum gibi olmasına rağmen O (sallallahu aleyhi ve sellem) sabrederek davet işiyle meşgul olmuştur. Sadece putları kırmakla uğraşmamıştır. Kalplerinde bu putları parçaladıktan sonra gözlerinin önünde parçalamıştır. Onlar İslam nimetinden dolayı Allah’a hamd ve şükrediyorlardı. Peki ya bizler Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in hikmetli davranışının neresindeyiz?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve sahabelerinin (Allah hepsinden razı olsun) Mekke’deki durumlarına bakıp müşriklerin eziyetlerine rağmen en güzel şekilde davet ettiklerini gören, bununla günümüzde âlimlerin metoduna muhalefet eden kimselerin arasındaki farkları anlar. Yardım istenecek olan Allah’tır.
Aynı şekilde Kur’an’ın mahlûk olduğunu söylemesine, buna davet etmesine, insanları imtihan etmesine ve Ehl-i Sünnet’e eziyet etmesine rağmen, yine bu sözün küfür oluşunda âlimler ittifak etmiş olmalarına rağmen halife el-Vasık’a karşı ayaklanmak isteyenlerin karşısında İmam Ahmed’in konumu da böyledir.
Batınî, Hululcü, aşırı Muattıla ve buna benzer küfre düşürücü hallerde bulunan yöneticiler karşısında şeyhulislam İbn Teymiyye ve diğer sünnet imamlarının konumu da böyledir. Allah en iyi bilendir.
Bu yüzden fazilet sahibi şeyh İbn Useymin rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “...Uzak ihtimalle idarecinin kâfir olduğunu varsayarsak bu insanları ona karşı isyan ettirinceye kadar kışkırtmak, tahrik edip savaş çıkarmak anlamına gelmez mi? Şüphesiz bu hatadır. Bu yolla maslahatı sağlamak ümit edilmez. İstenen maslahatı bu yolla elde etmek mümkün değildir. Bilakis bu büyük kötülüklere sebep olur. Mesela insanlardan bir grup ülkede yöneticiye karşı ayaklansa ve bu grubun elinde olmayan güç ve yetkiler bu yöneticinin elinde bulunsa durum ne olur? Bu azınlık grupgalip gelebilir mi? Galip gelemez!! Tam aksine kötülük ve bozgun ortaya çıkar. İşler düzelmez. İnsan öncelikle dinin nazarından bakmalıdır. Dine de şaşı gözle bakmamalıdır. Delilleri tek taraflı ele almamalıdır. Bilakis bütün delilleri bir arada değerlendirmelidir.
İkincisi; bunun nasıl bir sonuç doğuracağına akıl ve hikmet gözüyle bakmalıdır. Bu yüzden bizler bu gibi yolları çok yanlış ve tehlikeli görüyoruz. İnsanın bu yolu takip edenleri desteklemesi caiz değildir. Bilakis tamamen uzak durmalıdır. Bizler hükümetin kendisi hakkında değil, genel anlamda konuşuruz.”1570
Sadece yöneticinin kâfir olmasıyla – şayet bunu kabul edersek – insanların ona karşı ayaklanmasının ve silahla görevden ayırmanın gerekmediğini kabul ettikten sonra bilmeli ki, zalim de olsa Müslüman yöneticiye karşı ayaklanmak büyük kötülüklere sürükler.
Nitekim Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir1571: “Yetki sahibine karşı ayaklanıp da gidermek istediği kötülükten daha büyük bir kötülüğe sebep olmayan bir grup neredeyse bilinmemektedir.”
Yine şöyle demiştir: “Yetki sahibi idareciye ayaklanıp da bundan dolayı iyilikten daha büyük bir kötülüğün meydana gelmemesi çok nadirdir. Mesela Medine’de Yezid’e karşı ayaklananlar, Irak’ta Abdulmelik’e karşı ayaklanan İbnu’l-Eş’as, Horasan’da oğluna karşı ayaklanan İbnu’l- Muhelleb, yine Horasan’da ayaklanan davet sahibi Ebu Muslim, Medine ve Basra’da Mansur’a karşı ayaklananlar ve benzerleri böyledir.”
“Bunlar amaçlarına ya ulaşmışlar ya da ulaşamamışlardır. Sonra yönetimleri ellerinden çıkmış, sonuçsuz kalmıştır. Abdullah b. Ali ve Ebu Muslim birçok insan öldürmüşlerdir. Her ikisini de Ebu Cafer el-Mansur öldürmüştür. Harre halkı, İbnu’l-Eş’as, İbnu’l-Muhelleb ve diğerlerine gelince taraftarlarıyla birlikte yenilgiye uğramışlardır. Ne dinin gereğini yerine getirebilmişler ne de dünyaları kalmıştır. Allah Teâla ne dini ne de dünyayı ıslah etmeyen bir şeyi emretmez. Bunu yapanlar Allah’ın takva sahibi dostlarından ve cennetliklerden olsa da Ali, Aişe, Talha, Zübeyr ve diğerlerinden (Allah onlardan razı olsun) daha üstün olamazlar. Bununla beraber bunların yaptıkları savaşlar övgüye değer şeyler değildir. Bu kimseler Allah katında en değerli kimselerdir ve niyetleri başkalarından daha güzel idi.”
“Harre halkı da böyledir. Onların arasında da ilim, din ve ahlak sahibi insanlar vardı. İbnu’l-Eş’as’ın taraftarları arasında da ilim ve din ehli kimseler vardı. Allah hepsini bağışlasın.”
“İbnu’l-Eş’as fitnesi zamanında eş-Şa’bî’ye: “Neredeydin ey Amir?” denilince şöyle cevap vermiştir: “Şairin dediği yerdeydim:
Kurt uludu ve uluduğunda kurtla ünsiyet ettim, insan sesi neredeyse beni uçuracaktı
Bize fitne isabet etti ve takva sahibi iyi kimselerden de olamadık, kuvvetli günahkârlardan da olmadık.”
Yine Şeyhulislam şöyle demiştir: “Hasen el-Basri şöyle derdi: Haccac Allah’ın bir azabıdır. Allah’ın azabını ellerinizle uzaklaştıramazsınız. Lakin zilletle boyun eğerek yalvarmalısınız. Muhakkak ki Allah şöyle buyurmuştur:
“Bu sebeple onları azâb ile yakaladık; fakat onlar yine de Rablarına boyun eğmemişler ve yalvarmamışlardır.” (Muminun 76) Abdullah b. Ömer, Said b. el-Museyyeb, Ali b. el-Hasen ve diğerlerinin Harre olayında Yezid’e karşı ayaklanmaktan yasaklamaları örneğinde olduğu gibi Müslümanların faziletlileri fitnede ayaklanmaktan yasaklıyorlardı. Yine Hasen el-Basri, Mucahid ve başkaları da İbnu’l-Eş’as fitnesinde ayaklanmaktan yasaklamışlardı. Bu yüzden Ehl-i Sünnet, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan sahih hadislerden dolayı fitnede savaşılmamasını kararlaştırmış, akidelerinde bu hususu zikreder olmuşlardır. Yöneticilerin zulmüne karşı sabretmeyi ve savaşı terk etmeyi emretmişlerdir. İlim ve din ehlinden birçok kimse fitnede savaşmış olsalar da durum böyledir...”
“Bütün bunlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yöneticilerin zulmüne sabretme ve onlara karşı savaş ve ayaklanmayı terk etme emrini açıklamaktadır. Çünkü kulların dünya ve ahiret işlerinin iyiliği için uygun olan budur. Kasten veya hata ile buna muhalefet eden bunu yapmakla iyiliği elde edemez, bilakis kötülük ortaya çıkar. Bunun içindir ki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem el-Hasen radıyallahu anh’ı:
“Şüphesiz bu oğlum efendidir. Allah bunun vesilesiyle Müslümanlardan iki büyük grubu barıştıracaktır” sözleriyle övmüştür. Fitnede savaşan, idarecilere karşı ayaklanan, itaatten el çeken ve cemaatten ayrılan hiç kimseyi ise övmemiştir.”1572
Şeyhulislam’ın: “Fitnede savaşan hiç kimse övülmemiştir” sözünü iyi düşün. O zaman ayaklanmanın fitne kapısı açacağını anlarsın ve bu konuda heyecana kapılanlardan olmazsın. Hatta idareci zulmeden birisi ve en kötü günahkârlardan biri olsa dahi böyledir. Zira ona karşı ayaklanman – genellikle – ancak daha büyük bir kötülük getirir.
El-Fethu’l-Bari’de1573 İbn Battal’ın şöyle dediği zikredilir: “Bu hadiste – yine – yöneticiye karşı – zalim de olsa - ayaklanmanın terk edilmesi gerektiğine delil vardır. Çünkü Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Hureyre radıyallahu anh’e bunların ve babalarının isimlerini bildirmiştir. Ümmetinin helakinin bunların eliyle olacağını haber verdiği halde onlara karşı ayaklanmayı emretmemiştir. Çünkü ayaklanmak daha fazla helak edici ve onların itaatini kökten yok edicidir. İki kötülükten hafif olanı ve iki işten kolay olanı tercih edilmiştir.”
Bu bize Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolunu ve sahabelerin – Allah onlardan razı olsun – metodunu göstermektedir. Burada Müslümanları yöneticilerin haber ve durumlarını araştırmakla meşgul etmek ve büyüklerle küçüklerin, erkeklerle kadınların, iyilerle kötülerin diline dolayıncaya kadar halk arasında bunları yaymak söz konusu değildir. Aksi halde neden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetin helakinin ellerinde bulunduğu bu gençlerin halini bütün sahabelerine bildirmedi? Hâlbuki namaz, zekât ve benzerlerini bildirmiştir. Şayet bunları halk arasında meşhur edip yaymak doğru bir yol olsaydı Ebu Hureyre radıyallahu anh bunu neden insanlara yaymadı? Şüphesiz bütün bunlar savaşlara sebep olan fitnelerin kapılarını kapatan selefin fıkhını (anlayışını) göstermektedir. Onların yolunu yol edinmeyenler bunu korkaklık ve geri kalmak olarak görüyorlar. Şikâyetimiz Allah’adır.
Nitekim Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh fitne ve savaşlarda geçenleri bilmenin dini hakikatlerden olmadığını açıklamış ve Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den iki kap dolusu ilim ezberledim. Birini aranızda yaydım. Şayet diğerini de yayarsam gırtlağımı kesersiniz” sözünü zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu saklanan ilim zahire aykırı düşen bir batın değildir. Hatta dinin hakikatlerinden de değildir. Bu sadece fitnelerde ve savaşlarda olacak şeylerin haberidir. Savaşlar; Müslümanlarla kâfirler arasında olacak savaşlardır. Fitneler ise Müslümanlar arasında olacak şeylerdir. Bu yüzden Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir: Şayet Ebu Hureyre size halifenizi öldüreceğinizi haber verse, şöyle şöyle yapacağınızı bildirse elbette Ebu Hureyre yalan söyledi derdiniz” Bunun gibi haberlerin ortaya çıkması, devletlerinin değişmesinden bahsettiği için kralların ve yandaşlarının hoşlanmadıkları şeylerdendir...”1574
Hükümlerin detaylarının bilinmemesini, dinde zorunlu olarak bilinmesi gereken meselelerin bilinmemesi ve dinin hakikatlerini bilmemekle eşit gören, muhaliflerinin namuslarını ve hatta canlarına kıymayı helal sayan şu kimseler neyin nesi?
Tahaviye şarihi der ki: “Zulmetseler dahi itaat edilmelerine gelince, bunun sebebi onların itaatinden ayrılmanın onların zulmünden de daha fazla kötülük getirmesidir. Hatta zulmetmelerine rağmen onlara sabretmek kötülükleri örter ve ecirleri katlar.”1575
El-Muallimi rahmetullahi aleyh et-Tenkil’de şöyle der: “Ebu Hanife, ortaya çıkardıkları zulümlerinden dolayı Abbasi oğullarına karşı ayaklanmayı müstehap veya vacip görürdü. Onların öldürülmesini kâfirlerin öldürülmesinden üstün tutardı. Ebu İshak – yani el-Fezari – buna karşı çıktı. İlim ehli bu konuda ihtilaf ediyorlardı. Onlara karşı ayaklanmayı iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamak ve hakkı ayağa kaldırmak olarak gören olduğu gibi bundan hoşlanmayanlar da vardır. Müslümanlara isyandan dolayı bir ayrılış, sözü ayırmak, cemaati parçalamak, birliği bozmak, birbirlerini öldürmekle meşgul etmek, kuvvetlerini zayıflatmak, düşmanlarını güçlendirerek açıklarını kapamak, Müslümanlara kâfirleri yönetici kılmak, Müslümanların öldürülmesine sebep olmak, onları zelil etmek ve Müslümanlar arasında ayrılığı yerleştirmek olarak görürler. Böylece sonuç onların hepsi için başarısızlık ve utanç sebebi olacaktır.”1576
“Nitekim Müslümanlar ayaklanma tecrübesini yaşamışlar ancak sonuçta kötülük görülmüştür. İnsanlar Osman radıyallahu anh’e karşı ayaklanırken sadece hakkı talep ettikleri görüşündeydiler. Cemel savaşında taraflar önderlerinin hakkı talep ettikleri görüşündeydiler. Bunların neticesi nebevi halifeliğin sona erip Ümeyye oğulları devletinin kurulması oldu. Huseyn b. Ali radıyallahu anh zorlandığı şeye zorlandı, o kötülükler oldu. Sonra Medine’liler ayaklandı ve Harre vakası meydana geldi. Sonra Kur’an okuyucuları İbnu’l-Eş’as ile birlikte ayaklandı, peki ne oldu? Sonra Zeyd b. Ali olayı oldu. Rafıziler ondan Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma’dan uzak olduğunu açıklamasını istediler. Kabul etmeyince onu yardımsız bıraktılar. Olanlar oldu. Sonra Abbas oğulları ile beraber ayaklandılar ve – Ebu Hanife’nin ayaklanılması görüşünde olduğu - devletleri kuruldu. Rafıziler – ayaklanma konusunda Ebu Hanife ile aynı görüşte olan – İbrahim ile birlikte grup oluşturdu. Şayet onlara başarı yazılmış olsaydı Rafıziler onların devletine hâkim olacaklardı. Böylece Ebu Hanife onlara karşı ayaklanmaya dair fetvasından döndü.”
