İLİM KİTABI (1)
Kitap ve Sünnet Dışında Hidayet Arayan Sapar
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır?” (Yunus 32)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Size onlardan sonra sapıtmayacağınız iki şey bıraktım; Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi havz akıncaya kadar ayrılmadan gelecektir.”80
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Muhakkak ki ben aranızda, kendisine sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah’ın kitabını ve nebîsi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini bıraktım.”81
Enes radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Aranızda, tutunduğunuz takdirde asla sapmayacağınız; Allah’ın kitabını ve nebîsinin sünnetini bıraktım.”82
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Muhakkak ki ben aranızda iki ağırlık bıraktım. Allah’ın kitabı ve sünnetim. Kur’an’ı sünnetim ile konuşturun, Gelişigüzel davranmayın. Zira bu ikisine tutunduğunuz sürece gözleriniz kör olmaz, ayaklarınız kaymaz ve elleriniz geri kalmaz.”83
Amr b. Avf el-Muzenî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Aranızda sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah’ın kitabı ve nebîsi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti”84
Ka’b b. Ucra radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Muhakkak ki ben havzda sulayıcınız olacağım. Aranızda, kendisine tutunduğunuz takdirde asla sapıtmayacağınız; Allah’ın kitabını ve nebinisinin sünnetini bıraktım”85
Urve b. ez-Zubeyr rahimehullah’tan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Veda haccında şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Size ne söylüyorsam onu yapın. Zira bilmiyorum, belki de bu yılımdan sonra sizinle burada karşılaşamam. Sözümü dinleyin ey insanlar! Muhakkak ben aranızda, kendisine sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız Allah’ın kitabını ve nebinizin sünnetini bırakıyorum.”86
Musa b. Ukbe’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında şöyle buyurdu:
“Apaçık olan Allah’ın kitabı ve nebisinin sünnetinden sonra asla sapıtmazsınız.”87
Ebu’z-Zinâd rahimehullah dedi ki: “Sünnetler İslam’dandır. Zira Allah onu dinin temeli ve İslam’ın üzerine bina edildiği direği kılmıştır. Hangi söz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in veda haccında insanlara hitap ederken söylediği şu sözden daha büyük ve daha önemli olabilir?:
“Aranızda sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız iki açık şey bıraktım ey insanlar: Allah’ın kitabı ve nebisinin sünneti” Böylece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ikisinin arasını birleştirmiştir.”88
Malik b. Enes rahimehullah’tan: “Bana ulaştığına göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Aranızda, sarıldığınız takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: “Allah’ın kitabı ve nebisinin sünneti.”89
Câbir radıyallahu anh’den: Ömer b. El-Hattâb radıyallahu anh, Kitap ehlinden birinden aldığı bir kitabı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın rasulü! Kitap ehlinden birinden güzel bir kitap aldım.” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem öfkelendi ve şöyle buyurdu:
“Ey Hattâb’ın oğlu! O kitaptakiler hoşuna mı gitti? Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben size tamamen hâlis (karışık ve şüpheli olmayan) bir din getirdim. Onlardan bir şey sormayın. Size doğru bir şey anlatırlar da yalanlayabilirsiniz. Yahut bâtıl bir şey anlatırlar da doğrulayabilirsiniz. Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet Mûsâ (aleyhi's-selam) hayatta olsaydı benden başkasına tabi olma hakkı yoktu.”90
Meymûn b. Mihran rahimehullah’tan: “Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’e bir adam geldi ve:
“Ey Müminlerin emiri! Biz Medain’i feth ettiğimiz zaman içinde güzel sözler bulunan kitaplar ele geçirdik” dedi. Ömer radıyallahu anh:
“Allah’ın kitabından mı?” dedi. Adam: “Hayır” dedi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh kamçı getirtti ve vurmaya başladı. Şu ayetleri okuyordu:
“Elif Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir. Biz onu iyice anlayasınız diye arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Biz bu Kur’ân'ı sana vahyetmekle, kıssaların en güzelini anlatmış oluyoruz; halbuki sen, önceden, bunlardan tamamıyla habersizdin.” (Yusuf 1-3) Sonra şöyle dedi:
“Sizden öncekiler ancak alimlerinin ve zahitlerinin kitaplarına yönelip Tevrat ve İncil’i terk etmeleri sebebiyle helak oldular. Öyleki Tevrat ve İncil’de bulunan ilim gitti.”91
Ebû Murre el-Kindî Şam’dan bir kitapla geldi ve onu Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’e getirerek verdi. İbn Mes’ûd radıyallahu anh ona baktı, sonra bir tas ve su istedi. Kitabı bu suyun içinde sildikten sonra şöyle dedi:
“Sizden öncekiler ancak kitaplarını terk edip başka kitaplara tabi olmaları sebebiyle helak oldular.”92
Diğer bir rivayet şu şekildedir: “İbn Mesud radıyallahu anh’e bazı insanların kitaplardan hoşlandıkları ulaştı. O kitapları İbn Mes’ûd’a getirdiklerinde onları sildi ve şöyle dedi:
“Sizden önceki kitap ehli ancak âlimlerinin kitaplarını kabul edip, rablerinin kitabını terk etmeleri sebebiyle helak oldular”93
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şerli kimselerin yükselip hayırlı kimselerin alçalması, lafın ortaya çıkıp amelin mahzun olması ve bir topluluğun “mesna” okuyup da ona kimsenin karşı çıkmaması kıyametin yaklaşma alametlerindendir.” Denildi ki:
“Mesnâ nedir?” şöyle buyurdu:
“Allah Azze ve Celle’nin kitabı dışında yazdırılan kitaplardır”94
Şeyh el-Elbani bu hadis hakkında şöyle demiştir: “Bu hadis peygamberlik alametlerindendir. Nitekim haber verilen herşey ortaya çıkmıştır. Özellikle de “mesnâ” ile ilgili olanı! Bu, ravinin açıkladığı gibi, Allah’ın kitabı, onunla alakalı olan hadisler ve selefe ait eserler dışında yazılan kitaplardır.
Sanki “Mesna” kelimesi ile taklitçilere dayatılan mezhep kitapları kastedilmektedir. Bu kitaplar uzun süre onları Allah’ın kitabından ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden alıkoymaktadır. Nitekim maalesef mezheplere uyanlarda bugün şahid olunan durum budur. İlahiyat fakültelerinden doktora yaparak çıkanların çoğu mezhepleri din edinmekte, insanlara bu mezheplere göre cevap vermektedirler. Hatta âlimleri de böyle yapmaktadır.
İşte onların büyüklerinden Ebu’l-Hasen el-Kerhî el-Hanefî, şu meşhur sözünü söylemiştir: “Mezhebimizden arkadaşlarımızın görüşüne muhalif olan her ayet ya te’vil edilmiştir, ya da mensuhtur. Yine görüşümüze muhalif olan her hadis de ya tevil edilir, ya da mensuhtur”95
Mezhebi esas dayanak edinmişler, Kur’an-ı Kerim’i de ona tâbî kılmışlardır. İşte bu hiç şüphesiz “mesna”dır.”96
Şeyh Muhammed Takıyuddin el-Hilali rahimehullah, şöyle demiştir:
“Kendi elleriyle kitap yazanlara veyl olsun! Kazandıkları şeyden dolayı onlara veyl olsun...” (Bakara 79) Nitekim bu ümmette de onların yollarına tabi olanlar bulunmaktadır. Din hükümlerine dair ciltler dolusu kitaplar yazmışlar, bunları Allah’a ve rasulüne nispet etmişlerdir. Halbuki bu kitaplarda “Allah buyurdu” ve “Rasulü buyurdu” sözleri yoktur. Namusları helal saymışlar, bir şahsın malını başka bir şahsa nakletmişler, Allah’a iftira ederek kanlar dökmüşlerdir. Bu özellik, “fıkıh” diye adlandırılan, lakin kitap ve sünnet delillerinden yoksun olan meselelerle dolu kitap yazan herkesin haline uygun düşmektedir. Bu kitapların çoğunluğu karanlıktır. Allah, Muvahhidî’lerin alim kralı Abdulmu’min b. Ali’ye rahmet etsin, O memlekette bulunan bütün füru (fıkhî detay) kitaplarının yakılmasını, kadı ve müftülerin kitap ve sünnet delilinden başkasıyla fetva ve hüküm vermemelerini emretmiştir.”97
80 Hasen, Sahih. Darekutnî (4/245); Hâkim; sahih kaydıyla (1/172); Beyhakî (10/114); Hatîb, el-Fakih, (271); Lalekâ‘î, İ‘tikâd, (1/80); Bezzar (15/385) İbn Şahin et-Tergib (528) el-Gaylaniyat (2/109); İbn Abdilberr et-Temhid (24/331); İbn Hazm el-İhkam (6/243) Rafii et-Tedvin (4/178) el-Elbânî, Menziletu’s-Sunneti Fi’l-İslâm’da (s.18) hasen demiştir. Hadis rivayet yollarıyla sahihtir. Suyuti Miftahu’l-Cenne’de (s.12) şahitlerini zikrederek sahih demiştir. Yine Camiu’s-Sagir’de (3932) sahih demiştir. El-Elbani el-Mişkat tahkikinde (1/140) hasen demiştir. Sahihu’l-Cami’de (2937, 3232) sahih demiştir. Camiu’l-Usul muhakkiki el-Arnaut hasen demiştir. İbn Hazm el-İhkam’da (6/810) sahih demiştir.
