TEVHÎD KİTABI (1)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Hak Ehli İle Bâtıl Ehli Arasında Ayrım Yapmayanlar Hakka İhanet Eder
Cübeyr b.Nüfeyr'den: “Bir gün Mikdad b. Esved radıyallahu anh'ın yanında oturuyorduk, bir adam geldi ve dedi ki: “Ne mutlu, bu iki göze ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i gördüler, vallahi biz de senin gördüklerini görmek ve yaşadıklarını yaşamak isterdik.” Onun konuşması Mikdad radıyallahu anh’ı sinirlendirdi. (Ancak) benim hoşuma gitmişti, hayırdan başka bir şey söylemiyordu. Mikdad ona yönelip şöyle dedi:
“Hangi şey, bazı kişileri Allah'ın gizlediği konularda birtakım temennilerde bulunmaya sevk ediyor? O vakit yaşasa olaylar nasıl gelişecek, bilmiyor! Vallahi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde birçok topluluk vardı ve Allah onları yüzüstü cehenneme attı. (Çünkü) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e icabet etmediler ve onukabullenmediler. Allah'ın sizi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiklerini tasdik ederek Rabbinizi tanır bir hâlde dünyaya getirmesine hamd etmez misiniz? Allah bu imtihanı, sizden başkasıyla savuşturdu. Allah’a yemin olsun, Allah, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i peygamberlerini gönderdiği fetret ve cahiliye dönemleri içinde en şiddetliolanında gönderdi. Putlara ibadetten daha üstün bir din görmüyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hak ile batılın, baba ile evladının ayırıcısı olarak geldi. Öyle ki kişi babasının, çocuğunun veya kardeşinin kâfir olduğunu görüyordu. Nitekim Allah onun kalbindeki kilidi imana açmıştı. O halde ölse cehenneme gireceğini biliyordu. Sevdiği kimse cehennemlik iken sevinemezdi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği iyi insanlar ihsan et.” (Furkan 74)”1950
Şeyh el-Elbani bu hadisin açıklamasında şöyle der: “Bu hadiste ayrımın bizzat kınanmış olmadığına açık bir delil vardır. Bazı insanlar, Kitap ve sünnete davetten ve Kitap ile sünnete muhalif sonradan çıkarılan şeylerden sakındırılmasından nefret ettirerek bunun vaktinin gelmediğini gerekçe gösteriyorlar. Bu davetin insanları uzaklaştırdığını ve insanların aralarını ayırdığını iddia etmeleri hak davet konusunda büyük bir cahilliktir. Her zaman ve her yerde bu davetin karşısındaki muhalefet ve çekişmeler, Allah Teâla’nın halk üzerindeki sünnetidir. Allah’ın sünnetinde değişiklik olmaz.
“Eğer Rabbın dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa işte ihtilaf edip durmaktadırlar. Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler” (Hud 118-119)1951
Bazı kimseler bâtıl üzerinde toplanmış, birbirlerine hakka itaat yolunda yardım etmeyen, kalitesiz bir kalabalığı cemaat zannetmekte ve böylesi toplulukların hak açıklanınca dağılmalarını çirkin görmektedirler. Şüphesiz bu hayırdır, lakin insanların hayır zannettikleri birçok şeyde şer vardır.
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“De ki: O, size üzerinizden bir azap göndermeye kadirdir” ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:
“Senin vechine sığınırım.” Sonra ayetin:
“Yahut sizi fırkalara ayırıp birbirinize düşürerek kötülüklerinizi birbirinize tattırmaya kadirdir!” (En’am 65) kısmı nazil olunca:
“Bu ikisi daha hafif – veya daha kolay –“ buyurdu.1952
Evet, hak ile batıl arasında ayrım yapmayan, batılı bildiği halde ona karşı çıkmayan bir topluluk toptan azabı hak eder. Böyle bir topluluktan bazısının hakkı beyan etmesi ve hakka uymak için ayrılması üzerine bir kısmının bâtıl üzerinde devam etmesi ve müslümanlardan bu iki grubun birbirine sıkıntı vermesi, toptan azaba uğramalarından ehvendir.
İbrahim b. Nasr şöyle demiştir: “Fudayl b. Iyad rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “İçerisinde hak ile batıl, mümin ile kafir, güvenilir ile hâin, cahil ile alim arasında ayrım yapmayan, iyiliği iyi görmeyen ve kötülüğe karşı çıkmayan insanlara şahit olacağın bir zamanda kalsan ne yaparsın?” İbn Batta dedi ki:
“Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz. Muhakkak ki buna ulaştık, bunların çoğunu işittik, öğrendik ve şahit olduk. Şayet Allah’ın kendisine sahih bir akıl ve güçlü bir basiret bağışladığı kimse, İslam’ın ve müslümanların hali ile doğru yolu tutan müslümanların halini iyice düşünse ve tekrar tekrar tefekkür etse, insanların topukları üzerinde geri döndüklerini, arkalarını dönerek gittiklerini, doğru yoldan yüz çevirdiklerini, sahih delilden saptıklarını açıkça görürdü. Nitekim insanların çoğu daha önce çirkin gördüklerini güzel görmeye, daha önce haram saydıklarını helal saymaya, daha önce karşı çıktıklarını uygun bulmaya başlamışlardır. Allah size rahmet etsin, bu müslümanların ahlakı değildir. Bu dinde basiret üzere olan, iman ve yakîn ehli olan kimseler bunları yapamaz.”1953
Mubeşşir b. İsmail el-Halebî dedi ki: “el-Evzaî’ye: “Bir adam:
“Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyor” denildi. El- Evzaî dedi ki: “Bu adam hak ile batılı eşitlemek istiyor.” İbn Batta dedi ki:
“el-Evzaî doğru söylemiştir. Ben derim ki; bu adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibiler hakkında ayet inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’den sünnet gelmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İman edenlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz” derler.” (Bakara 14)”1954
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimde münafığın misali, iki koyun sürüsü arasında kalan, bazen şuna bazen buna katılan, hangisine tabi olacağını bilemeyen koyunun misali gibidir.”1955
İbn Kayyım rahimehullah, şöyle demiştir: “Allah Subhanehu ve Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başkasını hakem tayin edip onun hakemliğine müracaat etmenin, tagutu hakem olarak benimsemek ve ona müracaat etmek olduğunu haber vermiştir. Tagut: Kulun kendisiyle haddini aştığı her türlü ma’bud, kendisine uyulan ve itaat edilen varlıktır. Her kavmin tagutu, Allah ve rasulü dışında kendisinin hakemliğine başvurulan, Allah dışında ibadet edilen, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendisine ittiba edilen veya insanların bilmedikleri konularda kendisine itaat etmeyi Allah’a itaat kabul ettikleri kimselerdir. İşte bunlar dünyanın tagutlarıdırlar. Düşünüp incelediğin zaman, insanların çoğunun Allah’a ibadetten onlara kulluğa, Allaha ve rasulünün hakemliğinden onların hakemliğine, Allah’a itaat ve rasulüne ittibâdan, onlara itaat ve ittibaya yöneldiklerini görürsün. Onlar bu ümmetin kurtuluşa ermişleri olan sahabe ve tabiun’un yolunu tutmamış, onların hedeflerine yönelmemişler, hem menhec hem de hedef olarak onlardan ayrılmışlardır.
Sonra Allah Teâlâ haber veriyor ki; “Onlara: Allah’a ve rasulüne gelin” denildiği zaman bundan yüz çevirir, davetçiye icabet etmez ve başkalarının hükümlerine razı olurlar. Ardından onları Allah ve rasulünden yüz çevirip, başkalarının hâkimliğine müracaat etmelerinin, malları, bedenleri, basiretleri, dinleri ve akıllarına büyük musibetler getireceği ile tehdit etmiştir.
“Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir felaket getirmek ister.” (Maide 49) Onlar maksatlarının yalnızca iyilik ve uyumdan ibaret olduğunu ileri sürerek mazeret beyan ederler. Yani ana gayeleri her iki zümreyi razı edip aralarını bulmaktı. Bunların bu davranışları aynen Rasulün getirdiği ile onun zıddı olanların arasını bulmaya çalışıp, bununla da iyilik yaptığını ve tarafların arasını düzeltip, uyumlu hale getirdiğini sananlara benzemektedir. Hâlbuki iman, rasulün getirdiği ile onun karşıtları arasında yol, hakikat, inanç, siyaset ve yorum bakımından tam bir savaş hali ilan etmeyi gerektirmektedir. Katıksız iman işte bu savaşı başarmakla mümkündür, uyum sağlamakla değil. Başarı Allah’tandır.”1956
1950 Sahih. Ahmed (6/2-3) Buhari, Edebu’l-Mufred (87) İbn Hibban (6552) Taberani (20/253) İbn Asakir (69/180) el-Elbani es-Sahiha (2823)
1951 El-Elbani es-Sahiha (6/322)
1952 Sahih. Buhârî (4628, 7313, 7406)
1953 İbn Batta, el-İbane (1/188 no:24)
1954 Sahih. İbn Batta, el-İbane (2/456 no: 430)
1955 Sahih. Muslim (2784) İbn Hibban (264) Ahmed (2/47, 68, 82, 88, 102, 143) İbn Batta, el-İbane (2/457 no:431)
1956 İ’lâmu’l-Muvakki’in (1/41)
Kâfirlerle Dostluk Kuranlar ve Onlara Yönetim Verenler Onlara Meyledenlerdendir
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Ey îman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları kendinize dost edinmeyin, Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onları dost edinirse, o onlardandır. Allah, şüphesiz zâlim kimseleri doğru yola iletmez.” (Maide 51)
İbn Cerir, bu ayet hakkında der ki; “Kim müminleri bırakıp Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinirse onlardandır. Kim müminlere karşı onlara dostluk ederse onların dinindendir. Zira herkes ancak dininden olanla veya üzerinde olduğu şeye razı olarak dostluk eder. Onun dininden razı olduğu zaman onun muhalifine de düşmanlık etmiş olur. Böylece onunla aynı hükme dâhil olur. Bu yüzden bazı âlimler, Tağlib oğullarının kestikleri, kadınlarının nikâhlanması ve benzer hususlarda onlar hakkında Hıristiyanlar gibi hüküm vermişlerdir. Nesepleri ve dinlerinin aslı farklı olsa da, İsrail oğullarına dostluklarından, onlardan razı olmalarından ve onlara yardım etmelerinden ötürü böyle hüküm verilmiştir. Bu açıkça, kim bir kimsenin dinini din edinirse onunla aynı hükümdedir şeklindeki sözlerimizin doğrulunu göstermektedir...”
Kurtubi şöyle demiştir: “Allah Teâlâ'nın: “İçinizden kim onları veli edinirse” buyruğu, kim onlara Müslümanlar aleyhine destek verirse, “muhakkak o da onlardandır” demektir. Şanı yüce Allah bu buyrukla, böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Bu da Müslümanın mürtedden miras almasına engel olması anlamına gelir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde onları veli edinen kişi, İbn Ubeyy idi. Diğer taraftan bu hüküm, onlarla müvâlât ilişkisini koparmak hususunda Kıyamet gününe kadar bakidir. Nitekim Yüce Allah başka yerlerde şöyle buyurmaktadır:
“Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur.” (Hûd, 113)
Yüce Allah Âl-i İmran sûresinde de şöyle buyurmaktadır: “Mü'minler, müminleri bırakıp kâfirleri veli edinmesin.” (Âl-i İmran, 28) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, kendinizden başkalarını sırdaş edinmeyin...” (Âl-i İmran, 118)
Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah'ın: “Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar” buyruğu ile yardımlaşmak hususu kast edilmektedir. “İçinizden kim on- ları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır” buyruğu da şart ve cevabıdır. Yani, bunun böyle olmasına sebep, onları veli edinen kimsenin bizzat Yahudi ve Hıristiyanların muhalefetleri gibi, Allah'a ve Rasulüne muhalefet etmiş olmasıdır. Onlara düşmanlık beslemek farz olduğu gibi, artık ona da düşmanlık beslemek farz olmuştur. Onlar için cehennem nasıl vacip olduy- sa, böylesi için de cehennem vacip olmuştur. Bunun sonucunda o da onlar- dan, yani onların arkadaşlarından olmuştur.”1957
“Müminler, müminlerin dışında kendilerinden sakınmadıkça, kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, hiçbir şeyde Allah'tan yardım göremez (Böylece) Allah, sizi kendisinden sakındırıyor; (nasıl olsa) varış Allah’adır.” (Al-i İmran 28)
(Ayette geçen) takiyye (sakınma) içinde onlara karşı buğz ve düşmanlığı gizlediği halde yakınlık izhar etmektir.1958 Onlarla şer’î bir maslahat söz konusu olmaksızın, sevgilerini kazanmak amacıyla konuşmak haramdır.1959
Şeyh Muhammed b. Useymin şöyle der: “Müminin, kâfirlerden birine hitaben sevgi amacıyla latifede bulunarak konuştuğu hiçbir kelime caiz değildir. Yine onların arasında sevgi kazanmak için onlara gülmek de bunun gibidir, caiz değildir.” Müslümanın, akrabalarından olması dışında kâfirlerin cenazesine katılması da caiz değildir.1960
Şu günlerde münafıkların Allah’tan başkası için yeni dostluk programları yaptıklarını, “vatan için”, “anayasa için” vs. dostluk dediklerini işitiyoruz. Allah buyuruyor ki;
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler. Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.” (Maide 55-56)
Cenaze törenlerine, bayramlarına katılarak, tarihlerini yazarak, bayramlarını kutlayarak onlarla sevinir, onlarla hüzünlenirler. Yine bu günlerde pek çok münafık yönetici veya bazı yönetilenlerin vatan için ve anayasa için dostluk seslerini yükselttiklerini işitiyoruz. Batıdan gelen bundan başka batıl şiarlar da vardır. Durumu en iyi olan; “Allah, vatan ve devrim için” diyerek vatan ve devrimi Allah’a eş tutuyor, müminlere ve Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e dostluğu kaldırıyor.
1957 Kurtubi (6/203-204).
1958 Bu ayetin tefsiri için İbn Cerir et-Taberi, Begavi ve Cessas’ın tefsirlerine bakınız. Ayrıca bkz.: Fethu’l-bari (12/311-314) ed-Devahiyu’l-Mudhiye (s.92-99)
1959 bkz.: Ahkamu Ehli’z-Zimme (1/159, 160) İbn Useymin Fetava (3/40) 1960 Mecmuu Fetava (3/43)
1960 Mecmuu Fetava (3/43)
Bid’at Ehliyle Oturanlar Onlara Benzer
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah size Kitapta “Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, (onlar konuyu değiştirip) başka bir konuşmaya dalmadıkça, onlarla birlikte oturmayın.” (diye bir âyet) indirmişti. Aksi halde, siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisâ 140)
“Âyetlerimiz üzerinde (lüzumsuz münakaşaya) dalıp (onlar hakkında ileri geri) konuşan kimseleri gördüğün zaman, (onlar konuyu değiştirip de) başka bir konuya dalmadıkça onlardan uzak dur. Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hiç olmazsa hatırladıktan sonra, zâlim kişilerle beraber oturma.” (En’âm 68)
İmrân b. Husayn radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Deccâl’i işiten ondan uzaklaşsın. Allah’a yemin olsun, kişi ona gider de, onu mü’min zannederek attığı şüphelere veya onun hakkında meydana gelen şüphelere tabî oluverir.”1961
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişi dostunun dini üzeredir. Her biriniz kiminle dostluk ettiğine baksın.”1962
Abdurrahman b. Yezid rahimehullah’tan: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
“Sizleri insanların çıkardıkları bid’atlerden sakındırırım. Şüphesiz din, kalplerden tek seferde gitmez. Lakin şeytan bunun için bid’atler çıkarır da, iman kişinin kalbinden gider. İnsanların Allah’ın kendilerini sorumlu tuttuğu; namaz, oruç, helal, haram gibi farzları terk edip, rableri Azze ve Celle hakkında konuşmaları yakındır. Kim bu zamana yetişirse kaçsın.” Denildi ki:
“Ey Ebu Abdirrahman! Nereye kaçsın?” İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“Nereye değil! Kalbiyle ve diniyle kaçsın. Bid’at ehlinden hiçkimseyle beraber oturmasın.”1963
Ebû Kılâbe şöyle dedi: “Hevâ ehliyle oturmayın ve onlarla tartışmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından veya sizi bildiğiniz konularda şüpheye düşürmelerinden emin değilim.”1964
Hişâm dedi ki: “el-Hasen (el-Basrî) ve Muhammed (b. Sîrîn) şöyle derlerdi:
“Hevâ sahipleriyle oturmayın. Onlarla ne tartışın ne de onları dinleyin.”1965
Mufaddal b. Muhelhel şöyle demiştir: “Şayet bir bid’at sahibi senin yanına oturur da bid’atinden konuşsaydı ondan sakınır ve ondan kaçardım. Lakin o meclisinin başında sana sünnete dair hadisler rivayet eder, sonra da sana bid’atini bulaştırır. Belki de bu senin kalbine yapışır. Peki, onu kalbinden nasıl çıkaracaksın?”1966
Sâbit b. Aclân şöyle dedi: “Enes b. Mâlik’e, İbnu’l-Museyyeb’e, el- Hasen el-Basrî’ye, Saîd b. Cubeyr’e, eş-Şa’bî’ye, İbrahim en-Nehâî’ye, Atâ b. Ebî Rabâh’a, Tâvus’a, Mucâhid’e, Abdullah b. Ebî Muleyke’ye, ez- Zuhrî’ye, Mekhûl’e, el-Kâsım b. Abdirrahman’a, Atâ el-Horâsânî’ye, Sâbit el-Bunânî’ye, el-Hakem b. Utbe’ye, Eyyûb es-Sahtiyânî’ye, Hammâd’a, Muhammed b. Sîrîn’e, Ebû Âmir’e – ki o Ebû Bekr es-Sıddîk’a yetişmişti – Yezîd er-Rakkâşî’ye ve Suleymân b. Mûsâ’ya yetiştim. Hepsi de bana cemaatte bulunmamı emrediyor ve hevâ sahiplerinden beni yasaklıyorlardı.”1967
Sufyân es-Sevrî’den: Bid’at sahibiyle oturan kimse şu üç şeyden birinden kurtulamaz: Ya başkasına bir fitne olur, ya kalbine bir şey girer de bu sebeple Allah onu cehenneme atar, ya da şöyle der:
“Allah’a yemin olsun ne konuştuklarına aldırmıyorum. Ben kendime güveniyorum.” Her kim göz açıp kapayıncaya kadar dini konusunda Allah’tan emin olursa, ondan onu çekip alır.”1968
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi: “İnsanları dostlarıyla değerlendirin. Zira kişi ancak hoşlandığı kimselerle dostluk eder.”1969
İbn Avn şöyle demiştir: “Bid’at ehlinin meclislerine katılanlar bize karşı bid’at ehlinden daha şiddetlidirler.”1970
El-Evzâî şöyle derdi: “Bizden bid’atini gizleyenler, kaynaştıkları kimseleri gizleyemezler.”1971
Yahyâ b. Saîd el-Kattân şöyle dedi: “Sufyân es-Sevrî, Basra’ya geldiğinde Rebî’ b. Subeyh’in durumuna ve insanlar katındaki değerine baktı.
“Onun mezhebi nedir?” diye sordu.