Yine şöyle demiştir: “Ayaklanmaya karşı çıkanların ve caiz görenlerin delil getirdikleri naslar bilinmektedir. Muhakkikler bunların arasını şöyle bulmuşlardır: “Ayaklanılması halinde meydana gelecek kötülük galip zanna göre hafif olacaksa ayaklanmak caiz olur, aksi takdirde caiz olmaz. Müçtehitler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. İki görüşten doğruya yakın olanı tarihten ibret alan, insanların arasına çok karışan, savaşları ve askerlerin durumlarını bilenlerin görüşüdür. Ebu İshak işte böyleydi.” 1577
el-Muallimi rahmetullahi aleyh’in sözünü zalim idarecilere ayaklanmanın kötülüğünü açıklamak için zikrettim. Ayaklanma konusunda âlimlerin ihtilafına gelince, bu eski bir ihtilaftır. Bundan sonra ayaklanmaya karşı çıkmak görüşü karara bağlanmış ve ayaklanmamak Ehl-i Sünnet’in bir özelliği haline gelmiştir. Ehli Sünnet bunu akidelerini anlattıkları kitaplarında zikretmişler, kendilerine bu konuda muhalefet eden düşmanlar bidat ve heva ehli olmuştur.
Nitekim İmam Buhari rahmetullahi aleyh, el-Lalkai’nin Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s-Sunne’de rivayet ettiği akidesinde şöyle demiştir: “Hicaz, Mekke, Medine, Kufe, Basra, Vasıt, Bağdad, Şam ve Mısır halkından ilim ehli olan binden fazla kimseyle karşılaştım. Onlarla birkaç yıl aralıkla defalarca, sonra yine defalarca görüştüm. Kırk altı yıldan daha fazla bir süreden beri onlar henüz çok sayıda mevcutken birkaç sene içinde Şam’lılarla, Mısır ve Cezire’lilerle iki defa, Basra’lılarla dört defa görüştüm. Hicaz’da altı yıl kaldım. Horasan’lı muhaddislerle Kufe’ye ve Bağdad’a kaç defa girdiğimin sayısını bilemem...” Sonra bu beldelerdeki birçok kimselerin isimlerini zikreder ve şöyle der:
“Bunların ismini vermekle yetinmemizin sebebi sözü kısa kesmek ve uzayıp gitmemesi içindir. Ben onlardan herhangi bir kimsenin şu hususlarda ihtilaf ettiklerini görmedim...” Burada akide ile ilgili meseleleri zikreder. Bu hususlardan biri de şudur “Yöneticilerle çekişmemek... Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetine karşı kılıç çekileceği görüşünde olmamak. El-Fudayl dedi ki:
“Eğer benim kabul edileceğini bildiğim bir duam olsaydı onu ancak yönetici hakkında yapardım. Çünkü o düzelince ülke de, kullar da güvenliğe kavuşur.”İbnu’l-Mubarek dediki:
“Ey hayrı öğreten kişi! Böyle bir şeye senden başka kim cesaret edebilir?”1578
Sabit ve karara bağlanmış bu icmanın bu meseledeki ihtilafı ortadan kaldırmasını düşün! İbnu’l-Mubarek’in Fudayl’e söylediğini de düşün. Muhtemelen – doğrusunu Allah bilir – heva ehlinin Ehl-i Sünneti korkaklık ve yöneticiler karşısında zayıflıkla itham etmelerine işaret ediyor. Doğrusunu Allah bilir ya, bu yüzden Ehl-i Sünnet’ten bazıları önlerinde idareciye dua edilmesine ses çıkarmamışlardır. İbnu’l-Mubarek bu sözü Fudayl’den işitince ona:
“Buna senden başka kim cesaret edebilir?” demiştir. Bu, Fudayl’ın inandığı şeyi açıkça söylemedeki kuvvetini gösterir. Günümüzde nice âlim ve imam vardır ki yöneticiye dua ettiği için – Hak gözetilmeksizin – “o paralı işçidir” veya “Dalkavuk” yahut “Korkak” denilmiştir. Hak üzerinde devam edenden başka hakkın taraftarı yoktur. Şikayetimiz Allah Subhanehu ve Teala’yadır ve tevekkülümüz de O’nadır.
Nitekim el-Lalkaî yine birçok kimseden bu konudaki icmayı nakletmiştir. Adı geçen esere müracaat ediniz.
El-Eşari Risaletu Ehli’s-Sugr’da1579 şöyle demiştir: “İyi olsun kötü olsun Müslümanların idarecilerini ve Müslümanların işlerini rıza ile veya zorla üstlenen herkesi dinlemek ve itaat etmek hususunda, icma edilmiştir. Zulmeden veya adalet yapan idarecilere kılıçla ayaklanmak gerekmez. Yine onlarla beraber düşmana karşı savaşılacağında, beytin haccedileceğinde, talep ettiklerinde zekâtın onlara verileceğinde, arkalarında Cuma ve bayram namazlarının kılınacağında da icma etmişlerdir.” Allah ona rahmet etsin.
Bu icma yukarıda geçen açıklamalara uygundur. Eşari’nin zikrettiği gibi düşmana karşı bu idareciyle birlikte savaşılması hususunda muhaliflerin delili yoktur. Çünkü mutlak olarak – bu konuda detay vardır - itaatten el çekip onunla birlikte savaşmayı terk etmek gerekmez. Allah en iyi bilendir.
Bunun benzerini es-Sabuni Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis1580 adlı eserinde şu şekilde belirtmektedir: “Hadis ashabı Cuma ve bayram namazları ile diğer namazların iyi ya da kötü her Müslüman imam arkasında kılınabileceği, zalim ve günahkar olsalar da onlarla birlikte kafirlere karşı cihada çıkılacağı görüşündedirler. Onlara düzelmeleri ve başarılı olmaları, halkına adaletle muamele etmesi için dua edilmesi ve onlardan adaletten sapma, zulüm veya korku görseler de onlara karşı kılıçla ayaklanılmaması görüşündedirler.”
El-İsmailî İtikadu Ehl-i’s-Sunne1581 adlı eserinde şöyle der: “Onlara düzelmeleri ve adaletle hareket etmeleri için dua edilmesi görüşündedirler. Onlara karşı kılıçla ayaklanılmasını doğru görmezler.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye1582 rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “İlim, din ve fazilet sahiplerine gelince onlar Allah’ın yasakladığı bir şeyde kimseye ruhsat vermezler. İdarecilere isyan etmek, onları aldatmak, herhangi bir şekilde onlara karşı ayaklanmak bu yasaklardandır. Nitekim Sünnet ve din ehlinin eskileri ve yenileri ile onların yolundan gidenlerin adetleri budur.”
Yine şöyle der: “Bu yüzden cemaatten ayrılmamak ve fitnede idarecilerle savaşmamak da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin esaslarındandır. Mutezile gibi heva ehline gelince idarecilere karşı savaşmak onların dininin esaslarındandır.”1583
İbn Kayyım rahmetullahi aleyh Hadi’l-Ervah’ta1584, Ahmed b. Hanbel’in öğrencilerinden Harb’ın meşhur; Mesail adlı eserinden şöyle dediğini nakletmiştir: “Bunlar, ilim ehlinin, Eser ashabının, sünnete sarılan Ehl-i Sünnetin ve bu günümüze kadar Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerine uyanların görüşleridir. Hicaz, Şam ve başka yerlerin âlimlerinden yetişebildiklerime yetiştim. Bu görüşlere muhalefet edenler veya kötüleyenler yahut söylenenleri kınayanlar muhalif, bidatçi, cemaatten ayrılmış ve sünnet metodu ile hak yoldan uzaklaşmış kimselerdi.”
Yine şöyle der: “Bu görüş Ahmed, İshak b. İbrahim, Abdullah b. Mahled, Abdullah b. ez-Zubeyr el-Humeydi, Said b. Mansur ve meclisine katılıp kendilerinden ilim aldığımız kimselerin görüşüdür...” Bazı meseleler zikrettikten sonra şöyle der: “Allah’ın idarecilik nasip ettiği kimseye boyun eğmek, ona itaatten el çekmemek, Allah bir kurtuluş veya çıkış yolu nasip edinceye kadar ona karşı kılıçla ayaklanmamak, sultana karşı ayaklanmamak, dinleyip itaat etmek, biati bozmamak. Kim böyle yaparsa o bidatçidir, muhaliftir ve cemaatten ayrılmıştır...”
İmam en-Nevevi rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Günahkâr ve zalim olsalar dahi onlara karşı ayaklanmak ve savaşmak Müslümanların icmaı ile haramdır. Nitekim zikrettiğim anlamda hadisler ortadadır. Ehl-i Sünnet yöneticinin günahla görevinden düşürülmeyeceğinde icma etmiştir.”1585
Hafız İbn Hacer Tehzibu’t-Tehzib’de1586 kılıçla ayaklanmak görüşünde olan el-Hasen b. Salih b. Hayy’in hal tercemesinde şöyle demiştir: “Kılıç görüşündeydi” şeklindeki sözleri; zalim idarecilere karşı kılıçla ayaklanılabileceği görüşündeydi demektir. Bu selefin eski görüşüdür. Lakin bu mesele bunun terki üzerinde karara bağlanmıştır. Çünkü bunun daha kötüsüne yol açtığı görülmüştür. Harre olayı, İbnu’l-Eş’as olayı ve diğerlerinden ibret alınmıştır...”
Nitekim Şeyh Abdullatif b. Abdirrahman b. Hasen Âlu’ş-Şeyh1587 rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“...Bu fitneye düşenler şunu bilmezler: İslam ehlinin yöneticilerinin çoğu Yezid b. Muaviye zamanından beri – Ömer b. Abdilaziz ile Allah’ın Ümeyye oğullarından diledikleri dışında - zulme, büyük olaylara, isyanlara, Müslümanların idaresinde bozukluklara düşmüşlerdir. Bununla beraber meşhur imamlar ve büyük efendilerin onlara karşı tutumu bilinmektedir: Allah ve rasulünün emri ve dinin şartı olarak onlara itaatten el çekmemişlerdir...”
Şayet – tartışma gereği – Müslümanların bugünkü idarecilerinin hepsinin bunların iddia ettikleri gibi kâfir olduklarını kabul edecek olsak, onlara karşı ayaklanıp savaşmaya yine yol yoktur. – Bu durumda Müslümanlara karşı savaşılacaktır – Savaş toprakları ve nesilleri helak eden kötülüklere sebep olur. Zalim idareci hakkında bunu mutlak olarak söylemek nasıl doğru olabilir ve bu nasıl olur da ilimde köklü kimselerin fetvalarından olabilir? Bilakis hükmün adaletli olması için detaya gidilmesi zorunludur.
Bu, toplumlarda bulunan çirkinlikleri kabul ettiğim anlamına gelmemelidir. – hidayetten sonra sapıklıktan Allah’a sığınırız – ancak kastedilen şudur: mümkün olduğu kadar iyiliği korumak ve mümkün olduğu kadar kötülüğü kaldırmak.
Fazilet sahibi Şeyh Salih el-Fevzan hafazahullah, zalim idarecilere karşı ayaklanmayı kötüleyerek şöyle demiştir:
“Çünkü onlara karşı ayaklanmak onların düştükleri yanlış ve bozukluktan daha şiddetlisini getirir ve onların eziyetlerine sabretmekten daha büyük zararlar meydana gelmesine sebep olur. Onların eziyetlerine sabretmenin zarar vereceğinde bir şüphe yoktur. Lakin onlara karşı ayaklanmak, itaatin isyana dönmesi, Müslümanların ayrılığı, kâfirlerinMüslümanlara karşı musallat olmaları gibi küfür derecesine varmamış zalim ya da günahkâr idarecilerin eziyetine sabretmenin kötülüğünden daha şiddetlisine sebep olur.”1588
Az önce Şeyhulislam’ın şu sözleri geçmişti: “İlim, din ve fazilet sahiplerine gelince onlar Allah’ın yasakladığı bir şeyde kimseye ruhsat vermezler. İdarecilere isyan etmek, onları aldatmak, herhangi bir şekilde onlara karşı ayaklanmak bu yasaklardandır.”
“Herhangi bir şekilde onlara karşı ayaklanmak” sözünü düşünün. Sebep olacağı kötülüğün hâkim olması ve helak edici belalardan dolayı bunu söylemiştir.
Yine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Hasen radıyallahu anh’ı, onun vesilesiyle gerçekleşecek barış sebebiyle övdüğü de geçmişti. Sonra Şeyhulislam şöyle demiştir:
“Fitnede savaştığından, idarecilere ayaklandığından, itaatten el çektiğinden veya cemaatten ayrıldığından dolayı hiç kimse övülmemiştir.”
1553 Sahih. Muslim (1846)
1554 Sahih. Buhari (7052) Muslim (4752)
1555 Sahih. Muslim (4763)
1556 Sahih. İbn Ebi Asım, es-Sunne (1079) Şeyh Elbani rahmetullahi aleyh Zılalu’l-Cenne’de (2/499) isnadı sahih demiştir.
1557 Mecmuu’l-Fetava (28/390-391)
1558 Mecmuu’l-Fetava (28/64-65)
1559 Mecmuu’l-Fetava (14/268)
1560 Mecmuu’l-Fetava (30/136)
1561 Minhacu’s-Sunne (1/547-548)
1562 Mecmuu’l-Fetava (25/46)
1563 Minhacu’s-Sunne (1/115) Tahkik: Muhammed Reşad Salim
1564 İ’lamu’l-Muvakki’in (3/15-16 Daru’l-Fikr baskısı)
1565 El-İstikamet (2/165-167)
1566 Mecmuu’l-Fetava (14/103)
1567 Mecmuu’l-Fetava (4/442-443)
1568 El-İstikamet (2/217)
1569 Gıyasu’l-Umem (s.96) bkz.: Şeyh Abdulmuhsin el-Ubeykan, el-Havaric ve’l-Fikri’l-Muteceddid (s.40)
1570 El-Fetava’ş-Şer’iyye Fi’l-Kadaya’l-Asriyye (s.86-87)
1571 Minhacu’s-Sunne (1/391)
1572 Minhacu’s-Sunne (4/527-531)
1573 Fethu’l-Bari (13/11 Kitabu’l-Fitne, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in “Ümmetimin helaki beyinsiz gençlerin eliyle olacaktır” sözü babı, hadis no: 7058)
1574 Mecmuu’l-Fetava (13/255-256)
1575 Akidetu’t-Tahaviye Şerhi(2/542)
1576 et-Tenkil (1/93-94) el-Mearif baskısı.