81 Sahih ligayrihi. Hâkim, (1/171); Beyhakî, (10/114); Beyhaki, Delail (5/449) Beyhaki el-İtikad (206); İbn Ebi Asım, es-Sunne (1557) Mervezî, es-Sunne, (54); Bu isnadda İsmail İbn Ebi Uveys ve babası Ebu Uveys eleştirilmiştir. Derim ki: Acurri’nin eş-Şeria’da (1704) Muhammed b. İshak – ez-Zuhri – İkrime – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla rivayeti buna mutabaat etmektedir. İsmail b. Abdillah b. Abdillah b. Ebi Uveys’e gelince: Buhari ve Muslim onunla hüccet getirmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Osman b. Said ed-Darimi ve Yahya b. Main: “Onda sakınca yoktur” dediler. Ebu Hatim: Mahallus-Sıdk, onda biraz gaflet vardır dedi. Nesai onun zayıf olduğunu söylemiştir. Yahya b. Main’den de onu eleştirdiğine dair rivayet vardır. Et-Takrib’de İsmail b. Ebi Uveys hakkında şöyle denilir: “Saduktur. Ezberinden yaptığı rivayetlerde hata eder.” El-Kaşif’te ise şöyle denilir: “Ebu Hatim: gafleti vardır, kendisi saduktur dedi. Nesai zayıf dedi” Ebu Uveys’e gelince: Et- Takrib’de şöyle denilir: “Saduktur, yanılır.” El-Kaşif’te şöyle denilir: “İbn Main ve başkaları dediler ki: Salihtir. (Yani rivayeti şahid getirmeye elverişlidir) Aradığın gibi kuvvetli değildir.” Zehebi, Hakim’in el-Mustedrek kitabına telhisinde şöyle demiştir: “Muslim Ebu Uveys Abdullah ile delil getirmiştir.” Yine Zehebi “Rivayetlerinin reddedilmesi gerekmediği halde haklarında konuşulan raviler”e dair Marifetu’r- Ruvvat kitabında (s.195 no:392) Ebu Uveys hakkında şöyle demiştir: “Saduktur. Hakkında zararsız bir eleştiri vardır. Nesai ve başkaları: “Kuvvetli değil” dedi. Darekutni: “Hafızasında bir şey var” dedi.” Derim ki: Bu durumda olan bir ravinin rivayeti hasen sayılmaya elverişlidir. Zira bu tabirler adalet yönüyle kusursuz olmakla beraber, zabtları itibarıyla sika ravilere nispetle hatası daha fazla olan raviler hakkında kullanılan ibarelerdir. Zabt yönündeki zayıflığın telafisi ise hem İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen mutabaat tariki ile ve hem de diğer sahabelerden gelen mevsul rivayetlerin ve Mürsel tariklerin şahitliği ile sabit olmuştur. Neticede hadis sahih derecesine çıkmıştır
82 Hasen ligayrihi. Ebû’ş-Şeyh, Tabakât, (4/187 no:1149); Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (1/405 no:311) İsnadında Yezid er-Rakaşî vardır.
83 Hasen ligayrihi. Hâtib el-Bağdadî, el-Fakih ve’l-Mutefekkih, (1/306, no:272) Kadı Iyaz el-İlma (s.9) İbnu’l-Muzaffer ve İbn Ebi’d-Dunya’ya nispetle; İbn Hacer Heytemi, es-Savaiku’l-Muhrika (2/367)
84 Hasen ligayrihi. İbn Abdilberr et-Temhid (24/331) İbn ‘Abdilberr, Cami‘u Beyâni’l-‘İlm, (870); Şecerî Emalî, (1/126);
85 Hasen ligayrihi. Vakıdî, Megazî (2/579) Muhammed b. Ömer el-Vakıdî dışında ravileri sikadır.
86 Hasen ligayrihi. Beyhaki Delail (5/448) Suyuti; Hasais (2/61) Miftahu’l-Cenne (sy.12) Mürseldir.
87 Sahih ligayrihi. Beyhaki Delail (5/448) mürseldir.
88 Sahih ligayrihi. Hatib, el-Fakih ve’l-Mutefekkih (1/457 no: 406) Esbehani, el- Hucce (141)
89 Sahih ligayrihi. el-Muvatta (1395) muallak.
90 Hasen. Ahmed (3/387); el-Elbânî, İrvâu’l-Galil’de (6/34) hasen demiştir.
91 Hasen mevkuf. İbn Dureys, Fadailu’l-Kur’ân (s.76) Ebu Nasr el-Makdisi, el- Hucce (661) İbnu’l-Cevzi, Menakıbu Ömer (s.123)
92 Sahih mevkuf. Dârimî (1/134); el-Hatîb, Takyidu’l-İlm (s.53) Yahya el-Hacuri, el-Urfu’l-Verdi’de (s.204) isnadı sahih demiştir.
93 Sahih mevkuf. Dârimî (no:485) Yahya el-Hacuri isnadının sahih olduğunu söylemiştir.El-Urfu’l-Verdi (s.201)
94 Sahih. Hakim (4/597) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (482) Darimi (476) el- Elbani es-Sahiha (2821)
95 Kerhî, Usulu’l-Fikh (s.38)
96 El-Elbani, es-Sahiha (6/320)
97 Sebilu’r-Reşad (3/22)
İhtilafları Kitap ve Sünnete Arz Etmemek İmana Aykırıdır
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, rasule itaat edin ve sizden olan yetki sahiplerine de. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah’a ve rasule döndürün. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız bu daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)
İbnu’l-Kayyım rahimehullah, şöyle demiştir: “...Şurası unutulmamalı ki, Allah Teâlâ, mü’minlere, kendi aralarındaki ihtilaflı konuları, Allah’a ve rasulüne havale etmelerini, “eğer iman etmiş iseler” ifadesiyle emretmiştir. Onlara bunun hem dünyada, hem ahirette kendileri için en hayırlı sonucu vereceğini de haber vermiştir.
Mü’minler fıkhî konularda tartışmışlar ancak bu tartışmaları ile dinden çıkmamışlardır. Ashab-ı kiram da müminlerin efendileri ve onların en kâmil imanlıları olmalarına rağmen fıkhî hükümlerin birçoğunda tartışmışlardır. Ne var ki onlar, Allah Teâlâ’nın isimleri, sıfatları ve fiillerinden tek bir meseleyi bile tartışma konusu yapmamışlardır. Aksine başından sonuna kadar istisnasız olarak kitap ve sünnetin söylediğini kabul etmiş, O’nun isim, sıfat ve fiillerini te’vile zorlamamış, manalarını bozmamış, herhangi birini iptal edici bir tavır içine girmedikleri gibi, onlar hakkında örneklendirme yoluna da gitmemişlerdir. Onlar bu meselelerin ne başı, ne de sonu ile ilgilenmemişlerdir. Herhangi biri, “O’nun isim ve sıfatları hakiki manalarının dışına taşınmalı, mecazi manalara yorumlanmalıdır” dememiştir. Onlar, O’nun isim ve sıfatlarını kabul etmiş, teslim olmuş, iman ve saygı ile karşılamış, hepsini tek parça olarak değerlendirmiş, hepsi hakkında tek yol izlemişlerdir. Hevâ ehli ve bid’at ehlinin yaptıkları gibi parçalara ayırıp, ellerinde açık bir delil olmaksızın bazısını kabul edip bazısını reddetme yoluna gitmemişlerdir. Hâlbuki hevâ ve bid’at ehli kimselerin, kabul etme hususunda takındıkları tavrın aynısını, inkâr etme hususunda da takınmaları gerekirdi.
Hükümlerin bazılarında tartışma, kişiyi imandan çıkarmaz. Bundan maksat, müminlerin: “Allah Teâlâ’nın: “Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız o (tartıştığınız konuları) Allah’a ve rasulüne götürün” (Nisa 59) ayetinde emrettiği gibi, ihtilaf ettikleri konuları Allah’a ve rasulüne havale ederek tartıştıkları zaman imandan çıkmayacaklarıdır. Çünkü bir şarta bağlanan hüküm, o şartın ortadan kalkması ile ortadan kalkar.
Ayette geçen “herhangi bir şeyde tartışırsanız” ifadesindeki “bir şey” şartın devamında nekre olarak gelmiştir. Bu da, müminlerin, dinin ince- kaba, açık-kapalı her türlüsü ile tartıştıkları dinî konuların tamamını kapsar. Allah’ın kitabı ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bunlarla ilgili herhangi bir açıklama bulunmasa ve bulunanlar da yeterli olmasaydı Allah Teâlâ böyle bir emri vermezdi. Çünkü ihtilaflı bir konuyu, hakkında çözüm bulunmayan bir kaynağa havale etmek imkânsızdır.
Diğer taraftan “Allaha havale”nin manası; O’nun kitabına, rasulüne havalenin manası da hayatta iken kendisine, vefatından sonra da sünnetine havale demek olduğu hususunda âlimler icma etmişlerdir.
Ayrıca bu havale, imanın gereklerinden sayıldığı için; bunun olmaması, imanın olmamasını gerektirir. Zira lazımın olmadığı yerde melzum da olmaz. Özellikle bu iki şey arasında lazımiyet-melzumiyet birbirine daha fazla bağlıdır. Bunlardan birisi olmazsa, diğeri de olmaz. Sonra bu havalenin kendileri için daha hayırlı olduğunu bildirmiş, sonuç olarak da bunun en hayırlı sonuç olduğu ifade edilmiştir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başkasını hakem tayin edip onun hakemliğine müracaat etmenin, tagutu hakem olarak benimsemek ve ona müracaat etmek olduğunu haber vermiştir. Tagut: Kulun kendisiyle haddini aştığı her türlü ma’bud, kendisine uyulan ve itaat edilen varlıktır. Her kavmin tagutu, Allah ve rasulü dışında kendisinin hakemliğine başvurulan, Allah dışında ibadet edilen, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendisine ittiba edilen veya insanların bilmedikleri konularda kendisine itaat etmeyi Allah’a itaat kabul ettikleri kimselerdir. İşte bunlar dünyanın tagutlarıdırlar. Düşünüp incelediğin zaman, insanların çoğunun Allah’a ibadetten onlara kulluğa, Allaha ve rasulünün hakemliğinden onların hakemliğine, Allah’a itaat ve rasulüne ittibâdan, onlara itaat ve ittibaya yöneldiklerini görürsün. Onlar bu ümmetin kurtuluşa ermişleri olan sahabe ve tabiun’un yolunu tutmamış, onların hedeflerine yönelmemişler, hem menhec hem de hedef olarak onlardan ayrılmışlardır.
Sonra Allah Teâlâ haber veriyor ki; “Onlara: Allah’a ve rasulüne gelin” denildiği zaman bundan yüz çevirir, davetçiye icabet etmez ve başkalarının hükümlerine razı olurlar. Ardından onları Allah ve rasulünden yüz çevirip, başkalarının hâkimliğine müracaat etmelerinin, malları, bedenleri, basiretleri, dinleri ve akıllarına büyük musibetler getireceği ile tehdit etmiştir.
“Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir felaket getirmek ister.” (Maide 49) Onlar maksatlarının yalnızca iyilik ve uyumdan ibaret olduğunu ileri sürerek mazeret beyan ederler. Yani ana gayeleri her iki zümreyi razı edip aralarını bulmaktı. Bunların bu davranışları aynen Rasulün getirdiği ile onun zıddı olanların arasını bulmaya çalışıp, bununla da iyilik yaptığını ve tarafların arasını düzeltip, uyumlu hale getirdiğini sananlara benzemektedir. Halbuki iman, rasulün getirdiği ile onun karşıtları arasında yol, hakikat, inanç, siyaset ve yorum bakımından tam bir savaş hali ilan etmeyi gerektirmektedir. Katıksız iman işte bu savaşı başarmakla mümkündür, uyum sağlamakla değil. Başarı Allah’tandır.