“Onun sünnetten başka mezhebi yoktur” dediler. “Yakın dostları kimlerdir?” diye sorunca:
“Kaderîlerdir” dediler. Bunun üzerine:
“O halde o da bir kaderîdir” dedi.”1972
Muâz b. Muâz şöyle dedi: “Yahyâ b. Saîd’e şöyle dedim:
“Ey Ebû Saîd! Kişi kendi görüşünü gizlese de, oğlunu, arkadaşını veya meclisine katıldığı kimseleri gizleyemez.”1973
Muhammed b. Ubeydillah el-Gullâbî şöyle dedi: “Şöyle deniliyordu: Hevâ ehli, kaynaştıkları ve sohbet ettikleri kimseler dışında herşeylerini gizleyebilirler.”1974
1961 Sahih. Ahmed (4/341); Ebû Dâvûd (4/116) Sahîhu’l-Câmi (6301)
1962 Hasen. Ahmed (2/303, 334); Ebû Dâvûd (4833); Tirmizî (2378) Hakim (4/188) el-Elbani, es-Sahiha (927)
1963 Hasen mevkuf. El-Lâlekâi, İtikad (196) Esbehânî, et-Tergib ve’t-Terhib (477) Esbehânî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce (1/339)
1964 Sahih maktu. Dârimî (1/120); el-Lâlekâî (1/134) Ebû Nuaym, Hilye (2/287); İbn Asâkir, Tarihu Dımeşk (28/298); Beyhakî, Şuabu’l -İmân (7/60); İbn Sa’d, Tabakat (7/184); Ebû Ubeyd, el-Emsâl (s.22); İbn Ebî Zemeneyn, Usûlu’s-Sunne (236); Âcurrî, eş-Şerîa (111, 1973); Firyâbî, el-Kader (327, 331); İbn Vaddâh, el- Bid’a (119); Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (99) Şeyh Mukbil b. Hadi, Neşru’s- Sahîfe (s.52)
1965 Sahih maktu. Dârimî (1/121); İbn Batta, el-İbâne (2/444); el-Lâlekâî (1/133) İbn Sad, Tabakat (7/172); İbn Abdilberr, el-Câmi (2/96); Beyhakî, Şuab (7/61); Herevî, Zemmu’l-Kelâm (754); İbn Vaddâh, el-Bid’a (126); Ebû İshâk el-Cuzcâni, Ahvâlu’r-Ricâl (s.36) Şeyh Mukbil b. Hâdî, Neşru’s-Sahîfe (s.51)
1966 Hasen maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/444)
1967 Hasen maktu. Taberânî, Musnedu’ş-Şâmiyyîn (3/279); el-Lâlekâî (1/132) İbn Asâkir, Tarih (11/134); Fesevî, el-Ma’rife (3/375)
1968 İbn Vaddâh, el-Bid’a (s.89).
1969 Hasen mevkuf. İbn Ebî Şeybe (25592); Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr (9/187); İbn Batta, el-İbâne (2/477) İbn Ebi’d-Dunya, el-İhvan (38) Abdurrazzak (4/307)
1970 İbn Batta, el-İbâne (2/473)
1971 Hasen maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/452) el-Lâlkâi (1/137 no:257) İbn Ebi’d- Dunya el-İhvan (no:40)
1972 Sahih maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/452). 1973 Hasen maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/479) 1974 Sahih maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/479).
1973 Hasen maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/479)
1974 Sahih maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/479).
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Bid’atçi Kimdir?
Şeyh el-Elbânî rahimehullah şöyle demiştir:
“Bid’atçi olduğu söylenmesi gereken kimdir meselesine gelince; o, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” sözüne muhalefet eden kimsedir. Sonra Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak için Allah’ın dininde yenilik çıkaran veya Allah Azze ve Celle’nin dininde başkasının çıkardığı bir bid’at ile yakınlık sağlamaya çalışan kimsedir.
Ama kendisinden bir bid’at meydana gelip de bunu kaidedeki gibi kastetmeyene gelince; o kimse Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “her bid’at sapıklıktır” kaidesini benimseyen bir kimsedir. Lakin hata eder ve bid’at çıkarır. Nitekim bazı müçtehitler bazen haram olan bir şey hakkında mubah olduğunu söyleyebilmiştir. Bu İslam’da caiz değildir. Ancak böyle bir müçtehit ecir alır, onun harama düştüğü söylenmez. Aynı şekilde bid’atçi olmadığı halde ondan bir bid’at meydana gelebilir. Bu kendisinin sadece bir içtihadıdır. Lakin hakikatte o bir bid’attir ve bu konuda o müçtehide bid’atçi denmez.”1975
Fetvadan çıkan sonuçlar:
1- Her bid’at sapıklıktır kaidesine muhalefet eden; yani bazı bid’atleri sapıklık olarak görmeyen kimsedir. Böyle bir kimse bid’atçi hükmünü hak eder.
2- Allah’a yakınlık/ibadet maksadıyla dinde yenilik çıkaran kimse – samimiyetle, ilmin kuralları çerçevesinde içtihat eden bir ilim ehli değilse - bid’atçi hükmünü hak eder.
3- Başkasının çıkardığı bir bid’atle amel ederek Allah’a yakınlaşmaya çalışan kimse bid’atçidir.
4- Her bid’atin sapıklık olduğunu kabul etmekle beraber içtihada ehil olan bir ilim ehlinin samimiyetle ve ilmin kaidelerine uygun hareket ederek içtihat etmesi ve hata etmesi neticesinde, böyle bir âlim bid’atçi olarak nitelenemez.
İbn Kayyım rahimehullah İ’lamu’l-Muvakki’in’de şöyle demiştir:
“Her halukarda kıyamet günü Allah katında, kendisine bu gibi meselelerle ilgili hadis ya da sahabî sözü nakledilir, bu hadis ve sözlerle çelişecek bir başka hadis ya da söz de bulunmaz ise, bunları arkasına atarak Allah Teâlâ’nın taklit edilmesini yasakladığı kişileri taklit edenler için hiçbir mazeret yoktur. Alim şöyle der:
“Sünnete aykırı olması halinde benim sözüm ile hükmetmen sana helal olmaz. Hadis sahih ise benim sözüme aldırış etme.” Alim kendisine böyle bir şey söylememiş olsa bile, kişiye düşen böyle davranmasıdır. Bu, onun için zorunluluktur, hiçbir kaçamağı olamaz. Alim bunun aksini söyleyecek olsa, kişiye düşen alime değil, delile tabi olmaktır...”
1975 Şeyh el-Elbani’nin resmi sitesi Kaset: 704 fetva no: 10
Bid’ate Çağıranlara Nasıl Davranılır?
Şeyh Rebi b. Hadi hafizehullah’a şöyle soruldu: “Bu zamanda bid’atçiye hecr etmenin (ona darılıp uzaklaşmanın) sınırları nelerdir? Onunla konuşmak, ona selam vermek ve hasta olduğu zaman ziyaret etmek gibi hakları yerine getirmek caiz midir?
Cevap: Hayır. Bid’atine çağıran bid’atçiye darılmak, bağları koparmak ve ondan sakınmak gerekir. Eğer had cezalarını uygulayan bir İslam devleti varsa, bid’at davetçilerinin şerrini engellemek için onları öldürür. Bu islam alimlerinin katında bid’ate davet edenin hükmüdür.
Soru: Şeyhimiz! Hizipçiler bu bid’at davetçilerinden sayılır mı?
Şeyh Rebi: “Evet. O fitne davetçisidir. Batılı destekler ve onu savunur. Ona karşı nasıl sükut edilebilir! Mesela Kutbiyye (Seyyid Kutupçular), sünnete harp açan biri gelse ve habis tekfirci metodunu benimsese, hurafeci ve kabirci olsa dahi onu bir dost edinirler.
Hurafecilere dostluk eden bu Seyyid Kutupçuların birçok örnekleri vardır. Onlara kötülük olarak Seyyid Kutub’a dostluk etmeleri yeter. O, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashasına ve Musa aleyhi's- selâm’a hakaret eden, hulul ve vahdeti vücud görüşünde olan bir kimsedir. Onlar kötülük ve bela ehlidirler.
Şu an İslam alemi Seyyid Kutub’un menhecine ve belasına uymaktadır. Cezayir’de, Afganistan’da ve her yerde olanları görüyorsunuz! Bu menhec pis bir menhecdir. Onlar yalan ve takiyye ehlidirler. Bununla beraber maalesef selefi olduklarını iddia etmektedirler.”1976
1976 Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali’nin Fetvaları (1/307)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Bidât Ehliyle Oturan da Terk Edilir
Ahmed b. Ömer Bâzemûl, “Salih selefin, bid’atten ve bid’at ehlinden ayrılmak (hecr) ile onlarla beraber olanlardan ve onları övenlerden sakındırmak hususundaki menhecini gözetmek maslahattır, Sapmış Halefîn (sonrakilerin) cerh, ta’dil ve nasihatlerdeki maslahatları kötüleyen ve çirkinlikleri güzel gösteren menheci ise tamamen mefsedettir” başlıklı yazısında şöyle demiştir:
Şüphesiz hamd Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefsilerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi hidayet etmişse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırmışsa onu hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur, o birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasulüdür.
Dikkat edin! Sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü dinde sonradan çıkarılanlardır. Dinde her sonradan çıkarılan bir bid’attir, her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir.
Şüphesiz selefin menhecine sarılmak azizdir, bu menhecde yürüyen de çok azdır. Lakin işlerin en garip ve en çirkini; müdafaa ve püskürtme ve bid’at ehline karşı kahramanlık alanlarında kendilerini selefiliğe nispet edenlerin selefi alimlere ve talebelerine eleştiri ve karalamalarda bulunmalarıdır.
Huzeyfe radıyallahu anh şöyle der: “Bil ki sapıklığın en hakikisi; karşı çıktığın şeyi kabul etmeye ve kabul ettiğin şeye karşı çıkmaya başlamandır. Seni televvünden (delilsiz olarak renkten renge girmekten, görüşler değiştirmekten) sakındırırım. Zira Allah’ın dini tektir.”
Hatta temel esasları ve kuralları değiştirip tahrif ederek ve nasları eğip bükerek nefsini savunmaya kalkar. Allah’ın diniyle hevasına göre oynar. İmam Malik b. Enes şöyle demiştir: “Mutlaka oynayacaksan, dininle oynama!”
Bazı sahtekarların, ilmiyle ve konumu ile mağrur olanların yıkmaya çalıştığı bu esaslardan birisi de cerh ve ta’dil esası, bid’at ehlinden, onlarla sohbet etmekten ve onları övmekten sakındırma esaslarıdır.
Nitekim selef, bid’at ehliyle oturmaktan, onlarla sohbet etmekten ve onları övmekten sakındırmışlardır. Kim böyle bir şey yaparsa nasihat edilir ve sakındırılır. Eğer bunu terk etmezse onlara (bid’at ehline) katılır ve ona değer verilmez.
Peki ya onlarla oturan, onları savunan, onlara destek vererek ülfet eden nasıl olur?
Ya sünnet ehlini eleştiren ve onlar hakkında karalama yapanın durumu nasıl olur?
Şüphe yok ki bu gibi kimseler daha düşüktürler. Selefî olduklarını iddia etseler dahi onlar bid’at ve sapıklık ehline nispet edilirler.
Sünnet ehli olan bir selefi; hevâlar (bid’atler) zikredildiği zaman onlara gazap eden ve onlara taassup göstermeyen kimsedir.
Ebu Bekr b. Ayyaş şöyle demiştir: “Sünnet ehli; hevâlar (dinde sonradan çıkarılan görüş ve ameller) zikredildiği zaman onlardan hiçbirine taassup göstermeyen kimsedir.”
Süleyman b. Harb şöyle demiştir: “Sünnetten kıl kadar ayrılan kimse sünnet ehlinden sayılmaz.”
Derim ki, Allah ona rahmet etsin, doğru söylemiştir. Zira sünnete muhalefet eden çok az bir şey hususunda dahi olsa sünnetten ayrılmıştır. Şüphesiz onun durumu büyük bir kötülüğe varır. Ancak Allah’a tevbe eden ve hakka dönen hariçtir.
El-Berbehari şöyle demiştir: “Dinde sonradan çıkarılan şeylerin küçüklerinden sakın. Zira küçük bid’atler büyüklere dönüşür.”
Her bir selefi ve hakkı dileyen herkes için, bid’at ve heva ehlinden ayrılmanın, sakındırıldıktan sonra onlarla sohbet edip onları öven ve onları savunan kimsenin onlara katılması gerektiğini ifade eden şu nasları zikredeceğim:
Mus’ab b. Sad şöyle demiştir: “Fitneye düşmüşlerle oturma. Zira onlara karşı sen iki halde birisindesin: Ya seni de fitneye düşürür ve ona tabi olursun, ya da sen ondan ayrılmadan önce sana eziyet verir.”
Hasen el-Basri ve İbn Sirin şöyle demişlerdir: “Hevâ ehliye oturmayın, onlarla tartışmayın, onları dinlemeyin.”
Ebu Kılabe şöyle demiştir: “Heva ehliyle oturmayın, onlarla tartışmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından veya bildikleriniz hakkında sizi şüpheye düşürmelerinden emin olamam.”
İbn Avn şöyle demiştir: “Bid’at ehliye oturanlar bize karşı bid’at ehlinden daha şiddetlidirler.”
Sufyan es-Sevri şöyle demiştir: “Kim bir bid’at sahibi ile oturursa şu üç halde birinden kurtulamaz: Ya başkaları için bir fitne olur, ya kalbine gideremediği bir şüphe girer de Allah onu cehenneme sokar, ya da “Vallahi onların konuştuklarına aldırmıyorum, ben kendime güveniyorum” der. Her kim dini hakkında göz açıp kapayıncaya kadar Allah’tan emin olursa, kendisinden bu dini alır.”
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: “Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakın.”
İmam Ahmed şöyle demiştir: “Bid’at ehliyle hiçkimsenin oturmaması, onların arasına karışmaması ve onlarla ünsiyet etmemesi gerekir.”
Ebu Davud, İmam Ahmed b. Hanbel’e şöyle sordu: “Sünnet ehli olarak gördüğüm birisini, bid’at ehlinden biriyle görürsem onunla konuşmayı terk edeyim mi?” Ahmed dedi ki:
“Hayır, ona kendisiyle beraber gördüğün kimsenin bid’at sahibi olduğunu öğret. Eğer onu terk ederse onunla konuş, terk etmezse o da ona katılır.”
El-Berbehari şöyle demiştir: “Bir kimseyi heva ehlinden biriyle beraber görürsen onu sakındır ve onu tanıt. Eğer öğrendikten sonra hala onunla oturmaya devam ediyorsa o kimseden de sakın. Zira o bir hevâ sahibidir.”
İbn Batta şöyle demiştir: “Bilin ki ey kardeşlerim, ben bazı toplulukların sünnet ve cemaatten ayrılmalarının, bid’atlere ve çirkinliklere mecbur kalmalarının, kalplerine bela kapısının açılıp hakkın nurunun basiretlerinden engellenmesinin sebebini düşündüm ve bunun iki açıdan olduğunu gördüm:
Birincisi: Kendilerini ilgilendirmeyen, bilinmemesinin akıl sahibine zarar vermediği ve anlamasının mümine fayda vermediği şeyleri çokça araştırıp çokça sormaları.
İkincisi: Fitnesinden emin olunmayan ve sohbeti kalpleri ifsad eden kimselerle oturmaları.”
Yine şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun Allah’tan! İçinizden hiç kimseyi, kendi nefsine güzel zannı ve tuttuğu yol hakkındaki bilgisi, şu hevaların ehlinden biriyle oturmaya ve böylece dinini riske atmaya sürüklemesin! O şöyle der:
“Ben onun yanına münazara etmek veya görüşünden döndürmek için gidiyorum” Şüphesiz onların fitnesi deccalin fitnesinden şiddetli, sözleri kuduz mikrobundan daha bulaşıcı ve kalpleri ateş korundan daha yakıcıdır. Nitekim onlara lanet ve hakaret eden bazı insan toplulukları gördüm ki, onlara karşı çıkmak ve reddiye vermek için onlarla oturdular. Onlar da kendilerine gizlice, ince fikirlerle yaygılar döşediler, nihayet onlardan oldular.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle dedi: “...Bunlar ne söylediklerini ve Müslümanların dinine muhalefet ettiklerini gayet iyi bilmektedirler. Bu sebeple bunlara intisap eden, bunları savunan, övüp yücelten, kitaplarına değer veren, bunlara yardım ve desteğiyle tanınan, bunları eleştirmeyi hoş görmeyen veya onların sözlerinin mahiyetini, bu kitabı onun yazıp yazmadığını bilmediği mazeretiyle ve ancak bir cahilin ya da münafığın ileri sürebileceği benzeri mazeretlerle onları mazur görmeye kalkışan herkesin cezalandırılması gerekir. Hatta durumlarından haberdar olup da onlara karşı çıkmaya yardım etmeyen herkesin de cezalandırılması gerekir. Çünkü böylelerine karşı kıyam edilip de mücadelede bulunmak en önemli farzlardandır...”
Şeyh Salih el-Fevzan şöyle demiştir: “Kendisinde hak olan bazı unsurlar bulunsa dahi bid’atçıya saygı göstermek ve onu övmek caiz değildir. Zira onların övülmesi, onların bid’atlerine revaç ettirir. Bid’atçileri bu ümmetten kendilerine uyulacak kimselerin saflarına sokar. Selef bizi bid’atçiye güvenmekten, onları övmekten ve onlarla oturmaktan sakındırmıştır. Onlarda hak olan bazı unsurlar bulunsa dahi, bid’atçiden sakındırılması ve onlardan uzaklaştırılması gerekir. Zira sapıklık onlarda galip gelmiş ve haktan bir şey bırakmamıştır. Lakin onlarda bid’at unsurlar, muhalefetler ve kötü fikirler bulunduğu sürece onları övmek caiz değildir. Bid’atlerine göz yummak caiz değildir. Çünkü bu bid’ate teşvik olur ve sünnetin değerini alçaltmak olur. Bu yol, bid’atçilerin ortaya çıkıp ümmete önderlik etmelerine vesile olur. Allah onlara imkan vermesin! Onlardan sakındırmak gerekir.”
Allahu ekber! Bu imamlar şayet selefilik iddia eden kimselerin bid’at ehlinden birilerini savunduklarını, sapıklık kurumlarını savunduklarını görselerdi nasıl olurdu? Şayet onların sünnet ehlini karaladıklarını görselerdi nasıl olurdu? Onlar kendilerinin selef menheci üzerinde olduğunu nasıl zannedebiliyorlar! Halbuki onlar daha önce bid’at ehlini eleştirmeye dair tasnifler yapıyorlardı! Şimdi ise daha önce karar verdikleri şeyin aksine tasnifler yapıyorlar!
Onlara hangi bir mazeret vardır?
Allaha yemin olsun hakkın kuyruğu olman, senin için batılın başı olmaktan hayrlıdır!
Bu yüzden ben bütün açıklığıyla şunu ilan ediyorum:
Kendisini bu temel esastan ilgisiz bırakan herkes, selefî olduğunu iddia etse dahi, halini açıklamamızdan, iç yüzünü ortaya koymamızdan, kitaplarını, konferanslarını ve derslerini değersizce duvara çarpmamızdan, ismen kendisinden sakındırmamızdan çekinsin!
Şeyh Salih el-Fevzan şöyle demiştir: “Hataya ve sapmaya karşı uyarmanın kuralı, teşhis edilmesinden sonra, eğer durum kendilerine aldanılmaması için muhalefet eden şahısların ismini açıklamayı gerektiriyorsa, özellikle kendilerinde fikirde, gidişatta veya menhecde sapma bulunan şahıslar, insanlar arasında meşhur iseler, onlara güzel zan besleniyorsa, isimlerinin zikredilmesinde ve menheclerinden sakındırılmasında sakınca yoktur. Alimler, cerh ve tadil ilminde ravileri ve onlar hakkında söylenen eleştirileri zikretmişlerdir. Şahıslarından dolayı değil, ancak ümmete nasihat edip onlardan din alınmaması veya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem adına yalandan korunmaları için bunu yapmışlardır.