1577 Et-Tenkil (1/93-94) Daru’l-Mearif baskısı
1578 El-Lalekai, İtikad (2/193-197 no:320 Daru’t-Taybe baskısı)
1579 (s.297) Mektebetu’l-Ulum ve’l-Hikem baskısı.
1580 (s.106) Mektebetu’l-Guraba baskısı.
1581 (s.50) Daru’r-Reyyan baskısı.
1582 Mecmuu’l-Fetava (35/12)
1583 El-İstikamet (2/215-216)
1584 (s.401, 399) Mektebetu’l-Medeni baskısı.
1585 Şerhu Muslim (13/432-433)
1586 Tehzibu’t-Tehzib (2/263)
1587 Ed-Dureru’s-Seniyye (7/177-178) bkz.: Şeyh Abdusselam el-Abdulkerim, Muameletu’l-Hukkam (s.12)
1588 Bkz.: el-Fetava’ş-Şer’iyye Fi’l-Kadaya’l-Asriyye (s.93)
Yöneticileri Tekfir Konusu
Bil ki yöneticileri tekfir konusu – bundan sonra da onlara karşı ayaklanmak – ilim talebelerinin veya sürünüp emekleyenlerin meşgul olması caiz olmayan bir konudur. Bilakis içtihat ve istinbat (delil çıkarma) ehline müracaat edilmesi gerekir. Zira bunun gibi hassas konularda sözü onlara bırakmamız din ve dünyamız için daha hayırlıdır. Çünkü affetmede hata etmemiz, - özellikle de yöneticiler meselesinde - cezalandırmada hata etmemizden iyidir. Yıllardan beri nice davet ve davetçiler – İsrail oğullarının sapmalarından daha fazla zamandır – ilim ehlinin büyüklerinin nasihatlerini terk ederek, hidayet ve aydınlatıcı bir kitap olmaksızın en önemli meselelere dalmaları sebebiyle düşüş, karışıklık ve çelişkiler yaşamışlardır. Ümmetin başından geçen – eski ve yeni – fitnelerin yeryüzüne geniş çaplı kötülüklerle yayılmasından öğüt almamışlardır.
Bil ki, bizler yöneticilerin kâfir olduklarını kabul edersek, onlara karşı ayaklanmak için güç yetmesi şartının yerinde olup olmadığına bakarız. Kararlaştırılan işin getireceği iyilik ve kötülükleri değerlendiririz. İşte Yahudilerin ve Hristiyanların ülkeleri! Bunu yapan Müslümanların oralarda huzursuzluk çıkarmalarına müsaade edemeyiz. Bilakis onlardan hanif dinlerine sarılarak ve bu dinin emrettiği gibi güzel ahlaklara bürünerek güçleri yettiğince Allah Azze ve Celle’ye davet eden kimseler olmalarını isteriz. Zira bu Allah’a davet yollarından biridir. Böyle şaz fikirlerle İslam’ı çirkin göstermemelidirler. Bu, dinimizde haram kılınan kötülüklerdendir ve selefimizin metoduna aykırıdır. İmamlarımız bundan sakındırmışlardır. Kendi ülkelerinde her kâfirle savaşmak caiz olmadığından Yahudilerin, Hristiyanların ve diğerlerinin ülkelerinde bu işe ruhsat vermiyorsak, İslam ülkelerinde buna nasıl ruhsat verilebilir?
Sualatu Ebi Davud Li Ahmed1589 adlı eserde şu rivayet gelmiştir: “İmam Ahmed’e, düşman topraklarında esir olan imkân bulursa onlarla savaşabilir mi? diye sorulduğunu onun da şöyle cevap verdiğini işittim:
“Eğer onlar canları ve malları konusunda kendisinden emin olduklarını anlarsa onlarla savaşamaz.” Bu mutlak mıdır diye sorulunca da şöyle dedi:
“Mesele emin olmamaları halinde mutlaktır. Kendisinden emin oldukları bilinirse savaşamaz.”
İşte bu Müslümanların ahlak ve adabıdır. Bundan ayrılanlara itibar etme! Müslümanlara kin duyanları dinleyip itaat etme! Bu suçları işlemek için fırsat kollayanlar İslam’ı ve Müslümanları çirkin göstermektedirler!
Şunu diyen doğru söylemiştir:
Düşmanlarımızın önünde yapmadıklarımızı söyleriz
Sevdiklerimize ise hem söyler hem yaparız.
Hem sonra bu muhaliflerin çoğunu İslam ülkelerinden hicret edip Yahudi, Hristiyan ve putperestlerin ülkelerinde eman almaya iten sebep nedir?
Şüphesiz fikirleri Ehl-i Sünnet metoduna aykırıdır. Bu da kendilerini sıkıntıya sokan sebeplerden birisidir. Yöneticileri tekfir etmekte aşırılık yaptıklarında selefin metodunu ve büyük âlimlerin bu konudaki yolunu gözetmezler. Haram olan kanları helal sayarak büyük fitnelere atılırlar. Hatta – birçok ülkede – İslam dininin adaletine aykırı davranırlar. İşte bufitnelerin durumudur. – Çoğu zaman – daha şiddetli fitnelere düşmekten başka tedavisi olmaz. Onların ve başkalarının Hanif dine aykırı davranışlarını çirkin gördüğümüze dair Allah’ı şahit tutarız. Ancak konu durumu anlama konusudur. Olanları kabul etme konusu değildir. Bunu iyi düşün.
Bunu söylemekle beraber bizler birçok durumlarda – yalan dolu çekiştirmelerin sonucu olarak - bazı yetki sahiplerinin ve Allah Teâla’ya davet edenlere ve ilim talebelerine eziyet vermeye çalışanların zulmünü kabul etmiyoruz. Lakin bizler önder imamların yolunu tutuyoruz. Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir. Allah’tan ecir ve selameti bizim için bir araya getirmesini, bol afiyet vermesini ve kusurlarımızı örtmesini dileriz. Şüphesiz O her şeye gücü yetendir.
Geçen açıklamaları şöylece özetleyebiliriz: Güvenlik ve huzur herkesin arzu ettiği büyük bir nimettir. Toplumlarda pek çok aykırılıkların bulunmasına rağmen en güzel şekilde nasihat ederek güvenliği korumaya devam etmek selefin ve onların yolundan giden sonraki imamlar ile bu asrın âlimlerinin yoludur.
Bu nimet ancak – zalim de olsa - kuvvetli bir devletle gerçekleşir. Kuvvetli bir devlet ise ancak sahibine itaatle ve ümmetin Allah Azze ve Celle’ye itaat yolunda ona itaat etmesiyle mümkün olur. Müslüman devlet tarafından bu dengenin kaybedilmesi ya Allah’ın hakkını ya da halkın hakkını ihlal etmekle olur. Halkın nasihat ederek sabretmesi, davete devam etmesi, fitneleri söndürmesi ve idarecilerle başkanlara karşı halkı kışkırtanlara nasihat etmeleri gerekir. Bu harici hareketleri – niyetleri düzgün olsa da – terk etmeleri gerekir. İlmî, selefî, davetçi ve ıslahçı bir metod takip edilmelidir. Şu an en büyük cihad davet ve açıklama cihadıdır. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“Onlara karşı onunla (Kur'ân'la) bütün gücünü kullanarak savaş.” (Furkan 52) Yani onlara karşı çarpışmakla değil, Kur’an ile ve ona davet ederek savaş demektir. Bunu düşün.
Hatta Allah’a davet etmek ve bu din hakkındaki şüpheleri reddetmek, insanlara faydalı ilmi yaymak Allah yolunda en büyük cihaddır. İmam İbn Kayyım rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Ancak ilim talebi Allah yolundan kılınmıştır. Zira bu da cihad gibi İslam’ın desteğidir. Dinin desteği ilim ve cihaddır. Bu yüzden cihad iki türdür: el ile ve dil ile cihad. Buna (el ile cihada) birçok kimse katılır. İkincisi delil ve açıklama ile cihaddır. Bu tür ise rasullere tabi olanlara özeldir. Bu imamların cihadıdır. Faydasının bolluğu, zahmetinin zorluğu ve düşmanlarının çokluğundan dolayı iki cihad türünün en üstünü budur. Allah Teâla Furkan suresinde – ki Mekkî bir suredir – şöyle buyurmuştur:
“Eğer dileseydik, her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik. Bu itibarla sen, kâfirlere itaat etme ve onlara karşı Kur'ân'la bütün gücünü kullanarak savaş.” (Furkan 51-52) Onlara karşı olan bu cihad Kur’an iledir. Bu iki cihadın en büyüğüdür. Yine bu münafıklarla da cihaddır. Zira münafıklar Müslümanlarla çarpışmıyorlardı. Hatta görünüşte onlarla birlikteydiler ve düşmanlarına karşı bazen onlarla birlikte savaşıyorlardı. Bununla beraber Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey Nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla savaş; onlara karşı sert davran” (Tevbe 73) bilinmektedir ki münafıklara karşı cihad delil getirmekle ve Kur’an ile olur.
Maksat: Allah’ın yolu cihad, ilim talep etmek ve insanları Allah’a davet etmektir. Bu yüzden Muaz radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Size ilim talep etmeyi tavsiye ederim. Zira ilmin talep edilmesi Allah’tan korkmaktır. Onun dersini yapmak ibadettir. İlim müzakeresi tesbihdir. İlmi araştırma yapmak cihaddır.” Bu yüzden Allah Subhanehu indirdiği kitab ile demiri bir arada zikrederek şöyle buyurmuştur:
“Gerçek şu ki, biz, peygamberlerimizi apaçık delillerle gönderdik; insanların adaletle hareket etmeleri için onlarla birlikte kitabı ve adalet ölçüsünü indirdik. Keza kendisinde çok büyük bir sertlik ve insanlar için faydalar bulunan demiri yarattık. Bütün bunlar, Allah'ın, kendi dînine ve peygamberlerine, onları görmeksizin yardım edenleri ortaya çıkarması içindir. Allah, şüphesiz çok kuvvetlidir; dâima gâlibtir.” (Hadid 25) dinin destekleri olduğu için kitap ile demir birlikte zikredilmiştir. Nitekim şöyle denilmiştir:
O ancak vahiy ya da keskin bıçaktır
Ceylanlarını tuzağıma meylettirir
Bu akıl sahiplerinin derdine şifadır
Yine bu cahillerin derdine devadır
Sonunda İbn Kayyım rahmetullahi aleyh şöyle der: “İlim öğrenmek ve öğretmek, Allah Azze ve Celle yolundaki en büyük işlerdendir.”1590
Şeyhulislam rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“Bidat ehlini reddeden mücahittir. Hatta Yahya b. Yahya şöyle derdi:
“Sünneti savunmak en üstün cihaddandır.”1591
Yine Şeyhulislam şöyle demiştir: “...böylece anlaşılmıştır ki, kendisine davet iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktır.”1592
Yine zulüm anında sabretmek, fitneleri terk etmek, eski ihtilaftan ve son olarak karara bağlandıktan sonra selefin icma ettiği hususlardandır. Öyle ki bu, her asırda ve her yerde Ehl-i Sünnet’in bir özelliği haline gelmiştir. – İcmadan sonra – onlara sadece heva ehli muhalefet etmiştir.
Yine biz belli bir yönetici hakkında deliller bunu apaçık ortaya koymadıkça küfür hükmü verilmesi görüşünde değiliz. Bu hükümde köklü ilim sahibi âlimler bizden önceliklidir. Belirli bir şahsın tekfirinde Ehl-i Sünnetin kaideleri gözetilmelidir. Bundan dolayı şartların yerine gelmesi, engellerin ortadan kalkması gerekir. Zira mesele oldukça tehlikelidir. Bunun neticesi – genellikle – kötü olur. Bizlerden birinin bu meseleye girmesi ve konumunu belirlemesi gerekmez. Zira falan kimseyi tekfir etmek veya etmemek dinde bilinmesi zorunlu meselelerden değildir. Müslüman bir kimsenin bilmemesi caiz olmayan konulardan da değildir. Her mükellefin falan idarecinin tekfiri gerektiren bir iş işlemesi sebebiyle Müslüman mı yoksa kâfir mi olduğuna dair açıklamayı kabul etmesi gerekmez.
Namazın farz oluşunu ve zinanın haramlığını kabul etmek gerekir. Zira bunları her mükellef bilmek zorundadır. Ama önceki mesele ehli olan âlimlere özel bir konudur.
Burada atlanılmaması gereken bazı konular var. Bu konuları anlamak, gayretli kimselere karşı atılan şüpheler ordusunun önünde sağlam ilmî yolun metoduna göre hareket etmek için büyük bir yardımdır. Allah’tan başarı ve doğruluk dileyerek diyorum ki:
1- İdarecinin söz, fiil ve inanç olarak işlediği amelin büyük küfür olup olmadığını, küfrünün açık mı yoksa ihtimalli mi olduğunu, mutlak küfür mü yoksa başkalarında bulunmayıp o şahısta bulunması gereken şartlardan sonra gerçekleşen bir küfür mü olduğunu bilmek zorunludur. İnsanların çoğu detay gerektiren meselelerde mutlak tekfir yapmaktadır.
2- Şayet idarecinin büyük küfre girdiğini ve bunun apaçık olduğunu kabul edersek, bunun tekfirini gerektirir mi? Burada genel ifade ile belli bir şahıs hakkındaki ifade, tür ile fert, söz ile söyleyen ve fiil ile fail arasında fark vardır. Yani genel, tür, söz veya fiil olarak küfür olan eylemden dolayı söyleyen veya işleyen kimsenin kâfir olması gerekmez.
Müslümanın tekfir edilmesinden önce tekfirin şartlarının yerine gelmiş olması ve engellerinin ortadan kalkmış olması zorunludur. Nitekim cahil, korkan, te’vil eden veya heva sahiplerinin şüphelerine veya fetvalarına güvenmiş bir kimse olabilir. Hakkında küfrüne hükmedilebilmesi için – dinen – bunu hak ettiği ortaya çıkıncaya kadar şüphenin giderilmesi ve mazeretin kaldırılması zorunludur.
3- İdarecinin apaçık bir şekilde büyük küfre düştüğünü kabul edersek ona hüccet ikamesi yapılması zorunludur. Bundan sonra hak ettiği hüküm verilir. Bu konu âlim veya cahil herkese düşen bir konu mudur yoksa âlimlerin ve sözlerin delalet ettiği manaları, meselelerin derecelerini, dinin hükümlerini güzelce bilen, söylenen sözün sadece zahirindeki anlamı değil, maksadındaki zorunlulukları idrak eden ve özür sahipleriyle başkalarına caiz olanlar arasındaki farkları idrak eden kadılara düşen bir konu mudur?