Allah Teâlâ yine bu ayeti kerimede insanlar aralarında meydana gelen küçük büyük her türlü tartışmada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hakem tayin etmedikçe imanın meydana gelmeyeceğine yemin etmektedir. Dahası, iman için hakem tayin etmenin yetmediği, aksine O’nun vereceği hüküm karşısında en ufak bir sıkıntı ve darlık duymadan bunu kabul etmek gerektiğini, bununla da yetinmeyip tam manasıyla bu hükme teslim olup, boyun eğmenin, imanın gerçekleşmesi için şart olduğunu beyan etmiştir.
Allah Teâlâ, diğer bir ayette de, bununla beraber şöyle buyurmuştur: “Allah ve rasulü bir işe hükmettiği zaman gerek mümin erkek, gerekse mü’mine kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve rasulüne âsî olursa apaçık bir sapıklık etmiş olur” (Ahzab 36) Bu ayette O, Allah ve rasulü bir konuda karar verdikten sonra, hiçbir müminin seçme hakkının olmadığını haber vermiştir. Bundan sonra başka şeyleri seçenlerin de apaçık bir şekilde sapıklığa düştüğünü bildirmiştir.
Allah Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’ın ve rasulünün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurat 1) buyurmaktadır. Yani O konuşmadan siz konuşmayın, o emretmeden siz emretmeyin, O fetva vermeden siz fetva vermeyin, bir konuda O nihâî kararı verip onaylamadan, siz kesin hükümler vermeyin demektir.
Ali b. Ebi Talha’nın rivayetine göre İbn Abbas radıyallahu anhuma: “Yani kitap ve sünnete aykırı konuşmayın” demiştir. Avfî’nin İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayeti ise şöyledir:
“O’nun sözü önünde konuşmalar yasaklandı.”98
Bu ayetin en özlü yorumu şudur: Bir konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den önce konuşmaya veya bir iş yapmaya acele etmeyin. Nitekim Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi’nin sesinden fazla yükseltmeyin. Biribirinize bağırdığınız gibi, Nebi’ye yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız farkına varmadan amelleriniz boşa gider” (Hucurat 2) buyurmaktadır. Bu ayete göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında seslerini yükseltmeleri, amellerin boşa çıkmasına sebep oluyorsa, re’y, akıl yürütme, zevk, siyaset ve bilgilerin onun önüne geçirilmesi ve onun tercih edilmesi durumunda halleri nice olur?
Bunlar amelleri boşa çıkarmada ötekinden daha öncelikli olmaz mı? Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler ancak Allah’a ve rasulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o nebî ile beraber bir iş üzerinde bir araya geldikleri vakit, O’ndan izin istemedikçe bırakıp gitmezler” (Nur 62) Bu ayete göre, O’nunla birlikte oldukları zaman gidilecek bir yere izin almadan gitmemek, imanın bir gereği olduğuna göre, bir konuda yorum yapmadan, görüş belirtmeden önce izin almak daha evla olarak imanın bir gereği olacaktır. O’nun izin vermesi ise, izin verdiğini gösteren bir delil ile bilinir...”99
98 Taberi Tefsiri, (26/116)
99 İ’lamu’l-Muvakkiîn (1/39 vd.)
Allah’ın İndirdiklerinden Başkasıyla Hükmedenler Bizden Değildir
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemişse onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44)
Huzeyfe radıyallahu anh’ın yanında bu ayet okunduğunda birisi:
“Şüphesiz bu İsrailoğulları hakkındadır” dedi. Bunun üzerine Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki:
“Eğer tatlı şeyler sizin, acı şeyler onların olacaksa İsrailoğulları ne iyi kardeştirler! Hayır! Nefsim elinde olana yemin ederim ki, adım adım aynen onlar gibi aynı yolu izleyeceksiniz.”100
Allah’tan başka bir kimsenin hükmünün Allah’ın hükmünden daha üstün veya eşit olduğuna inanmak dinden çıkaran büyük bir şirktir. Zira bu, Kuran’ı yalanlamaktır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“Onlar, yine de câhiliyye devrinin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar? Oysa yakînen bilen insanlar için, Allah'tan daha güzel hüküm sahibi olan kim vardır?” (Maide 50)
“Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (Tîn 8) Bu istifham (soru) takrirîdir. Yani Allah Teâla hükmedenlerin en iyi hükmedenidir. Ondan başka kimsenin hükmü O’nun hükmünden daha güzel olamayacağı gibi, ona denk de olamaz.
Bir kimsenin Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün caiz olduğuna inanması büyük şirktir. Zira bu, Kitap ve sünnetin kesin naslarının ve Müslümanların Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin haram olduğuna dair kesin icmalarının zıddına inanmaktır.
Allah’ın Kitabı ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde gelene muhalif şeriat veya kanun koyup bu kanunla hükmetmenin caiz olduğuna inanarak veya bu kanunun Allah’ın hükmünden daha hayırlı olduğuna veya eşit olduğuna inanarak onunla hükmetmek dinden çıkaran bir şirktir.
Babalarının, dedelerinin veya kabilesinin – bazılarının “es-Sulum” dedikleri adetleriyle, bunların Allah’ın hükmüne muhalif olduğunu bildikleri halde, bunların Allah’ın hükmünden daha üstün veya ona eşit olduğuna veya onunla hükmetmenin caiz olduğuna inanarak hükmetmek, dinden çıkaran büyük bir şirktir.
Allah’ın şeriatından başkasıyla hükmeden kimseye razı olarak itaat etmek, onların sözünü Allah’ın hükmüne öfkelenerek veya başkasıyla hükmetmenin caiz olduğuna inanarak ya da bu hükmün Allah’ın hükmünden üstün yahut ona eşit olduğuna inanarak Allah’ın şeriatı önüne geçirmek dinden çıkaran büyük şirktir.
Allah’ın şeriatıyla hükmetmemeye, İslam ile savaşarak ve ona buğzederek beşeri kanunlarla hükmetmeye çağırmak küfürdür. Mesela kadınların açılmasına, kadınların okullarda ve işyerlerinde yabancı erkeklerle birlikte bulunmasına, faiz uygulamasına, çok evliliği yasaklamaya ve Allah’ın şeriatına harp açan diğer şeylere çağırmak gibi. Bunların kötülüğe ve Allah’ın diniyle çarpışmaya davet etmek olduğunu bildiği halde bir kimse zaten böyle bir şeye başvurduysa, onun zahirdeki durumu; bunları ancak kâfirlere ve kanunlarına olan sevgisinden, bunların Allah’ın şeriatından üstün olduğuna inanmasından ve kalbinde İslam dinine ve hükümlerine karşı hoşnutsuzluk bulunduğundan yapmıştır.
Bütün bunlar dinden çıkaran şirk ve küfürdür. Durumunun hakikati böyle olan bir kimse büyük şirke düşmüştür. Eğer Müslümanlardan olduğunu izhar ediyorsa yine o münafıktır. Bir şeye davet etmek, ona sadece tabi olmaktan daha kötüdür.
Hafız İbn Kayyım, Kitabu’s-Salat’ta itikad küfrü ile amel küfrünü birbirinden ayırmış, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmenin amel küfrü olduğunu zikretmiş ve bu konuda seleften açık naslar nakletmiştir. Bu küfrün dinden çıkaran bir küfür olmadığını zikrederek sonra şöyle demiştir: “Bu tafsilat, Allah’ın Kitabını, İslam’ı, Küfrü ve levazımını, insanların en iyi bilenleri olan sahabelerin görüşüdür. Bu meseleler ancak onlardan alınır. Sonrakiler bunlarda kastedileni anlamamışlar ve iki fırkaya ayrılmışlardır...”101
Münafıkların en bariz sıfatlarından birisi de vekillerin veya öncekilerin görüşlerinden yahut geçmiş kanun ve anayasalardan oluşturulan beşeri görüşlerle hükmetmeleridir. Kitap ve sünneti terk ederek arkalarına atan münafıklar, insanların ellerine tutuşturdukları, fikirlerinin çöplüklerinden ibaret olan bu kanunlar ile hükmederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında bu şekilde Allah’ın ve rasulünün hükmünden yüz çevirip insanların görüşleriyle hükmetmek istiyorlardı. İşte onlar bu gün de önceki münafık babalarının yolunu izleyerek, Allah’ın hükmünü terk ediyor ve beşeri hükümlere koşuyorlar. Allah şöyle buyururken ne de doğru söylüyor;
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 60-61)
Şevkanî, diyor ki; “Burada kendilerinin Allah’ın rasule indirdiği Kuran’a ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere iman ettiklerini iddia eden bu kimselerin haline Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şaşırması söz konusu ediliyor. Bu iddiaları boşa çıkarılıyor ve onların hiçbir esas üzere olmadıkları açıklanıyor. Zira onlara Allah rasulüne indirilene ve ondan öncekilere müracaat etmeleri emredilmişken, onlar tağuta muhakeme olmak istemekle küfretmiş oluyorlar.
Onların beşeri kanunlarla muhakeme olma istekleri durmadı, hatta insanları bu kanunlara muhakeme olmaya çağırır hale geldiler. Allah’ın Kitabı ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile muhakeme olmak isteyenlere engel oldular. Bunun neticesinde yönetenlerin ve yönetilenlerin çoğunun müslüman olduğu bu günlerde, Kitap ve sünnet ile muhakeme olma hususunda müslümanın akidesi ayakaltına alınır oldu. Olan oldu, dünya başkalaştı, asır değişti, Kitap ve sünnet ile hüküm vermek arkaya atıldı. Modern dünyanın alay konusu oldular. Bu sözlerin sahipleri küfre düştüler. Allah bizlere Kitab’ında başka bir şekil daha gösteriyor;
“(Bazı insanlar:) “Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik” diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. Ama eğer (Allah ve Rasûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler yahut Allah ve Rasûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” (Nur 47-50)
İbn Cerir, bu ayetler hakkında şöyle der; “Münafıklar, "Allah'a ve Peygamberine iman ettik ve onların emirlerine itaat ettik." derler. Sonra da içlerinden bir gurup yüz çevirerek uzaklaşır. Böylece sözleri davranışlarına uymaz. Yapmayacakları bir şeyi söylerler. Bu sebeple onlar, mümin değillerdir. Bu münafıklar, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in, aralarında hüküm vermesi için, Allah'ın kitabına ve Resulünün hakemliğine davet edildikleri zaman, içlerinden bir gurup hakkı kabulden yüz çevirir ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in verdiği hükme razı olmaz...”
Onların hali bugün böyledir ve hatta daha da şiddetlidir. “Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50) Okunanlar, onların münafık babalarının gidişatıdır. Ayetler onlar hakkında inmiştir. Zira onlar bu minval üzere yol almışlardır. Hâlbuki Allah’ın Kitab’ında şunları da okurlar;
“Hayır, Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) Evet, onlar bu ayetleri de okuyorlar lakin nifak ve dine tuzak kurmak için, ahirete karşı dünyayı tercih ederek okurlar!