Öncelikli kaide; eğer isminin zikredilmesi zarar verecekse veya bunda bir fayda yolsa, sahibinin ismini zikretmeden hataya uyarmaktır. Ama durum, insanları o kişiden ve menhecinden sakındırmayı gerektiriyorsa ismi açıklanır. Bu, Allah için, kitabı için, rasulü için, Müslümanların imamları için ve halkın geneli için nasihattendir. Özellikle de insanlar arasında o kişi meşhur ise, ona güzel zan besleniyorsa, insanlar onun kasetlerinin ve kitaplarının fitnesine düşmüşseler isminin açıklanması ve insanların ondan sakındırılmaları gerekir. Çünkü böyle bir sükut, insanlara zarar getirir. Mutlaka açıkça eleştirilmesi gerekir. Bu ancak Allah için, kitabı için rasulü için, Müslümanların imamları için ve halkın geneli için nasihat olarak yapılır. Hata, insanların fark edemedikleri şekilde gizli ise, onu reddetmek de gizli olur. Ama ortaya çıkmışsa açıkça reddedilmesi gerekir. Ancak bu hatanın sahibi, nasihat edildiğinde bu hatadan dönecekse o başka.”
Allah’ın salat ve selamı nebimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabının üzerine olsun.1977
1977 Şeyh Ahmed b. Ömer Bazemul Hafizehullah’ın şu linkteki yazısı: http://www.sahab.net/forums/index.php?showtopic=96268
Hecr (Darılmanın) Çeşitleri ve Şartları
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’a şöyle soruldu: “Kimlere buğzedip hecretmek (darılmak) caizdir? Yahut bunlardan hangisi Allah için olandır? Allah Teâlâ için kendisine buğzedilecek veya kendisinden ayrılınacak kimsenin şartları nelerdir? Selam vermeyi terk etmek hecr’e girer mi girmez mi? Hecr uygulanan kimse, bunu uygulayana selam verirse bu selama cevap vermek gerekir mi? kendisinden dolayı buğzedilen veya ayrılık uygulanan sıfat, sahibinden zail oluncaya kadar bu ayrılık sürdürülür mü? Yoksa bunun bilinen bir müddeti mi vardır? Eğer bunun belli bir müddeti varsa bunun sınırı nedir? Bize cevap verin, Allah size karşılık versin.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle cevap verdi: “Şer’î hecr (ayrılık/dargınlık) iki çeşittir:
1- Kötülükleri terk etmek anlamında olan hecr.
2- Bu kötülüklerden dolayı cezalandırma manasında olan hecr.
Birincisi: Allah Teâlâ’nın şu ayetinde zikredilmektedir: “Âyetlerimiz üzerinde (lüzumsuz münakaşaya) dalıp (onlar hakkında ileri geri) konuşan kimseleri gördüğün zaman, (onlar konuyu değiştirip de) başka bir konuya dalmadıkça onlardan uzak dur. Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hiç olmazsa hatırladıktan sonra, zâlim kişilerle beraber oturma.” (Enâm 68)
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah size Kitapta "Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, (onlar konuyu değiştirip) başka bir konuşmaya dalmadıkça, onlarla birlikte oturmayın.' (diye bir âyet indirmişti.! Aksi halde, siz da onlar gibi olursunuz.” (Nisa 140)
Bu ayetlerde ihtiyaç olmadıkça münkerlere şahitlik etmemek kastedilmiştir. Mesela içki içen topluluğun yanında oturmak gibi. İçki ve çalgı bulunan düğün yemeğine davet edene icabet edilmez. Bunun gibi. Ancak onların yanına katılıp da onlara karşı çıkan yahut istemeden onların yanında hazır bulunan böyle değildir. Bu yüzden: “Münkere şahit olan onu işleyen gibidir” denilmiştir. Hadiste de şöyle buyrulmuştur:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın.”1978
Bu hecr (ayrılık) insanın kendisini münkerleri işlemekten uzak tutması cinsindendir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşandır.”1979
Bu, küfür ve günahkârlık diyarından İslam ve iman yurduna hicret etmek babındandır. Zira Allah’ın emirlerini yerine getirmeye imkân vermeyen kâfirlerle ve münafıkların arasında ikamet etmekten ayrılmaktır. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Günahlardan uzak dur.” (Muddessir 5)
İkincisi: Edeplendirme yoluyla hecr (ayrılık)tır. Bu, münkerleri açıkça işleyen kimseden ayrılmaktır. Bu kötülükten tevbe edinceye kadar ondan ayrılmak gerekir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve müslümanlar, Allah kendilerinin tevbelerini kabul ettiğine dair ayet indirinceye kadar, kendilerine farz olan cihaddan mazeretsiz olarak geri kalan üç kişiden ayrılmışlardır. Bir münafık dahi olsa, hayrı izhar eden kimseden ise hecr uygulanmaz. Buradaki hecr (ayrılık) ta’zir menzilesindedir.
Ta’zir ise farzları açıkça terk eden ve haramları açıkça işleyen kimseye karşı uygulanır. Mesela namazı ve zekât vermeyi terk eden, zulüm ve çirkinlikleri ortaya koyan, Kitap, sünnet ve ümmetin selefinin icma’ına aykırı bid’atlere çağıran, bu bid’atleri açıkça işleyen kimseler böyledir.
Aslında bu, seleften ve imamlardan şöyle diyenlerin görüşüdür: “Bid’atlere davet edenlerin şahitlikleri kabul edilmez, onların arkasında namaz kılınmaz, onlardan ilim alınmaz, onlarla evlenilmez.” Bid’atlerini terk edinceye kadar bu onlara bir cezalandırmadır. Bu yüzden bid’ate davet eden ile davet etmeyen arasında fark gözetilir. Çünkü bid’atlere davet eden kişi münkeratı açıkça izhar edendir. Cezalandırılmayı hak etmiştir. bid’atini gizleyen ise böyle değildir. Zira o Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerinden alenî hallerini kabul ettiği ve gizli hallerini Allah’a bıraktığı münafıklardan daha şerli değildir. Hâlbuki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıkların çoğunun da durumunu biliyordu.
Bu yüzden hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Muhakkak ki insanlar bir münker gördükleri zaman onu değiştirmezlerse yakında Allah cezasını onlara genelleştirir.”1980
Açıkça işlenen münkerlere karşı çıkılması gerekir. Gizli işlenenler ise böyle değildir. Zira gizli işlenenlerin cezası sahibine özeldir.
Bu hecr, bunu uygulayacak kimselerin kuvvet veya zayıflıklarına, azınlık veya çoğunluk olmalarına göre farklılık gösterir. Eğer burada amaç hecr uygulanan kimsenin sakındırılması, edeplendirilmesi ve halkın onun durumundan geri çevirilmesi ise böyledir.1981 Eğer bunda ağır basan bir maslahat varsa, ondan ayrılmak kötülüğü azaltacak ve gizleyecekse bu meşrudur. Ama eğer kendisinden uzaklaşılan kimse bundan ibret almayacaksa, bilakis kötülük artacaksa veya hecri uygulayacak kişi zayıfsa, kötülük, maslahata ağır basacaksa, hecr meşru olmaz. Bilakis bazı insanlar için ülfet, hecr’den daha faydalı olur. Bazı insanlar içinse hecr, ülfetten daha faydalı olur.1982 Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir topluluğa ülfet ederken, diğer bir topluluğa hecr uygulamıştır.
Nitekim cihaddan geri kalan üç kişi, müellefetu’l-kulub (kalpleri İslama ısındırılan kimseler)den daha hayırlı idiler. Zira onlar (müellefetu’l- kulub) aşiretlerinin ileri gelenleri ve kendilerine itaat edilen kimseler idiler. Dinî maslahat, onların kalplerinin ısındırılması idi. Cihaddan geri kalan üç kişi ise müminler idiler. Onlardan başka (kendilerine hecr uygulanan) müminler de çoktur.1983
Onlara hecr uygulanması dinin izzetinden1984 ve kendilerinin günahlarından temizlenmeleri için idi. Nitekim bazen düşmanla savaşmak meşru iken, bazen onlarla barış yapmak, bazen onlardan cizye almak meşrudur. Bütün bunlar durumların ve maslahatların farklılığına göredir.
İmam Ahmed gibi imamların ve başkalarının bu konudaki cevabı asla göredir. Bu yüzden bid’atlerin çok olduğu mekânlar ile böyle olmayan yerler arasında fark gözetilir.1985 Nitekim Basra’da Kaderiyye yoğun idi. Horasan’da Tencîm (yıldızcılık) – yahut Cehmîlik -, Kufe’de şialık yoğun idi. İtaat olunan imamlar ile başkaları arasında da ayrım gözetilir. Dinin maksatları bilinirse, ona ulaştıran yolu tutmak da başarılabilir.1986
Eğer şer’î hicretin, Allah’ın ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in emrettiği amellerden olduğu anlaşıldıysa, itaatin Allah’a hâlis olması ve emrine uygun olması, yani hem Allah’a hâlis ve hem de doğru olması da zorunludur. Kim nefsinin hevası için hecr uygularsa veya emrolunduğundan başka bir hecr uygularsa bu anlatılanların dışındadır. Nefislerin yaptığının çoğu heva üzerine olmasına rağmen, yaptığının Allah’a itaat olduğunu zannettirebilir.1987
İnsanın hazzı için uyguladığı hecrin (dargınlığın) üç günden fazla devam etmesi caiz değildir. Nitekim Buhari ve Muslim’in Sahih’lerinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu gelmiştir:
“Müslümanın, kardeşini üç günden fazla hecretmesi (darılıp terk etmesi) helal değildir. İkisi karşılaşırlar da biri bir tarafa, diğer bir tarafa döner. İkisinden hayırlı olanı selam vermeye önce başlayanadır.”1988 Böyle bir hecrde üç günden fazlasına ruhsat verilmemiştir. Nitekim kadının kocasından başkası için üç günden fazla yas tutmasına da ruhsat verilmemiştir. Buhari ve Muslim’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu gelmiştir:
“Cennet kapıları her pazartesi ve Perşembe günleri açılır. Allaha ortak koşmamış olan her kul bağışlanır. Ancak kendisiyle kardeşi arasında kinleşme bulunan kimse bundan hariçtir. Şöyle buyrulur: “Bu ikisi barışıncaya kadar bekleyin.”1989
Böyle bir dargınlık insana haramdır. Ancak bazısına ruhsat verilmiştir. Mesela erkeğin, serkeşlik yaptığı zaman karısının yatağını ayırması ve üç güne kadar dargınlığa ruhsat verilmesi gibi.
Allah’ın hakkı için olan dargınlık ile nefsin hakkı için olan dargınlığın arasının ayrılması gerekir. İlki emrolunan şeydir, ikincisi ise yasaklanmıştır. Zira müminler birer kardeştirler. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurmuştur:
“Birbirinizle bağınızı koparmayın, birbirinize sırt dönmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin. Allah’ın kardeş kulları olun. Müslüman, müslümanın kardeşidir.”1990
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Sünen’de gelen hadiste şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin! Size namaz, oruç, zekât, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamadan daha üstün bir dereceyi bildireyim mi?” Sahabeler:
“Evet Ey Allah’ın rasulü!” dediler. Şöyle buyurdu:
“Ara bulmaktır. Ara bozmak ise traş edicidir. Saçları traş eder demiyorum, bilakis dini traş edicidir.”1991
Yine sahih hadiste şöyle buyurmuştur:
“Müminlerin birbirlerini sevme, merhamet ve şefkat göstermedeki misali, tek bir bedenin misali gibidir. Bir organ sancısa, bedenin diğer organları da ateşlenme ve uykusuzlukla ona katılırlar.”1992
Böyledir, zira hecr (darılma) şer’î cezalar babındandır. Bu da Allah yolunda cihad cinsindendir. Bu, Allah’ın kelimesinin en yüce olması ve dinin tamamen Allah’a ait olmas için yapılır.1993 Mümin, Allah için düşmanlık yapar, Allah için dostluk yapar. Eğer bu kimse mü’min ise, ona dostluğun gereği, zalim olsa da (zulmünden alıkoyarak) ona yardım etmektir. Eğer zulmediyorsa imanî dostluk ondan kesilmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa, aralarını düzeltin. Eğer biri diğerine tecavüz ederse, Allah'ın emrine donünceye kadar, tecavüz edenle savaşın. Eğer Allah'ın emrine dönerse, aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. Allah, şüphesiz adil davrananları sever. Mü'minler kardeştirler; kardeşlerinizin aralarını düzeltin ve Allah'tan sakının ki merhamet olunasınız .” (Hucurat 9-10) Savaşma ve taşkınlık bulunmasına rağmen Allah onları kardeş kılmıştır ve aralarını bulmayı emretmiştir.
Mümin bu iki tür arasındaki farkı iyi düşünmelidir. Bu iki türden biri diğeriyle çokça karıştırılıyor. Bilinmelidir ki, zulmetse de, sana karşı taşkınlık etse de mümine dost olmak gerekir. Sana bağışta bulunsa ve iyilik etse dahi kâfire de düşman olunması gerekir. Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ rasulleri dinin tamamen Allaha ait olması, dostlarının sevilmesi ve düşmanlarına buğzedilmesi, dostlarına ikram etmek, düşmanlarını aşağılamak, dostlarını ödüllendirmek ve düşmanlarını cezalandırmak için göndermiş, kitapları bunun için indirmiştir.
Bir kimsede iyilik ve kötülük, itaat ve isyan, sünnet ve bid’at bir araya gelmişse; ondan bulunan iyilik oranında dostluğu ve ödüllendirilmeyi hak eder. Yine kendisinde bulunan kötülük oranında düşmanlığı ve cezalandırılmayı hak eder. Böylece aynı şahısta ikramı gerektiren şeyler ve aşağılanmayı gerektiren şeyler bir araya gelir. Bununla diğeri cem edilir.1994 Tıpkı fakir hırsızın elinin kesilmesi ile devlet hazinesinden onun ihtiyacının karşılanmasının bir araya gelmesi gibi.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin ittifak ettiği asıl budur. Bu konuda Ehl-i Sünnete; Hariciler, Mutezile ve onlara uyum gösterenler muhalefet etmişlerdir. İnsanların sadece ödüllendirilmeyi hak edeceklerini söylememişlerdir. Ehl-i Sünnet şöyle der:
“Muhakkak ki Allah, büyük günah sahiplerinden azap edileceklere cehennem ile azap eder, sonra Allah’ın fazlu rahmetiyle izin verdiği kimselerin şefaatiyle onları çıkarır. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen sünnet de bu şekilde ifade etmektedir.”1995
1978 Sahih. Ahmed (1/20, 3/339) Darimi (2137) Tirmizi (2801) Ebu Ya’la (1925) Taberani (11/191) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (4/331) el-Elbani, el-İrva (1949)
1979 Sahih. Buhari (10, 6484) Ebû Davud (2481) Nesai (4996)
1980 Sahih. İbn Hibban (1/540) Ziya el-Muhtare (1/145) Ahmed (1/2, 5, 9) Ebu Davud (4338) Tirmizi (2307, 3309) İbn Mace (4005) el-Elbani, es-Sahiha (1564)
1981 Önem verilmesi gereken diğer bir konu da şudur: hecri uygulayacak kimsenin durumu gözetilmelidir. Zira müslüman, bid’at, şüphe ve hevâ ehlinden uzaklaşmakla emrolunmuştur. Ta ki onlara iştirak eder ve onların yolunda gider bir duruma düşmesin. Nitekim ilim ehli, bid’atçilerden uzaklaşılmasını emretme hususunda ittifak etmişlerdir. Kalp zayıftır. Aynı şekilde onların sözlerini dinlememek için kulakların tıkanması emredilmiş, yolda onlardan biriyle karşılaşılırsa yolunu değiştirmek tavsiye edilmiştir. Bu husus gayet açıktır.
1982 Bid’at ehlinin destekçilerinin ve savunucularının çoğu bu sözü kötü anlıyorlar ve Sünnet ehline karşı harb etmelerine ve bid’at ehlini dost edinmelerine sebep olacak şekilde uyguluyorlar! Hâlbuki kötülüklerin maslahatlara ağır bastığı kıyaslanamayacak kadar açıktır. Bid’at ehliyle içli dışlı olmaktan hiç geri kalmazlar. Durum, birçok gençlerin bidatlere ve bid’at ehlinin kucağına atılarak zayi edilmelerine sebep olmuştur. Şayet Şeyhulislam İbn Teymiyye sağ olsaydı ve bunlara şahit olsaydı, bu kimselerin kendisinin sözlerini nasıl çarpıttıklarına hayret eder, bid’at ehlinden çok bunlara hücum ederdi! Zira bu çirkin işleri, bid’at ehlinin hile yaparak ve tuzak kurarak gerçekleştiremeyecekleri yıkımlara götürmüştür. Gerçekten kötülük zayıf ve hafif midir? Yoksa yırtık daha fazla mı genişlemektedir?
1983 Peki o kimseler ülfet ettirme konusunda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yolunu tutuyorlar mı? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müellefei kulub’u küfürlerinden ve şirklerinden ayrılmaya yönlendirdiği gibi, onlar da bid’at ehlini sünnetlere ve bid’atlerini terk etmeye yönlendiriyorlar mı? Yoksa durum bunun tam aksi midir?
1984 Peki bid’at ehline yakınlık göstermede ve bu sebeple sünnet ehline karşı harb etmede dinin izzeti elde edilebilir mi?
1985 Peki çözülme ve gevşeme davetçileri bu ayrımı gözetirler mi? Hayır, asla! Bilakis onlar sünnetin aziz ve kuvvetli olduğu yerlerde dahi hecr uygulanmasına karşı çıkarlar. Peki bid’atlere davet edenler ile davet etmeyenler arasında ayrım gözetiyorlar mı? Bid’at ehliyle karışma ile başkaları arasında ayrım gözetirler mi?
1986 Onlar dinin maksadını biliyor ve doğruluk, samimiyet ve ihlas ile ona ulaşmaya çabalıyorlar mı? Samimiyet, fıkıh ve ihlaslarının sonuçları ortaya çıkıyor mu?
1987 Hecrin uygulanıp uygulanmaması hususunda bu açıklama çok önemlidir!
1988 Sahih. Buhari (6077) Muslim (2560)
1989 Sahih. Muslim (2565) Begavi Şerhu’s-Sunne (13/103) Ebu Ya’la (12/38) Hatib Tarih (14/314)
1990 Sahih. Muslim (2563-2564)
1991 Sahih. Ahmed (6/64, 444) İbn Hibban (11/489) Ebu Davud (4919) Tirmizi (2508-2509) el-Elbani, Sahihu Ebi Davud (4111)
1992 Sahih. Buhari (6011) Muslim (2586)
1993 Şeyhulislam doğru söylemiştir! Bid’at ehline dostluk ve fitne davetçileri Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin ve salih selefin penceresinden bakabilirler mi? yoksa sünnet ehline karşı kılıçları çekip ortalığı mı karıştırırlar? Bunun Allah’ın kelimesinin en yüce olması için bir vesile olduğunu idrak edebilirler mi?