4- Şayet bir idarecinin kâfir olduğunu, ona hüccet ikamesi yapıldığını ve mazeretinin ortadan kalktığını kabul edersek, bundan dolayı bu hükmü küçüklerin kalabalıklarında yaymak ve minberler üzerinden bağırmak mı gerekir?
5- Sonra şayet bütün bunları yaymanın caiz olduğunu kabul edersek, ümmetimizin – bu günlerde – içinde bulunduğu bu durumda bunların yayılması maslahatın gereği midir? Yoksa bunlar büyük kötülüklere ve tehlikelere mi sebep olur? Çünkü bu idareciye karşı kılıçla ayaklanmayı gündeme getirir. Müslümanların ise buna gücü yoktur. Kanlar dökülecek, haramlar delinecek, bütün pusuda bekleyenler – ki bunların kötülüğü daha büyüktür – işleri ellerine geçirecek, ümmeti en kötü azaba sokacaklar ve durum daha da kötüleşecektir. Bunların ardından ümmet ancak parçalanır ve zillete düşer. Şikâyetimiz Allah’adır.
Bu tehlikelerin – bu zincirleme içinde – gözetilmesi konunun önemindendir. Bu olmadığı takdirde – Suriye ve benzerlerinde olduğu gibi - insanlar kan denizinde yüzerler, fitneler üzerlerine çöreklenir. Bu beladan Allah’a sığınırız.
Bilmek gerekir ki, belirli bir şahsa hükmetmek şartları ve engelleri gözetmeyi gerektirir. Asıl ve itikadi meselelerden değil, içtihadi bir meseledir. İlim ehli arasında olan bu konudaki ihtilaf, sapıklıkla, fasıklıkla veya tekfirle suçlamayı gerektirmez. Ehil olan âlimlerden birbirinden farklı hüküm veren her iki âlim de ecir alır. İsabet eden iki ecir, hata eden de bir ecir alır ve hatası bağışlanır. Abartanlara ve delilsiz sözlerin peşinden koşturanlara aldanma!
Bu ümmet için kötülüğe anahtar olmaktan Allah’a sığınırız. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem – mertebesi küçük ve kuvveti zayıf olsa dahi - bir Müslümanı tekfir etmekten sakındırmışken, nasıl olur da tekfir kapısına dindeki kapısından girmeden, elinde kuvvet bulunan kimse tekfir edilebilir?
Yine bundan dolayı kendimizi veya başkalarını – batıl yolla – idarecilerin hatalarını savunmakla meşgul etmemiz ve savunacak bir yönü olmayan apaçık meselelerde, arkadaşımız için veya âlimlerden biri için tevil ediyormuşuz gibi mazeret bulmaya kendimizi zorlamamız da gerekmez. Bilakis onların düzelmeleri için dua etmemiz, - şayet mümkünse – onları günahlardan, Allah Azze ve Celle’ye karşı harp olan isyanlardan sakındırmamız, onlara Allah’ın hakkını ve halkın onlar üzerindeki hakkını hatırlatmamız gerekir. Nitekim bizler işlerin sonucunu fitnelere götüren metotlardan sakındırılmışızdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Ey îman edenler! Barış (ve kurtuluş) dîni olan İslam’a tam olarak girin” (Bakara 208)
Maksat: Hak, iki taraf arasında orta ve iki dağ arasındaki vadidir. Bizler sözleri yerinden kaydırmaktan ve idarecilerin hatalarıyla meşgul olmaktan, insanları onlara karşı kışkırtmaktan, zulümlerine karşı sabretmeyi terk etmekten yasaklandık. Aynı şekilde hidayet ve aydınlatıcı bir kitap olmaksızın onlar veya başkaları hakkında dedikodu yapmaktan da yasaklandık. Bize onların hidayet bulması, düzelmeleri, Allah’ın onların vesilesiyle ülkelere ve kullara iyilik vermesi için dua etmek meşru kılınmıştır.
Birisi şöyle diyebilir: “Büyük âlimler bir idarecinin kâfir olup olmadığında ihtilaf ederlerse ne yapmamız gerekir?”
Cevap: Susmak en selametlisi, bundan yüz çevirip meşgul olmak en hikmetlisidir. Bu konuda konuşmayı terk eden kendisine düşen kötülükleri geri çevirmiş olur. O – hata etmiş olsa bile - kötülüğe bulaşmadan iyilik işlemiştir. Bu konuya dalan ve fitneleri tutuşturan ise güzel bir şey yaptığını zannetse bile kötülük işlemiştir.
İdareci itikadıyla, amelleriyle veya sözleriyle büyük küfür derecesine ulaşmış da bunu açığa çıkarıp yayıyor ve insanları bunu bilmeye davet ediyorsa, - genelde – mutlaka bu idarecinin kötülüğünden daha fazla kötülük getirir. Buna karşı susmak, insanları meclislerinde, mescidlerinde ve minberlerinde bununla meşgul etmekten alıkoymak, bunun yerine din ve dünyaları için kendilerine daha faydalı olan şeylerle meşgul etmek, selefin metoduna sarılmak gerekir.
Bununla beraber onları Allah Teâla’ya sadık olmaya, hayırlısını seçmesi ve kötülükleri onlardan savması, idarecilerini ıslah etmesi, hakka yönlendirmesi ve salih yardımcıyla rızıklandırması için Allah’a dua edip yalvarmaya teşvik etmelidir. Zira idarecinin düzelmesi, ülkelerin ve kulların düzelmesini getirir. Allah en iyi bilen ve en hikmetli olandır.
1589 (s.332 no:1588) Tarık b. Avadullah’ın tahkikiyle.
1590 Miftahu Dari’s-Seade (1/70)
1591 Mecmuu’l-Fetava (4/13)
1592 Mecmuu’l-Fetava (15/166)
Cihâdı Veya Bunu Arzu Etmeyi Terk Eden Münafıklara Benzer
Münafıklar şüphesiz korkak, zayıf ve din ile dindarlara düşman olduklarından cihadı istemezler, katılmazlar ve içlerinden de geçirmezler. Mesele böyle olduğu için, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, cihad etmeyen ve içinden cihad etmeyi geçirmeden ölenin nifaktan bir şube üzere öleceğine hükmetmiştir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim savaşmadan ve savaşmayı içinden geçirmeden ölürse nifaktan bir şube üzere ölür.”1593
Nice Müslüman vardır ki, ne cihad eder ne de Allah yolunda savaşarak cihad etmeyi içinden geçirir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle, münafıkların cihaddan geri kalıp terk ettiklerini haber vermektedir;
“Bedevîlerden (seferden) geri kalmış olanlara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla, teslim oluncaya kadar savaşacaksınız. Eğer emre itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.” (Fetih 16)
Beşir b. el-Hassasiyye radıyallahu anh’den: “Biat etmek üzere Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim. Bana Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şahitlik etmem, namazı kılmam, zekatı vermem, İslam’daki haccı ifâ etmem, Ramazan ayı orucunu tutmam ve Allah yolunda cihad etmem şartlarını koşunca ona:
“Ey Allah’ın rasulü! Bunlardan cihad ve zekat olmak üzere ikisine vallahi gücüm yetmez. Savaş meydanından kaçan kişinin Allah’ın öfkesine maruz kalacağını söylüyorlar. Öylesi bir durumda ölümü isteyip korkuya düşmekten endişe ederim. Zekata gelince, sadece on devem var. Bu on deveyle de ailemin sütünü karşılayıp işlerini görüyorum” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elini önce geri çekti, sonra hareket ettirip:
“Cihad yok, zekat yok, o zaman ne ile cennete gireceksin?” buyurdu. Bunun üzerine:
“Ey Allah’ın rasulü! Sana biat ediyorum” dedim ve bütün şartlarını kabul ederek biatımı yaptım.”1594
1593 Sahih. Muslim (1910)
1594 Sahih. Hakim (2/89) Ahmed (5/224) Taberani (2/28) Hatib, Tarih (1/195) Beyhaki, Şuabu’l-İman (3/186)
Müşrik Bölgelerinde İkamet Eden Bizden Değildir
Semura radıyallahu anh’den Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müşriklerin bölgelerinde yerleşmeyin, onlarla bir araya gelmeyin. Kim onların bölgesinde yerleşir veya onlarla bir araya gelirse bizden değildir.”1595
Diğer rivayette lafzı şöyledir:
“Müşriklerin bölgelerinde yerleşmeyin, onlarla bir araya gelmeyin. Kim onların bölgesinde yerleşir veya onlarla bir araya gelirse onlar gibidir.”1596
Diğer lafzı şöyledir:
“Müşriklerin bölgelerinde oturmayın. Kim onların bölgesinde yerleşirse onlardandır.”1597
Enes radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Müşriklerin bölgelerinde oturmayın ve onlarla bir araya gelmeyin. Kim onların bölgesinde yerleşir veya biraraya gelirse onlardandır.”1598
Cerir b. Abdillah radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Has’am tarafına bir seriyye gönderdi. Bazı insanlar (Müslüman olduklarını göstermek için) secdeye kapandılar. Onları öldürmekte acele ettiler. Bu durum Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca, onlar için yarım diyet ödenmesini emretti ve şöyle buyurdu:
“Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslümandan beriyim” Sahabeler:
“Neden ey Allah’ın rasulü?” dediler. Buyurdu ki:
“Çünkü ateşleri biribirinden ayırt edilmez.”1599
Cerir b. Abdillah el-Becelî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müşriklerle beraber ikamet eden, zimmetten (korunma güvencesinden) uzaklaşmıştır”1600
Muaviye b. Hayde radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir müşrik Müslüman olduktan sonra müşriklerin yanından Müslümanların yanına ayrılmadıkça Allah onun hiçbir amelini kabul etmez.”1601
Daimi olarak kâfirlerin ülkelerinde yerleşmek, Müslümanın kâfirlerin ülkelerine taşınması ve orayı vatan edinmesi caiz değildir. Dinini şiarlarını izhar edebiliyor olsa dahi, taşınabileceği Müslüman bir belde olmaması, ülkesinde kaldığı takdirde canından korkması ve buna benzer bir zaruret hali1602 dışında o ülkenin vatandaşlığına1603 geçmesi caiz değildir.
Kâfirlerin ülkeleri “Daru’l-Küfr” olarak isimlendirilen, kâfirlerin hükmettiği, küfür hükümlerinin yürürlükte olduğu veya halkının bir kısmı Müslüman olsa da küfür hükümlerinin galip olduğu ülkelerdir.1604
Şeyh Abdullah el-Ehdel el-Yemani şöyle der: “Şirk ehlinin yönettiği ülkeye taşınan kimse, küfür ve hükümlerinden razı olmasa da büyük günah işleyen bir fasıktır. Ancak bu hükümlerden razı olursa mürted bir kâfirdir. Ona mürted hükümleri uygulanır. Akıl sahibi olan düşünür ki; kâfirlerin bulunmadığı İslam diyarından, kâfirler tarafından alınan ve küfürlerini izhar ettikleri, taguti küfür hükümlerini uyguladıkları bir ülkeye taşınan kimse ancak kalbi sapmış biridir. Her hatanın başı olan dünya sevgisinden, dinle alakası olmayan bütün dünya yıkıntılarından, tevhid ehlinin ihanetetenezzül etmesinden ve Allah dostlarının civarı yerine Allah düşmanlarının civarını seçmekten Allah Teâla’ya sığınırız.”1605
Bu sözleri el-Kettani de nakletmiş ve ikrar etmiştir.1606 Şeyh Muhammed b. Useymin şöyle demiştir:
“Bir müminin nefsi, küfür şiarlarının ilan edildiği, Allah ve rasulünün hükümlerinden başkasının uygulandığı bir kâfir ülkesinde yaşamaktan, bunları gözüyle gördüğü, kulağıyla işittiği halde nasıl hoşlanıp razı olabilir? Hatta bu ülkelerin vatandaşlığına geçip ailesini ve çocuklarını oraya götürmekle nasıl Müslümanların ülkesindeki gibi rahat olabilir? Bunda kendisi, ailesi ve çocukları için dinleri ve ahlakları hakkında büyük bir tehlike vardır.”1607
Şeyhulislam şöyle demiştir: “İman bakımından kıt olan Yahudi ve Hıristiyanlarla muaşereti çoğaltarak İslam’dan sıyrılan Müslümanlar gördük”1608
Cerir b. Abdillah radıyallahu anh şöyle demiştir: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e bütün Müslümanlara nasihat etmek ve müşriklerden ayrılmak üzere biat ettim.”1609
Kâfir Müslüman olup ülkesi küfür ülkesi ise ve orada dininin şiarlarını izhar edemiyorsa, hicrete gücü yettiği takdirde Müslümanların ülkesine hicret etmesi ilim ehlinin icmaı ile vaciptir.
El-Merdavî şöyle demiştir: “Darulharpte dinini izhar etmekten aciz kalanın hicret etmesinin vacip olduğunda kimse tartışmamıştır.”1610
Bu durumda olan bir kimsenin zaruret hali dışında o ülkede kalması caiz değildir. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?” Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik” deyince, melekler bu sefer şöyle dediler: “Peki Allah’ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya?” İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası! Ancak, her türlü imkândan mahrum ve hicret için yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadırlar.” (Nisa 97-98)
Hafız İbn Kesir, bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerîme genel olarak dinini yaşama imkânı olmadığı ve hicrete gücü yettiği halde müşriklerin arasında kalanlar hakkında nazil olmuştur. Bu kişi icmâ' ile nefsine zulmetmiş, haramı işlemiş sayılır. Bu âyet-i kerîme'nin metni de onların kendilerine yazık ettiklerini ve haram işlediklerini bildirmektedir ki; bu âyette Allah Teâlâ: Melekler (hicreti terk etmek suretiyle) kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman: Ne yapıyordunuz (Niçin hicreti terk ederek burada kaldınız?) deyince; biz, yeryüzünde zavallı kimselerdik (yerde gitmeye ve memleketten çıkmaya güç yetiremezdik.) diyecekler.”