100 Sahih mevkuf. Hakim (2/312) Ebu Nuaym, Hilye (4/179) Mervezi, es-Sunne (75) Vekî, Ahbaru Kudat (1/40)
101 Kitabu’s-Salat (s.55-59)
Sünnetin Bağlayıcılığını İnkâr Edenler Bizden Değildir
İbn Abdilberr şöyle demiştir: “Bidat ehli, sünnetten yüz çevirmekte icma ederek Allah’ın Kitabını sünnetin beyan ettiğinden farklı şekilde tevil etmişler, hem sapmışlar hem de saptırmışlardır. Yardımın kesilmesinden Allah’a sığınırız ve rahmetiyle Tevfik ve ismet dileriz. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den bunu yasakladığı rivayet edilmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey; âlim dilli olup Kuran ile mücadele eden münafıktır.”102
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
"Münafıklar sana gelince: “Senin şüphesiz Allah'ın rasulü olduğuna şehadet ederiz” derler. Allah, senin kendisinin rasulü olduğunu, bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir. Onlar, yeminlerini kalkan edinerek Allah'ın yolundan alıkoyarlar. İşledikleri işler gerçekten ne kötüdür! Bu, önce inanıp sonra inkâr etmiş olmalarındandır. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlamazlar." (Münafikun 1-3)
“Hayır, Rabbın hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (Nisa 65)
“Onlara; “Allah’ın indirdiğine ve (Muhakeme olmak üzere) peygambere gelin!” denildiği zaman, münafıkların senden (tam) bir çevriliş ile yüz çevirdiğini görürsün.” (Nisa 61)
“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve Cehennem’e sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!” (Nisa 115)
“(Münafıklar;) “Allah’a ve rasule itaat ettik!” diyorlar. Sonra da içlerinden bir taife bunun ardından yüz çeviriyor. İşte bunlar mü’min kimseler değildirler. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman bir de bakarsın ki, onlardan bir taife yüz çeviricidirler. Eğer hak, kendi lehlerine olursa, ona itaat eden kimsele r olarak gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa (Onun peygamberliğinden) şüphe mi ettiler? Yahut Allah’ın ve Rasulünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır! İşte onlar zalimlerin ta kendileridir!” (Nur 47-50)
“Şüphesiz ki inkâr edip Allah yolundan men edenler ve kendilerine hidayet belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler, elbette Allah’a hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.” (Muhammed 32)
Mikdam b. Madikerb radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şunu kesin olarak biliniz ki; Bana Kur’an ve onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok olduğu halde rahat koltuğuna oturarak; “Şu Kur’an’a sarılınız; onda helal olarak neyi görüyorsanız onu helal kabul ediniz, neyi de haram görüyorsanız onu da haram biliniz” diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Dikkat edin! Hiç şüphesiz Allah Rasulünün yasak ettiği şey de Allah’ın haram ettiği şey gibidir.”103
* İrbad b. Sâriye radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki:
“Bekliyorum ki, biriniz koltuğuna kurulmuş halde Kur’ân’dakiler dışında bir haram olmadığını zannetsin! Dikkat edin! Be nim emrettiklerim, öğütlerim ve yasakladıklarım Kur’ân’ın hükmü gibi veya ondan fazlasıdır...”104
* Ebu Rafi radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sizden birinin koltuğuna yaslanmış halde, kendisine emrettiğim veya yasakladığım bir şey ulaştığı zaman: “Onu bilmem, biz yalnız Allah’ın kitabında bulduğumuza tabi oluruz (diğer rivayette: “Biz bunu bilmeyiz, İşte bu Allah’ın kitabıdır, bu onda yoktur”) dediğini görmeyeyim”105
Halid b. el-Velid radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Dikkat edin! hiçkimse koltuğuna yaslanmış halde: “Allahın kitabında helal bulduğumuzu helal, haram bulduğumuzu haram sayarız demesin. Dikkat edin! anlaşmalıların mallarını haram kılıyorum.”106
* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sizden birine benden bir hadis ulaştığında koltuğuna yaslanmış olarak: “Bana Kur’ândan oku” derken bulmayayım.”107
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Belki de bir adam beni yalanlar, koltuğuna kurulmuş halde: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellembunu söylemez” der.”108
* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Haşaya ashabına ne oluyor ki beni yalanlıyorlar? Belki biriniz koltuğuna yaslanmış olarak Allah’ın nimetlerini yerken, kendisine benim hadislerim getirilir de:
“Bundan bana ne! Yanımızda Allah’ın kitabı var” der. Sizi yasakladığımız şeylere son verin, emrettiklerimize de tabi olun.”109
* Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Belki birinize benim hadisim getirildiğinde koltuğuna yaslanır da: “Bunu bırakın, biz Allah’ın kitabında bulduğumuza tabi oluruz” der.” Diğer rivayette:
“Yakında karnı tok bir kimse rahat koltuğuna yaslanmış bir halde, kendisine benden bir hadis ulaştırıldığında: “İşte Allah’ın kitabı! Onda helal bulduğumuzu helal, haram bulduğumuzu haram sayarız” der...”110
* Muhammed b. el-Munkedir’den mürsel olarak aynısı rivayet edilmiştir.111
* Tavus rahimehullah’dan mürsel olarak: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vefat hastalığında şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ben ancak Allah’ın kitabında helal kıldığını helal kıldım ve ancak Allah’ın kitabında haram kıldığını haram kıldım.”112
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Size onlardan sonra sapıtmayacağınız iki şey bıraktım; Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi havz akıncaya kadar ayrılmadan gelecektir.”113
Hatib el-Bağdadi, isnadıyla Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem, vefat ettiği hastalığında yanımıza çıkageldi. Biz sabah namazında idik ve Ebu Bekir radıyallahu anh geri çekilmek istedi. Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem ona yerinde kalmasını işaret etti ve insanlarla beraber namazı kıldı. Namaz bitince hamd-u sena ederek şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Size iki ağırlık bıraktım; Allah’ın kitabı ve sünnetim. Kur’anı sünnetimle konuşturunuz, bu hususta sapmayınız! Zira bu ikisine tutunduğunuz sürece gözleriniz kör olmaz, ayaklarını kaymaz ve elleriniz aciz kalmaz.”114
Ukbe b. Amir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Ümmetimin helaki kitap ve süt hakkında olacak!” Bunların kimler olduğu sorulduğunda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Kur’ân’ı öğrenecekler ve onu Allah’ın indirdiğinden (sünnetten) başkasıyla tevil ederek iman edenlerle mücadele edecekler, sütü sevecek (şehvetlerine uyup) cemaati ve Cuma namazlarını terk ederek bedevileşeceklerdir.”115
Huzeyfe radıyallahu anh şöyle demiştir: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşû, son kaybedeceğiniz şey ise namazdır. İslam’ın bağları birer birer çözülecek, kadınlar hayızlı iken namaz kılacak, bir ayakkabının şaşmadan diğer eşinin adımlarını izlemesi gibi aynen sizden öncekilerin yolunu adım adım izleyeceksiniz. Sonunda birçok fırkalardan iki fırka kalacak, bunlardan birisi:
“Neden beş vakit namaz kılıyoruz? Bizden öncekiler sapıtmış. Allah Teâlâ sadece şöyle buyuruyor:
“Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl” (Hud 114) Böylece onlar sadece üç vakit namaz kılacaklar. Diğer fırka da şöyle der:
“Müminlerin Allah’a imanı, meleklerin imanı gibidir. Aramızda kâfir ve münafık yoktur.” Allah’ın onları Deccal ile beraber haşretmesi bir haktır.”116
Bir tarikinde ikinci fırkanın tarifi şu lafızla gelmiştir: “Bir kavim gelecek, kıbleye yönelip namaz kılan kimsenin imanına şahitlik edecek”117
el-Âcurrî’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “Hatta onlar arasında namaz kılmayanlar bile olur. Onlar kaderi yalanlarlar. Deccal’in çıkış sebebi onlardır. Allah’ın onları Deccal’e katması bir haktır.”118
Huzeyfe radıyallahu anh yine şöyle demiştir: “Şüphesiz ben iki din biliyorum ki ikisinin mensupları da cehennemdedir. Bir topluluk:
“Zina etse de, adam öldürse de, iman sözden ibarettir” der. Diğer topluluk:
“Bizden öncekiler sapıklar idi” derler ve
“Neden beş vakit namaz kılıyoruz, o sadece iki vakittir: yatsı namazı ve sabah namazı” derler.”119
Ömer b. El-Hattâb radıyallahu anh şöyle demiştir: “Muhakkak ki sizinle Kur’an’ın müteşâbihleri hakkında tartışacak insanlar gelecektir. Onların yakalarından sünnetlerle tutun. Zira sünnet ashâbı, Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.”120
Hubeyb b. Ebi Fudâle el-Mekkî’den: “Şu mescid yapılıp da Cami haline getirildiği zaman İmrân b. Husayn oturuyordu. Onun yanında şefaatten bahsettiler. Topluluktan birisi:
“Ey Ebû Nuceyd! Muhakkak ki sizler bize Kur’ân’da aslını bulamadığımız hadisler anlatıyorsunuz” dedi. Bunun üzerine İmrân b. Husayn öfkelendi ve o adama:
“Kur’ân’ı okudun mu?” dedi. Adam: “Evet” deyince şöyle dedi:
“Orada akşam namazının üç rekât, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğle namazının dört ve ikindi namazının dört rekât olarak zikredildiğini gördün mü?” Adam:
“Hayır” dedi. İmrân:
“O halde bunu nereden öğreniyorsunuz? Sizler bizlerden ve biz de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den öğrenmedik mi? Her kırk dirhemde bir dirhemini, şu kadar koyunda şu kadarını, şu kadar devede şu kadarını zekât olarak vermeyi orada gördünüz mü, Kur’ân’da buluyor musunuz?” dedi. Adam:
“Hayır” dedi. İmrân radıyallahu anh:
“Peki, bunu nereden aldınız? Biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den, siz de bizden almadınız mı? Kur’an’da “Beytu’l-Atîk’i (Kâbe’yi) tavâf edin” (Hac 29) emrini gördüğünüzde yedi tavâf yapın, makamın arkasında iki rekât namaz kılın emrini de gördünüz mü? Bunu Kur’ân’da buluyor musunuz? Bunları kimden öğrendiniz? Bizden almadınız mı? Bizler de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den öğrenmedik mi? Yine Kur’ân’da;
“İslâm’da celeb ve ceneb ile şigâr nikâhı yoktur” hükmünü buluyor musunuz?” dedi. Adam:
“Hayır” deyince İmrân radıyallahu anh şöyle dedi:
“Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“İslâm’da celeb121, ceneb122 ve şigâr nikâhı123 yoktur”124
Alkame, Abdullah (b. Mes’ud) radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Allah dövme yapana ve yaptırana, kaş aldırana, güzel görünmek için Allah’ın yarattığını değiştirerek dişlerini düzelttirene lânet etsin.” Bu sözler Esed oğulları kabilesinden, kendisine Ummu Ya’kub denilen bir kadına ulaşınca, geldi ve şöyle dedi:
“Senin şöyle ve şöyle yapanlara lânet ettiğin bana ulaştı.” İbn Mes’ûd radıyallahu anh:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in lanet ettiklerine ve Allah’ın Kitabında lânet ettiklerine ben neden lânet etmeyeyim?” dedi. Kadın:
“Ben iki kapak arasındakileri okudum ama senin dediklerini göremedim” dedi. İbn Mes’ûd radıyallahu anh:
“Şayet okusaydın görürdün. Şu ayeti okumadın mı?: “Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının” (Haşr 7)” dedi. Kadın:
“Evet” dedi. Bunun üzerine İbn Mes’ûd radıyallahu anh:
“İşte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de bundan yasaklamaktadır.”125
Ya’lâ b. Hakîm, Saîd b. Cubeyr’den rivayet ediyor: “Saîd b. Cubeyr bir gün Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bir hadisini rivayet etti. Birisi:
“Allah’ın kitabında buna aykırı durum vardır” dedi. O da dedi ki:
“Görüyorum ki, sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis rivayet ediyorum, sense Allah’ın kitabına aykırı olduğunu söylüyorsun. Hâlbuki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kitabını senden iyi bilirdi.”126
102 Sahih. el-Firyabî Sıfatu’n-Nifak (s.13) el-Mecma (1/187) el-Elbani, es-Sahiha (1013) Sahihu’t-Tergib (128, 129)
103 Sahih. Ebu Davud (4604) Tirmizi (2664) İbn Mace (12) İbn Hibban (1/189) Darimi (606) Hakim (1/191) Ahmed (4/131, 132) Darekutni (4/287) Taberani (20/274, 283) Taberani Musnedu’ş -Şamiyyin (1061) İbn Abdilberr et-Temhid (1/150) Beyhaki (9/332) Beyhaki Delail (1/24, 6/549) Hatib el-Fakih ve’l-Mutefekkih (257-259) Hatib, el-Kifaye (5-7) Herevi Zemmu’l-Kelam (211, 212) İbn Batta el- İbane (62, 63) Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (4/209, 242) Uşeyb, Cuz (no:50) Ebu Sa’d es-Sem’anî Edebu’l-İmla (s.3)
104 Sahih. Ebu Davud (3050) Taberani (18/258) Taberani Evsat (7/184) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (695) İbn Abdilberr et-Temhid (1/ 149) Beyhaki (9/204) İbni Hazm el İhkam (2/159) Hatib el-Kifaye (8)
105 Sahih. Hakim (1/190, 191) İbni Hibban (1/190) Ebu Davud (4605) Tirmizi (2663) İbn Mace (13) Ahmed (6/8) Buhari Tarihul Kebir (7/288) Taberani (1/295, 316) Beyhaki (7/76) Beyhaki Delail (1/24, 6/549) Beyhaki Marife (1/67) İbni Abdilberr Camiul Beyanil İlm (2/189) Hatib, el-Fakih vel-Mütefekkıh (256) Hatib el- Kifaye (9, 10) Şafii Risale (s.89, 90, 225, 403) Şafii Müsned (32, 729, 1154) Humeydi (551) Acurri eş-Şeria (92-94) Begavi Şerhus Sünne (1/200) Tahavi Meanil Asar (4/209) İbni Abdilberr et-Temhid (1/151) Ru’yani (698) Herevi Zemmu’l-Kelam (207-208) İbni Hazm el İhkam (2/210)
106 Hasen ligayrihi. Taberani (4/111)
107 Sahih ligayrihi. Ahmed (2/367, 483) İbn Mace (21) İbn Batta el-İbane (64) Acurri eş-Şeria (96) Herevi Zemmu’l-Kelam (214)
108 Herevi Zemmu’l-Kelam (215)
109 Hasen ligayrihi. Hatib el-Kifaye (13)
110 Sahih ligayrihi. Ebu Ya’la (3/346) Hatib, el-Fakih (260) Hatib el-Kifaye (11, 12) Herevî Zemmu’l-Kelam (210, 213) İbn Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm (1227) et- Temhid (1/152) Taberani Evsat (8/290)
111 Mürsel. Şafii Musned (1/20) er-Risale (1107) Humeydi (551) Taberani (2/295) İbni Abdilberr Camiu Beyani’l-İm (1228) et-Temhid (1/150) Herevi Zemmu’l- Kelam (209)
112 Mürsel. Abdurrazzak (4/533)
113 Hasen. Darekutnî (4/245); Hâkim; sahih kaydıyla (1/172); Beyhakî (10/114); Hatîb, el-Fakih, (271); Lalekâ‘î, İ‘tikâd, (1/80); Bezzar (15/385) İbn Şahin et-Tergib (528) el-Gaylaniyat (2/109); İbn Abdilberr et-Temhid (24/331); İbn Hazm el-İhkam (6/243) Rafii et-Tedvin (4/178) el-Elbânî, Menziletu’s-Sunneti Fi’l-İslâm’da (s.18) hasen demiştir.
114 Hatib el-Bağdadi; el-Fakih ve’l-Mutefekkih (1/306 no:272)
115 Sahih. Elbani Sahiha (2778) Hakim (2/406) Ahmed (4/146, 155) Ebu Ya’la (3/285) Buhari Halku Ef’alil İbad (615) Herevi Zemmu’l-Kelam (2/28) Ruyani (239) İbni Abdilberr Cami (2/193) Deylemi (6999) Fesevi Ma’rife (2/97) İbn Abdilhakem Futuhu Mısır (s.293) Taberani (17/296)
116 Sahih. Hakim (4/516) Taberi Tehzibu’l-Asar (2002) Ahmed Zühd (1000) İbn Vaddah el-Bid’a (153) Hallal es-Sunne (1292-93) Acurrî eş-Şeria (35) İbn Ebi Asım Zühd (1/179) Ebu Nuaym Hilye (1/281) İbn Batta el-İbane (1/174, 2/571 no:1260)
117 Taberi Tehzibu’l-Asar (2003)
118 Acurrî eş-Şeria (35)
119 Hallal es-Sunne (1356, 1369) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/323-324
no:663) İbn Ebi Şeybe İman (s.30) Ebu Ubeyd İman (s.33) Taberi Tehzibu’l-Asar (2004) Acurri eş-Şeria (s.143-144)
120 Sahih mevkuf. Dârimî, (1/62) İbn Batta’nın el-İbâne’de (83, 84, 790) mutabi rivayetiyle eser sahihtir. Bu eseri ayrıca Âcurrî, eş-Şerîa’da (1/175); İbn Abdilberr, el-Câmi’de (1927); el-Lâlekâî, İtikad’da (1/94) rivayet etmişlerdir.
121 Celeb: Zekât tahsildarlarının bir yerde konaklayıp, toplayıp getirecek kimseyi zekât mallarının bulunduğu mahallere göndermesi.
122 Ceneb: Zekât tahsildarlarının uzak bir yerde konaklayıp zekâtın yanına getirilmesini emretmesi
123 Şigar nikâhı: kız kardeşlerini birbirlerine vererek mehirsiz evlenmek.
124 Sahih. Muhtasar olarak: Ahmed (4/429); Ebû Dâvûd (3/30); Tirmizî (3/431); Nesâî Sünenu’s-Sugra (6/111) Uzun metniyle: Taberanî, Mu’cemu’l-Kebir’de Ebû Dâvûd’un rivayet yoluyla (18/219); İbn Ebî Asım, es-Sunne (2/386); İbn Batta, el- İbâne (1/233); el-Elbânî, Sahihu Ebî Dâvûd’da (2324) sahih demiştir.
125 Sahih. Buhârî (4604); Muslim (2125).
126 Sahih maktu. Dârimî (1/154); İbn Batta, el-İbâne (1/249) Yahya el-Hacuri isnadı sahih demiştir. El-Urfu’l-Verdî (s.237)
Kitaplarda Buldukları Kur’ân ve Sünnet Naslarıyla Amel Edenlerin Övülmesi
Ebu Cum’a el-Ensari radıyallahu anh dedi ki: “Biz şöyle dedik: “Ey Allah’ın rasulü! Bizden daha büyük ecir alacak bir topluluk var mı? Biz sana iman ettik ve tabi olduk.” Buyurdu ki:
“Sizin için buna ne engel olabilir ki, Allah’ın rasulü aranızdadır. Size semadan vahiy gelmektedir ve ben sizin aranızdayım. Bilakis sizden sonra bir toplum ki, kitap onlara iki levha arasında gelir, ona iman ederler ve onda olanlarla amel ederler. İşte onlara sizin ecrinizden daha büyüğü verilecektir.”127
İbn Kesir dedi ki: “Bu hadiste vicade (kitapta bulma yolu) ile amel etmenin delili vardır. Zira bundan dolayı övülmüşler ve bu özellikten dolayı ecirlerinin büyüklüğü zikredilmiştir.
Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman bakımından halkın en hoşunuza gidenler kimlerdir?” sahabeler:
“Meleklerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Onlar rableri katında oldukları halde nasıl iman etmesinler?” buyurdu. Sahabeler:
“Nebîlerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Onlara vahiy indiği halde nasıl iman etmesinler?” buyurdu.
“O halde kimlerdir ey Allah’ın rasulü?” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! İman bakımından halkın en hoşa gidenleri sizden sonra gelecek olup da sayfalar bulan, onda bulunan yazıya iman edenlerdir.”128
Enes radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman bakımından en beğenilen topluluk kimlerdir?” Sahabeler:
“Meleklerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Melekler nasıl iman etmesinler ki?” buyurdu.
“Nebîlerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Nebilerevahiyinerkennasıliman etmesinler?” buyurdu.
“Sahabelerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sahabeler nebîlerler beraber oldukları halde nasıl iman etmezler? Lakin insanların iman bakımından en beğenilenleri sizden sonra gelecek olup, vahiyden bir kitabı bulan, ona iman eden ve ona tabi olanlardır. İşte onlar insanların – veya halkın – iman bakımından en beğenilenleridirler.”129
Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyordum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman ehli arasında en üstün olanların kimler olduklarını biliyor musunuz?” Sahabeler:
“Ey Allah’ın rasulü! Meleklerdir” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet onlar böyledir. Zaten böyle olmaları da onlar için bir haktır. Buna ne engel var ki? Allah onları bu makama yerleştirmiştir. Kastettiğim başkalarıdır.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü! O halde onlar Allah Teâlâ’nın nübüvvet ve risalet vererek ikramda bulunduğu nebilerdir.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet, onlar böyledirler. Böyle olmak da onların hakkıdır. Allah onları bu makama yerleştirmişken böyle olmalarına ne mani var ki? Kastettiğim başkalarıdır.” Biz:
“O halde kimlerdir ey Allah’ın rasulü?” dedik. Buyurdu ki:
“Erkeklerin sulblerinde bulunan, benden sonra gelecek kimselerdir. Beni görmedikleri halde iman edecekler. Asılı sayfalar bulacak ve içinde yazılı olanlarla amel edecekler. İşte bunlar iman ehlinin en faziletlileridirler.”130
127 Hasen. Ebu Ya’la (3/129) Taberani (4/23) Ru’yani (1545) Fesevî, Marife (3/391) el-Hilaiyyat (el yazma no: 873) Ebu Abdillah el-Ferra Fevaid (17) Buhari, Halku Ef’ali’l-İbad (403) İbn Kani, Mucem (1/187-188) İbn Asakir Tarih (23/319) Herevi Zemmu’l-Kelam (1484) İbn Hacer Emaliyu’l-Mutlaka’da (s.40 ve 43) hasen demiştir. el-Elbani, es-Sahiha (3310)
128 Hasen ligayrihi. Hasen b. Arafe, Cüz (19) Beyhaki Delail (6/538) Kadıyu’l- Maristan, Meşyeha (511) İbn Hacer Emaliyu’l-Mutlaka (s.38) İsbehanî, et-Tergib (48) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.32) Ebu’l-Fevaris ez-Zeynebi, Meclisu Yevmi’l- Cum’a (6) İbn Kesir, Şuabu’l-İman (s.32) el-Elbani, es-Sahiha (3215)
129 Hasen ligayrihi. Bezzar (13/487) el-Elbani, es-Sahiha (3215)
130 Hasen. Hakim (1/96) Ebu Ya’la (1/147) Bezzar (1/412) İbn Abdilberr, et- Temhid (20/248) İbn Asakir (58/255) Herevî, Zemmu’l-Kelam (1486) Hatib, Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.33) Begavi, Hadisu Mus’ab ez-Zubeyrî (128) Cuz’u Bibi bt. Abdissamed el-Hereviye (104) İbn Hacer, Emaliyu’l-Mutlaka (s.37) Bezzar dışındakiler Muhammed b. Ebi Humeyd yoluyla rivayet etmişlerdir. O zayıftır. Ancak Bezzar’ın isnadı hasen bir isnaddır.
Rasulullah Adına Yalan Söyleyenler Tehlikededir
Mugire radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Benim adıma yalan söylemek, sizden biri adına yalan söylemek gibi değildir. Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemde oturacağı yerini hazırlasın”131
Bu hadis, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına hadis uydurmanın tehlikesini ifade ettiği kadar, kendisine sahih yolla, güvenilir raviler kanalıyla ulaşan bir hadisi inkar etmenin tehlikesini de bildirmektedir. Zira böyle bir hadisi inkar eden kimse: "Bunu rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söylemedi" diyerek, O'nun adına yalan söylemiş olmaktadır! Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
"Bir takım kimseler) "Allah'a ve Peygambere îman ve itaat ettik" derler; sonra da onlardan bir gurup, bunun ardından yüz çevirir. Bunlar mü'min değillerdir." (Nur 47)
"Peygamberi kendi aranızda çağırmayı, birbirinizi çağırmakla bir tutmayın. Allah, içinizden birbiri arkasına gizlice sıvışanları elbette bilmektedir. Bu itibarla, O'nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden, yahut acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar." (Nur 63)
Ebû Saîd el-Himyerî şöyle demiştir: “Muâz b. Cebel radıyallahu anh, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabının işitmediği hadîsleri rivayet ederdi ve sahâbelerin işitmiş oldukları hadîslerden söz etmezdi. Onun rivayet ettiği hadîsler bir ara Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallahu anhuma'ya ulaştı. Bunun üzerine Abdullah b. Amr:
“Vallahi, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den bu hadîsleri ben (şahsen) işitmedim. Kazâ-i hacet hususunda Muaz sizi güçlüğe ve zahmete sokmak üzeredir.” dedi. Bu söz, Muâz'a ulaştı. Daha sonra Muâz O'na rastladı ve dedi ki:
“Ey Abdullah b. Amr! Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den yalan hadîsi bile bile rivayet etmek (yahut Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisini yalanlamak) münafıklıktır, vebali de uydurana aittir. Şüphesiz ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den şöyle buyurduğunu işittim:
“Lanete sebep olan (şu) üç şeyden sakınınız: Su mecralarında, gölgelikte ve yol üstünde abdest bozmak.”132
İbn Burayde, babasından rivayet ediyor: “Medine’ye iki mil mesafede Leys oğullarından bir kabile vardı. Bir adam cahiliyye döneminde onlardan bir kadına talip oldu. Onu evlendirmediler. O da onlara bir elbise getirdi ve şöyle dedi:
“Muhakkak ki bu elbiseyi bana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem giydirdi ve benim sizin mallarınız ve canlarınız hakkında hüküm vermemi emretti.” Sonra gitti ve talip olduğu kadının yanına yerleşti. Kavmi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e birini göndererek durumu sordurdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’ın düşmanı yalan söylemiş” dedi. Sonra bir adamı göndererek şöyle buyurdu:
“Eğer onu diri olarak bulursan – ki onu diri olarak bulacağını sanmam – onun boynunu vur. Eğer ölü olarak bulursan ateşle yak.” Adam oraya gittiğinde o adamın bir yılan tarafından sokulup öldüğünü gördü. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemde oturacağı yeri hazırlasın.”133
İbn Amr radıyallahu anhuma’dan: “Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hullesi gibi bir hulle giydi, sonra Medine’den bir eve geldi ve;
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana dilediğin evde dilediğin gibi kal diye emretti” dedi. Dediler ki;
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize çirkinlik emretmeyeceğine dair ahdetti.” Ona bir ev hazırlayıp Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bunu haber vermek üzere elçi gönderdiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma’ya;
“İkiniz ona gidin, diri bulursanız öldürün, sonra ateşte yakın. Onu ölü bulursanız yakın” buyurdu. Gittiler ve onun gece bevletmek için çıktığını, bir yılanın onu sokup öldürdüğünü gördüler. Onu ateşte yaktılar sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e döndüler ve haber verdiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemde oturacağı yeri hazırlasın.”134
El-Muallimî, der ki; “Bu adam, şirk döneminde o kadını nikâhlamak istemiş ve reddedilmiştir. Ailesi Müslüman olunca, nefsine uymuş, Müslüman olmuş gibi gözükmüş ve sonra firar etmek düşüncesiyle, o kadınla yalnız kalmasına imkân vermeleri için onlara bu yalanı söylemiştir. Kendisi ile peygamber sallallahu aleyhi ve sellem arasında sadece iki mil mesafe olduğunu bildiği halde, bu yalanla orada fazla kalamayacağını düşünemedi. Halkı, böyle bir şeyin peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in emri olamayacağını düşünerek karşı çıktı. O adamdan daha uyanık davrandılar ve onu peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e göndererek durumunu bildirdiler.”135
İbn Teymiye şöyle demiştir: “İnsanların bu hadis hakkında iki görüşü vardır; Birincisi; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına kasten yalan söyleyenin öldürülmesi hakkında bunun zahirinin alınmasıdır. Bunlar bunu yapanın tekfir edileceği görüşündedirler. Aralarında Ebu Muhammed el- Cuveynî’nin de bulunduğu bir topluluk bu görüştedir. Bu görüşün delili, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemenin Allah adına yalan söylemek anlamında olmasıdır. Bu yüzden;
“Benim adıma yalan söylemek, sizden biri adına yalan söylemek gibi değildir” buyurmuştur. Malumdur ki, kim Allah adına yalan söylerse o, Allah’ın rasulü veya peygamberi olduğunu iddia etmiş olur. Veya Museyleme, el-Ansî ve benzerleri gibi peygamberlik iddia edip Allah adına yalan haber verir. Şüphesiz o kâfirdir, kanı helaldir. Böylece kim Allah’ın rasulü adına kasten yalan söylerse bu yalan onu yalanlamak ile aynı menzilede olur. Bu ikisini Allah Azze ve Celle şöyle buyurarak bir tutmuştur;
“Allah'a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir?” (Ankebut 68)
Hatta onun adına yalan söyleyen, günah olarak onu yalanlamaktan daha büyüğünü işlemiştir. Bu yüzden Allah önce onu zikrediyor. Rasul sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söyleyen de Allah adına yalan söyleyen gibidir. Yine onun adına yalan söylerken alay etmeyi ve onu hafife almayı kastederse, onun emretmediği bir şeyi emrettiğini iddia ederse hatta emrolunması caiz olmayan bir şeyi ona düşüklük nispet etmek için atfederse veya onu yalancı çıkarmak için batıl bir şeyi ona nispet ederse bu apaçık küfürdür.
Aynı şekilde bir iddiacı kendi yalanını bilerek, Allah’ın ramazan dışında başka bir ayda da orucu farz kıldığını iddia ederse ittifakla kâfir olur. Kim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vacip kılmadığı bir şeyi vacip kıldığını iddia ederse veya haram kılmadığı bir şeyi haram kıldığını iddia ederse, Rasul sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemiş olduğu gibi Allah adına da yalan söylemiş olur.
Bir kimse onun adına kasten yalan söylerse veya onun adına gerçek dışı bir haber verirse, böylece onun adına ona kusur olan bir haber vererek, rasule kusur nispet ederse kâfir olur. Bil ki bu görüş, gördüğün gibi gayet kuvvetlidir. Lakin bizzat onun ağzından yalan söylemek ile arada vasıta olarak yalan söylemenin arası ayrılır. Mesela; “bana falanın oğlu falan ondan şöyle dediğini nakletti” derse bu sadece hadisi nispet ettiği adamın adınadır.
Ama eğer; “bu hadis sahihtir” veya “ondan sabittir” derse, bunun yalan olduğunu bilerek söylerse, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemiş olur, münafıklardan ve benzerlerinden olmayan adalet sahibi kimselere ulaşmasından korumak için bu kimsenin cezası hemen verilir. Fakat yalan olduğunu bildiği bir hadisi rivayet eden kimse, şu sahih hadiste geldiği gibi haram işlemiş olur;
“Kim benden yalan olduğunu bildiği bir hadis rivayet ederse, o da yalancılardan biridir.” Lakin rivayetinin muhtevasında küfrü gerektiren bir şey yoksa tekfir edilmez.