1994 Allah şeyhulislam’a rahmet etsin. Eğer bu sözleriyle Fitne ehlinden birileri, iyiliklerle kötülüklerin tartılması gerektiğine delil getirirse bu, salih selefin yapmadıkları bir şeydir. Hatta İbn Teymiyye’nin kendisi de bid’at ehline reddiyelerinde bunu yapmamıştır. Bilakis buna aykırı kararları vardır. Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (4/483) ve Fetava’l-Mısriye (s.210) Ondan önce İmam Ahmed, Yezid b. Muaviye ve benzerleri hakkında şöyle demiştir: “Ona ne söveriz, ne de severiz.” Bid’at ehlinin iyilikleri ile kötülüklerini tartmak, selefin icmaına da aykırıdır. Şeyhulislam’ın gelecek olan sözü gayet açıktır. O, burada büyük günah işlemenin ve bunda ısrar etmenin sahibini İslam dairesinden çıkaracağını ve cehennemde ebedi kalmayı gerektirdiğini, yani büyük günah işlemenin kulun imanını ve salih amelini iptal ettiğini iddia eden Haricileri ve Mutezile’yi reddetmeyi kastetmiştir. Nitekim başka bir yerde (Mecmuu’l-Fetava 28/228-229) bunu açıklamış ve şöyle demiştir: “Kimde iman ve günahkârlık bir arada mevcutsa, imanına göre ona dostluk edilir, günahkârlığına göre ona buğzedilir. Haricilerin ve Mutezilenin iddia ettikleri gibi sırf günahları sebebiyle iman dairesinden çıkarılmaz.” Selefin cerh ve ta’dil hususunda menheci, Haricilerin ve Mutezile’nin ifratlarından ve İslam’da akide ve menhec çözünmesine sebep olan gevşemecilerin iyiliklerle kötülükleri tartma iddialarındaki tefritlerinden ve mürcielikteki aşırılıklarından uzaktır.
1995 İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava (28/203-210)
Bu Fetva Hakkında Bir Şüphenin Giderilmesi
Ebu Malik el-Cuhenî er-Rıfâî şöyle demiştir: “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın Mecmuu’l-Fetava’da (28/209) geçen şu sözünden alınarak karıştırma yapılmıştır:
“Bir kimsede hayır, şer, fücur, taat, ma’siyet, sünnet ve bid’at bir araya gelmişse, kendisinde bulunan hayır miktarında dostluk edilmeyi ve ödüllendirilmeyi, kendisinde bulunan şer miktarında düşmanlık ve cezalandırılmayı hak eder. Bir şahısta ikram edilmeyi ve aşağılanmayı gerektiren haller bir araya gelmiş olur. Mesela fakir hırsızın, hırsızlıktan dolayı eli kesilir ve ona beytu’l-mal’den ihtiyacını giderecek bağış verilir.”
Selefin menhecine muhalefet eden bu kimseler, bu sözü varacağı tehlikeye aldırmayan bir anlayışla anlıyorlar ve Şeyhulislam’ın sözün şöyle açıklıyorlar:
“Bid’atçide hayır ve şer, taat ve masiyet bir araya gelmiştir. O halde onda bulunan hayır kadar sevilir ve dostluk edilir. Bunun gereği olarak da bid’atçiye darılman, onunla bağları kesmen, buğzetmen ve mutlak buğzu izhar etmen caiz değildir. Çünkü o hayrı ve şerri, taat ve masiyeti bir araya getirmiştir.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin sözü hakkında yaptıkları bu açıklamadaki tuhaf maksatları çok açıktır.
Bunlar, kalabalıklaşma ve yığılma ehlidir. Üzerinde salih selefin ve onlardan sonraki imamların icma ettikleri “Bid’atçiye hecr (darılma) kaidesine itiraz etmekte, bu ümmetin samimi mensuplarını onların yolundan engellemektedirler: Sünnet ehli olanla bid’at ehli olanı, selefi ile tekfirci olanı nasıl tek çatı altında toplayabilirsiniz?!
Nitekim Salih selefimiz bid’atçiden hecr uyguluyor (onlardan bağları kesiyor), buğzu ve öfkeyi izhar ediyor ve insanları onlardan sakındırıyorlardı.
Nitekim Fudayl b. Iyad rahimehullah şöyle demiştir:
“Bid’at sahibine dinin hakkında güvenme! İşin hakkında onunla istişare etme! Onun yanında oturma! Kim bid’at sahibinin yanına oturursa Allah onun kalbine körlük bulaştırır.”1996
O kalabalıkçı ve yığılmacılar nasıl yapıyorlar? İbn Teymiyye rahimehullah’ın bu sözüyle oynayarak her tarafa çekiyorlar, hevalarına göre açıklıyorlar, salih selefin bid’atçiye dargınlık hakkındaki icma’ına direşiyorlar. Gençler de onların Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözü hakkında söyledikleri bu yalan ve saptırmayı tasdikliyorlar!
Şayet İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün anlamı, onların söyledikleri ve anladıkları gibi olsaydı, istisnasız olarak bütün bid’at ehli bu sözün kapsamına girerdi. Bu topluluk, Seyyid Kutupçular’ı ve benzerleri kastediyorlar, bu sözü bu kapsamda değerlendirmiyorlar. Onlar Rafızilere muvalat (yakınlık) gösteren İhvanu’l-Muslimin’e karşı çıkarlar. Sufilere muvalat eden Tebliğ cemaatine karşı çıkarlar. Şayet İhvanu’l-Musliminciler ve Tebliğ cemaati onlara İbn Teymiyye’nin bu sözünü delil getirirlerse cevapları ne olurdu? Bu delil getirmeye karşı konumları ne olurdu?
Eğer Şeyh’in bu sözü ile getirilen delili reddeder ve kabul etmezlerse çelişmiş olurlar. İhvancılar ve Tebliğ cemaatinin şöyle demeleri hak olur: “Size helal de bize haram mı? Biz, İbn Teymiyye’nin sözünü, bid’atçiye muvalat, sevgi ve destek hususunda sizin delil getirdiğiniz manaya yakın olarak delil getiriyoruz. Şayet İbn Teymiyye’nin sözü sizin açıkladığınız ve şerh ettiğiniz gibiyse, size de uyar, bize de uyar.” Böylece bütün bid’at ve heva ehli bu kapsama girer. Sadece İhvancılar ve Tebliğ cemaati değil, dikkat et!
O zaman Şia, Sufiyye, Eşariyye, Maturidiyye, Mu’tezile, İbadiyye ve diğer sapıklık fırkalarına dostluk edenler sizi ilzam ederler. Ancak siz, Şeyhulislam’ın sözünü bir yerde delil olarak kullanıp, bir yerde reddetmekle çelişkiye düşersiniz.
Onların hepsinde, başta Şia’da, sonra İbadiyye’de hayır ve şer, sünnet ve bid’at, taat ve masiyet bulunmaktadır. İbn Teymiyye’nin sözünden onları nasıl çıkaracaksınız? Ya bu sözü, bütün bid’atçileri dikkate alarak anlayacaksınız ve böylece bütün bid’at ehliyle aynı safta ittifak edeceğiz, ya da selefe tabi olanlar gibi yapacaksınız! Selefe tabi olanlar İbn Teymiyye’nin sözünü sizin anladığınız gibi anlamıyor, sizin açıkladığınız gibi açıklamıyorlar. Bu sözü bid’atçilerle muvalat etmeye delil getirmiyorlar. Onlar, bir yerde bunu delil getirirken diğer bir yerde reddetmiyorlar. Bu, sizin oynamanızdır. Bize gelince, meselenin aslı indimizde sabittir. Sizin gibi çelişkiye düşmüyoruz.
Derim ki: Şayet düşünürsen, şu Seyyid Kutupçuların hali tek başına, Şeyhulislam rahimehullah’ın bu sözünü doğru anlamadıklarını ve yanlış yükleme yapmalarını açıklamaya yeter.
Eğer: “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün düzgün ve doğru açıklaması nedir?” dersen;
Derim ki: Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah sünnette bir imamdır. O, sonraki sünnet ehlinin selefi akideyi anlayış ve takrirlerinde dayanağıdır. Buna göre, şu muhaliflerin İbn Teymiyye’nin sözünü az önce geçtiği şekilde salih selefin bid’atçiye hecr, buğz ve düşmanlığa dair icmalarını iptal edip çelişerek açıklamaları gibi, O’nun sözünün bir kısmını alıp, selefi icmalara ve eserî (rivayetlere dayalı) akidelere karşı çıkmamız yaraşmaz.
İmam Begavî rahimehullah Şerhu’s-Sunne’de (1/227) şöyle der: “Sahabe, tabiin ve onlara tabi olanlar ile sünnet imamları bid’at ehline düşmanlık ve onlara hecr (dargınlık) uygulama hususunda icma ve ittifak üzere devam etmişlerdir.”
Durum böyle olduğuna göre yürürlükte olan esaslar, selefin icma’ını koruyarak devam etmeyi gerektirir. İbn Teymiyye rahimehullah bile olsa, sonrakilerden herhangi bir âlimin sözü, ilk asırlardaki icmayı delemez. Sonra, bu âlimin sözünü, sahih ve açık icmaya zıt düşmeyecek şekilde yönlendirmek gerekir.
Bizler Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ı, kendisinin sözüne şu muhaliflerin salih selefin bid’atçiden ayrılmaya dair icma’ına aykırı kılarak yaptıkları tuhaf açıklamadan tenzih ederiz. İbn Teymiyye’nin bir vadide, bunların ise başka bir vadide olmaları sana yeter.
Şayet onlar İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözünün akışını düşünselerdi elbette maksadını öğrenir, meramını anlarlardı. Lakin onlar O’nun sözünün bir kısmını alarak sözün akışından ayırıyorlar, sonra diledikleri şekilde açıklıyorlar. Onların durumu: “Namaz kılanlara veyl olsun” kısmını alıp da ayetin devamındaki: “Onlar ki, namazlarından gafildirler” kısmını okumayan kimseye benzer.
Kıymetli kardeşim, işte sana Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın Mecmuu’l-Fetava’daki (28/209) sözünün tamamı! Bu sözleri okuduğunda Şeyhulislam rahimehullah’ın maksadının şu muhaliflerin zannettikleri gibi olmadığını öğreneceksin. Allah ona rahmet etsin, İbn Teymiyye şöyle diyor: “Bir kimsede hayır ve şer, fücur, taat ve masiyet, sünnet ile bid’at bir araya gelirse, onda bulunan hayır oranında muvalatı ve ödüllendirilmeyi hak eder. Yine kendisinde bulunan şer oranında düşmanlık ve cezalandırılmayı hak eder. Bir şahısta ikram ve aşağılamayı gerektiren hallerle şu ve şu haller bulunabilir. Mesela fakir hırsızın çalmasından dolayı eli kesilir, lakin Beytu’l-mal’den onun ihtiyacını giderecek bağış yapılır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin üzerinde ittifak ettiği asıl budur. Hariciler, mutezile ve onlara uyum gösterenler buna muhalefet ederek, ödüllendirilmeyi hak eden insanın cezayı hak etmeyeceğini söylemişlerdir. Ehli sünnet ise şöyle der: “Muhakkak ki Allah, büyük günah sahiplerine cehennemde azap eder, azap ettiği bu kimseleri lütfu ve rahmetinden dolayı sonra kendilerine izin verilenlerin şefaatiyle çıkarır. Nitekim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den gelen sünnet bu şekilde belirtmiştir.”
Şeyh rahimehullah’ın sözü gördüğün gibi, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin ittifak ettiği esas ile onlara muhalefet eden Harici ve Mutezile’nin sözleri hakkındadır. Onun sözünün bu esas çerçevesinde açıklanması gerekir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, büyük günah sahibine veya bid’at sahibi olan fasığa kâfir muamelesi yapmaz. Onların katında zina eden kimse bir Yahudi gibi değildir. Onların katında hırsız, puta tapan bir müşrik gibi değildir. Hariciler ve Mutezile ise böyle görmezler. Hariciler bunların hepsini bir sayarlar. Mutezile ise ilk kısımdakileri (büyük günah işleyenleri) dünyada iki menzile arasında bir menzilede sayarlar, sonra ahiretteki durumları hakkında Haricilerle ittifak ederek onların cehennemde ebedî kalacaklarını söylerler.
Şeyhulislam rahimehullah’ın sözleri bu şekilde düzgünce açıklandığı zaman, selefin sözleri ile ittifak etmiş olur. Selefin bid’atçiye hecr uygulanması hususundaki icma’ı ile bu söz arasında bir çelişki yoktur. Ama Kutupçuların ve benzerlerinin açıkladığı gibi batıl şekilde açıklanırsa selefin icma’ına aykırı düşer. İbn Teymiyye rahimehullah ise bundan berîdir.
Bu muhaliflerin Şeyhulislam rahimehullah’ın sözünü bu şekilde batıl olarak açıklayıp, sonra bid’at ehline muvalat için delil getirmeleri şaşırtıcıdır. İbn Teymiyye’nin kendisi, “Bu, ehl-i sünnet ve’l-cemaatin üzerinde ittifak ettikleri bir esastır” diyor. Allah’ım! Hayret doğrusu! Ehl-i sünnet ve’l- cemaat, bid’atçiye muvalat edip, - iddia ettikleri gibi - onda bulunan hayır ve taatten dolayı sevilmesinde ittifak mı etmişlerdir? Ya İbn Teymiyye rahimehullah bu ittifakı aktarmada yanlış yapıyor, ya da salih selefin yolunu delmeye çalışan bu kimseler İbn Teymiyye’nin sözünü açıklamada yanlış yapıyorlar! Şüphesiz ortadaki durum ikincisidir. İbn Teymiyye’nin söylediği de doğrudur, aktardığı ittifak da doğrudur. Lakin bâtıl olsan, şu bâtıl ehlinin getirdikleri açıklamalardır.
Sonra, herhangi bir âlimin sözü açıklanırken kendisinin menheci ve akidesi gözetilmelidir. Bid’atçiye muvalat için sözünü delil getirdikleri İbn Teymiyye rahimehullah’ın, bid’at ehline karşı dikilmede, onlara karşı çıkmada insanların en şiddetlilerinden olduğu, onun siyretinden malum ve meşhurdur. Allah ona rahmet etsin.
Hafız İbn Hacer rahimehullah, er-Reddu’l-Vafir’e takrizinde şöyle diyor: “Şu adamın (yani İbn Teymiyye) Rafızilerden, Hulul ve ittihatçılardan olan bid’at ehline karşı en büyük direnişi yapan insan olması hayret vericidir. Bu konuda pek çok ve meşhur eserleri ve hasıraltı edilemeyecek fetvaları vardır...”
Şayet Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şu kimselerin menhecinde olduğu gibi; bid’atçiye kendisinde bulunan – iddia ettikleri - hayır ve taat oranında sevgi ve yakınlık gösterileceği menhecinde olsaydı, bid’at âlimleri ve sapıklık kadıları kendisinin asrında onu defalarca öldürmeye kalkmazlardı. Allah onu, onlardan korudu.
Hafız Zehebî rahimehullah, Şeyhulislam İbn Teymiyye hakkında şöyle diyor: “Sağlam sünnete ve selefi yola destek oldu, kendisinden önce çıkmamış meselelerde deliller ve mukaddimelerle sünnete delil getirdi, öncekilerin ve sonrakilerin hücum edecekleri ibareleri kullandı, ondan ürktüler, o da cesaretle üzerine gitti, hatta Mısır ve Şam âlimlerinden bir topluluk üzerine kıyam ettiler, bid’atçilikle suçladılar, tartıştılar, ona büyüklendiler, İbn Teymiyye ise ne korktu, ne yağcılık yaptı, sebat etti. Bilakis, içtihadının, zihninin keskinliğinin, sünnetler ve görüşler hususundaki geniş kapasitesinin, kendisini götürdüğü sonuç olan acı gelen hakkı söyledi. Bununla beraber verâ, mükemmel tefekkür, kavrama çabukluğu, Allah’tan korkma ve Allah’ın haramlarına tazim ile meşhur oldu. Kendisiyle rakipleri arasında hamle savaşları oldu, Şam ve Mısır olayları meydana geldi. Tek bir yaydan dönüşümlü olarak nice atışlar yaptılar, Allah onu kurtardı. Kendisi daima Allah’a yalvarır, yardım isterdi. Tevekkülü kuvvetli idi. Sarsıntılara karşı sebatkâr idi. Devam ettiği virdleri ve zikirleri vardı. Diğer taraftan alimler ve Salihler, askerler ve komutanlar, tüccarlar ve ilerigelenler ile kendisini seven halk tarafından sevilirdi. Çünkü o, gece gündüz dili ve kalemiyle onlara faydalı olmaya kendisini adamıştı.” (ez-Zeyl Ala Tabakati’l-Hanabile 4/394)
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah ve sünnete, selefi akideye destek olma yolunca üstün cihadı hakkındaki bu parlak tablo, Şam’da ve Mısır’da nebevî sünnetin ve eserî akidenin düşmanları tarafından yapılan saldırılar nerede, bid’at ehline muvalat ve muhabbetten bahseden şu muhalifler nerede? Sonra da tutup bid’at ve heva ehline karşı böylesine cihad ve mücadele etmiş bir kimsenin sözünü kendilerine delil getiriyorlar!
İbn Teymiyye üzerine yalan söylüyor ve onun sözünü açıklarken saptırıyorsunuz! Onun menhecine ve itikadına muhalefet ediyorsunuz. Kendi nefislerinize acıyın. Zira İbn Teymiyye adına yalan söyleyen, güneş hakkında yalan söyleyen gibidir.
Şeyhulislam rahimehullah’ın akidesi, menheci, siyreti ve cihadı, parlaklık ve açıklık bakımından güneş gibidir.
İnsanlardan birinin sözünü delil getirmeden edemiyorsanız, işte size (muasır sünnet inkarcısı) Muhammed el-Gazalî’nin kitapları yahut Fehmi Huveydi, yahut Said Havva, Hasen el-Benna’nın ashabı! Onları takip edin, orada hevanıza uyacak, bid’at ehline karşı dostluk ve sevgi duyup aynı safa geçebileceğiniz, cesaretlenebileceğiniz pek çok şey bulursunuz!
Belki de bu sizin için, sünnet imamları adına yalan söylemenizden, onların sözünü olmadık yerlere çekmenizden daha hayırlıdır.
Makalemi, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın rakiplerine yaptığı duasıyla bitiyorum:
“Allah’ım! Onlara kendisiyle hakka hidayet bulacakları bir nur bağışla”
1996 Sahih maktu. İbn Batta el-İbane (437) Lâlekâî, İtikad (264) Ebu Nuaym Hilye (8/103)
Bid’at Ehline ve İsyankârlara Sevgi Besleyenler İman Ehline Benzemez
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile olsalar, Allah'a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mucadele 22)
Taberi rahimehullah şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerime, İslam’da dostluğun ve kardeşliğin dini esaslar üzere kurulduğunu, bu itibarla İslam’a ters düşen kişinin dostluk ve kardeşlik bağını kopardığını, bu itibarla kişinin öz babası, oğlu, kardeşi ve akrabası da olsa artık onlara karşı sevgi besleyemeyeceğini beyan etmektedir.” 1997
Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır:
“Ey müminler, eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez” (Tevbe 23-24)”
Kurtubi rahimehullah şöyle demiştir: “Malik rahimehullah bu âyet-i kerimeden Kaderiyeye düşmanlık edilmesi ve onlarla oturup kalkmanın terkedilmesine delil çıkarmıştır: Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kaderiye (Kaderi inkâr edenler) ile oturup kalkma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü Allah Teâlâ: “Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah ve Rasûlü ile sinir mücadelesi yapanlara sevgi beslediklerini göremezsin” diye buyurmaktadır.