Ebu’l-Mevahib el-Kettani, bu ayeti zikrettikten sonra şöyle der: “Bu ayet, insanın bir ülkede – bazı sebeplerin gereği olarak ve dinin ikame edilmesinin engellerinden dolayı - dinini ikame etme imkânı bulamadığı takdirde veya ülkesi dışında Allah’ın hakkını ikame edip ibadete devam edebileceğini bilirse hicretin kendisine vacip olacağının delilidir.”1611
Şeyh Muhammed b. Useymin, kendisine Müslüman olup, İslam’dan hoşlanmayan ve Müslümanlarla harp eden ülkesinin halkıyla, vatanını terk etmesinin zorluklardan dolayı beraber kalan kimsenin durumu sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir:
“Bu kimsenin böyle bir ülkede kalması haramdır. Onun hicret etmesi gerekir. Eğer bunu yapmazsa Allah Teala’nın şu ayetindekini irtikap etmiş olur:
“İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki:...” Buna vacip olan, eğer hicrete güç yetirebiliyorsa İslam ülkesine hicret etmesidir. Ama İslam ve Müslümanlarla harb eden bir ülkeden sırf ilk vatanı olduğu için ayrılmamak haramdır. Orada kalması caiz değildir.”1612
Böyle bir ülkeden ve bid’at diyarından hicret vaciptir. Nitekim İmam Malik şöyle demiştir: “Hiç kimsenin selefe söven bir beldede ikamet etmesi helal değildir.” Haramların galip olduğu bir ülkeden de hicret etmek vaciptir. Zira helali talep etmek farzdır.1613
Müslüman dininin tevhid, namaz gibi şiarlarını izhar edebiliyor, İslam ahkâmını öğrenebiliyor ve kadınlar tesettürüne riayet edebiliyorsa, bu kimsenin Müslümanların diyarına hicreti kendisi hakkında müstehap olur. Önceki ülkesinde kalması da caizdir. Nitekim Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh bir bedevi’nin hicret hakkında sorduğunda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Muhakkak ki hicret çok zor bir iştir. Deven var mı?” adam: “Evet” dedi. “Zekâtını verdin mi?” “Evet” dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Denizler ardından amel et. Zira Allah senin amelinden bir şey terk etmez.”1614
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kendisine gelen Müslümanların elçilerine ve fetihten önce kavimlerine İslam’ı haber verenlere hicret etmelerini emretmemiştir. Ebu Ubeyd de böyle demiştir. Yine Abbas radıyallahu anh’ın Müslüman olduktan sonra da Mekke’de kalmaya devam ettiği rivayet edilmiştir. Sumame’nin Müslüman olduktan sonra ülkesine döndüğü sabit olmuştur.1615
Eğer İslam’a davet gibi şer’î bir maslahat varsa ilk beldesinde kalması mustehaptır.1616
İhtiyaç ve zaruret olmadan küfür ülkesine yolculuk yapmak haramdır. Eğer o ülkeye kendisi için veya Müslümanların geneli için yolculuk yapmasına ihtiyaç varsa bu yolculuk üç şartla caiz olur:
Birincisi: Bu ülkelere giden kimse dininin meselelerini bilen, faydalı ve zararlı olan hususlar konusunda dirayetli birisi olmalıdır.
İkincisi: Din ve ahlak hususunda fitneden emin ve uzak olmalıdır.
Üçüncüsü: Dininin şiarlarını izhar etmeye gücü yeten biri olmalıdır.
Kendisi için yolculuğun caiz olacağı ihtiyaçlar; Allah Teâla’ya davet için yolculuk, ticaret amaçlı yolculuk, tedavi için yolculuk, o ülkelerdeki Müslüman hükümet elçileriyle Müslümanların ihtiyaçlarını görüşmek için yolculuk, sadece küfür ülkelerinde mevcut olup Müslümanların da ihtiyacı olan ilmi öğrenmek için yolculuk.
Şeyh Muhammed b. Useymin kâfirlerin ülkelerine yolculuğun kısımlarını ve yukarıda ikinci ve üçün şart olarak zikrettiğimiz şartları zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Beşinci kısım: öğrenim görmek için ikamet, ticaret ve tedavi için ikamet türündendir. Buna da ihtiyaç vardır lakin din ve ahlak bakımından daha tehlikelidir. Zira öğrenci, mertebesini öğretmeninden daha aşağıda hisseder. Bundan dolayı onlara saygı duyar, görüşlerini, fikirlerini ve tutumlarını alabilir. Ancak Allah’ın korumayı dilediği az sayıdaki kimseler bu taklitten kurtulabilir. Sonra öğrenci, öğretmenine ihtiyaç duyunca kendisinde ona karşı sevgi hisseder ve ona üzerinde bulunduğu sapıklığa rağmen yağcılık yapar. Öğrenci, öğreniminde kendisine refakat edenlerden arkadaşlar edinir ve onlara sevgi besler, onlara yakınlaşır. bu tehlikelerden dolayı öncekilerden daha fazla korunması gerekir. Bu meselede iki ana şarta uygunluk şart koşulur:
Birinci şart: Öğrencinin yararlı ve zararlıyı ayırt edebilecek ve meselelerinin sonunu görebilecek akli melekeye sahip bir seviyede ve yaşta olması gerekir. Küçük yaşta olan, küçük akıl sahiplerinin gönderilmesi dinleri ve ahlakları bakımından büyük tehlike arz eder. Sonra onlar geri döndüklerinde vakıaya şahit olunduğu üzere; o kâfirlerden aldıkları zehirleri üfleyerek ümmet için tehlikeli olurlar. Bu şekilde gönderilenlerin çoğu geri döndüklerinde dinlerinden ve ahlaklarından yüz çevirmiş bir halde gelmişlerdir. Bilindiği ve şahit olunduğu gibi, onlarla beraber yaşamaları kendilerine zarar vermiştir. Bu gönderilenlerin misali ancak kurtlara takdim edilen koyunlar gibidir.
İkinci şart: Öğrenci, hak ile batılı ve batılı hak zannederek aldanmamak için veya kendisine kapalı gelip def etmekten aciz kalıp batıla uymaması için hakka benzeyen batılı birbirinden ayırabilecek seviyede şeriat bilgisine sahip olmalıdır.
Üçüncü şart: Öğrencinin küfür ve günahlardan korunabilecek kadar dindar olması gerekir. Dini zayıf olursa orada ancak Allah’ın dilediği kadar selamette kalabilir. Hücum eden kuvvetlere karşı dayanaklılığı zayıftır. Orada küfür ve günahların sebepleri kuvvetli ve çok çeşitlidir. Eğer girebileceği bir mukavemet zayıflığı bulursa girer ve yapacağını yapar.
Dördüncü şart: Kendisi sebebiyle ikamet ettiği ve ihtiyaç duyduğu ilmi Müslümanların maslahatı için öğrenmeli, ülkelerindeki okullarda bunun dengi bulunmuyor olmalıdır.”1617
Küfür ülkelerine seyahat veya buna benzer maksatlarla yolculuk etmek ise haramdır. Zira önceki maddede zikredilen hadislerin ifadesi geneldir. Bu hadislerde küfür ülkelerinde ikamet yasaklanıyor olsa da, bir veya iki gün gibi az süre kalmak da bunun kapsamındadır. Çünkü bunda Müslümanın zaruret veya ihtiyaç olmadığı halde dinini ve ahlakını riske atması vardır.1618
Muhammed b. Useymin şöyle der: “Kâfirlerin ülkelerine gitmek ancak şu üç şartla caiz olur:
1- Kişinin şüpheleri def edebilecek ilme sahip olması
2- Kendisini haram şehvetlere düşmekten engelleyecek takva ve Allah korkusuna sahip olmalıdır.
3- Bu yolculuk için ihtiyaç olmalıdır.
Eğer bu şartlar tamamlanmazsa kâfir ülkelerine yolculuk caiz olmaz. Zira bunda fitne veya fitne korkusu ve insan bu yolculukta pekçok mal harcayacağı için malın zayi edilmesi vardır. Ama eğer kendi ülkesinde bulunmayan tedavi ve ilim tahsili gibi bir ihtiyaç olursa ve kendisinde anlattığımız gibi ilim ve dindarlık varsa o zaman yolculuğa çıkmasında sakınca yoktur. Kâfir ülkelerine seyahate gelince, ailesini ve İslam şiarlarını koruyabileceği İslam ülkelerine seyahat imkânı varken buna gerek yoktur.”1619
Kâfirlerle beraber ikamet etmek: Müslümanın, akrabası veya arkadaşı olsa bile kâfirlerle beraber aynı yerde ikamet etmesi caiz değildir. Yine onların dilini öğrenmek, ticaret veya başka bir dünyevi maslahat için onlarla beraber ikamet etmesi caiz değildir.
Müslümanın sahip olduğu köle, ehli kitaptan olan eşi ve hizmetçisi istisna edilir. Yine anne babayla birlikte ikamet etmek de bu hükmün dışındadır. Zira dünyada onlara iyi davranmak emredilmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh gibi bazı sahabeler anne babasıyla veya onlardan biriyle birlikte ikamet etmişlerdir.
Onunla ünsiyet etmek için veya eğlenmek için evini ziyaret etmek, bu sebeplerle ondan kendisini ziyaret etmesini istemek de caiz değildir. Zira bu onlarla muvalat (dostluk)tur. Kâfirler ise bize düşmandırlar. Müslüman onların dini veya bedeni hakkında verecekleri zararlarından emin olamaz. Fakat akrabası veya komşusu olmasından dolayı onu ziyaret ederse bunda sakınca yoktur.1620 Müslümanın onun kalbini ısındırıp İslam’a davet etmek gibi şer’î bir ihtiyaçtan dolayı, onun dinine veya bedenine zarar vermesinden emin olması halinde ihtiyacı kadar onu ziyaret etmesi veya ondan kendisini ziyaret etmesini istemesi de mubahtır.1621
Bunun delillerinden birisi, Sad b. Muaz’ın Mekke’de Umeyye b. Halef’i ziyaret etmesi ve Umeyye’nin de Medine’de Sad radıyallahu anh’ı ziyaret etmesidir.1622
İbn Muflih şöyle demiştir: “Kâfirlerin davetlerine icabet etmek vacip değil müstehap, caiz veya mekruhtur. Bununla beraber şeriat koyucu genel bir emir vermiş ve Yahudi’nin davetine icabet etmiştir. Onları mutlaklık ve umumdan çıkaran delil, bunda ikram ve sevgi bulunmamasıdır.”1623
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi’nin davetine icabet etmesine dair hadisi Enes radıyallahu anh’den rivayet etmiştir: “Bir Yahudi Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i arpa ekmeği ve bozulmuş içyağı için davet etti. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de ona icabet etti.”1624 Ancak hadisin mahfuz olan lafzında, davette bulunan bir yahudi değil, bir hayyat (terzi)dir.1625 Böylece, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi’nin davetine icabet ettiği sabit olmamıştır.
1595 Sahih. Hakim (2/154) Beyhaki (9/142)
1596 Sahih. Tirmizi (1605) Ebu Davud (2787) İbnu’l-Munzir el-Evsat (6/405) Taberani (7/251) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/66) el-Elbani es-Sahiha (636, 2330) Deylemi (5756)
1597 Sahih. Bezzar (10/420) Taberani (7/217)
1598 Hasen ligayrihi. Bahşel, Tarihu Vasıt (s.172)
1599 Sahih. Tirmizi (1604) Ebu Davud (2645) Nesai (4780) Beyhaki (8/131) Şafii Musned (1/202) Taberani (2/304)
1600 Sahih ligayrihi. Taberani (2/302) Beyhaki (9/13) Sahihu’l-Cami (6073)
1601 Hasen. Hakim (4/643) Ahmed (20037, 20043) Nesâî (2568) İbn Mace )2536(
1602 bkz.: el-Muhalla (11/200)
1603 Bkz.: Şeyh Salih Şüsteri Hükmu’l-Lucu ve’l-İkamet Fi Biladi’l-Kuffar, Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/69-74) Mecelletu’l-Mecmai’l-Fıkhiyye (c.4)
1604 Bkz.: el-Ümm (7/334) el-Muhalla (11/200) el-Mebsut (10/144) Bedaiu’s- Sanai (7/130, 131) es-Seylu’l-Cerrar (4/575) İhtilafu’d-Dareyn (s.30-36)
1605 es-Seyfu’l-Bettar (s.7)
1606 ed-Devahiyu’l-Mudhiye (s.210, 211)
1607 Mecmuu Fetava (3/30)
1608 el-İktiza (1/488) bkz.: İbn Rüşd Mukaddimat (2/612, 613) el-Mi’yaru’l-Muarreb (2/ 119-141) ed-Dureru’s-Seniyye (1/165) Mealimu’s-Sunen, Tehzibu’s-Sunen ile birlikte (3/437) el-Kavlu’l-Fasli’n-Nefis (s.266)
1609 Sahih. Ahmed (4/365) Nesai (4186, 4187).
* Benzer şahidini Ahmed (5/3, 4, 5) Hasen bir isnad ile rivayet etmiştir.
1610 Merdavî, el-İnsaf (10/35)
1611 ed-Devahiyu’l-Mudhiye (s.167)
1612 Mecmuu Fetava (3/30) bkz.: Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/45)
1613 Bkz.: el-Muhalla (11/200) İbnu’l-Arabi Ahkamu’l-Kuran (Nisa 94 tefsiri) Şerhu’l-Kebir, el-İnsaf ile beraber (10/35-38) Mecmuu’l-Fetava (18/284) el-Vela ve’l-Bera (s.286-288)
1614 Sahih. Buhari (1452) Muslim (1865) Bu hadisin anlamına Müslim’in (1731) Burayde radıyallahu anh’den rivayet ettiği hadis şahitlik etmektedir. Yine elçiler hadisi de buna şahittir.