İkinci görüş; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söyleyen cezalandırılmayı hak etmiştir ama tekfir edilmez, öldürülmesi caiz değildir. Zira küfrü ve öldürülmeyi gerektiren şeyler bilinmekte olup bu onlardan değildir. Onun için küfrü sabit kılmak caiz değildir. Bunu söyleyenler, görüşünü, onun peygamber adına yalan söylemekle açık bir kusur nispet etmemiş olmasıyla kayıtlandırmak zorundadır. Ama eğer atın teri hadisi ve benzerleri gibi onu tamamen açıkça ayıplı ve kusurlu gösterdiğine delalet eden şekilde işitmişse, o peygamber ile açıkça alay etmiş olur. Bu takdirde şüphesiz kâfirdir ve kanı helaldir.
Bu görüşte olanlara, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in münafıkların yalan söylediklerini bilmesine rağmen onları öldürmemesi hadisiyle cevap verilmiştir. Ama bu cevabın kıymeti yoktur.”136
“Lakin onun hakkında şöyle denilebilir; bu adam peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adına onu ayıplı ve kusurlu gösteren bir yalan söylemiştir. Zira o, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in onların kanları ve malları hakkında hüküm vermek üzere ve evlerinde dilediği kadar kalması için kendisine izin verdiğini iddia etmiştir. Burada amacı o kadın ile birlikte kalıp kötülük işlemektir. Kanları ve malları konusunda hakem olunca kendisine karşı çıkılmasına imkan bırakmamaktadır.
Malumdur ki, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem haramı helal kılmaz. Kim onun kanlar ve mallar konusundaki haramları ve çirkinlikleri helal kıldığını iddia ederse, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ayıp ve kusur nispet etmiş olur. Bu adam da peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine o yabancı kadınla yalnız kalmak üzere ve Müslümanlar arasında dilediği gibi hükmetmesine izin verdiğini iddia etmiştir. Bu açıkça peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e hakarettir ve onu ayıplı kılmaktır.
Bu durumda kim onu ayıplı kılar veya hakaret ederse tevbe etmesi istenmeden öldürülmesi emredilir. Burada kastedilen budur. Hadisin her iki görüşe göre de peygambere hakaret eden kimsenin tevbesi istenmeden öldürüleceği hakkında bir delil olduğu sabit oldu.
Birinci görüşü destekleyen hususlardan birisi de şudur, o kavim bu sözlerin sövgü ve hakaret olduğunu anlayınca hemen ona karşı çıkmaya koşarlardı. Şöyle denilebilir; işleri onlara şüpheli gelmiştir, çekişme halinde rasule itaat vacip olduğundan ve bu melun’un onlara getirdiği haber dayanılmaz olduğundan, bu haber peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit oluncaya kadar tevakkuf etmişlerdir.
Birinci görüşte olanlar dedi ki; peygamber adına söylenen her yalan, daha önce geçtiği gibi, ona hakaret demektir. Hem sonra bu adam bu hadiste hakaret etmeyi kastetmiyor, amacı onun adına yalan söyleyerek şehvetine ulaşmaktır. Bu mesele, onun adına kasten yalan söyleyen herkes hakkındadır. Zira o, peygamberle alay etmeyi kastetmemişse de sadece hedefine ulaşmayı kastetmiştir. Hedefler ise genelde ya mal ya şeref hakkında olur. Kötülük işleyenin de – amacı mücerret saptırma olmasa da – kastettiği şeyin de; bir işin gerçekleştirilmesinde reis olmak, saygınlık kazanmak veya açık bir arzusunu gerçekleştirmek olabildiği gibi. Bilcümle, kim küfür olan bir şeyi söyler veya yaparsa, kastettiği şey kafir olmak olmasa da küfretmiş olur. Aksi halde Allah’ın dilediği dışında hiç kimse zaten kafir olmayı amaçlamaz.”137
Sufiler sahih sünnette olmayan bazı metotlar koymuşlar, sünnete pek çok açıdan muhalefet sergilemişlerdir. Yaptıkları şeylere delil getirirken de genelde aslı olmayan uydurma rivayetlere veya zayıf hadislere dayanmışlardır. Bunu meşru göstermek için de “zayıf hadisler ile amel etmek caizdir” sözünü öne sürmeye başladılar. Hatta İsmail Hakkı Bursevi daha da ileri giderek Ruhu’l-Beyan adlı tefsirini uydurma rivayetlerle doldurmuş, surelerin faziletleri hakkında uydurulduğu tesbit edilen rivayetler hakkında utanmadan şunu söyleyebilmiştir; “Bunu uyduran Rasulullah’ın aleyhinde değil, şeriatı desteklemek için lehinde uydurmuştur”(!)138 Başka bir yerde de regaib namazı gibi uydurma namazların aslında ibadet olması hasebiyle, bunların bidat olduğunu açıklayan Nevevi gibi bir imama karşı çıkarak; “İbadetin bid’at olduğuna inanan kafir olur” diyebilmiş, insanları bidatlere yönlendirmiştir.
130 Hasen. Hakim (1/96) Ebu Ya’la (1/147) Bezzar (1/412) İbn Abdilberr, et- Temhid (20/248) İbn Asakir (58/255) Herevî, Zemmu’l-Kelam (1486) Hatib, Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.33) Begavi , Hadisu Mus’ab ez-Zubeyrî (128) Cuz’u Bibi bt. Abdissamed el-Hereviye (104) İbn Hacer, Emaliyu’l-Mutlaka (s.37) Bezzar dışındakiler Muhammed b. Ebi Humeyd yoluyla rivayet etmişlerdir. O zayıftır. Ancak Bezzar’ın isnadı hasen bir isnaddır.
131 Sahih mütevatir. Buhari (1291) Muslim (933)
132 Hasen. İbn Mâce (328) İbn Asakir, Tarih (58/424) el-Elbanî, Sahihu’t-Tergib (146)
133 Hasen ligayrihi. Ru’yanî Müsned (34) İbn Hazmel-İhkam Fi Usulil Ahkam(2/83) İbn Adiy el-Kamil (4/53-54) Zehebî, el-Mizan (2/293) İbn Teymiyye es-Sarimu’l-Meslul (s.169-170) Ebu’l-Kasım el-Begavi’nin Müsned’ine nispet ederek zikretmiştir. İsnadında Salih b. Hayyan zayıftır.
134 Hasen ligayrihi. Taberani Cuz’un Men Kezzebe Aleyye (s.96) Mu’cemu’l- Evsat (Mecmau’l Bahreyn (s.290-291) Taberani; Ahmed – Ebu Talha Musa b. Abdillah el-Huzai – Ahmed b. İshak el-Hadramî – Vuheyb b. Halid – Ata b. es-Saib – babası – Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etti. 135 el-Envarul Kaşife (s.273)
136 Es-Sarimu’l-Meslul (s.171)
137 Es-Sarimu’l-Meslul (s.171)
138 Bursevi Ruhu’l-Beyan (3/548)
İlmi ve Hakkı Gizleyenler Tehdit Altındadır
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve irşat yollarını Kitapta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler, işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet edebilecek olanlar lânet ederler.Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar ve (doğruyu) açıklayanlar müstesnâ.” (Bakara )159-160
Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bir ilmi gizlerse Allah onu kıyamet gününde ateşten bir gem ile gemler.”139
Enes radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kime bir ilim hakkında sorulur da onu gizlerse, kıyamet gününde ateşten bir gem ile gemlenir.”140
Aynısını Ebu Hureyre radıyallahu anh de rivayet etmiştir.141
139 Sahih. İbn Hibban (1/298) Hakim (1/182)
140 Sahih. İbn Mace (264)
141 Sahih. Ahmed (2/495) İbn Hibban (1/297) Hakim (1/182) Tirmizi (2649) Ebu Davud (3658) İbn Mace (266)
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî "BİZDEN OLMAYANLAR" Şerhi'nin - Ses Kayıtları 01 - 67
Müteşâbihlere Tâbî Olanlar Sapıklıktadır
Aişe radıyallahu anha’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu:
“Size Kitab'ı indiren O'dur, O'nun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih âyetlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini ancak Allah bilir.” (Al-i İmran 7) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Bu Kitab'ın müteşabih âyetleri hakkında tartışanları gördüğünüz zaman işte Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar diye) isimlendirdiği kimseler bunlardır ve bunlardan sakınınız.”142 Matar el- Verrak’ın rivayetinde:
“Onlarla oturmayınız. Allah’ın kastettiği bu kimselerden sakınınız” şeklindedir.143
Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Ben ve kardeşim, benim için kızıl develerden daha sevimli olan bir mecliste oturuyorduk. Ben ve kardeşim gittiğimizde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından yaşlı kimselerin onun kapılarından birinin önünde oturduklarını gördük. Onların arasını ayırmak istemedik ve bir odada oturduk. Kur’ân’dan bir ayetten bahsettiler ve onun hakkında tartıştılar. (diğer rivayetlerde kader meselesi hakkında tartıştıkları belirtilir) Sesleri yükseldi ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kızgın olarak, yüzü kızarmış bir halde çıktı. Onlara toprak atıyor ve şöyle diyordu:
“Ey topluluk! Yavaş olun. Sizden önceki ümmetler peygamberlerine muhalefet etmeleri ve kitabın bir kısmını bir kısmına karşı kullanmaları sebebiyle helak oldu. Şüphesiz Kur’ân, bir kısmı diğer bir kısmını yalanlamak için inmemiştir. Bilakis bir kısmı diğer kısmını tasdik eder. Ondan bildiğinizle amel edin, bilmediğiniz kısmını âlimine arz edin.” Diğer lafzında:
“Müteşabih olanına iman edin” şeklinde gelmiştir.144
Ömer b. El-Hattâb radıyallahu anh şöyle demiştir: “Muhakkak ki sizinle Kur’an’ın müteşâbihleri hakkında tartışacak insanlar gelecektir. Onların yakalarından sünnetlerle tutun. Zira sünnet ashâbı, Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.”145
Tâvus rahimehullah’tan: İbn Abbas radıyallahu anhuma, Hâricî’lerin Kur’ân hakkında söylediği şeylerden bahsederek şöyle dedi:
“Muhkem ayetlerine iman ederler, müteşâbihlerine gelince helâk olurlar.”146
142 Sahih. Buhari (4548); Müslim (2665); Tirmizi (2996); Ebu Dâvud (4598) İ 143 Sahih. İbn Hibban (1/278)
144 Sahih. Ahmed (2/178, 181) İbn Sad (4/179) İbn Mace (85) Herevi zemmu’l- Kelam (48) İbn Ebi Asım el-Ahad ve’l-Mesani (812) el-Lalekai (1120) Haris b. Ebi Usame Müsned (734) el-Elbani es-Sahiha (1522)
145 Sahih mevkuf. Dârimî, (1/62) İbn Batta’nın el-İbâne’de (83, 84, 790) mutabi rivayetiyle eser sahihtir. Bu eseri ayrıca Âcurrî, eş-Şerîa’da (1/175); İbn Abdilberr, el-Câmi’de (1927); el-Lâlekâî, İtikad’da (1/94) rivayet etmişlerdir.