Bütün zulüm ehli ve haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar da Kaderiye hükmündedirler. es-Sevrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Öncekiler bu âyet-i kerimenin sultanlar ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği görüşünde idiler. Abdulaziz b. Ebi Davud'dan rivayet edildiğine göre o tavaf esnasında Mansur ile karşılaşmış. Onu tanıyınca, ondan kaçmış ve bu âyeti okumuş.”1998
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği her bir nebînin kendi ümmetinden havarî ve dostları olmuştur. Bunlar o nebîden sonra sünnetine tutunur, emirlerine uyarlar. Bunlardan sonra ise yapmadıklarını söyleyen (kendileri yapmadıkları halde başkalarına emreden) ve emrolunmadıkları şeyleri yapan halefler çıkar. Kimonlarla eliyle cihad ederse mümindir. Kim diliyle cihad ederse mümindir. Kim kalbiyle cihad ederse mümindir. Bundan sonrasında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”1999
Bu hadiste emrolunmadıkları şeyleri yapmaları, onların Kitap ve sünnetten bir delil olmaksızın ibadet içerikli amel etmeleri, yani bid’atleri işlemeleridir. Onlara elle ve dille karşı çıkmak, bunlara güç yetmiyorsa kalp ile buğzetmek gerekmektedir. Bunun ötesinde iman olmadığı bildiriliyor!
Fudayl b. Iyaz rahimehullah şöyle demiştir: “Şüphesiz Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yemem, bid’at sahibinin yanında yemek yememden daha iyidir. Zira ben eğer Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yersem kimse bana uymaz. Eğer bid’at sahibinin yanında yemek yersem insanlar bana uyarlar. Benimle bid’at sahibi arasında demirden bir kale olmasını isterdim. Sünnet ile az amel, bid’at sahibinin çok amelinden hayırlıdır. Kim bir bid’at sahibiyle oturursa ona hikmet verilmez. Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakındırın. Bid’at sahibine dinin hakkında güvenemezsin. İşin hakkında da onunla istişare etme. Onun yanında oturma. Kim bid’at sahibiyle oturursa Allah Azze ve Celle ona körlük bulaştırır. Allah bir kimsenin bid’at sahibine buğzettiğini bilirse, ameli az da olsa Allah’ın onu bağışlamasını umarım. Muhakkak ki ben ondan ümitliyim. Çünkü sünnet ehlinin her iyiliği arz edilir. Bid’at sahibinin ise ameli çok olsa da Allah’a bir ameli yükseltilmez. Muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin zikir halkalarını arayan melekleri vardır. Kimin yanında oturduğuna dikkat et. Yanındaki bid’at sahibi olmasın! Zira Allah onlara bakmaz. Münafıklığın alameti, kişinin bid’at sahibi ile beraber oturmasıdır. İnsanların hayırlılarına yetiştim, hepsi de sünnet ashabı idi ve bid’at ashabından sakındırıyorlardı. Bid’at sahibiyle oturursan Allah amelini iptal eder ve İslam nurunu kalbinden çıkarır. Allah bir kulu sevdiği zaman yemeğini (yemek arkadaşlarını) güzelleştirir. Bid’at sahibiyle oturma. Zira ben üzerine lanet inmesinden korkarım. Kime bir kimse danışmak için gelir de, ona bid’atçi birini gösterirse İslam’ı aldatmış olur. Bid’at sahibinin yanına girmekten sakının. Zira onlar haktan alıkoyarlar. Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar anlaşır, tanışmayan ruhlar ise ihtilaf ederler. Sünnet ehli birinin bid’at sahibine meyletmesi mümkün değildir. Bunun sebebi ancak münafıklıktır.”2000
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh “Kafirlerle ve münafıklarla cihad et” ayeti hakkında şöyle dedi:
“Eliyle cihad eder, buna gücü yetmeyen diliyle, buna gücü yetmeyen kalbiyle cihad eder ve asık surat gösterir.”2001
Diğer lafzı şöyledir: İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“Günahkar kimseyle karşılaştığında onu asık suratla karşıla”2002
Diğer bir lafzı şöyledir: İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki:
“Eğer günahkar bir komşun olursa ve onu değiştirmeye (ıslah etmeye) gücün yetmezse onu asık suratla karşıla”2003
İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Ey Nebi! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et” ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; el ile cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla karşılamakla emrolundu.”2004
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’a isyan bayrağı açanlara kalben kızmakla Allah’a yakınlaşmaya çalışın. Onları asık yüzle karşılayın. Onları öfkelendirmekle Allah’ın rızasını arayın. Onlardan uz aklaşmakla Allah’a yakınlaşın.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın nebisi! Kimlerle oturalım?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Görülmesiyle Allah’ı hatırladığınız, konuşmasıyla amelinizi artıran ve ameliyle sizi ahirete teşvik eden kişilerle.”.”2005
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bidat sahibini red ve inkar eden kimsenin kalbini Allah emniyet ve imanla doldurur. Bid’at sahibini aşağılayan kimseyi Allah büyük korku gününde güvende kılar. Bid’at sahibine yumuşak davranıp ona ikramda bulunan ve güleryüz gösteren kimse Allah’ın Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e indirdiğini hafife almış olur.”2006
Ebu Nuaym’ın rivayetinde şu şekildedir:
“Kendisine Allah için buğzederek bid’at sahibinden yüzünü çeviren kimsenin kalbini Allah emniyet ve iman ile doldurur. Kim bir bid’at sahibinden sakındırırsa Allah onu kıyamet gününde büyük korkudan emin kılar. Bid’at sahibine selam veren ve onu güler yüzle karşılayıp, güler yüzle ona yönelen kimse, Allah’ın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almıştır.”2007
Diğer rivayetinde lafzı şu şekildedir:
“Kim kendisine buğzederek bid’at sahibinden yüzünü çevirirse Allah onun kalbini emniyet ve imanla doldurur. Kim bid’at sahibini reddederse Allah onu büyük korku gününde emin kılar. Kim bir bid’at sahibinin aleyhinde (sünnet ehline) yardım ederse Allah onun cennette yüz derecesini yükseltir. Kim bir bid’at sahibine selam verirse veya onu güleryüzle karşılar ya da onu sevindirecek şekilde yönelirse Allah Azze ve Celle’nin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almıştır.”2008
İbn Asakir’in rivayetinde şöyledir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Kim bir bid’at sahibini korkutursa Allah onun kalbini bereket ve iman ile doldurur. Kim bir bid’at sahibi reddederse Allah onu büyük korkudan emin kılar. Kim bir bid’at sahibini aşağılarsa Allah onun cennette bir derecesini yükseltir. Kim onunla karşılaştığında yumuşak davranır ve güler yüz gösterirse Allah’ın Muhammed’e indirdiğini hafife almıştır.”2009
Ebu Nasr Ubeydullah b. Said b. Hâtim es-Secezî, el-İbane’de;... Abdulmecid b. Abdulaziz b. Ebi Ravvad – babası – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bir bid’at sahibinden yüzünü çevirirse Allah onun cennette yüz derecesini yükseltir. Kim bir bid’at sahibine selam verir ve güler yüzle onu rahatlatırsa Allah’ın Muhammed’e indirdiğini hafife almıştır.”2010
1997 Taberi (23/257)
1998 Kurtubi (17/260)
1999 Sahih. Muslim (50) Ahmed (1/458, 461)
2000 Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (8/103-104) İbn Batta el-İbane (437-441) el-Lalekai İtikad (261-267)
2001 Sahih mevkuf. İbn Ebi Hatim, Tefsir (7/333) Taberi (14/358)
2002 Sahih mevkuf. Taberani (9/112) Zehebî Mu’cemu’l-Latif (39)
2003 Sahih mevkuf. Hennad es-Seri, Zühd (1251) Vekî Zühd (532)
2004 Sahih. Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38)
2005 Hasen ligayrihi. İbn Şahin et-Tergib (482) Deylemi (2320) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 1234)
* Malik b. Migvel bunu İsa aleyhi's-selâm’ın sözü olarak nakletmiştir: İbnu’l- Mubarek, ez-Zuhd (355) Ahmed, Zühd (299)
2006 Hasen. Kudaî Musnedu Şihab (537) İsnadında Ebu Hazım Abdulgaffar b. el-Hasen hakkında Ebu Hâtim: “sakınca yok” demiştir.
2007 Hasen. Ebu Nuaym Hilye (8/199) Hatib Tarih (10/263)
2008 Hasen. Herevî Zemmu’l-Kelâm (949) Hatib, Muvazzahu Evham (288) Hadisu Ebi’l-Fadl ez-Zuhri (no:147) İbn Ebi’l-Muberred, Cem’u Cuyuşi’d-Desakir Ala İbn Asakir (no: 46) Deylemi (5779) İsnadında bulunan el-Huseyn b. Halidhakkında İbn Main: “Sika değil” dedi. İbn Adiy: “Hadislerinin geneli zayıf veya meçhul kimselerdendir” demiştir. Ancak Huseyn b. Halid tek kalmamıştır. Ebu Nuaym, el-Hilye’de (8/200)... İbrahim b. Edhem’in arkadaşı; Muhammed b. Mansur ez-Zahid yoluyla Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir.
2009 Hasen. İbn Asakir (54/199); ...Muhammed b. Mansur - Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdi – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etmiştir.
2010 Hasen. Suyuti, Lealiu’l-Masnua (1/230)
Sünnette Açıktan Günah İşleyenlere Karşı Tavır
Sefine Radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem nakışlarla süslenmiş bir eve girmezdi”2011
Ebu Sa’lebe el-Huşenî radıyallahu anh’den: “Bir adam parmağında altından bir yüzük bulunduğu halde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elindeki değnekle adamın eline vurdu. Sonra da adama gereken önemi göstermedi. Adam da yüzüğünü çıkarıp attı...”2012
Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: “Bir adam parmağında altından bir yüzük olduğu halde Necran’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yüzüğü görünce adamdan yüz çevirdi. Adam da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hiçbir şey soramadı. Bunun üzerine adam, hanımının yanına geri döndü ve ona durumu anlattı. Hanımı:
“Sende bir hal var. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına dön ve yüzüğü de at” dedi. Adam gelip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girmek için izin istedi. Ona izin verdi. Adam selam verdi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de selamı aldı. Adam:
“Ey Allah’ın rasulü! Benden niçin yüz çevirdin?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sen bana parmağında ateşten bir kor tanesi olduğun halde geldin.” Buyurdu. Adam:
“Ey Allah’ın rasulü! O halde ben şu anda size pekçok ateş koru getirdim” dedi. Zira adam bahreyn’den süslü eşyalar getirmişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“Getirdiğin şeyler bizden bir şeyi zenginleştirecek değildir ve bizim yanımızda Harre’nin taşlarından farksızdır. Fakat onlar dünya hayatının geçimliğidir” buyurdu. Adam:
“O halde ashabının içerisinde bana mazeret beyan et ki, senin herhangi bir şey sebebiyle bana kızdığını sanmasınlar” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalkıp adama mazeret beyan etti ve aralarında geçen durumun yüzükle ilgili olduğunu bildirdi. Adam:
“O halde yüzüğü neden yaptırayım?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Demir, gümüş veya tunçtan” buyurdu.”2013
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’e Mekke’nin fethi yılında Muhassab vadisinde iken, Kabe’ye varmasını, orada bulunan bütün suretlerin silinmesini emretti. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’nin içindeki bütün resimler silininceye kadar oraya girmemiştir.”2014
Kumandanlardan birini bir kimse övmeye başlayınca Mikdad b. Esved radıyallahu anh onun üzerine toprak atmaya başlamış ve “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize meddahların yüzüne toprak saçmamızı emretti” demiştir.2015
İbn Abbas radıyallahu anhuma Arafatta cemaatin telbiye getirmediklerini görünce bunun sebebini sormuş, halkın Muaviyeden korktukları için telbiye getirmediğini öğrenince hemen çadırından çıkmış ve: “Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk. Onlar Ali radıyallahu anh’e kızgınlıklarından dolayı sünneti terk ediyorlar!” diye söylenmiştir.2016
İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın azatlı cariyesi ona Medine’den gitmek istediğini, zamanın kötüleştiğini söyleyince, İbn Ömer radıyallahu anhuma:
“Yerinde otur! Aptal! Zira ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
“Eğer bir kimse Medinenin şiddet ve sıkıntısına katlanırsa, kıyamet gününde ben ona şahit yahut şefaatçi olurum” buyururken işittim” demiştir.2017
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma oğlunun, hanımını mescide göndermeyeceği ile ilgili sözü üzerine, daha önce hiçkimseye sövmediği şekilde sövmüştür.2018
Birisi İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya Ramazanda Teravihi imamın arkasında kılayım mı?” diye sordu. O da ona Kur’an’ı okuyup okuyamadığını sordu. Adam evet deyince: “Öyleyse neden eşek gibi susuyorsun? Git evinde kıl” dedi.2019
Umare b. Rueybe, Bişr b. Mervan’ı Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua ederken görünce: “Allah bu ellerin belasını versin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i minber üzerinde gördüm; işaret parmağından başkasını kaldırmazdı” demiştir.2020
Ebu Bekre radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in taş atmayı yasakladığına dair hadisi anlatırken amcasının oğlu taşı almış ve: “Bunu mu yasakladı?” diyerek atmış, Ebu Bekre radıyallahu anh de bunun üzerine:
“Dikkat et! Ben sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den haber veriyor ve yasakladığını söylüyorum, sen ise hala atıyorsun. Vallahi yaşadığım sürece artık seninle konuşmam” demiştir.2021
İbn Ömer radıyallahu anhuma mescidde hadis rivayet ederken orada bulunan bir kıssacıya sırtını dönerek oturmuş, o kıssacı ellerini kaldırıp dua etmiş, İbn Ömer radıyallahu anhuma ise elini kaldırmamıştır.2022
Muaviye b. Ebi Sufyan, altın veya gümüşten yapılmış su kabını kendi ağırlığından daha fazlasıyla satınca Ebu’d-Derda radıyallahu anh: “Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, O böyle yapılmasını yasakladı. Ancak misli misline satılmasına izin verdi” dedi. Muaviye:
“Ben bunda sakınca olduğunu sanmıyorum” dedi. Ebu’d-Derda: “Bunun yaptığını kınayıp beni destekleyecek yok mu? Ben ona Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis rivayet ediyorum, o ise kendi görüşünü söylüyor. Ben senin bulunduğun yerde artık kalamam...” demiştir.2023
İbn Ömer radıyallahu anhuma Ebu Eyyub radıyallahu anh’ı evine davet etti. Ebu Eyyub duvarda bir perde asılı olduğunu gördü. İbn Ömer:
“Duvara perde (duvar halısı gibi) asma hususunda kadınlar bize galip geldi” deyince, Ebu Eyyub:
“Bunu herkesten beklerdim de senden beklemezdim. Vallahi senin yemeğini yemeyeceğim” diyerek geri döndü.2024
İbn Mes’ud radıyallahu anh bir evde suret görünce geri dönmüştür.2025
Vali Mervan b. Hakem sünnette olanın aksine olarak bayram namazında hutbeyi öne alınca Ebu Said radıyallahu anh bunun sebebini sordu. Mervan bu durumun terk edildiğini söyleyince Ebu Said radıyallahu anh üç defa:
“Asla olmaz! Allaha yemin ederim ki siz benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız” diyerek oradan ayrılmıştır.2026
Aişe radıyallahu anha kendisinin yanında kalan bir ailenin evinde tavla olduğunu öğrenince:
“Eğer o tavlayı çıkarmazsanız, ben sizi evimden kovacağım” demiştir.2027
Ömer radıyallahu anh, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın kızkardeşini ölü ardından feryatla ağladığı için yanından uzaklaştırmıştır.2028
Ömer radıyallahu anh bir adamın başında kedi derisinden bir şapka görünce onu alıp yırtmış ve “Ben bunu ancak leş olarak görüyorum” demiştir.2029
Huzeyfe radıyallahu anh Medain’de iken kendisine gümüş kapta su getiren birisinin elinden bardağı alıp sahibine fırlatmış ve
“Bunu ilk defa yapmadım. Ben onu gümüş bardakla su vermekten yasaklamıştım. Fakat o vazgeçmedi” demiş ve ilgili hadisi rivayet etmiştir.2030
İbn Ömer radıyallahu anhuma kendisine gümüş kapla su verilirse o kabı kırardı.2031
2011 Sahih. İbn Hibban (8/91) Hakim (2/186) Ahmed (5/220-222) İbn Mace (3360) Ebu Davud (3755) Taberani (7/84)
2012 Hasen. İbn Hibban (1/410) Tahavi (4/261) Ahmed (4/195) Nesai (8/171)
2013 Sahih. İbn Hibban (7/411) Ahmed (3/14) Nesai (8/170)
2014 Sahih. İbn Hibban (7/540) Ebû Davud (4156) Beyhaki (7/268) Ahmed (3/335, 336, 383, 396)
2015 Sahih. Muslim (Zühd 68)
2016 Sahih. Nesai, (3006)
2017 Sahih. Muslim (Hac 482)
2018 Sahih. Abdurrazzak (3/147, 5107) Ahmed (2/127, 140, 143)
2019 Sahih. Abdurrazzak (4/263)
2020 Sahih. Muslim (hac 53)
2021 Sahih. Ahmed (5/46) Muslim (sayd 54)
2022 Hasen. Abdurrazzak (3/218)
2023 Sahih. Malik (buyu 33) Şafii, er-Risale (s.192)
2024 Sahih. Buhari (Nikah 76)
2025 Sahih. Buhari (Nikah 76)
2026 Sahih. Muslim (Salatu’l-iydeyn 9)
2027 Hasen. Malik (Ru’ya 6) Şerhu’s-Sunne (12/385) Buhari Edebu’l-Mufred (1274)
2028 Sahih. Buhari (husumat 5)
2029 Munkatı’. Abdurrazzak (1/71)
2030 Sahih. Ahmed (5/396, 397, 398, 400)
2031 Sahih. Abdurrazzak (Ma’mer’in Cami kitabı 11/70)
Küfür Sistemlerini Destekleyenler Onlara Meyledenlerdendir
Cahiliye toplumları, kralı ve sistemi eleştirdikleri için, rasule ve hakka karşı çıkarak kralın ya da sistemin dinini savunmuşlardır. Baş edemeyecekleri kesin delillerle karşılarına çıkıldığında onları hemen düzene bağlı yetkililere şikâyet ederek: “Bunlar senin dinine hakaret edip aşağılıyor, dinimizi değiştirmek istiyorlar. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak istiyorlar” derler.