1615 bkz.: el-Emval (s.271-285) el-Mukni’, Şerhu’l-Kebir ve el-İnsaf (10/35-39) Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (13/7) Fethu’l-Bari (6/190) Şeyh Hamd b. Atik, ed-Difa An Ehli’s-Sunne ve’l-İttiba (s.14-17) Mecmuatu’r-Resail ve’l-Mesail (1/39) Mecmuatu’t-Tevhid (1/34, 35, 366-376)
1616 Bkz.: el-Muvalat ve’l-Muadat (2/848) Dr. Muhammed Lutfi es-Sabbag el- İbtias ve Muhatiruh (s.12) İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (27/39)
1617 Mecmuu Fetava (3/28, 29) Bkz.: İbn Rüşd el-Mukaddimat (2/612, 613)
1618 Bkz.: Mecmuatu’t-Tevhid (1/65, 66, 373, 374) Abdulaziz b. Baz Mecmuu Fetava (2/1066-1070) el-Muvalat ve’l-Muadat (2/847-874)
1619 İbn Useymin, Mecmuu Fetava (3/24)
1620 Bkz.: Ahkamu Ehli’z-Zimme (1/158) Şeyh Abdulaziz b. Baz Fetava (3/1051) el-Muvalat ve’l-Muadat (1/729-731)
1621 Bkz.: Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/44, 63-65, 75)
1622 Sahih. Buhari (2632)
1623 el-Adabu’ş-Şer’iyye’de (3/22)
1624 Münker. Ahmed (3/210, 211) “Bir yahudi..” lafzı sadece müdellis bir ravi
olan Katade’nin tedlis sigası ile rivayetinde gelmiş olup şaz veya münkerdir. Katade tahdis sigasını açıkladığı rivayette “Hayyat; terzi davet etti” demiştir. Bkz.: el-İrva (35)
1625 Sahih. Bunu “Bir terzi... davet etti” lafzıyla Buhari (2092, 5420), Müslim (2041) Ahmed (3/270, 289) dört rivayet yoluyla Enes radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Müslümanları Bırakıp Müşriklere Yardım Edenler Münafıklara Benzer
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Münafıkları belli edeceği için, bunlara “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!” denilmişti. Onlar: “Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.” (Al-i İmran 167)
Eş-Şevkanî, “Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar” kavli hakkında dedi ki; “Yani; onlar müminleri terk ettikleri o gün, onları Müslüman zannedenlerden küfre daha yakındılar. Zira onlar durumlarını açığa çıkarmış, perdelerini yırtmış, nifaklarını ortaya koymuşlardı. Ayetin anlamı hakkında denildi ki; onlar o gün yardım bakımından küfür ehline, iman ehlinden daha yakındılar.”
Allah müminleri bu gibi fiillerden sakındırarak buyuruyor ki;
“Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: “Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın.” (Al-i İmran 156)
Sonra Müslümanları terk ettikleri için mazeret sunma şekli az bir gelişmeyle başka bir konuda geçtiği gibi farklı bir şekil alıyor;
“Allah'ın Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; “bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler.” (Tevbe 81) Allah onlara şöyle cevap veriyor;
“De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı!” (Tevbe 81)
İlk zamanlardaki bu şekil zamanımızda, Müslümanları en şiddetli tehlikede terk etmek hususunda en yüksek nifak üsluplarına ulaşıncaya kadar gelişmeye devam etti. Bu günlerde güven içinde yaşamak veya korkutulmamak için Müslümanları terk etmelerinden dolayı özür diliyorlar.
Korkutulmaktan maksatları Allah yolunda cihad veya mustaz’af Müslümanlara yardım edersek, kâfir devletleri bize karşı çıkar, bize ekonomik ambargo uygularlar gibi yeni şekillerle nifakı ortaya koyuyorlar. Zira bu Müslümanları terk etmektir. Yeryüzünün çeşitli yerlerinde manevî de olsa yardım ve desteğe muhtaç nice Müslümanlar vardır. Lakin terk etmek nedir? Münafıkların Müslümanları terk etmeleri sebebiyle koşuşturma durdurulmaz, aksine kâfirlerin yardımı Müslümanlara ulaşıncaya kadar beklenir. İşte onlar Allah Teâla’nın şu kavlinde belirtildiği gibi bunu açıklayanların ilk önderleridir;
“Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız...” dediklerini görmedin mi?” (Haşir 11)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Bize Karşı Silah Taşıyan Bizden Değildir
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize karşı silah taşıyan bizden değildir.”1626
Aynı lafızla; Ebu Musa1627, Ebu Hureyre1628, İbnu’z-Zubeyr1629, İbn Abbas1630, Aişe1631 ve Enes1632 radıyallahu anhum ecmain rivayet etmişlerdir.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan gelen diğer lafzı şöyledir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Ümmetime karşı silah çeken ümmetimden değildir.”1633
Ebu Musa radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize karşı silah gösteren bizden değildir.”1634
Aynı lafızla: Ebu Hureyre1635, Amr b. Avf1636 ve İbn Ömer1637 radıyallahu anhum rivayet etmişlerdir. Ömer radıyallahu anh’den1638 de mevkuf olarak rivayet edilmiştir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize karşı silah taşıyan bizden değildir. Bizi aldatan bizden değildir.”1639
Seleme b. Ekva radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize karşı kılıç çeken bizden değildir.”1640
1626 Sahih. Buhari (6874, 7070) Muslim (98) Malik Muvatta (217- İbn Kasım rivayeti) İbn Hibban (10/450) Nesai (4100) İbn Mace (2576) Ahmed (2/3, 16, 53, 142, 150) Abdurrazzak (10/160) Tayalisi (1937) Ebu Ya’la (10/196) Bezzar (12/63) Temmam Fevaid (775) İbnu’l-Arabi Mucem (1373)
1627 Sahih. Buhari (7071) Muslim (100) Tirmizi (1459) Ebu Ya’la (13/244, 277) Bezzar (8/153) Ruyani (2/46) İbnu’l-Arabi Mucem (1375)
1628 Sahih. Buhari Edebu’l-Mufred (1280) Ebu Nuaym Musnedu’l-Mustahrac (283) Ebu Avane (158) İbn Mace (2575) Bezzar (15/91) Hatib Tarih (12/381) Ebu İshak el-Askeri Musnedu Ebi Hureyre (96)
1629 Taberani (13/124)
1630 Taberani Evsat (6/75)
1631 Rabi Musned (465)
1632 el-Hasen b. Ali el-Vahşi, el-Vahşiyyat (el yazma ikinci cüz, no:47)
1633 Hasen ligayrihi. Ebu Nuaym Tarihu Esbehan (1/309) isnadında Suveyd b. Abdilaziz zayıftır.
1634 Sahih. İbn Mace (2577)
1635 Hasen ligayrihi. İbn Ebi Zemeneyn Usulu’s-Sunne (171) ed-Dani Sunenu’l- Varide (88) İbn Adiy el-Kamil (7/204)
1636 Hasen ligayrihi. Bezzar (8/319) Ebu Nuaym Marife (5049) İbn Adiy (6/57) Kesir b. Abdillah zayıftır.
1637 Hasen ligayrihi. el-Vahşiyyat (el yazma ikinci cüz no:48)
1638 İbn Ebi Şeybe (5/555)
1639 Sahih. Muslim (101) Ebu Nuaym Musnedu’l-Mustahrac (285) Ahmed
(2/417) Musnedu Serrac (1936) el-Lalekai (1898) Kudai (351) İbn Bişran Emali (829) İbn Mende el-İman (547)
1640 Sahih. Muslim (99) Ahmed (4/46, 54) İbn Ebi Şeybe (5/556) Ebu Nuaym Musnedu’l-Mustahrac (281) İbn Hibban (10/448) Darimi (2562) Taberani (7/16, 20) İbnu’l-Cad Musned (3301)
Müslümanlara Karşı Yol Gözcülüğü Yapan ve Gece Baskın Yapan Bizden Değildir
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize karşı silah taşıyan ve bize karşı yol gözcülüğü yapan bizden değildir.”1641
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bize gece saldıran bizden değildir.”1642
Aynısını Burayde1643 Abdullah b. Cafer1644 ve İbn Abbas1645 radıyallahu anhum rivayet etmişlerdir.
1641 Sahih. Ahmed (2/183, 185, 224) Abdurrazzak (9/278, 10/160) Ebu’l-Abbas el-Asam, Cüz (57) Malik Mudevvene (1/498)
1642 Hasen ligayrihi. İbn Hibban (12/421) Ahmed (2/321) Buhari Edebu’l-Mufred (1279) Taberani Evsat (9/135) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1327) Ebu Muhammed el-Fakihi Fevaid (187) İbn Mende el-İman (553) Deylemi (5746) el-Elbani es- Sahiha (2339) isnadında Yahya b. Ebi Suleyman leyyindir. Ancak hadisin şahitleri sebebiyle hasendir.
1643 Hasen ligayrihi. Bezzar (10/331) el-Elbani, Sahihu’l-Cami (6146) isnadında
1644 Çok zayıf isnadla: Taberani (14/168) Yezid b. Iyad metruktür.
1645 Hasen. Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1326) Kudâî (355)
Müslümanlar Aleyhine Casusluk Yapanlar Bizden Değildir
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Al-i İmran 118)
Münafıkların Müslümanlara ait haberleri taşıdıkları sahabe tarafından biliniyordu. Bunun en açık örneği Hatıb b. Ebi Beltea kıssasıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem halkı ahdi bozduğu için Mekke’yi Fethetmeye niyetlenmişti. Müslümanlar düşmana karşı hazırlık yaptığı zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’ım! Haberimizi onlardan sakla” diye dua etti. Hatıb, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gaza niyetini bildiren bir mektup yazarak, Kureyş’li bir kadın ile Mekke halkına gönderdi. Allah rasulünü bundan haberdar etmişti. Bunun üzerine kadının peşinden bir grup sahabe göndererek mektubu getirtti.
Ali radiyallahu anh anlatıyor: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem beni, Zübeyr ve Mikdâd'ı gönderip şöyle buyurdu:
“Haydi, gidin, Ravdatu Hah adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, elinden onu alın getirin!” Bu emir üzerine yola revan olduk; atlarımızı koşturarak kadına Ravda'da yetiştik ve dedik ki:
“Haydi mektubu çıkar!” Kadın:
“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:
“Ya mektubu çıkartıp verirsin ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi. Onu hemen alıp Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:
“Hâtib b. Ebî Beltaa'dan Mekke'deki müşriklerden birtakım insanlara.” Bu mektubu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in (savaş hazırlığı ile ilgili) bazı işlerini onlara (müşriklere) bildiriyordu. Şöyle buyurdu:
“Ey Hâtib! Bu nedir!” Cevap verdi:
“Ey Allah'ın Resulü! Bana kızmakta acele etme! Sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Ken- dilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onların malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim; yoksa bu işi ben kâfir olduğum ya da dinimden döndüğümden, ya da İslâm'la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gös - terdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.” Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Bakınız bu (adam) size doğruyu söyledi.” Ömer radıyallahu anh fırlayıp dedi ki: “Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“O, Bedir'de bulunmuştur, ne biliyorsun belki Allah Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin!” (Mümtehine, 1).1646
Bu kıssada delil olan kısım, Ömer radıyallahu anh’ın Müslümanların aleyhinde müşriklere haber yollayan kimse hakkında “münafık” ithamında bulunmasıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, böyle bir fiilinin nifakla nitelenmesine karşı çıkmamış, lakin fiil ile fail arasında ayrım yaparak Hatıb radıyallahu anh’ın bunu küfürden dolayı yapmadığını açıklamıştır.
Âlimler buradan casusun hükmünün öldürülmek olduğunu çünkü casusun münafık olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
Allah’ın düşmanları hesabına casusluk yalnızca haberleşme cihazlarıyla yapılan bir şey değildir, düşün! Şüphesiz bu ondan daha kapsamlı bir şeydir. Buna Müslümanların içtimai, iktisadi ve sair hayatlarına zarar verecek haberleri taşımak dâhildir. Müslüman toplum hakkında küçük bir ayrıntının nakledilmesi, müşriklerin Müslümanların durumu hakkında bilgi sahibi olarak zayıf noktaları öğrenmelerini, böylece tahribatlarını kolaylaştıracaktır. Onların haber taşınmasında elleri vardır ve onlar düşmanın müslümanlar arasında fesatçılık yapmasına hizmet ederler. Kuvvetimizin zayıflığını ve çaresizliğimizi Allah’a arz ediyoruz.
1646 Sahih. Buhari (3007) Muslim (2494)
Atıcılığı Öğrendikten Sonra Terk Eden Bizden Değildir
Abdurrahman b. Şemmase’den: “Fukaym el-Lahmi, Ukbe b. Amir’e dedi ki:
“Şu iki hedef arasında gidip geliyorsun. Hâlbuki sen yaşlandın ve bu sana meşakkat veriyor.” Ukbe radıyallahu anh dedi ki:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğim şu söz olmasaydı bunu yapmazdım.” Ravilerden Haris b. Yakub dedi ki: “İbn Şemmase’ye: “O nedir?” dedim. Şöyle dedi:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Atıcılığı öğrenip de sonra terk eden bizden değildir veya isyan etmiştir.”1647
1647 Sahih. Muslim (1919) Ebu Avane (7494) Beyhaki (10/13) Taberani (17/318) İbn Asakir Tarih (34/433) Ru’yani (195) İbn Hazm el-Muhalla (7/353) Kasım b. Kutlubuğa Musnedu Ukbe b. Amir (173) İbn Abdilhakem Futuhu Mısr (s.320 no:148)
Müslüman Olduğunu Söyleyen Birini Haksız Yere Öldüren Bizden Değildir
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 93)
“Sebepsiz yere adam öldürmenin yahut yeryüzünde fesad çıkarmanın karşılığı olmaksızın, kim bir kimseyi öldürürse, o, insanları topluca öldürmüş gibidir.” (Maide 32)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Mü’minlerin kanları eşittir. Onlardan en aşağı görülen biri bile düşmana eman verebilir, kafire karşılık Mü’min öldürülmez. Anlaşma yapılan kimse de ahdine vefa gösterdiği sürece öldürülmez. Her kim bir suç işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. Her kim bir suç işler veya suçluyu koruyacak olursa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olur.”1648
Ukbe b. Malik radıyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye göndermişti. Bunlar bir kavme baskın düzenlediler. O kavimden bir adam tek başına kaçıp gidince seriyyeden beraberinde kınından sıyrılmış bir kılıcı bulunan bir adam onun arkasından gitti. Tek başına kaçan kişi:
“Ben müslümanım” dedi. Ancak onu takip eden adam bunu düşünmeden onu öldürdü. Bu olay Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca ağır sözler söyledi. Bu sözler öldüren kişiye ulaştı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe verirken o öldüren kişi:
“Ey Allah’ın rasulü! O söylediği sözü ancak ölümden kurtulmak için söylemişti” dediği halde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem o kişiden ve kendisine doğru duran diğer insanlardan yüzünü başka tarafa çevirdi ve hutbesine devam etti...” Adam ikinci ve üçüncü defa aynı mazereti ileri sürdü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem her defasında yüz çevirdi... Diğer rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şimdi bir adam nasıl oluyor da “ben müslümanım” diyen birisini öldürebiliyor?” Katil olan dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! O bunu ancak ölümden kurtulmak için söylemişti.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun söylediğinden hoşlanmayarak yüzünü başka tarafa çevirdi ve şöyle buyurdu:
“Bir müslümanı öldürenden Allah yüz çevirmiştir. Bir müslümanı öldürenden Allah yüz çevirmiştir.”1649
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den:
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Hangi günah Allah katında daha büyüktür?” diye sordum. Buyurdu ki:
“Seni yaratmış olduğu halde Allah’a denk edinmendir.”