146 Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (37902); Abdurrazzâk (11/423) el-Elbânî, Zılâlu’l-Cenne’de (485) isnadı sahih demiştir.
Selefe Muhalefet Edenlerden Sakınma Emri
Selefî: Kur’ân ve sünneti anlama ve yaşama metotlarında bu ümmetin selefi olan sahabe, tabiin ve tebau’t-tabiin’in anlayış ve menheclerini esas alan, sünnetlere uymakta sebat edip, dinde çıkarılan yeniliklere karşı çıkmada sabreden kimsedir. Selefî olduğunu iddia edip de ümmetin selefine muhalefet edenler selefî değillerdir.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ahir zamanda öyle kişiler çıkacak ki, (din konusunda) ne sizin ne de babalarınızın daha önce duymadığı şeyler anlatacaklar. Böylesi kişilerden sakının.”147
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki İsrail oğulları yetmiş iki millete bölündüler. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Dediler ki:
“O (kurtulan) biri hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu:
“Benim ve ashâbımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlardır”148
147 Sahih. Muslim (6) Ahmed (2/321) İbn Hibban (15/168) Hakim (1/184)
148 Hasen. Tirmizî (5/26); Sahihu’t-Tirmizî (2641) el-Elbânî hasen dedi.
Sahabenin Menhecine Uymayanlar Sapıklıktadır
Allah Azze ve Celle hidayeti sahabelerin iman ettikleri gibi iman etmeye bağlayarak, sahabelere hitaben şöyle buyurmuştur:
“Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok, eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, ayrılık içindedirler.” (Bakara 137)
İrbâz b. Sâriye radıyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz aranızda yaşayacak olanlarınız, benden sonra birçok ihtilaflar görecektir. Size sünnetime ve hidayet edilmiş râşid halifelerin sünnetine sarılmak düşer. Ona azı dişlerinizle tutunun. Sizleri dinde sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira dinde sonradan çıkarılan her yenilik bid’attir ve muhakkak ki her bid’at sapıklıktır.”149
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir çizgi çizdi ve:
“Bu Allah’ın yoludur” dedi. Sonra sağına ve soluna çizgiler çizerek:
“Bunlar da yollardır. Her yolun başında ona davet eden bir
şeytan vardır” dedi. Sonra da
“Bu, hiç şüphesiz, benim dosdoğru yolumdur; bu itibarla ona uyun; diğer yollara uymayın. Aksi halde sizi O'nun yolundan ayırır.” (En’am 153) ayetini okudu.”150
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki İsrail oğulları yetmiş iki millete bölündüler. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi de ateştedir.” Dediler ki:
“O (kurtulan) biri hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu:
“Benim ve ashâbımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlardır”151
Sevâdu’l-A’zâm (büyük karaltı) diye lakaplanan Muhammed b. Eslem, bu iki hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Hadis, tek bir şeyi göstermektedir. İbn Mes’ûd hadisinde zikredilen yol, diğer hadiste; “Benim ve ashâbımın yolu” diye nitelenen yoldur. Allah’ın dininde yol birdir. Yaptığım bütün amelleri bu iki hadise arz ederim. Uygun gelirse onu işlerim, aykırı düşerse terk ederim. Şayet ilim ehli bunu yaparlarsa, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu üzerinde olurlar.”152
Âsım el-Ahvel şöyle demiştir: “Ebu’l-Âliye dedi ki:
“İslâm’ı öğrenin. İslâm’ı öğrendiğinizde sağa ve sola sapmak suretiyle ondan yüz çevirmeyin. Dosdoğru yola uymalısınız. Nebî’niz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ve ashâbının üzerinde bulundukları yola uymalısınız. Sizleri insanlar arasında düşmanlık ve kin bırakan şu hevâlardan (sonradan çıkmış dinî görüşlerden) sakındırırım.” Bunu el- Hasen (el-Basrî)’ye anlattım.
“Doğru söylemiş ve nasihat etmiş” dedi. Hafsa bt. Sîrîn’e anlattığımda ise:
“Ey evladım! Bunu Muhammed (b. Sîrîn)’e de anlattın mı?” dedi. Ben:
“Hayır” deyince;
“O halde ona da söyle” dedi.”153
İmam Ahmed şöyle dedi: “Bize göre sünnetin esasları şunlardır: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbının üzerinde bulundukları yola sarılmak ve onlara uymak, bid’atleri terk etmek, her bid’ati sapıklık olarak bilmek...”154
Ebû Nasr es-Secezî şöyle demiştir: “Ehl-i Sünnet; sâlih selefin – Allah onlara rahmet etsin – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den veya hakkında kitap ve sünnette nas sabit olmamış konularda sahabe radıyallahu anhumden naklettikleri itikad üzerinde sabit kalanlardır. Zira sahabeler razı olunmuş imamlardır. Onların eserlerine uymamız ve sünnetlerine tâbî olmamız emredilmiştir. Bu husus, hakkında delil ve hüccet ikamesine ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.”155
149 Sahih. Ahmed (4/126); Ebû Dâvûd (4/200); Tirmizî (5/44); İbn Mâce (1/18); el-Elbânî, es-Sahîha’da (2735) sahih demiştir.
150 Hasen. Ahmed (1/435); Nesâî Sunenu’l-Kubrâ (6/343); el-Elbânî, Mişkât’te (1/36) hasen dedi.
151 Hasen. Tirmizî (5/26); Sahihu’t-Tirmizî (2641) el-Elbânî hasen dedi.
152 Sahih maktu. Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya (9/242).
153 Sahih maktu. İbn Batta, el-İbâne (1/299); el-Lâlekâî, Usul (1/43); Ma’mer b. Raşid, el-Câmi (11/367); Mervezî, es-Sunne (26); İbn Adiy, el-Kâmil (3/163); Âcurrî, eş-Şerîa (no:19) El-İbâne muhakkiki Seyyid İmran isnadının sahih olduğunu söylemiştir. El-İbâne (no:202)
154 Sahih maktu. El-Lâlekâî, Usulu İtikadi Ehli’s-Sunne (1/156) İbn Ebi Ya’lâ, Tabakat (1/241) İbn Kudame, Tahrimu’n-Nazar Fi Kutubi’l-Kelam (s.45) İbn Kudame Zemmu’t-Te’vil (no:71) İbn Muflih, el-Âdabu’ş-Şer’iyye (1/221) Zehebî, el- Arş (s.6).
155 Er-Risâle İlâ Ehli’z-Zubeyd (s.99).
Sahabelerden Yüz Çeviren Bizden Değildir
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra, rasule muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115) Bu ayetin muhatabı olan ilk müminler; sahabelerdir. Dolayısıyla sahabelerin yolundan başkasına uyanlar tehdit edilmişlerdir.
Raşid b. Sa’d dedi ki: “Ebu’d-Derda radıyallahu anh bir topluluğun teravih namazlarının aralarında namaz kıldığını gördü ve şöyle dedi:
“Bu namaz da nedir? İmamın önünde oturduğu halde namaz mı kılıyorsun? Bizden yüzçeviren bizden değildir.”156
Sünnetin direği Ebu’l-Kasım et-Teymî el-Esbehanî şöyle demiştir:
“Lugat âlimleri şöyle demişlerdir: Sünnet; gidişât ve yol demektir. “Falan sünnet üzeredir” veya “Ehl-i Sünnet’tendir” demelerinin anlamı; fiil ve sözde vahye ve esere/rivayetlere uyan kimse demektir. Zira Allah ve rasulüne muhalefet edilmesine rağmen sünnetten bahsedilemez.”157
İbn Receb şöyle demiştir: “Sünnet; tutulan yol demektir. Bu, râşid halifelerin üzerinde bulundukları itikad, amel ve görüşlere sarılmayı da kapsar. Bu kâmil sünnettir. Bu yüzden selef, önceden sünnet ismini ancak bunların hepsini kapsayacak şekilde kullanırlardı. Bu anlam, el-Hasen (el- Basrî), el-Evzâî, Fudayl b. Iyâz ve sonraki âlimlerin birçoğundan rivayet edilmiştir. Onlar, sünnet kelimesini; dinin aslı olmasından ve bu konudaki muhalefetin tehlikesinin büyük olmasından dolayı itikad/inanç ile ilgili konularda kullanmışlardır.”158
İbn Hazm şöyle demiştir: “Hak ehli olarak zikrettiğimiz; Ehl-i Sünnet’tir ve onların dışındakiler bid’at ehlidir. Zira onlar sahabeler – radıyallahu anhum – ve onların menhecinde yürüyen tabiîn’in hayırlıları – rahimehumullah -, sonra hadis ashâbı ve bu güne gelinceye kadar onlara tabî olan fakihler topluluğudur. Veya yeryüzünün doğusunda ve batısında onlara uyan halktır. Allah’ın rahmeti onların üzerine olsun.”159
İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir: “Sizden her kim birisini örnek almak istiyorsa Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerini örnek alsın. Zira onlar bu ümmetin kalp bakımından en iyileri, ilim bakımından en köklüleri, zorlaması en az olanları, yol bakımından en sağlam olanları ve hal bakımından en güzel olanlarıdır. Onlar Allah’ın, Nebîsine sahabelik ve dinini ikâme etmeleri/yerine getirmeleri için seçtiği topluluktur. Onların üstünlüğünü bilin ve rivayetlerine tabî olun. Zira onlar dosdoğru yol üzerinde idiler.”160
156 Sahih mevkuf. İbn Abdilberr et-Temhid (8/118)
157 El-Esbehani, El-Hucce Fî Beyâni’l-Mahacce (2/384).
158 Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem (1/263).
159 El-Fisal Fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal (2/90).
160 Hasen ligayrihi mevkuf. İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm ve Fadlih (1810); Ebû Nuaym, el-Hilye (1/305) Halid b. Kasım er-Redadî bu eserin tahrici ve şerhi hakkında Kevâkibu’n-Neyyirât adında bir risale telif etmiştir. Şeyh el-Elbânî bu eseri es-Sahîha’da (6/147) zikretmiştir.