“Firavun'un kavminden ileri gelenler ise, (Firavun'a) şöyle demişlerdi: “Mûsâ ve kavmini, yeryüzünde fesad çıkarmaları, aynı zamanda onun da seni ve ilâhlarını bırakması için mi serbest bırakıyorsun?” (Araf 127)
“Firavun şöyle demişti: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim; o Rabbına yalvaradursun. Ben, dîninizi değiştirmesinden yahut yeryüzünde fesad çıkarmasından korkuyorum” (Mü'min 26)
Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Kur’ân ile yönetim birbirinden ayrılacaktır. Sizler Kur’ân nerede olursa o tarafta yer alın. Üzerinize bazı idareciler gelecek, onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Karşı çıkarsanız sizi öldürürler.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü! O zaman ulaşırsak ne yapalım?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İsa’nın (aleyhi's-selâm) ashabının yaptığını yapın. Onlar testere ile biçildiler, darağaçlarına çekildiler. Allah’a itaat üzere ölmek, isyan üzere yaşamaktan iyidir.”2032
2032 Sahih ligayrihi. Taberani (20/90) Taberani Mucemu’s-Sagir (749) Ebu Nuaym Hilye (5/165) Şeceri Emali (2830) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (4416) Ravileri güvenilirdir. Ancak Yezid b. Mersed, Muaz radıyallahu anh’den işitmemiştir. Hadisin şahitleri vardır:
* Ubade b. Samit radıyallahu anh’den: Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/345) İbn Ebi Şeybe (7/461)
* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: İbn Ebi Şeybe (7/461)
* Ebu Berze radıyallahu anh’den: Ebu Ya’la (13/436)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Demokratik Düzenlere Oy Vererek İtaat Edenler Kafirlere Benzer
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: “Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Kim bir topluluğun kalabalığını artırırsa onlardandır. Kim bir topluluğun amelinden razı olursa onu işleyene ortak olur.”2033
Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh şöyle dedi: “Kim bir topluluğun kalabalığını artırırsa onun ehlinden olur. Kim bir amelden razı olursa onu işleyene ortak olur.”2034
Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bir topluluğun karartısını (kalabalığını) artırırsa onlardandır.”2035
Burada dikkat edilmesi gereken husus, bizim oy kullanmayı küfür, oy kullananları da kâfir sayan haricilere muhalefet etmemizdir. Teşrî kelimesi lügatte kanun koymaktır. Dinde kullanılan manası ise; bir hükmü Allah’a veya dine nispet etmek, helal ve haram koymak yahut Allah’ın hükmünü değiştirerek uydurulan hükmü dine nispet etmektir. Nitekim delil getirilen ayette
“Yoksa onların Allah’ın meşru kılmadığı şeyi dinden meşru kılan ortakları mı var?” (Şura 21) buyrulmuştur.
Demokratik seçimlere katılmak, amelde kâfirlere benzemek ve onlara amelî olarak itaat etmek olduğundan haramdır. Eğer akide hususunda da onlara benzenir ve itikadî itaat gerçekleşirse bu küfür ve şirk olur. Bu da demokrasiyi meşru görmek, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi caiz kabul etmekle gerçekleşir. Böyle bir itikada sahip olankimse oy kullanmasa dahi kâfir olur.
Lakin demokrasiyi akide olarak reddettiği halde, demokrasiden daha şerli küfür sistemlerinin zulmüne maruz kalmaktan dolayı, mevcut zulmü ancak oy kullanmak suretiyle def edebileceğini zannederek oy kullanan tevhid ehli bir kimseyi tekfir etmek mümkün değildir. Zira bu kimse, muhatap olduğu iki kötülükten büyük olanını def etmek için küçük olanına katlanmak düşüncesiyle bu fiilde bulunmuştur. İlim ehli olarak kabul ettikleri bazı kimselerin de görüşünü almak suretiyle böyle bir davranışta bulunan kimselerin hatalı olduklarını anlatmak için sağlam delillerle hüccet ikamesi gereklidir. Kur’ân ve sünnet naslarından veya aklî olarak getirilen şüphelerin giderilmesi gerekir.
Oy kullanmak sebebiyle insanları tekfir edenler ise diğer bir sapık gruptur. Şu kaideyi hatırdan çıkarmamak gerekir:
“Batıl, hak suretinde gelebilir lakin hak hiçbir zaman batıl suretinde gelmez.” Bu yüzden tevhid ehli Müslümanlar, davetlerinde asla miting, seçimlere katılmak, parlementoya girmek gibi küfür ehline ait metotları benimsemezler. İbrahim aleyhi's-selâm’ın kavminin şerrinden kurtulmak için yıldıza bakarak “ben hastayım” demesi gibi, Müslümanların kendilerini oy kullanmaya mecbur hissettikleri durumlar söz konusu olabilir, lakin oy kullanmama gibi bir seçenek olduğu sürece bu bâtıl fiile asla iştirak etmemek gerekir! Nitekim zarurette kaldığı için meyte veya domuz eti yiyen kimse, bunların helal olduğunu iddia edemez!
2033 Sahih. Deylemi (5621) eş-Şenterini, ez-Zahire Fi Mehasini Ehli’l-Cezire (4/777) Zehebi, Teşbihu’l-Hamis (s.17) Ebu Ya’lâ’dan naklen: Fethu’l-Bari (13/37) Zeylai Nasbu’r-Raye (4/346) Metalibu Aliye (1660) Busayrî İthaf (3297/1) Ali b. Ma’bed’in Kitabu’t-Taat ve’l-Ma’siyet’inden naklen; İbn Hacer, ed-Diraye (1015) Keşfu’l-Hafa (2588)
2034 Munkatı. İbnu’l-Mubarek, Kitabu’z-Zuhd (42) Begavi Şerhu’s-Sunne (9/149) ez-Zeylaî Nasbu’r-Raye (4/346) Abdurrahman b. Ziyad ile Ebu Zerr radıyallahu anh arasında inkıta vardır.
2035 Hasen ligayrihi. Hatib Tarih (10/40) İbn Ebi Asım, es-Sunne (1464) Ebu Amr el-Buhayri, Fevaidu’l-Muntabe Li’l-Mahledî (el yazma no:788) el-Elbani ed- Daife (4608) isnadında el-Haris b. en-Numan ve Said b. Umare zayıftır.
Şeyh Muqbil b. Hâdi el-Vadiî Rahimehullah’ın Seçimler Hakkındaki Fetvaları
Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah şöyle demiştir: “Seçimlere katılmaya davet eden selefi olamaz. O selefi değil, felsefîdir.”2036
Yine şöyle demiştir: “Seçimlere katılmaya çağıranlar sapık ve fasık sayılırlar. Zira bu, komünistlerin, baasçıların, nasırîlerin ve - Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in:
“İman Yemendendir, hikmet Yemen’lidir”2037 buyurduğu - tertemiz topraklarımız üzerine gelecek olan diğerlerinin ayaklarını sağlamlaştırmaktır. Oy kullanma meselesine “içtihadi bir mesele” diyen miskinin de miskinidir.”2038
Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah’a şöyle soruldu: “Seçimlere katılmayı vacip görüyorum. Zira hayır ehlinin bundan geri kalması caiz olmaz. Çünkü hayır ehli bundan geri kalırlarsa hayırsız kimseler oraya girer. Hayırlı kimselerin hükümet meclislerinde bulunmaları iyidir. Zira bu meclislerde doğruyu gösterebilirler. Seçimler hakkında sizin görüşünüz nedir? Bunu caiz gören kimseyi reddetmek için kitap ve sünnetten delil nedir? Bunun haramlığının delili nedir?”
Cevap: Rabbu’l-İzzet, kerim kitabında şöyle buyuruyor:
“Hiç mü'min olan kimse fâsık olan gibi midir? Bunlar asla eşit olamazlar.” (Secde 18) Alim, fazilet sahibi, eşek ve komünistin oyları birdir. Allah Teâlâ kerim kitabında şöyle buyuruyor:
“Yoksa kötülükleri işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini, iman eden ve sâlih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannediyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (Casiye 21)
“Yoksa îman edenleri ve sâlih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahutta Allah'tan korkanları, kötülük işleyenler gibi mi tutacağız?” (Sad 28)
“Erkek kız gibi değildir.” (Al-i İmran 36)
Fazilet sahibi kimsenin oyu, günahkâr bir kadının oyu ile eşit sayılmaktadır. Allah Subahnehu ve Teâlâ, müşrikler meleklerin Allah Teâlâ’nın kızları olduklarını söyledikleri ve erkekleri kendilerine nispet ettiklerinde şöyle buyurmuştur:
“O halde bu haksız bir taksim” (Necm 22)
Bu seçimler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma zamanlarında, Emeviler ve Abbasiler devletlerinde var mıydı? Nitekim küfür ülkelerinden bazısında livata, erkeğin erkekle evlenmesi, içkiyi ve faizli bankaları serbest bırakma konuları oylanır hale gelmiştir. Oylama ve seçimler gölgesinde her şeyi yapmak mümkündür. Rabbu’l-İzzet ise kerim kitabında şöyle buyuruyor:
“Onlar, yine de câhiliyyenin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar?” (Maide 50) Sen dosdoğru olanı talep et. Allah Teâlâ, Nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle buyuruyor:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud 112) Yine şöyle buyurur: “O halde dosdoğruca O'na yönelin” (Fussilet 6) Bizler Kitap ve sünnete karşı dosdoğru olmakla emrolunduk. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.” (İsra 74)
Afganistan’da seçimlerin sonucu ne oldu? Birçok İslamî ülkelerde seçimler ne sonuç getirdi? Bundan da kötüsü, seçimler demokrasinin vesilesidir. Bu sözler Sudan’lı kardeşlerimize yönelik değildir. Seçimlerden günler sonra kimse benden konuşmamı istemesin.
Ben “el-Musara’a”, “Fetva Fi Vahdeti’l-Muslimin Maa’l-Kuffar”, “Kam’u’l-Muanid” ve “Gâretu’l-Eşrita Ala Ehli’l-Cehl ve’s-Safsata” kitaplarımda seçimler hakkında konuşmaktan yoruldum. Elhamdulillah bu kitapların hepsi basılmıştır.”2039
Şeyh Mukbil rahimehullah’a bazı şeyhlerin oy kullanmaya cevaz verdikleri söylenir ve bunun neden içtihadi bir mesele olmadığı sorulur. Bunun üzerine şöyle cevap vermiştir:
“Şeyh el-Elbânî Cezair’de seçimlere katılmaya cevaz vermiş, kadınların nikaplarıyla seçime katılmasında sakınca görmemiştir. Yine Şeyh b. Baz da böyle fetva vermiştir. İhvanu’l-Muflisin de onların fetvalarını yayınlamıştır. Ben de diyorum ki bu iki şeyhin Allah’tan korkmaları ve Ehl-i Sünnet’ten bir çok kimseyi saptırdıkları bu fetvadan dönmeleri gerekir. Allaha hamd olsun Ehl-i Sünnet taklit etmez. Çünkü Allah Azze ve Celle kitabında şöyle buyurmuştur:
“Bilmediğin şeyin ardına düşme” (İsra 36)...”
Şeyh Mukbil rahimehullah oy kullanmayı caiz sayan Abdurrahman Abdulhalık ve Ebu İshak el-Huveyni’yi şu sözleriyle reddetmiştir:
“Abdurrahman Abdulhalık’a Allah hayırlı karşılık vermesin. Selefi idi, sonra Sulfatî oldu. Çünkü seçimlere katılma görüşüne tutundu. Oy kullanmak demokratiyye’nin görüşüdür.
Onun Allah’tan korkması ve Allah’a daveti terk etmesi gerekir. Zira ben onun gibilerin yerinde oturması gerektiği görüşündeyim. Onun zararı faydasından büyüktür. Ondan teberri edilmelidir. Çünkü başkalarının Kitap ve sünnet üzerine kurulu olan davetlerine zararı çoktur. Onun tevbe etmesini ve bu partilerden uzaklaşmasını öğütlerim.2040
Bütün selefilerin sünnet ile izzet bulmaları, bunu şeref saymaları gerekir. Abdurrahman Abdulhalık’ın selefiliği gibi olmamalıdırlar. O Yemen’de, Sudan’da, Cidde’de ve hatta Endonezya’da Ehl-i Sünnet’in saflarını bölmüştür. Abdurrahman Abdulhalık oralara gittiğinde ancak aralarını bölen belalarla dönmüştür. Fikirleriyle değil, dinarlarıyla bölücülük yapmıştır.
Onun İhvanî görüşleri vardır ve seçimlere katılmaya davet etmektedir. Onun ve Abdullah es-Sebt’in daveti Selefî ve Sünnî davete karşı bir lekedir.2041
Abdurrahman Abdulhalık’ın el-Vela ve’l-Bera kitabı hakkında Şeyh Mukbil şöyle dedi: “Hükümetlere dostluk edenleri ve Salihlerden uzaklaşanları Allah’a davet edenlerin en faziletleri olarak sayıyor” demiştir. Sonra Şeyh Mukbil, Abdurrahman Abdulhalık’ın bu kitabındaki sapık sözlerinden birisi olarak şunu nakleder: “Saddam müminlerin kahramanı ve mucahiddir...” diyor”2042
Ebu İshak el-Huveyni, Parlemento meselesi hakkında: “Fer’î bir meseledir, aslî mesele değildir. Bizim bundan geri kalmamamız gerekir” demiştir. Ebu Abdillah el-Mısri dedi ki: Şeyh Mukbil, Ebu İshak el-Huveyni hakkında şöyle dedi:
“Nasıf Ali dedi ki: “Allah biliyor ya, bu adam hakkında emin olamıyorum.” Kasetlerini dinlemeyi tavsiye etmiyorum.”2043
Bir gün Şeyh Mukbil, Ebu İshak el-Huveyni hakkında eliyle havaya işaret ederek “Şuradan ve buradan yemeyi seven birisi” dedi.2044
Şeyh Mukbil’in seçimler hakkında birçok açıklamaları; İ’lamu’l-Ecyal Bikelami’l-İmam el-Vadiî Fi’l-Furuk ve’l-Kutub ve’r-Rical kitabında bulunmaktadır.
Şeyh Mukbil’in bu konuda fetvalarından diğer bazıları da şöyledir:
Soru: Hüküm yalnız Allahın olmasına rağmen, “Halkın kendi kendini yönetmesi” sözlerinin anlamı nedir? Oylama Allahın şeriatına muhalif olursa tabi olunabilir mi?
Cevap: Halkın kendi kendini yönetmesi demokrasidir ve bu küfürdür. Zira Allah Teâla:
“Hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf 26) Demokrasi küfürdür başlıklı sesli kaydımız vardır.
Oylamaya gelince, bu Müslümanlara karşı taraf olmaktır. Bu dinde pazarlıktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bütün cahiliye işleri ayaklarımın altındadır”2045 Bizim de: “Partilerin, Ba’asçıların, Nasırilerin görüşleri ayaklarımızın altındadır” dememiz gerekir. Ama Allah’ın kitabını millet meclisine koymamız halinde Kitap ve sünnete aykırı bir oylama yapıldığında, “Millet meclisinin söylediğini alırız” demek küfürdür.
“Öyleyse bu haksız bir paylaşma“ (Necm 22) Allah yardımcımız olsun.2046
Soru: İnsanların birçoğu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Şeytan arap yarımadasında kendisine ibadet edilmesinden ümit kesmiştir” hadisini delil getirerek Arap yarımadasında şirk olmayacağını söylüyor.
Cevap: Şeytanın ümit kesmesi hüccet değildir. O namaz kılanların ibadetinden ümit kesmiş ve namaz kılmayanlara çıkmıştır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Devs kabilesinin kadınlarının kıçları Zu’l-Halasa putu için sallanmadıkça kıyamet kopmaz.”2047
İşte Arap yarımadasında Allah’tan başkasına dua edenler! İşte Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenler! Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek şirktir. İşte Allah’tan başkasına itikad besleyenler!
Bu sadece şeytanın bir zannıdır ve o zannında hata etmiştir. Şirk günümüzde de kol gezmektedir. Mesela Müslümanların yöneticilerinin hükümde bulunduğu meclisler buna bir örnektir. Bu şekilde muhakeme şirk ve küfürdür. Birleşmiş Milletlerin hükümleri şirk ve küfürdür.:
“Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?“ (Şura 21)
İşte Irak tagutu Saddam! İşte Kaddafi! Savtu’l-Ummal ve el-Mesar gazeteleri: “el-Vadii Müslümanları tekfir ediyor” diyorlar! Bilakis ben ehl-i sünnetim ey gafiller! Müslümanları değil, kâfirleri tekfir ediyorum! Allah’ın kendilerine vacip kıldıklarını yerine getirerek namaz kılanlara gelince, ben onları tekfir etmiyorum. Size meydan okuyorum: bir müslümanı tekfir ettiğimi ispatlayın!
Bu gazeteleri rezil ederek onların partici olduklarını Müslümanlara bildiren Allah’a hamd olsun. Onların partici olduklarını söylediğimizde hakkımızda: “Siz çok sertsiniz, siz şöylesiniz, siz böylesiniz...” diyorlardı. Bizim bu gazetelerin partici olduğunu yazmaktaki amacımız; Müslümanlara onların partici olduklarını ve küfre hizmet ettiklerini bildirmekti.
Bu zamanda tagutlar çoktur. Millet meclisi taguttur, ülkemizdeki partici bakanlar taguttur. Ey Cezayirli’ler! Şazeli b. Cedid taguttur. Fransa Şazeli b. Cedid’e öfkelenmiş ve ülkesine girmekle tehdit etmiştir. Bu, Şazeli b. Cedid’in Fransa için çalıştığını ve onlara vekâlet ettiğini gösterir.”2048
2036 Garetu’l-Eşrita (2/20)
2037 Sahih. Muslim (52)
2038 Garetu’l-Eşrita (2/153)
2039 Mukbil b. Hadi, Tuhfetu’l-Mucib (244-246) Garetu’l-Eşrita (2/114, 166)
2040 Fadaih ve Nasaih (s.49, 54)
2041 Garetu’l-Eşrita (Es’ileti’l-Cezairiyye)
2042 Garetu’l-Eşrita (1/286) el-Mahrec Mine’l-Fitne (s.138)
2043 Şemsan nakletmiştir.
2044 Şeyh Yahya b. Ali el-Hacuri hafazahullah nakletmiştir.
2045 Sahih. Müslim (2137)
2046 Mecmuul Fetava’l-Vadii 1/154)
2047 Sahih. Buhari (6583) Müslim (5173)
2048 Mecmuu’l-Fetava’l-Vadii (1/139-140)
Şeyh Nasıruddin el-Elbânî’nin Fetvası
Şeyh el-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “Oy kullanarak seçimlere katılmak zalimlere meyletmektir. Çünkü sahih islâmi kültüre sahip her Müslüman bilir ki, parlemento düzeni ve seçimler İslam düzeninden değildir.”2049
Şeyh el-Elbani rahimehullah’a şöyle denildi: “Ey şeyh! İşittiğimize göre bazı şartlarda parlementoya girmeye cevaz vermişsiniz?!” el-Elbani dedi ki:
“Hayır! Caiz değildir. Bu şartlar pratik değil, teoriktir. Hangi şartları zikrettiğim size ulaştı mı?”
soruyu soran: “Birinci şart insanın nefsini muhafaza etmesidir.”