“Sonra hangisi?” dedim.
“Yemeğine ortak olur korkusuyla çocuğunu öldürmendir” buyurdu.
“Sonra hangisi?” diye sordum.
“Komşunun hanımıyla zina etmendir” buyurdu.1650
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İki müslüman kılıçlarıyla karşılaştıkları zaman ölen de öldüren de cehennemdedir.”
“Ey Allah’ın rasulü! Öldüreni anladık, peki ölen neden ateşte?” denildi.
“Çünkü o da kardeşini öldürmeye çalıştı” buyurdu.1651
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişi, haram bir kana bulaşmadıkça dininde ferahlık üzere devam eder.”1652
Yine şöyle buyurmuştur:
”Benden sonra birbirlerinizin boynunu vuracak kafirlere dönüşmeyin”1653
İbn Mesud radıyallahu anh’den: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek dava dökülen kanlar hususunda olacaktır.”1654
İbn Hacer dedi ki: “Bunun anlamı; ilk görülecek davaların kanlar hakkında olmasıdır. Veya takdiri şöyle olabilir: ilk olarak kan davalarının görülmesi emredilir.”1655
Bera b. Âzib radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki, dünyanın son bulması, Allah katında bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir.”1656
El-Esbahani’nin rivayetinde şu fazlalık vardır:
“Şayet göklerinde ve yerinde bulunanlar bir müminin kanını dökmede iştirak etseler Allah hepsini cehenneme atar.”
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Elbette dünyanın son bulması, Allah’a göre müslüman kimsenin öldürülmesinden daha hafiftir.”1657
İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i Ka’be’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu:
“Ne güzelsin ve kokun ne kadar hoş! Ne büyüksün ve hürmetin ne kadar da yücedir. Muhammed’in nefsini elinde tutana yemin ederim ki, Allah katında müminin, malının, kanının ve onun hakkında yalnız iyilik düşünmenin hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür.”1658
Ebu’d-Derda radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Allah dilerse her günahı bağışlar, ancak müşrik olarak ölen veya bir mümini kasten öldüren hariç”1659
İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya birisi, “Ey İbn Abbas! Katil için tevbe var mıdır?” diye sordu. İbn Abbas radıyallahu anhuma buna şaşırmış gibi:
“Sen ne diyorsun böyle?” dedi. Adam soruyu tekrar etti. Bunun üzerine iki veya üç defa:
“Ne diyorsun böyle?” dedi. Sonra İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi:
“Onun tevbesi mi olur? Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Öldürülen kimse, (kıyamet gününde) boyun damarlarından kan akarak, başı iki elinden birine asılı, diğer eliyle de katilinin yakasından sürükleyerek arş’ın yanına getirir. Öldürülen kimse alemlerin rabbine: “Beni bu öldürdü” der. Allah, katile:
“Sen artık bedbaht oldun” denilir ve cehenneme götürülür.”1660
Ebu Said radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Cehennemden bir parça çıkar ve konuşarak şöyle der: Bugün üç kişi ile görevlendirildim: Her bir zorba, Allah ile beraber başka bir ilâh edinen ve haksız olarak bir cana kıyan ile. Sonra onlara sarılır ve cehennemin alevleri içine atar.”1661
Cundub b. Abdillah radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir:
“İnsanın kokuşacak ilk organı karnıdır. Helalden başka bir şey yememeye gücü yeten bunu yapsın. Cennet ile kendisi arasında bir engel oluşmaması için bir avuç kan dökmemeye gücü yeten bunu yapsın.”1662
İbn Mesud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mümine sövmek fasıklık, onu öldürmek küfürdür.”1663
Es-San’anî, “Onu öldürmek küfürdür” ifadesi hakkında şöyle demiştir:
“Müslümanı haksız yere öldürmenin küfür olduğuna delalet etmektedir. Müslümanı öldürmeyi helal sayan veya müslüman olduğu için onu öldüren kimse hakkında zahir olan budur. Ama başka sebeple çarpışmaya gelince, kastedilen inkar küfrü değil, islam kardeşliği ve iyiliklere karşı nankörlüğün kastedildiği mecazi küfürdür. İşlenen günah sebebiyle kalpte oluşan hakka karşı körlüğün, kendisini küfre götürebileceği için küfür denilmiştir. Yahut müslümanı öldüren bir kafirin yaptığı iş gibi bir iş yapması sebebiyle bu isim verilmiştir.”1664
1648 Sahih. Beyhaki Marife (12/190) Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (5043) Sahihu’l- Cami (6666)
1649 Sahih. İbn Hibban (13/310) Hakim (1/66-67) Ahmed (4/110, 5/288) İbn Ebi Şeybe (5/557) Ebu Ya’la (12/210) Taberani (17/355)
1650 Sahih. Buhari (4477) Muslim (86)
1651 Sahih. Buhari (31) Muslim (2888)
1652 Sahih. Buhari (6862)
1653 Sahih. Buhari (121) Muslim (65)
1654 Sahih. Buhari (6864) Muslim (1678)
1655 Fethu’l-Bari (11/396)
1656 Sahih. İbn Mace (2619) Sahihu’t-Tergib (2438) Sahihu’l-Cami (5078)
1657 Sahih. Nesai (3987) Tirmizi (1395) Sahihu’t-Tergib (2439) Sahihu’l-Cami (5077)
1658 Sahih. İbn Mace (3932) Silsiletu’s-Sahiha (3420)
1659 Sahih. Hakim (4/391) el-Elbani, Sahihu’t-Tergib (2446)
1660 Sahih. Taberani (10/306) el-Elbani, es-Sahiha (2697)
1661 Hasen. Ahmed (3/40) İbn Ebi Şeybe (7/51) Taberani Evsat (1/103) el-Elbani es-Sahiha (2699) Sahihu’t-Tergib (2451)
1662 Sahih. Buhari (7152)
1663 Sahih. Buhari (5697) Muslim (64)
1664 Subulu’s-Selam (4/189)
İntihar Edenler Bizden Değildir
Cundeb b. Abdillah radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyor:
“Sizden öncekiler içinde bir adamda yara çıktı. Yara kendisini rahatsız etmeğe başlayınca bir bıçak alarak onu yardı. Derken kan dinmedi. Nihayet adam öldü. Bunun üzerine Allah Teâla: “Kulum canı hakkında beni geçti, Ben de ona cenneti haram ettim” buyurmuştur.”1665
“Kulum canı hakkında beni geçti” ifadesini İbn Hacer şöyle açıklamıştır:
“Bu ifade, zikredilen ölüm hususunda acele etmekten kinayedir.
“Cenneti ona haram ettim” ifadesi sürekli cezalandırmanın devam etmesiyle ilgilidir. Çünkü ölüm hususunda acele etmiş, kendi isteğiyle Allah’a isyan ederek kendini öldürmüş, cezası da buna uygun şekilde olmuştur. Buradan anlaşılıyor ki adamın maksadı galip zanna göre faydalı olacağını düşündüğü bir tedavi değil, ölmek idi.”1666
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kim kendisini bir demir parçası ile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir hâlde cehennemateşinde ebedî ve dâîmi olarak kalacaktır. Her kim kendisini zehir içerek öldürürse o kimse de zehirini cehennemateşinde ebedî ve daimi kalarak içecektir.”1667
Sabit b. Dahhak radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mümini küfür ile suçlayan onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini bir şeyle öldürürse Allah kıyamet gününde ona o şeyle azap eder.”1668
Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Kim kendisini yüksek bir yerden atarak öldürürse o cehennem ateşinde ebedi ve kalıcı olarak kendini yükten atmaya devam edecektir. Her kim kendisini zehir içerek öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedî ve daimi kalarak içecektir. Her kim kendisini bir demir parçası ile öldürürse, demiri elinde kendisine saplar bir hâlde cehennemateşinde ebedî ve dâîmi olarak kalacaktır.”1669
Ebu Kılabe’nin, Sabit b. Dahhak radıyallahu anh’den rivayetinin sonunda şöyle demiştir: “O Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ağaç altında biat etmişti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kim İslâmdan başka bir din adına yalan yere kasten yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Her kim kendini bir şeyle öldürürse Allah onu cehennem âteşinde o şeyle azâb eder. Kim de bir mümini kafirlikle suçlarsa, onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini bir şeyle keserse, kıyamet günü onunla azap olunur.”1670
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden öncekiler içinde bir adamın yüzünde çıban çıkmıştı. Bu kendisine rahatsızlık verince sadağından bir ok çıkardı ve onu kazıdı. Kanı dinmedi ve öldü. Rabbiniz şöyle buyurdu: “Cenneti ona haram kıldım.”1671
Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müşriklerle karşılaşarak harb etmişti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem askerinin karargâhına, ötekiler de kendi karargâhlarına döndükleri vakit Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı arasında bir adam bu- lunuyordu ki, bu adam düşman ordusundan ayrılan bir asker görünce peşine düşüyor ve kılıcı ile (boynunu) vurmadan bırakmıyordu. Bunun üzerine ashâb: “Bu gün bizden hiç birimiz filân kadar yararlık gösteremedi” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;
“Dikkat edin, o adam muhakkak cehennemliktir.” Buyurdu. Bunun üzerine cemaattan bir zât:
“Ben daima onun yanında bulunacağım dedi ve hemen onunla birlikte çıktı. O durdukça bu da duruyor; o hızlandı mı bu da onunla beraber hızlanıyordu. Derken adam ağır şekilde yaralandı ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da iki göğsünün arasına dayadı. Sonra kılıcının üzerine yüklenerek kendini öldürdü. Artık beraberinde giden zât da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıkarak:
“Şehâdet ederim ki sen Allah'ın Resulüsün” dedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ne o?” deyince: “Demin cehennemlik olduğunu söylediğin adam yok mu, cemaat onun meselesini büyüttüler. Ben de onlara:
“Ben sizin için onu ta'kib ederim” diyerek onu aramaya çıktım. Nihayet ağır surette yaralandı ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da göğsünün arasına dayadı. Sonra da üzerine yüklenerek kendini öldürdü” dedi. O zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şunları söyledi:
“Hakikatte bazen kişi cehennemlik olduğu halde görünürde ehl-i cennetin yaptığını yapar. (Bazen de) adam cennetlik olduğu halde insanların gözleri önünde cehennemliklerin yaptığını yapar.”1672
1665 Sahih. Buhari (3463) Müslim (113)
1666 Fethu’l-Bari (6/500)
1667 Sahih. Buhari (5778) Müslim (109)
1668 Sahih. Buhari (6652) Müslim (110)
1669 Sahih. Buhari (5778) Müslim (109)
1670 Sahih. Buhari (1363, 6047, 6652) Müslim (110)
1671 Sahih. Müslim (113)
1672 Sahih. Buhari (2898) Müslim (112)
İntikam Alacakları Korkusuyla Yılanları Öldürmeden Bırakan Bizden Değildir
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim intikam alacaklarından korkarak yılanları öldürmeyi terk ederse bizden değildir. Biz onlarla harbe başladığımızdan beri barış yapmadık.”1673
Aişe radıyallahu anha şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ev yılanlarını öldürmeyi yasakladı. Yalnız ebter (kuyruğu kısa olan) ile iki çizgilisi müstesna. Çünkü onlar gözü kör eder ve kadınların karınlarındaki ceninleri düşürtürler. Kim onları öldürmeden terk ederse bizden değildir.”1674
Aişe radıyallahu anha’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cinler dışında bütün yılanları öldürün. Kuyruğu kısa ve sırtında çizgi olan yılanları öldürün. Zira onlar annelerinin karınlarındaki çocukları öldürür, gözleri kör ederler. Kim onları öldürmezse benden değildir.”1675
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yılanları öldürün. İki çizgili ve kuyruğu kısa olanları da öldürün. Zira onlar gözü kör eder, hamileye düşük yaptırırlar. Kim onları öldürmezse bizden değildir.”1676
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Onlarla (yılanlarla) savaşa başladığımızdan beri barış yapmadık. Kim onlardan birini öldürmeyi korkusundan terk ederse bizden değildir.”1677
İbn Mesud radıyallahu anh’den: o da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yılanların öldürülmesini emretti ve
“Kim onların intikamından korkarsa bizden değildir” buyurdu.”1678
Hişam b. Zühre’nin azatlısı Ebu’s-Saib’den: “Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ın evine gittim ve onun namaz kılmakta olduğunu gördüm. Oturup namazını bitirmesini bekledim. Sedirinin altında bir şeyin kıpırtısını işittim ve hemen (ona doğru bir) baktım. Bir de ne göreyim, bir yılan! Bunun üzerine hemen ayağa kalktım. Ebu Said:
“Sana da ne oluyor (öyle)” dedi.
“Şurada bir yılan var” dedim. “Ne yapmak istiyorsun” dedi.
“Onu öldüreceğim” dedim. Evinde kendi odasının karşısında bulunan bir odayı göstererek:
“Şu odada amcamın oğlu vardı. Hendek savaşı günü ailesine gitmek üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den izin istemişti. Kendisi daha yeni evlenmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ailesinin yanına gitmesi için kendisine izin verdi. Ve ona silahıyle gitmesini emretti. Kendisi evine varınca, hanımını evin kapısı önünde ayakta dikili bir halde buldu. Bunun üzerine (kıskançlığı tuttu da) süngüsünü karısına çevirdi. Süngünün kendisine çevrildiğini gören kadın:
“Acele etme! Eve bir gir de beni dışarı çıkaran şeyi sen de gör!" dedi. Aldığı bu cevap üzerine hemen eve girdi. Bir de ne görsün; büyük bir yılan. Hemen süngüyü ona sapladı, sonra yılan süngü kendisine saplanmış olduğu halde hareket etmekte iken onu süngünün ucunda dışarı çıkardı. Yılan bir ara süngüden kurtulup hasmının üzerine saldırdı uzun bir boğuşmadan sonra her ikisi de öldüler. Onlardan hangisi, yılan mı yoksa adam mı erken öldü, bilemiyorum. Bunun üzerine onun kavmi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek:
“Ey Allahın Resulü! Allah'a dua et de arkadaşımızı yeniden diriltsin!” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Arkadaşınız için istiğfar ediniz.” dedi. Sonra
“Cinlerden bir topluluk Medine'de müslüman oldular. Onlardan birini evinizde gördüğünüz zaman onu üç defa korkutunuz. Onu öldürmek istediğiniz halde öldürmekten vazgeçip sadece korkutmakla yetindikten sonra yine de size evinizde görünecek olursa üçüncü defaki tehdidinizden sonra onu öldürünüz. Zira o şeytandır." buyurdu.
Diğer rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki bu evlerde avamir (denilen yılan suretinde cinler) vardır. Onları gördüğünüz zaman üç defa gitmesini söyleyin. Eğer gitmezse onu öldürün, zira o kâfirdir.”1679
İbn Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir: “Gümüşden bir dal gibi bembeyaz (küçük ve ince) yılanların dışında tüm yılanları öldürünüz”1680
İbn Teymiyye dedi ki: “İnsanı haksız yere öldürmek caiz olmadığı gibi cinleri de haksız yere öldürmek caiz değildir. Zulüm her durumda haramdır. Kâfir dahi olsa hiç kimsenin birine zulmetmesi helal olmaz. Cinler farklı şekillere bürünürler. Ev yılanı görüldüğünde bu bir cin olabilir. Ondan üç defa gitmesi istenir. Eğer insanlara yılan şeklinde görünmek suretiyle düşmanlıkta ısrar ederse bundan dolayı öldürülürler.”
1673 Sahih. Ebu Davud (5250) Ahmed (1/230) Taberani (11/301)
1674 Sahih. Ahmed (6/29, 83) Ebu Ya’la (7/320, 8/212) İshak b. Rahuye (1801) Tayalisi (1542)
1675 Sahih. İshak b. Rahuye, Musned (2/570, 3/1025 no:1143, 1774) Ahmed (6/49, 157) Haris b. Ebi Usame Musned (418)
1676 Sahih. İbn Hibban (12/456) Taberani (12/296, 310)
1677 Sahih. Ahmed (2/520) Ebu Davud (5248) Tahavi, Şerhu Muşkili’l-Asar (1338) Hallal es-Sunne (1327) Humeydi (1156)
1678 Sahih. Nesai (3193) Ebu Davud (5249) Taberani (9/351) Hatib Tarih (12/242) Dineveri Mucalese (1762) Ebu Bekr eş-Şafii Gaylaniyyat (318) İbn Cemaa Meşyeha (162) Ebu’l-Kasım el-Hannaî, el-Hannaiyyat (176)
* Aynısı Osman b. Ebi’l-As radıyallahu anh’den: Taberani (9/46)
1679 Sahih. Muslim (2236) Ebu Davud (5257) Tirmizi (1484) Nesai Amelu’l- Yevme ve’l-Leyle (970-72) Tahavi Müşkilu’l-Asar (6/432) Beyhaki Adab (1/484) Muvatta (2798)
1680 Sahih mevkuf. Ebu Davud (5261)
Emân (Güvence) Verdiği Kimseyi Öldüren Bizden Değildir
Amr b. el-Hamik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi bir mümin, herhangi bir mümine kanı hususunda eman verir ve onu öldürürse ben o katilden berîyim.”1681
1681 Hasen. Ahmed (5/223, 437) İbn Hibban (13/320) Bezzar (6/285) Taberani Evsat (8/5) İbnu’l-A’rabî, Mu’cem (612)
Müslümanı Arkadan Vuranlar ve Suikast Yapanlar Bizden Değildir
Zubeyr b. Avvam radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman, fırsat kollayarak öldürmeyi engelleyen bir bağdır. Mü’min kimse öldürmek için fırsat kollamaz.”1682
Muaviye b. Ebi Sufyan radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman, fırsat kollayarak öldürmeyi engelleyen bir bağdır. Mü’min kimse öldürmek için fırsat kollamaz.”1683
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman, fırsat kollayarak öldürmeyi engelleyen bir bağdır. Mü’min kimse öldürmek için fırsat kollamaz.”1684
Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’min fırsat kollayıp öldürmez. Muhakkak ki Allah fırsat kollayarak öldürmeyi iman ile bağlamıştır.”1685
1682 Sahih. Ahmed (1/166, 167) İbn Ebi Şeybe (7/486) Abdurrazzak (5/298) Taberani Evsat (6/186) İbn Asakir (18/406)
1683 Sahih ligayrihi. Ahmed (4/92) Hakim (4/393) Taberani (19/319) İbnu’l- A’rabî, Mu’cem (1842) İbn Ebi Asım, ed-Diyat (90) Deylemi (379)
1684 Sahih ligayrihi. Ebû Dâvûd (2769) Hakim (4/392) Buhârî Tarih (1/402) İbn Ebi Şeybe (7/486) Hatib, Tarih (10/387) Abdulganî Makdisi, Tahrimu’l-Katl (45) İbn Ebi Asım, ed-Diyat (91)
1685 Sahih ligayrihi. Ebu’l-Hasen el-Evzaî, Hadisu İbn Hazlem (46)
Anlaşmayı Bozanlar Bizden Değildir
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Bir ümmetin, bir ümmetten sayıca daha çok olması dolayısıyla, aranızdaki yeminleri hile kılarak, ipini iyice büktükten sonra bozan kadın gibi olmayın. Zira Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Kıyamet günü de, üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyleri size elbette açıklayacaktır.” (Nahl 92)
“Mücahid, bu âyet-i Kerimeyi şöyle izah etmektedir: Cahiliye döneminde insanlar birbirleriyle anlaşma yapıp taraftarlar edinirlerdi. Anlaşmayı yaptıktan sonra, kendileriyle anlaşma yaptıkları topluluklardan daha güçlü ve sayıca da daha çok olanlarını bulunca, öncekilerle olan anlaşmalarını bozup o güçlü ve sayıca çok olanlarla anlaşma yaparlardı. Böylece, kendileriyle daha önce anlaşma yaptıkları insanları, Allaha söz verdikleri halde aldatmış olurlardı. Allah Teâlâ onların bu hallerini, ipliğini iyice eğirdikten sonra onu tekrar çözen kadının haline benzetmiş ve Müslümanlara, yaptıkları anlaşmayı, başkalarına yaranmak için bozmamalarını emretmiştir.”1686
Müslümanın harp halinde olmayan kâfirlerden birine, bedenine vurarak, öldürerek veya başka bir şekilde saldırması haramdır.1687 Nitekim Buhari, Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan merfuan şu hadisi rivayet etmiştir:
“Kim bir anlaşmalı (kâfiri) öldürürse cennetin kokusunu alamaz. Hâlbuki cennetin kokusu kırk senelik mesafeden duyulur.”1688
Hişam b. Hâkim b. Hizam Şam’daki Nabıtalara uğrayıp onları güneşte ayakta bekletildiklerini gördü.
“Mesele nedir?” diye sorunca,
“Cizyeyi vermediler” dediler. Dedi ki:
“Şehadet ederim ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:
“Muhakkak ki Allah dünyada insanlara azab edenlere azap eder.”1689
İmam Ahmed ve Nesai, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından birinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Zimmet ehlinden birini öldüren, cennetin kokusunu dahi alamaz.”1690
Müslümanın, harbî olmayan kâfirlerden birini alışverişte aldatması veya haksız yere mallarından bir şey alması haramdır ve onlara emanetlerini iade etmesi vaciptir.1691 Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“Dikkat edin! Kim bir anlaşmalıya zulmederse, onun hakkından eksiltirse, gücünün üstünde yük yüklerse veya rızası olmadan ondan bir şey alırsa kıyamet günü ondan ben davacı olurum!”1692
Müslümanın harbî olmayan kâfirlerden birini sözle kötülemesi, onlara yalan söylemesi haramdır. Zira Allah Teâla’nın şu kavli umumidir:
“İnsanlara iyi (söz) söyleyin” (Bakara 83)1693 Hatta onlara yumuşak söz söylemesi, onunla sevgi izharı olmayacak şekilde ve onlara zillet gösterip onları Müslümana tercih etmeyecek şekilde bütün güzel ahlaklar ile muhatap olması gerekir.
El-Karafi zimmet ehline iyilik kaidesi ile onlara sevgi kaidesi arasındaki farkı açıklarken şöyle demiştir:
“İçten sevgi olmaksızın emredilen yumuşaklık; zayıflarına rıfk ile davranmak, fakirlerinin ihtiyaçlarını gidermek, açlarını doyurmak, çıplaklarını giydirmek, onlara korku ve zillet yoluyla değil, lütuf ve merhamet yoluyla yumuşak söz söylemek, komşuluklarında verdikleri ezaları izale etmeye yetecek güç bulunduğu halde, onlara korku ve saygıdan değil, lütuf olarak eziyetlerine tahammül etmek, onların hidayeti ve saadet ehlinden olmaları için dua etmek, dinleri ve dünyaları ile ilgili bütün meselelerinde nasihat etmek, biri onlara eziyet ettiğinde gıyaplarında onları korumak, mallarını, ailelerini, ırzlarını ve bütün hukuk ve maslahatlarını korumak, onlardan zulmün giderilmesinde ve haklarının onlara ulaştırılmasında yardım etmek, düşmanına en üstününden en düşüğüne bütün iyilikleri yapmak, bütün bunlar üstün ahlaktandır.”1694
1686 Hasen maktu. Taberi (14/345)
1687 Bkz.: el-Veciz (2/201, 202) ez-Zevacir (403. Büyük günah) Mevahibu’l-Celil (3/360) Abdulaziz b. Baz Mecmuu fetava (3/1039, 1047) İhtilafu’d-Dareyn (s.123, 130 ,124)
1688 Sahih. Buhari (3166)
1689 Sahih. Muslim (2613)
1690 Sahih. Ahmed (4/237, 5/369) Nesai (4763) Elbani Gayetu’l-Meram’da (450) sahih demiştir.
1691 bkz.: Abdurrazzak (6/91-94) Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/73)
1692 Sahih. Ebu Davud (3052) Beyhaki (9/205) birbirini destekleyen birçok isnadlarla rivayet etmişlerdir. El-Iraki ve es-Sehavi isnadını kuvvetli görmüşlerdir. Birçok şahitleri de vardır. Bkz.: Mekasıdu’l-Hasene (1044) es-Silsiletu’s-Sahiha (445)
1693 Bkz.: Şeyh Abdulaziz b. Baz Fetava (3/1047)
1694 el-Furuk (3/15 fark 119) Bkz.: Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/21, 43, 62)
Sakalına Düğüm Atan Bizden Değildir
Ruveyfi radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey Ruveyfi! Benden sonra belki uzun zaman yaşarsın. İnsanlara şöyle bildir: “Kim sakalına düğümler atarsa, nazarlık gibi şeyler takarsa, hayvan tezeği ve kemik ile taharetlenirse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ondan berîdir.”1695
Sakala düğüm atmak, savaşta büyüklenen ve kendini beğenenlerin yaptığı bir iştir.
1695 Sahih. Ebu Davud (36) Nesai (5067) Ahmed (4/108, 109) Taberani (5/28) Deylemi (8591) Ebu Nuaym Marife (2704) Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (1052)
Saç ve Sakala Müsle Yapan Bizden Değildir
Müsle; savaşta öldürülen düşmanların organlarını kesmektir.
Tavus rahimehullah’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Saç ve sakala müsle yapan bizden değildir.”1696
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Saç ve sakala müsle yapanın Allah katında nasibi yoktur.”1697
Abdullah b. Yezid el-Ensarî radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gasp yapmaktan ve müsleden yasakladı.”1698
Semura ve İmran b. Husayn radıyallahu anhuma’dan:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem bize sadakayı emretmediği ve müsleyi yasaklamadığı bir hutbe vermemiştir.”1699
İbn Asakir, Ömer b. Abdilaziz rahimehullah’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Sakalın traş edilmesi müsledir ve muhakkak ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müsleden yasaklamıştır.”1700
İmam İbn Hazm rahimehullah, Meratibu’l-İcma’da şöyle demiştir:
“Sakalın tamamen traş edilmesinin caiz olmayan bir müsle olduğunda ittifak edilmiştir.” Bazı âlimler sakalın kesilmesinde mübalağayı da müsle saymış, bazıları da bıyıkların kökten traş edilmesini müsle saymışlardır.
1696 Hasen Mürsel. İbn Ebi Şeybe (5/526)
1697 Hasen ligayrihi. Taberani (11/41)
1698 Sahih. Buhari (2474)
1699 Sahih. Ahmed (4/429, 432, 439, 440) İbn Hibban (10/324, 12/434) Ebu
Davud (2667) Hakim (4/338) Darimi (1697) Bezzar (10/442) Ebu Ya’la (1/150) Tahavi Muşkilu’l-Asar (1822) Haraiti Mekarimu’l-Ahlak (505)
1700 İbn Asakir Tarih (45/3) Kevakibu’d-Derari (2/101)
Ateşle Azap Eden Haddi Aşanlardandır
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte iken yakılmış bir karınca yuvası gördük. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir beşerin Allah Azze ve Celle’nin azabıyla azap etmeye hakkı yoktur.”1701
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Filan ile filan kişiyi yakmanızı emretmiştim. Ateşle ancak Allah azap eder. Bunun için onları bulursanız sadece öldürün.”1702
İkrime dedi ki. “Ali radıyallahu anh’e bir zındık topluluğu kitaplarıyla birlikte getirildi. Ali radıyallahu anh bir ateş yakılmasını emretti ve ateş gürleştirildi. Sonra bu kişileri kitaplarıyla birlikte yaktırdı. Bu haber İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya ulaşınca:
“Ben olsaydım Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bundan yasaklamasından dolayı onları yakmazdım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim dinini değiştirirse onu öldürün” buyurduğu gibi, onları öldürürdüm. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’ın azabıyla azap etmeyin” buyurdu.”1703
1701 Sahih. Ahmed (1/423) Nesai Sunenu’l-Kubra (8560) Abdurrazzak (5/213) Taberani (10/176)
1702 Sahih. Buhârî (3016) Tirmizi (1571) Ahmed (2/453)
1703 Sahih. Ebu Davud (4351) Ahmed (1/217, 282) Darekutni (4/108)