Soruyu soran: “Hiç tecrübe etmedim”
Şeyh: “İnşaallah tecrübe etmezsin. Bu şartların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bizler insanlardan birçoğunun hayatlarında, giyimlerinde, sakallarında, bu meclislere girdikleri zaman değişmeler ve bozulmalar meydana geldiğine şahit oluruz!! Onlar bu işlerini temize çeker, takip ettikleri yolun bunu gerektirdiğini söylerler... Bazı insanlar parlementolara İslami Arap elbisesiyle girmiş, kısa bir zaman sonra giyim şekilleri değişmiştir. Bu bozulmanın mı yoksa düzelmenin mi göstergesidir?” Soruyu soran: “Cezayirdeki kardeşleri ve siyasi alanda yaptıklarını mı kastediyorsunuz?” Şeyh dedi ki: “Tavsiye etmeyiz! Bu günlerde herhangi bir islam ülkesinde siyasi çalışmayı tavsiye etmeyiz.”2050
2049 Hataru’l-Muşareke fi’l-İntihabat adlı kaset.
2050 Silsiletu’l-Hedyi’n-Nur (2/352) bkz.: Medariku’n-Nazar Fi’s-Siyase (s.345)
Şeyh Abdusselam Berces’in Fetvası
Şeyh Abdusselam Berces rahimehullah şöyle demiştir: “Bilinmektedir ki bu parlementolara girmek, hâciyyat ve tahsiniyyat bir tarafa, hakikatte dinin zaruretler hususundaki maksatlarının da kaybedilmesidir. Çünkü bu dini temelinden yıkmaktır. Dinin en yüksek gayesi olan Allah’ın birlenmesini gerçekleştirme esası düşürülmektedir.”2051
2051 Abdusselam Berces, el-Hucecu’l-Kaviyye (s.37-38)
Yahyâ el-Hacûrî’nin Fetvası
Şeyh Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Eğer sana seçimlerde oy kullanmanın hakikati nedir diye sorarlarsa de ki: “O Allah’ın hak dininden uzak olan Demokrasi nizamıdır ve kâfirlere benzemektir. Onlara benzemek caiz değildir. Oy kullanmakta birçok zararlar vardır ve Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. En önemli zararları şunlardır: Çoğunluk hesabıyla hak ile batılın ve hak ehliyle batıl ehlinin eşit sayılması, vela ve beranın (Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık ilkesinin) kaybolması, Müslümanları parçalaması, aralarına kin, düşmanlık, partilerle gruplaşma, taassup, aldatma, hile ve yalan sokması, vakitlerin ve malların zayi edilmesi, kadınların saygınlığının yok edilmesi, İslamî din ilimlerine ve ehline karşı güvenin sarsılmasıdır.”2052
Yine şöyle demiştir: “Zaruretlerin sınırını din belirler. Âlimler şöyle derler:
“Zaruret; insanın canı veya malı hususunda tahammül edemeyeceği zarardır.” Bazı insanlar zaruret kaidesini öyle genişletiyorlar ki, sakalı kesmeyi, rezillikleri seyretmeyi, pantolon giymeyi, kadın erkek karışık okullarda okumayı, partileri ve oy kullanmayı dahi zaruret görmektedirler! Bunlar zaruret değil bilakis haram olan şeylerdir.”2053
Yine Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Hangi delil seçimlere katılmayı mubah kılabilir? Bu kâfirleri taklittir. Oy kullanmanın kafirleri taklid olması yeter. Hayır vallahi, ilimden az bir nasibi olan alim veya sünnetin rayihasından koklamış kimse bir tarafa, akıl sahibi bir kimse dahi oy kullanmanın Allah Azze ve Celle’nin dininden olduğunu söylemeye cüret edemez. Bu ancak kâfirlerin işidir.”2054
2052 El-Mebadiu’l-Mufide (s.30)
2053 El-Kenzu’s-Semin (5/131)
2054 Celsetun Saa Fi’r-Reddi Ale’l-Muftiyyine bi’l-İzaa
Şeyh Muhammed b. el-İmam’ın Fetvaları:
Soru: Siyasi partilere üye olmak caiz midir?
Cevap: Siyasi partiler laikliğin gruplarıdır. Laiklik; dinsizliktir. Yani Allah’ın hak dinini din edinmemektir. Hatta laiklik, Allah katından indirilmiş ve değişikliğe uğramamış dini dahi kabul etmez. Laiklik, mesela batıda tahrif edilmiş ve değiştirilmiş Tevrat ve İncil’i de kabul etmez. Kendi iddialarına göre Musa ve İsa aleyhime's-selâmdan kaldığını ileri sürdükleri Yahudilik ve Hristiyanlığı da kabul etmez. Bu, Allah Azze ve Celle’nin katından bir din indiğine iman etmemektir.
Sonra Müslümanlar arasında laiklik yayıldı. Şu kaidelerini ortaya koydular: Din Allah içindir, vatan herkes içindir. Yine: Din kul ile rabbi arasındadır kaidesini yaydılar. Yani namaz, oruç ibadet edenin ibadetidir. Ama hükümler, ahlak, muameleler, siyasi ve iktisadi meselelere gelince bunlarda insanların hükmüne müracaat edilmesi ve insanların kanun koyması görüşündedirler! Bu konularda İslam dininin hükmünü kabul etmezler. Müslümanların arasında bu laiklik/dinsizlik çoğaldı. Bu, batılı devletlerin laikler için seçtiği laiklik olup Müslümanlar arasında da bulunmaktadır.
Bütün bunlara göre; partiler, laik partiler ile bidat ve sapıklık içeren partiler arasındadır. Bu partilere girmek dinen caiz değildir. Bilakis bu haram, hatta haramların en büyüklerindendir. Zira bunda günahta yardımlaşmak, sapıklık üzere düşmanlık ve haddi aşma vardır. Özellikle siyasi partiler, ister seçim yoluyla gelip barış devrimi denilen, demokrasi kanunlarıyla amel eden demokratik devrim partileri olsun, isterse askeri devrimle gelenler olsun fark etmez.
Yine bu partiler iki şeyi bir arada barındırır. Siyasi partiler fitnelerin ve sapıklıkların kaynağıdır. Müslümanları fazlasıyla parçalamakta ve zayıflatmaktadır. Düşmanlar için Müslümanlara karşı gedikler açmaktadır. Daha bunun gibi Müslümanlara zararlı olan birçok meseleleri vardır. Hareket ve kuvvet ancak Allah’tandır. Allah’a ve ahiret gününe iman eden için partilere girmek caiz değildir. Bilakis Müslümanlara farz olan, tek grup olan Allah’ın seçtiği Allah’ın grubu olmaları, tek ümmet olmalarıdır ki, o da salih selefin ve onlara güzellikle uyanların üzerinde bulundukları nübüvvet menhecine tabi olan İslam ümmetidir. Allah en iyi bilendir.2055
Şeyh Muhammed el-İmam şöyle demiştir: “Seçimler, Allah’a ortak koşma kapsamındadır. Bu itaatte şirktir. Zira seçimler demokrasi nizamının bir parçasıdır ki, bunu İslam düşmanları, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için koymuşlardır. Kim onu razı olarak, istekle, sahih olduğuna inanarak kabul ederse, Allah Azze ve Celle’nin emrine muhalefet hususunda İslam düşmanlarına itaat etmiş olur. Bu ise itaatte şirkin ta kendisidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zâlimler için acı bir azâb vardır. Zâlimleri, işledikleri şeylerin azabından korkan kimseler olarak görürsün ki, bu, mutlaka onların başına gelecektir” (Şura 21-22)
“Kendileri için hidayet apaçık belli olduktan sonra arkalarını dönüp tekrar küfre yönelenlere şeytan işlerini kolaylaştırmış, ümidlerini artırmıştır. Bu da, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşnud olmayanlara, “biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demiş olmalarındandır.” (Muhammed 25-26)
“Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz” (En’âm 121)
Bu seçimler Allah’ın kanunlarından mıdır, yoksa beşerin kanunlarından mıdır? Eğer Allah’ın kanunlarındandır derlerse bu Allah’a karşı büyük bir iftiradır. Laik anayasalar Müslümanların ülkelerinde mevcuttur. Bu, seçimlerin laik düzenlerin uygulaması olduğunun en büyük şahididir. Eğer: “Beşerin kanunlarındandır” derlerse, beşerin kanunlarını nasıl kabul edebilirsiniz? Böyle bir kanun koymanın hükmü nedir? Ayet, seçimleri düzenleyen demokrasi kurucularının, insanlar için şeriat koyma hususunda Allah’a ortak koşmakta olduklarını açıklamıyor mu? Seçimleri kabul eden kimse, yaratılmışları şeriat koyucu olarak görmüyorsa, yaratılmışlar nasıl şeriat koyucu olurlar? Geçen ayeti nasıl anlamamız gerekir o halde? “Seçimlere katılmak caizdir” diyen kimse bununla yetinmiyor, daha da çamura batarak: “Oy kullanmak vaciptir, bunu terk eden günahkârdır, emaneti eda etmemiştir...” vs. diyor!”2056
Şeyh Muhammed el-İmam, Mefasidu’l-İntihabat kitabında demokrasinin birçok pisliklerini anlatmış, demokratik seçimlerde oy kullanmanın caiz olmadığına dair doyurucu açıklamalar yapmış ve “iki zarardan hafif olanına katlanmak” kaidesiyle oy kullananların şüphelerini çürütmüştür.
2055 Fetva tarihi: 02 Cemadiyessani 1433 Link: http://www.sh- emam.com/show_fatawa.php?id=424
2056 Şeyh Muhammed el-İmam Mefasidu’l-İntihabat (s.25)
Şeyh Rebi’ b. Hâdi el-Medhalî’nin Fetvası
Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali, Ebu’l-Hasen es-Suleymani’ye son reddiyesinde şöyle demiştir: “Diyorsun ki: “Seçimler konusu içtihadî bir meseledir”
Derim ki: Seçimlerin içtihadi bir mesele olduğunu söylemek caiz değildir. Bilakis bu sapıklık meselelerindendir ve Yahudi ve Hristiyanların uydurdukları kâfir demokrasi pisliklerinden birisidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara tabi olmayı en şiddetli bir şekilde kötülemiştir:
“Elbette sizler, sizden öncekileri karış karış, dirsek dirsek izleyeceksiniz. Hatta onlar keler deliğine girseler sizler de gireceksiniz.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlar Yahudi ve Hristiyanlar mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Başka kim olacaktı?” buyurdu.2057
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bundan sonra. Şüphesiz sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu, işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her bidat sapıklıktır.”2058
Yine şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz aranızdan yaşayacak olanlarınız, birçok ihtilaflar görecektir. Sizlere sünnetime ve hidayet edilmiş raşid halifelerimin sünnetine sarılmak düşer. Ona azı dişlerinizle tutunun. Sizleri sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira her bidat sapıklıktır.”2059
Demokrasi seçimlerini yapanlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve raşid halifelerin sünnetine en ilgisiz kalan insanlardır. Seçimlerin sayılamayacak kadar kötülükleri vardır. Nitekim bu konuda birçok eserler yazılmıştır. Allah fesattan yasaklar. Senin sapıklıkları içtihadi mesele sayma ve hafife alma konusundaki bu menhecin, Rafızilik, Haricilik, Kabircilik gibi sapıklıklara kapı açar.
Diyorsun ki: “Selefîler arasında bu meselelerde daha önce de ihtilaf vardı. Kuveyt’teki Selefîler seçimlere katılma görüşündeler. Bizler ise Yemen’de bu görüşte değildik. Bu gün uygun gören de var, görmeyen de var.”
Derim ki: Sen ve senin menhecinde olup sana körükörüne tabi olanlar bunu uygun görüyorlar. Selefilere gelince, onların İslamî duruşları sabittir. Sakın karıştırma! Demokratik seçimler hakkında selefilerin ihtilaf ettikleri meselelerden saymaya kalkışma!
Nitekim Allame el-Elbani rahimehullah Kuveyt’te İhyau’t-Turas cemiyetinde demokratik seçim sapıklığına katılma konusuna dalan ve gruplaşan kimseleri reddederek çürütmüştür.”2060
2057 Sahih. Buhari (3456) Muslim (2669)
2058 Sahih. Muslim (867) Ahmed (3/371)
2059 Sahih. İbn Hibban (1/178) Hakim (1/174, 176, 177) Ahmed (4/126) Ebu Davud (4607) İbn Mace (42) Bezzar (10/137) Taberani (18/245, 248, 249)
2060 Rebi b. Hadi el-Medhali, “Tenbihu’l-Magrur İla Ma Fi Makali Ebi’l-Hasen ve Menhecihi Mine’d-Dalal ve’ş-Şurur” (Hicri 4.11.1432)
İbn Useymin, Ahmed en-Necmî, Muhammed Eman Camî ve Şeyh Fevzan’ın Fetvaları
Allame İbn Useymin rahimehullah Şerhu’l-Mumti’de Müslümanların seçimlerekatılmalarının mümkünolmadığını söylemiştir.2061
Allame en-Necmî2062, Muhammed Eman Cami2063 ve Şeyh Salih el- Fevzan2064 da seçimlere katılmanın caiz olmadığını, bunun kâfirlere benzemek olduğunu açıklamışlardır.
2061 Şerhu’l-Mumti (8/10)
2062 El-Mevridi’l-Azbi’z-Zulal (s.240)
2063 Hakikatu’d-Dimokratiyye (s.33-34)
2064 Şeyh Fevzan’ın internet sitesi 8027 nolu fetva. Bkz.: Es’iletu’l-Menahici’l-Cedide (s.207)
Tagut Kelimesinin Tefsiri
Soru: Bakara suresi 256. Ayetinde geçen “tagut” kelimesi, bazı türkçe Kur’an meallerinde “şeytan” olarak tercüme edilmiştir. Bazıları da bu ayeti öne sürerek “tagut” olarak isimlendirdikleri devlet yöneticilerini tekfir etmeyen kimselerin imanlarının geçersiz olduğunu iddia etmektedirler. Hatta Allah’ın dinine aykırı her hükmü reddettiklerini ifade eden, lakin oy kullanmak suretiyle Müslümanlar üzerindeki zulmün bir kısmını bertaraf edebileceklerine inanan ve celb-i maslahat niyetiyle oy kullanan Müslümanların, “tagutu reddetmemiş olacakları” gerekçesiyle kâfir olduklarını iddia ediyorlar. Özetle;
Tagut kelimesinin şeytan olarak tefsir edilmesi doğru mudur? Günümüzdeki yöneticileri tekfir etmeyen ya da oy kullananlar Bakara 256. Ayetine göre kâfir mi olmaktadırlar?
Cevap: Şüphesiz Allah Azze ve Celle sahabelerin, Kur’an ve sünnet nasları hakkındaki anlayışlarını sonrakiler üzerine bir rehber kılmış, hidayeti onların iman ettiği gibi iman etmeye bağlamıştır. Sahabe asrından sonra ihtilaf ederek fırkalara ayrılanlar arasında aşırılık yapanlar, geri kalanlar ve orta yolu tutarak selefin menhecinden ayrılmayanlar bulunmaktadır. Selefin anlayışı aşırılık edenlerin hislerini törpülemekte, aşırılığında ısrar edenler orta yolu tutanlara “Mürcie” ithamında bulunmaktadır.
Yine selefin anlayışı geri kalanları da olması gereken konuma yönlendirmekte, onların ısrar edenleri de kendilerini ora yola çağıranları “haricilik” ile itham edebilmektedir. Selefin menheci, bütün meselelerde olduğu gibi bu meselede de birbirine zıt iki sapıklığın tam karşısında değil, ortasında yer almaktadır. Dolayısıyla her iki uç da orta yolu tutanları kendilerine tam bir zıtlık arz eden fırka ile eşit kefeye koymaktadır.
Meselenin aslına gelecek olursak; Allah Azze ve Celle mealen şöyle buyurmuştur:
“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, bâtıl yoldan ayrılmıştır. Kim tâğûtu inkâr eder, Allah'a iman ederse, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur.” (Bakara 256)
Ayetin akışından anlaşılacağı üzere kişiyi reddetmediği takdirde kâfirlerden kılacak olan tagut; Allah'ı birleyerek iman etmesini ve İslam dinine girmesini engelleyen her şeydir. Bunların başında şeytan gelir. Görünürde şeytandan başka bir varlık da olabilir.
Müfessirler imamı İbn Cerir et-Taberî rahimehullah, tefsirinde sahabelerden ve tabiin imamlarından tagutun tarifi hakkında bazı nakillerde bulunmuştur. Buna göre tagut kelimesi, şeytan, kendisine muhakeme olunmak için başvurulan kâhin, sihirbaz vb. olarak tefsir edilmiştir. Kâhinlere ve sihirbazlara da neticece şeytan indiği için bu görüşler arasında ciddi bir ihtilaf olduğundan söz edilemez.
İmam Taberî rahimehullah bahsi geçen nakillerden sonra şöyle der: “Bana göre tagut kelimesi hakkındaki görüşlerden doğru olanı şudur: Allah’a karşı tuğyan (taşkınlık) eden ve Allah’ın dışında kendisine kulluk edilen her şey taguttur. Bu ister kendisine kulluk edenlere karşı tagutun zorlamasıyla yapılıyor olsun, isterse ona kulluk edenlerin kendiliklerinden itaatleriyle yapılıyor olsun fark etmez. Bu kendisine kulluk edilen varlık bir insan, şeytan, put veya herhangi bir şey olabilir.”2065
Bu tarife göre tagutun tekfir edilmesi ile kastedilen tagutun, Allah’ın dinine aykırı olan her yönünü reddetmektir. Bir kimse “tagut” olduğuna hükmedilen bir kimsenin Allah’a itaate aykırı tavırlarını reddetmesine rağmen, sırf o kimseye “kâfir” hükmü vererek tekfir etmediği için Bakara 256. Ayetine muhalefet ettiği söylenemez. Bunu ancak dinde anlayıştan mahrum kılınmış olan haricilerin aşırıları iddia eder.
Sonra İmam Taberî rahimehullah ayetin anlamını şöylece takdir eder:
“Kim tagutu inkâr eder” Yani; Allah’ın dışında kendisine tapılan her şeyin rububiyetini inkâr eden kimse tagutu tekfir (red) etmiş olur. “Ve Allah’a iman ederse” Yani; Allah’ın kendisinin ilahı, rabbi ve mabudu olduğunu tasdik ederse, “kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur” Yani; kendi nefsi için Allah’ın azabından ve cezalandırmasından kurtuluş talep ederek sağlam kulpa sarılmıştır.”2066
Günümüzde Müslümanların yaşadıkları ülkelerdeki yöneticilerin tekfiri meselesine gelince, belirli şahısların tekfirine hükmetmek, ümmetin büyük âlimlerinin en çok sakındıkları meselelerdendir. Zira Allah’tan hakkıyla korkanlar, âlim kullarıdır. Sözü edilen yöneticilerin bazılarının fiilleri büyük küfür, bazılarının fiilleri küçük küfür türündendir. Her Müslümana vacip olan, küfrün büyüğüne de küçüğüne de karşı çıkmaktır. Ancak küfre karşı çıkmak ve onu reddetmek, bu fiillerin sahibi olan herkesi tekfir etmeyi gerektirmez. Ehl-i Sünnet indinde karara bağlanmış olan şudur ki, belirli bir şahsın tekfirinde şartlar ve maniler gözetilir. İmanı, küfrü, tekfir hükümlerinin detaylarını, tekfir edilecek kimsenin durumunu değerlendirmeyi vb. hususları, dinlerinin temel esaslarını dahi iyi bilmeyen kimselerin cılız omuzlarına yükleyip, kendi zanlarına göre kâfir saydıkları kimseleri tekfir etmeyi herkese farz kılmak gibi bir metod; asla ümmetin selefinin anlayışına tabi olanların menheci olmamıştır. Hatta böyle bir yolu tutmak bir kimsenin din konusunda sapmış veya aldanmış olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Bu, meselenin ifrat/aşırılık boyutudur.
Bunun tefrit/geri kalma boyutu ise, büyük ya da küçük olsun, işlenmekte olan küfrün yahut günahların hoş görülmesi, durumun sanki yönetici konumunda olan kimselerin Allah’ın dinine muhalefet etme serbestlikleri varmış gibi bir hal almasıdır. Hatta daha büyük kötülüğü savmak düşüncesiyle demokrasi küfrünü, ondan daha beter küfür ideolojilerinin üzerine salmakla işin bittiğini zannedenler vardır. Bilakis demokrasi küfrüne karşı insanlar bilinçlendirilmeli, bu pisliğin diğer küfürlere nazaran daha hafif görünmekle beraber diğer küfürlerden daha fazla yayılmaya müsait olduğu, bunun insanlarda dinlerine karşı gevşekliğe daha fazla sebep olduğu hususu dikkatlerden uzak tutulmamalı, bu küfre karşı çok daha fazla mücadele sergilemek gerektiği unutulmamalıdır! Zira diğer küfür rejimlerinde Müslümanlar üzerindeki baskı tek bir yönden şiddetle gelirken, demokrasi rejimlerinde şiddeti daha az olan birçok yönden gelmektedir. Demokrasi rejiminde Tevhid davetinin önü bir miktar açılmakla beraber, tevhide aykırı olan görüşlerin ve din adına sapık fırkaların görüşlerinin önü de o oranda açılmaktadır. Diğer bir ifadeyle baskıcı ve bariz küfür rejimlerinde müslümanlar daha çok zarar görürlerken, demokratik rejimlerde İslâm dini daha çok tahrif edilmekte, zarargörmektedir.
Şayet yukarıda belirttiğimiz gaye ile oy kullananlar, tehlikenin bu yönlerini de düşünmüş, gereken tedbirleri almış ve bunu uygulamaktalarsa mesele yok. Lakin gördüğümüz o ki, partitisyon selinde birçok Müslüman boğulmakta, konfora râm olmakta, Allah için gözetilmesi gereken değerler bir yana bırakılmakta, aşağılanması gereken düşüklükler yüceltilmekte, en büyük düşmanımız olan şeytana boyun eğmiş tagutların “ılımlı İslam” yahut “aslı giderilip yalnız adı kalmış İslam” planları saat gibi işlemekte, sakallı Müslüman vizyon(!) değiştirip önce sakalını kısaltarak “maslahat” yaptığını zannetmekte ve sonra imanını kısaltmakta, tesettürlü kadın “maslahat” yaptığını zannederek önce çarşafıyla peçesini terk etmekte ve sonra imanından sıyrılmakta, mayasında Müslümanlara karşı kalleşlik olanlara karşı “kardeşlik” sergilenmekte, Müslümanlar taklit edenler ve taklit edilenler olarak ya vitrinlerin yahut tribünlerin adamı olmaya sürüklenmektedir. Fakat dinin başladığı andaki gurbeti gibi garip kalanlar Allah’a hamd olsun ümmetten hiç eksik olmayacaktır. Önemli olan; nerede duracağımızı, nerede ilerleyeceğimizi Kitap, sünnet ve sahabelerin menhecinden öğrenerek bunun dışına çıkmamaktır. Allah’tan afiyet ve muvaffakiyet dileriz.
2065 Taberi Tefsiri (5/419)
2066 Taberi Tefsiri (5/419)
Kâfirlere Küfür ve İsyanlarında İtaat Edenler Onlara Benzer
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye (küfürlerinde) itaat ederseniz, onlar sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir yaparlar.” (Al-i İmran 100)
“Kalbini bizi zikretmekten gafil kıldığımız, hevasına uyan ve işi aşırılık olan kimseye itaat etme!” (Kehf 28)
“Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmelerini telkin ederler. Onlara (şirklerinde) itaat ettiğiniz takdirde, şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz." (En'am 121)
“Sen, kâfirlere itaat etme ve onlara karşı bütün gücünü kullanarak cihad et.” (Furkan 51-52)
“Ey Peygamber! Allah'tan sakın; kâfir ve münafıklara itaat etme.” (Ahzab 1)
Allah-u Teâlâ kâfir önderlere itaat edenler hakkında şöyle buyuruyor:
“Derler ki: “Rabbimiz! Biz liderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik; onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar.” (Ahzab 67)
İşte bu, kâfirlerle dostluk ile şiddetlenerek tekrar eder. Lakin içteki şekli başkadır; münafıklarla kâfirler arasında ittifak! Münafıkların kâfirlerin bazı emirlerine itaat etmeleri üzerine anlaşmaları! Bu, bazı işlerde, hatta her işte kâfirlere itaat eden pek çok müslümanın yaptığı şeydir. Bazen şu şekilde haberler duyarsın; “Taraflar oturumdan bakış açılarında ittifak ederek ayrıldılar.” İttifak eden bu iki taraf; bazen müslümanlar ile kâfirler olur. Anlaştıkları şey ise demokrasinin yaygınlaştırılması ve laiklik ilkesi esasıyla korunması, münafıkların dediği gibi, kadının çalışmak ve sosyal yaşama katılmak için evinden çıkarılmasıdır. Bunun gibi pek çok şeyler ve hatta daha tehlikelileri bu kabildendir. Allah Azze ve Celle buyurmuştur ki;
“Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. Bunun sebebi; onların, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: Bazı hususlarda size itaat edeceğiz, demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak! Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed 25-28)
Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’den Başkasına Tâbî Olanlar Sapıklığa Düşer
Abdullah b. Haris radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet Musa (aleyhi's- selâm) nüzul etse ve siz beni bırakıp ona tâbî olsanız elbette sapıklığa düşmüş olurdunuz. Ben peygamberlerden sizin payınıza düşenim. Siz de ümmetlerden benim payıma düşensiniz.”2067
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: Ömer b. el-Hattâb radıyallahu anh, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e Kitap ehlinden edindiği bir kitap ile geldi ve okudu. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem öfkelenerek şöyle buyurdu:
“Onda bulunanlara mı dalıyorsunuz ey İbnu’l-Hattâb? Nefsim elinde olana yemin ederim ki size kendisiyle geldiğim şey, tertemiz aydınlıktır. Onlara bir şey sormayın. Aksi halde size hakkı haber verdikleri halde yalanlayabilir veya batıl haber verdiklerinde tasdikleyebilirsiniz. Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet Musa (aleyhi's-selâm) hayatta olsaydı bana tabi olmaktan başka yolu yoktu.”2068
Cabir radıyallahu anh’den gelen diğer rivayet şu şekildedir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Musa aleyhi's-selâm size görünse ve siz ona tabi olup beni bırakırsanız elbette doğru yoldan saparsınız. Şayet O hayatta olsaydı ve benim nübüvvetime yetişseydi elbette bana tabi olurdu.”2069
Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’den: “Ömer radıyallahu anh Tevrat nüshalarıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Ey Allah’ın rasulü! Bunlar Tevrat nüshalarıdır. Bunu Zureyk oğullarından bir kardeşimden aldım” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti. Ezanı rüyasında görmüş olan Abdullah b. Zeyd radıyallahu anh: “Allah senin aklını mı sildi? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünü görmüyor musun?” dedi. Ömer radıyallahu anh: “Rab olarak Allah’tan, din olarak islam’dan, nebimiz olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’den ve imamımız olarak Kur’ân’dan razı olduk” dedi. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, şayet Musa aranızda olsaydı ve ona tabi olup beni terk etseydiniz elbette uzak bir sapıklıkla sapardınız. Sizler ümmetlerden benim nasibimsiniz, ben de nebilerden sizin nasibinizim.”2070
Ukbe b. Âmir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Şayet Musâ (aleyhi's-selâm) aranızda olsa ve ona ittiba edip bana isyan etseniz elbette cehenneme girerdiniz.”2071
2067 Sahih. Ahmed (3/471, 4/266) Abdurrazzak (10/312) Beyhaki Şuabu’l-İman (4/307) el-Elbani, Sahihu’l-Cami (5308)
2068 Sahih. Ahmed (15156) İbn Ebî Şeybe (9/47) İbn Ebî Âsım, es-Sunne (50) Bezzar (124) Beyhakî, Şuabu’l-İmân (177) Ebu Nuaym Delail (7) Begavî, Şerhu’s- Sunne (126) İsnadında Mucalid b. Said zayıftır. İbnu Dureys’in Fadailu’l-Kur’ân’da (no:89) Hasen el-Basri’ye kadar Sahih isnadla Ömer radıyallahu anh’den merfu olarak şahidini rivayet etmiştir. Ancak Hasen el-Basri, Ömer radıyallahu anh’e yetişmemiştir. Hadisin diğer bazı şahitlerini Şeyh el-Elbâni el-İrva’da (1589) zikrederek hasen demiştir.
2069 Hasen. Ahmed (3/338) Darimi (449) Bezzar (124) Herevî Zemmu’l-Kelam (594)
2070 Sahih. Taberanî (Mecmau’z-Zevaid 1/174), İbn Kesir Camiu’l-Mesanid’de
(9/344) Taberani’nin isnadını zikretmiştir. Heysemi, isnadında Ebu Amir el-Kasım el-Esedi’yi tanımadığını söylemiş ve Şeyh el-Elbani’ de bu ravinin muteber bir ravi olduğunu açıklamaya çalışmıştır. bkz.: el-Elbâni, es-Sahiha (3207) Ancak Ebu Amir künyeli ravi, el-Esedi değil, Taberani’nin tasrih ettiği gibi el-Ukadî’dir ve o sikadır.
2071 Hasen ligayrihi. Ru’yânî (225) İbn Ebi Hatim, İlel (1945) el-İrva (1589)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Allah’a İsyan Hususunda Mahluka İtaat Edenler İman Ehline Benzemez
Ali radıyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye gönderdi ve başlarına Ensâr’dan birini emir tayin ederek ona itaat etmelerini emretti. Bu emir öfkelendi ve şöyle dedi:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem size bana itaat etmenizi emretmedi mi?” Onlar da:
“Evet” dediler. Emir:
“Benim için odun toplayın” dedi. Onlar da topladılar.
“Bir ateş yakın” dedi, onlar da yaktılar.
“İçine girin” dedi. Onlar düşündüler ve birbirlerini engellediler. Dediler ki:
“Ateşten Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kaçtık” Onlar bu halde devam ederken ateş söndü ve emirin de öfkesi dindi. Bu hâdise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca şöyle buyurdu:
“Şayet o ateşe girselerdi kıyamet gününe kadar oradan çıkamazlardı. İtaat ancak meşrû olan konudadır.”2072
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman kişinin günah ile emredilmediği sürece hoşuna giden ve gitmeyen konularda itaat etmesi gerekir. Günah ile emredildiğinde ise dinlemek de yoktur, itaat de.”2073
Adiy b. Hâtim radıyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim. Boynumda altından bir haç vardı. Buyurdu ki:
“Ey Adiy! Şu putu boynundan çıkar at” Ben de çıkarıp attım ve O’na gittiğimde Tevbe suresini okuyordu. Şu ayeti de bitirene kadar okudu:
“Alimlerini ve rahiplerini Allah’ın dışında rabler edindiler.” (Tevbe 31) Bunun üzerine ben: “Biz onlara ibadet etmiyorduk” dedim. Buyurdu ki:
“Allah’ın helal kıldığını haram kıldıklarında siz de haram sayıyor ve Allah’ın haram kıldığını helal kıldıklarında helal sayıyor değil miydiniz?” Ben:
“Evet” dedim.
“İşte bu onların ibadetleridir” buyurdu.”2074
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Benden sonra işlerinizi sünneti öldüren ve bid’atle amel eden kimseler üstlenecektir. Namazları da vakitlerinden erteleyecekler." Ben:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlara yetişirsem nasıl yapayım?” dedim. Buyurdu ki:
“Nasıl yapacağını bana mı soruyorsun ey Ummi Abd’in oğlu! Allah’a isyan edene itaat yoktur”2075
Mus’ab b. Sa’d, babası radıyallahu anh’den rivayet ediyor: “Kur'an'dan bazı âyetler onun hakkında inmişti. Sa'd'ın annesi dininden dönmedikçe ebediyyen onunla konuşmayacağına ve yiyip içmeyeceğine yemin etti. Dedi ki:
“Sen Allah'ın annenle babanı sana vasiyyet ettiğini söylüyorsun. Ben senin annenim, sana bunu ben emrediyorum.” Annesi üç gece bekledi hattâ yorgunluktan bayıldı. Bunun üzerine Umare denilen bir oğlu kalkarak ona su verdi. Annesi Sa'd'a beddua etmeye başladı. Az sonra Allah Azzeve Celle Kur'ân'da şu âyeti indirdi:
“Eğer ana-baba, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyilik üzere muamele et.” (Lokman 15)”2076
Onun hakkında başka bir rivayete göre şu ayet inmiştir: “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Bununla beraber eğer onlar, senin bana hiç bilmediğin bir şeyi ortak koşman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme.” (Ankebut 8)
2072 Sahih. Buhârî (4340, 7257) Muslim (1840, 40)
2073 Sahih. Buhârî (2955) Muslim (1839)
2074 Hasen. Tirmizî (3095) Taberânî (17/218)
2075 Hasen. İbn Mâce (2865) Ahmed (3790) Taberani (10361) Beyhaki (3/124)
2076 Sahih. Muslim (1748)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Korku Sebebiyle Allah’a İsyan Eden Şeytana Uyar
Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“İşte o şeytan ancak dostlarını korkutur. Eğer gerçekten mü'min kimseler iseniz, onlardan korkmayıp benden korkun.” (Al-i İmran 175)
Şirk olan korku: Ta’zim, boyun eğme ve muhabbet ile birlikte bir mahluktan korkmaktır. Bir puttan veya bir ölüden ta’zim ve muhabbetle birlikte korkmak böyledir. Bir hastalık veya malına bir afet dokunması gibi istemediği bir şeyi onun dilemesi ve kudretiyle kendisine isabet ettirmesinden veya kendisine öfkelenmesinden, nimetlerini elinden zorla almasından korkarsa bu büyük şirktir. Zira korku ve tazim ibadetini Allah’tan başkasına yönlendirmiştir ve burada Allah Teâla’dan başkasının fayda ve zarar verebileceğine inanmak vardır.
Allah Teâla’nın Hud aleyhisselamın kavminden bahsederken zikrettiği şu hususlar da bu türdendir:
“Onlar dediler ki: “Bazı ilâhlarımızın seni çarpmış olduklarını söylemekten başka bir şey demeyiz. Hûd da demişti ki: Ben Allah'ı şâhid tutarım ve siz de şâhid olun ki, ben sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan uzağım. Hem O'nu bırakıp da ortak koştuklarınızdan... Öyleyse hep birden tuzak kurun, sonra da hiç bekletmeyin” (Hud 54-55)
İbn Abbas radıyallahu anhuma rivayet ediyor: “Dımam b. Sa’lebe radıyallahu anh Müslüman olarak kavmine geldiğinde onlara şöyle dedi:
“Lat ve Uzza çirkin olsun!” onlar da:
“Sus ey Dımam! Baras hastalığına uğramaktan kork, deli olmaktan kork! Cüzzam olmaktan kork!” dediler. Bunun üzerine o da:
Size yazıklar olsun! Onlar ne fayda ne de zarar verebilirler!” dedi.2077
Bir mahlûktan ancak Allah Teala’nın gücünün yettiği bir şey sebebiyle korkmak, şirk olan bir korkudur. Bir mahlûkun kendi dilemesi ve kudretiyle kendisine hastalık dokundurmasından korkmak gibi.
Böyle bir korkuda tazim de varsa uluhiyette şirktir. Eğer tazim olmaksızın korku varsa bu da rububiyette şirktir.
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’den: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların korkusu sizden birini gördüğü veya bildiği bir hakkı söylemekten alıkoymasın”2078
Bir vacibin terkine veya bir haramı işlemeye götüren korku haram olan bir korkudur.2079 Hayatta olan bir kimsenin malına veya bedenine zarar vermesinden korkan kimsede olduğu gibi. Bu korku hakiki olmayıp kuruntu kaynaklı bir korkudur. Bu az bir fiil karşısında korkudur. Bununla beraber vacibin terki veya haram işlemek caiz değildir.
İyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı isyankârların dil uzatmasından ya da küçük bir eziyetten korkarak terk eden veya zalimden korkarak haramları işleyen imanları zayıf birçok kimsenin durumu budur. Bu korku hakikati olmayan, kuruntu kaynaklı korkudur. Hakiki fakat az bir korku olsa, bu sebeple vacibi terk etmek ya da haramı işlemek caiz olmaz.
Nitekim ilim ehli, ikrah (zorlama) ve korku meselelerinde vacibin terkinin ya da haram işlemenin caiz olduğu zararı; ölüm, organının kesilmesi, çok miktarda malının telef edilmesi, uzun süreli hapis veya can yakıcı dayak gibi büyük zararlar olarak açıklamışlardır. Malın az bir kısmının telefi, hakarete uğramak gibi büyük olmayan zararlar sebebiyle haram işlemek veya vacibi terk etmek caiz olmaz. Bilakis Müslümanın buna tahammül etmesi gerekir. Yine bir vacibi terk etmediği takdirde ya da bir haramı işlemediği takdirde galip zanna göre korktuğu bir şeye düşmek gibi şartlar aranır.2080
2077 Hasen. İbn İshak (Siretu İbn Hişam-4/573, 574) Ahmed (2382) Darimi (658) Ebu Davud (487) ve Hakim (3/54-55) Hakim sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Yine Ahmed Şakir de Müsned ta’likinde sahih demiş, Elbani ise Fıkhu’s-Siyre üzerine notlarında (s. 342) hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.
2078 Sahih. Tayalisi (2151) Ahmed (3/5, 47, 84) İbn Ebi’d-Dunya el-Emru bi’l- Ma’ruf (9, 15) Elbani es-Sahiha (168)
2079 Korkunun çeşitleri hakkında bkz.: Teysiru’l-Azizi’l-Hamid (s.24) el-Fevzan; el-İrşad (s.53-60)
2080 Bkz.: Gazali, el-İhya (2/347-351) İbn Muflih el-Adabu’ş-Şer’iyye (1/155-157) Maverdi, Edebu’d-Dunya ve’d-Din (s.102) İbn Kayyım, İgasetu’l-Lehfan (1/118) İbn Ebi’d-Dunya el-Emru bi’l-Ma’ruf (9, 14, 39) Abdulgani el-Makdisi el-Emru bi’l-Ma’ruf (53, 50, 49, 30, 28)
Sevgide Allah’a Ortak Koşan Bizden Değildir
Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar içinde bir takım kimseler de vardır ki, Allah'tan başkasını O'na ortak edinip, onları, Allah'ı sever gibi severler” (Bakara 165)
Şirk olan sevgi: Bir yaratılmışı boyun eğme ve tazim ile birlikte sevmektir. Bu, Allah’tan başkasına yönlendirilmesi caiz olmayan, kulluk olan bir sevgidir. Kim bunu Allah’tan başkasına yönlendirirse büyük şirke düşmüş olur.2081
Hafız İbn Kayyım aşktan bahsederken şöyle demiştir: “Bunun kısımları vardır. Bazen maşukunu Allah’ı sever gibi sevdiğinden küfür olur. Kalbinde Allah’ın sevgisinden daha büyük bir sevgi olursa nasıl olur? Bu aşkın sahibini Allah bağışlamaz. Zira bu en büyük şirklerdendir. Şirk ve küfr olan bu aşkın alameti; aşığın, maşukunun rızasını Rabbinin rızasının önüne geçirmesidir. Âşıklardan çoğu kalbinde maşukundan başkasına yer kalmadığını kesin olarak açıklarlar. Hatta maşuku kalbine tamamen sahip olur. Böylece her bakımdan maşukuna halis bir kul olur. Nitekim Halık Azze ve Celle yarattıklarından böylesi bir kulluğa razı olur. Zira kulluk; sevgi ve boyun eğmenin kemalidir. Bu kimse sevgisinin, itaatinin ve zilletinin kuvvetinden maşukunda gark olmuştur. Hakiki kulluğunu ona vermiştir.”2082
Bir şarkıcıyı veya bir oyuncuyu aşırı derecede severek ona tazim eden kimse de bu şirke düşmektedir. Böylece sevdiği kimseye olan tazimi kendisini ona boyun eğmeye götürür.
2081 Kaide Fi’l-Muhabbet (s.67-107) Tariku’l-Hicreteyn (s.383) Cilau’l-Efham (s.93, 249) Tecridu’t-Tevhid (s.80, 81) ed-Dureru’s-Seniye (2/291) ed-Dinu’l-Halis (219 ,1/69)
2082 el-Cevabu’l-Kafi (s.300, 301) Bkz.: Mecmuu’l-Fetava (10/68-71)